GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2023 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2021 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin İlk Görüşmesi münasebetiyle
Yasama Yılı:6
Birleşim:29
Tarih:05.12.2022

İYİ PARTİ GRUBU ADINA DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (İzmir) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri, televizyonları başında bizi izleyen aziz Türk milleti; cumhuriyetimizin 100'üncü, Adalet ve Kalkınma Partisinin 20'inci ve son merkezî yönetim bütçe kanunu teklifi hakkında İYİ Partinin görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisi devletin kurucu iradesi ve hürriyetçi demokratik sistemin kalbidir. Türkiye Büyük Millet Meclisi banisi olduğu cumhuriyetin, kişi hak ve hürriyetlerinin, uhdesinde taşıdığı egemenliğin teminatıdır. Cumhuriyetin 100'üncü yılının arifesinde Türk milletinin iradesinin tecilligâhı olan Gazi Meclisin çatısı altında bir kez daha aynı irade ve aynı kararlılıkla söylüyoruz ki: Türk milleti egemenliği hiçbir kişiye, kuruma, aileye ya da zümreye devredemez. Bu sorumluluk çerçevesinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi, tarihin ve Türk milletinin kendisine tevdi etmiş olduğu yetkiyle kişi hak ve hürriyetlerini, ifade özgürlüğünü ve devlet yönetiminde adaleti gözetme iradesini sonuna kadar koruyacak ve muhafaza edecektir.

Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş hikâyesi ve Anayasa'mızın 6'ncı maddesi şöyle başlar: "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir." Egemenliğin bir zerresini sıfatı, ismi ve kudreti ne olursa olsun hiçbir makama vermeyiz, veremeyiz; hiçbir makam tarafından gasbedilmesine de asla ve kata müsaade etmeyiz. Devletimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk bu hususta der ki: "Kuvvet birdir ve o, milletindir." Egemenlik yalnız ve ancak Türk milletinindir.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin üyeleri olarak, bugün, yüce Meclisin çatısı altında, cumhuriyetimizin 100'üncü yıl bütçesini, aynı zamanda da Adalet ve Kalkınma Partisinin veda bütçesini görüşüyoruz. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Yasama erkinin millete karşı en temel görevlerinden biri vatandaştan tarh edilen verginin nereye sarf edildiğini ve edileceği hususunu denetlemektir ancak tek adam rejiminin anayasal çerçevesi olan Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle Meclisimizin bütçe yapma yetkisi fiilen elinden alınmıştır. Partili Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminden önce bir sonraki yılın bütçeleri toplumu heyecanlandırırdı çünkü millet, bütçenin sorunlarına çözüm getirmesini ümit ederdi. Şimdi millet haklı olarak yeni bütçeyle birlikte gelirin artmasını, menfaatin korunmasını bekliyor ancak yürütme erkinin kabile reisi yetkileriyle donatıldığı Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminde bütçe teklifi, içeriğinin ve akıbetinin hiç kimse tarafından merak edilmediği, sıradan bir ritüele dönüştürülmüştür.

Vatandaşlarımız 2023 bütçesini neden merak etsinler? Üstün müessesenin üstün iradesi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi 2023 bütçe teklifini kabul etmezse ne olacaktır, Hükûmet düşecek midir? Hayır. Bütçe tekraren düzenlenecek, Meclisin onayına sunulacak mıdır? O sorunun da cevabı "Hayır." Açıkça görülmektedir ki bu ucube siyasal sistem Gazi Meclisin iradesinin hilafınadır. Bu düzende bütçe yapma yetkisi Gazi Meclisten alınmış, yeniden değerleme nispetinde iktidara verilmiş bir yetkiye dönüşmüştür. Herkes şunu bilsin ki istiklal mücadelesinde muzaffer olmuş, devleti kurmuş bu Gazi Meclis siyasi iktidarın noteri değildir.

Değerli milletvekilleri, içeride ve dışarıda Türkiye'yi çevrelemiş siyasi, ekonomik ve toplumsal sorunları derinleştiren temel problem, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin bizatihi kendisidir. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi egemenliğin şahsileştirilmesi üzerine kurgulanmıştır. Beş bin yıllık Türk devlet geleneğinden süzülüp gelen, tarih yapıcı bir milletin istiklal ve egemenlik mücadelesinin eseri olan Türkiye Cumhuriyeti devleti bir kişinin aklına, ideallerine, hedeflerine ve heveslerine terk edilemez. Devlet dediğimiz mekanizma üç temel erkten oluşur: Yasama, yürütme ve yargı. Yasama kanun ihdas eder, yürütme kanunları icra eder, yargı ise yasamanın çıkardığı ve yürütmenin icra ettiği yasaların Anayasa'ya uygun olup olmadığı hususunu denetler. Bir devletin demokratik hukuk devleti olabilmesi için olmazsa olmaz şart ise bu güçler arasındaki denge ve denetleme mekanizmalarının tam ve kâmil olarak işletilebilmesidir. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminde temel problem ise şudur: Bu ucube sistemde kararnamelerle yasama etkisizleştirilmiş, atama yetkileriyle yargı bağımlı hâle getirilmiş, yürütmedeki tüm siyasi güç tek bir kişinin iradesine terk edilmiştir. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminde devlet idaresinde yasama, yürütme, yargı ortadan kalkmış; yerini Recep Tayyip Erdoğan almıştır. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Yirmi yıl önce 3Y'yi yani yoksulluğu, yolsuzluğu, yasakları yok etmek için geldiniz, başka bir 3Y'yi yani yasama, yürütme ve yargıyı imha edip gidiyorsunuz. Yasama Recep Bey, yürütme Tayyip Bey, yargı da Sayın Erdoğan olmuştur. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Ülkenin kaderinin bir kişinin iki dudağı arasına sıkıştığı, hürriyet yerine istibdadın hüküm sürdüğü, beytülmalin yağmalandığı, millete ait zenginliklerin ve refahın yandaşlara pay edildiği bu haramzade düzen elbet payidar olamayacaktır çünkü o devir, bundan tam bir asır önce Mustafa Kemal Atatürk tarafından bir daha açılmamak üzere kapatılmıştır. Cumhuriyetin fikri hür, vicdanı hür evlatları olarak bu çarpık düzenin kalıntılarını temizlemek de bize düşecektir. İYİ Parti olarak devlet yönetmeye namzet bir siyasi kurum sıfatıyla bugüne kadar pek çok projemizi milletimizle paylaştık ancak bizim, milletimize sunduğumuz en büyük projemiz, Atatürk'ün kurduğu cumhuriyetin 2'nci yüzyılını Türk milletinin şanına yakışır bir şekilde yeniden inşa etmek olacaktır. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Hiç kimse merak etmesin, biz buradayız; cesaretimiz ve kararlılığımız tamdır, cumhuriyetin kazanımlarını ve mirasını 21'inci yüzyılın medeniyet değerleriyle inkişaf ettirmek büyük Türk milletine olan borcumuzdur.

Değerli milletvekilleri, aziz milletim; Türkiye, her alanda olduğu gibi yargı ve adalet sisteminde de büyük bir erozyona maruz bırakılmıştır. Yargı kararları, siyasetin tasallutu altında gündelik siyasi hesapların bir parçası hâline getirilmiş, muhalefeti ilzam ettirmek için âdeta bir baskı aracı olarak kullanılmak istenmiştir. Ülkeyi yöneten iktidarın en temel görevi, vatandaşlarımızın hukukunu muhafaza etmek olmalıyken maalesef, partili Cumhurbaşkanlığı sistemiyle hukuk iktidarı muhafaza eder hâle dönüştürülmüştür. Devletin bütün kurumları tek bir kişiye bağlıyken elbette o ülkede adalet olamaz, o ülkede demokrasi hiç olamaz çünkü "adalet" ve "demokrasi" kavramları tek adam rejimleriyle bağdaşmaz. Bir partinin genel başkanı Anayasa Mahkemesinin 15 üyesinden 12'sini tayin etmek yetkisine sahipse orada yargı bağımsızlığından söz edilebilir mi? Bir Cumhurbaşkanı düşünün ki bir taraftan Genel Başkan sıfatıyla siyasi parti propagandası yapsın, öte taraftan dönsün kendisini denetlemekle mükellef olan yargı kurumlarının mensuplarını atasın. Bir Cumhurbaşkanı düşünün ki bir taraftan genel başkan sıfatıyla il başkanlarını atasın, öte taraftan dönsün Cumhurbaşkanı sıfatıyla aynı illere vali atasın. Bir Cumhurbaşkanı düşünün ki bir taraftan genel başkanı olduğu partisinin yönetim kademelerini, öte taraftan devletin üst düzey bürokratlarını ve üniversite rektörlerini atasın. İşte, bu ucube Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminde devlet ile hükûmetin, bürokrasi ile iktidar temsilcilerinin, dolayısıyla da kolektif çıkarlar ile zümre menfaatlerinin birbirine karışmasının sebebi budur. Partili Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin iktidara yaptığı en büyük kötülük de aslında budur.

Bu, üzülerek söylüyorum ki kendini devlet zannetme hezeyanıdır. Aklınızdan çıkarmayın ve unutmayınız ki siz devlet değilsiniz, siz millî iradenin tevdi ettiği müddette ve nispette kamu görevi ifa eden kişilersiniz. İktidarlar gelir gider ama devleti ebet müddettir yani daimdir. 3 Kasım 2002'de bu iktidara nasıl geldiyseniz, yapılacak ilk genel seçimle birlikte, aynen o şekilde iktidardan gideceksiniz. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) İlelebet payidar olacak olan Türkiye Cumhuriyeti devleti ile ilk seçimle varlığı sona erecek olan iktidarınızı mukayese etme saçmalığından da artık lütfen vazgeçiniz. Türkiye'yi belirli bir zümrenin uhdesindeki parti devleti eksenine taşıma hevesini terk ediniz.

Adalet mülkün yani devletin ve düzenin temelidir. Bir devlet, vatandaşları arasındaki hakkaniyeti sağlayamıyorsa, belirli bir siyasal zümrenin ya da grubun tarafı hâline gelmişse ve artık objektifliğini kaybetmişse -Allah muhafaza- devlet olma vasfını da kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalır.

Bugün parti devleti oluşturma hevesinizin Türkiye'ye yaşattığı devlet krizi sonucunda kamu bürokrasisi de enfekte edilmiştir. Partili Cumhurbaşkanlığı, akla, bilgiye, liyakate dayalı bürokrasinin sonu, partizan bürokrasinin de başlangıcı olmuştur. Liyakat ve gayret yerine sadakat ve itaati ödüllendiren bu ucube düzende en stratejik kamu kurumları dahi siyasi iktidarın propaganda ve finans aparatı hâline getirilmiştir. Sermaye piyasası kapsamındaki işlemlerin mevzuata uyumundan sorumlu olan Sermaye Piyasası Kurulu spekülasyona, doğru veri ve bilgilerin üretilmesinden sorumlu olan TÜİK'i manipülasyona iten işte bu ucube sistemdir.

İktidar partisinin saygıdeğer milletvekilleri, geçtiğimiz yıl bütçe görüşmelerinde sizi uyardık, maalesef bizi dinlemediniz; istişareyi ve uzlaşmayı değil itaati tercih ettiniz; sonuçta, yaptığınız 2022 bütçesinin ömrü altı ay bile sürmedi, ek bütçe getirmek zorunda kaldınız. Peki, ek bütçe için iktidar tarafından belirlenen gerekçe neydi? Türkiye'deki yüksek enflasyon artışı. Biliyoruz ki hesap kitap yapmayı unuttunuz ve biliyoruz ki devlet yönetme ehliyetini de kaybettiniz, hiç olmazsa izan ve idrak hasletlerinizi keşke muhafaza etseydiniz. "Faiz sebep, enflasyon sonuçtur." diyerek yüksek döviz kuru ve yüksek enflasyonla milleti nefes alamayacak noktaya getiren bu iktidar, ek bütçe kanununa gerekçe yazarken geçmişte söylediklerini unutarak "Enflasyon sebep, tutturulamayan bütçe ise sonuçtur." diyor. Siz ne yaptığınızın, ne söylediğinizin farkında mısınız Allah aşkına? Sebebi olduğu krizlerin bahanelerine sığınanlar, iktidar olsalar bile muktedir olamazlar. Türkiye Cumhuriyeti devletini belki idare ederler ama yönetemezler. Unutmayınız -özellikle iktidar milletvekillerine söylüyorum, uyarılarımıza kulak veriniz- siz saray bürokrasisinin noteri değilsiniz, devleti kuran Türkiye Büyük Millet Meclisinin şerefli birer üyelerisiniz ve buna göre hareket etmek mesuliyetinde ve mecburiyetindesiniz. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)

Sayın milletvekilleri, bütçe, her şeyden önce bir iktidarın ekonomik tercihlerini gösterir. Sizin bütçenizin tercihi millet değil yandaşlar ve faiz lobileridir. Ek bütçeyle faiz ödemesini 240 milyar liradan 300 milyar liraya çıkardınız, neden? Faiz lobilerini daha da ihya edebilmek için. Son bütçenizde de aynı aymazlık içindesiniz veda bütçenizdeki faiz harcamaları tam 565 milyar lira. Geçen yıl bütçe açığı ne kadardı? 278 milyar lira. Bu yıl ne kadar? 660 milyar lira. Siz, aziz milletimize bu bütçeyle aslında şunu söylüyorsunuz: "İktidarımızdaki kötü günler geride kaldı, şimdi önümüzde daha kötü günler var." Yapılacak ilk seçime kadar sürecek iktidarınız döneminde bu bütçe açığını neyle karşılayacağınızı hesapladınız mı? Tabii ki yeni borçlanmalarla. Daha fazla borçlanma, daha fazla faiz demektir. Meclis Genel Kuruluna getirdiğiniz şu bütçeye bir bakınız; içinde derde derman yok, istikbale dair bir umut yok, insanımıza vadedilen bir gelecek yok, bu bütçede arz yönlü politikalar yok, üretim artışına yönelik adımlar yok, yapısal reformlar hiç yok. İYİ Parti olarak milletimizin sorunlarına çare olacak ve çözüm içerecek 16 tane önerge verdik Komisyonda; her birini el birliğiyle reddettiniz, milleti yokluğa ve yoksulluğa mahkûm ettiniz.

Geçen yılki konuşmamda "Bu bütçe sahipsizdir, bu bütçe yetim ve öksüzdür." demiş, "Nerede bu bütçenin sahibi?" diye sormuştum, yüce Meclisin muhatabının Cumhurbaşkanının bizzat kendisi olduğuna da işaret etmiştim. Sayın Fuat Oktay oturduğu yerden "Bütçenin sahibi burada." diye seslenmiş ve cevap vermişti. Anlaşılan odur ki bu bütçenin sahibi geçen yıl olduğu gibi bu yıl da kıymeti kalemin ucundaki mürekkepten menkul atanmış bürokratlar, kefili de Recep Tayyip Erdoğan'dır. (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar) O zaman bu bütçeye yeni bir isim vermek lazımdır; bu bütçe "Sayın Fuat Oktay'a veda, Sayın Recep Tayyip Erdoğan'a da elveda bütçesi" olarak tarihe geçecektir. (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, siyasal bir perspektiften baktığımızda, Cumhurbaşkanlığı sürecinin kararnameler yoluyla Meclisin yasama yetkilerinin etkisizleştirilmesiyle sonuçlandığını görüyoruz. Bu sistemde, partili olanın yalnızca Cumhurbaşkanı değil, bürokrasiden yüksek yargı mensuplarına kadar bütün devlet müessesesini kapsadığını anlıyoruz. Ekonomik bir perspektiften baktığımızda ise tek adam rejiminin tüm siyasi ve içtimai hezeyanlarıyla birlikte bu millete büyük ekonomik bedeller ödettiğini, ödetmeye de devam ettiğini hep birlikte yaşayarak müşahede ediyoruz.

"Türkiye'yi uçuracağız." vaatleriyle getirdiğiniz bu ucube siyasal düzene geçmeden evvel bu ülkede dolar kuru 4,60 bandındaydı, bugün memleketi getirdiğiniz noktada ise 18 lira 60 kuruş; sayenizde doların Türk lirası karşısında kazandığı değer dört yılda yüzde 400. "Partili Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle hızlı kararlar alacağız, etkin yönetim olacak." demiştiniz; gerçekten de kararları o kadar hızlı aldınız ki muhakemeyi, istişareyi ve uzlaşıyı yani bizatihi demokrasiyi yok saydınız. Tek bir kişinin iki dudağı arasına sıkışmış kararların bedeli dört yılda bütçe açığı beklentisini 65 milyar liradan tam 659 milyar liraya getirdi; yanlış duymadınız, bütçe açığı beklentisi dört yılda 10 kat arttı. O gün cari açık 27 milyar dolardı, bugün 255 milyar dolar. O gün işsiz sayısı 3 milyon 315 bin iken bugün 7,5 milyon. Daha sayalım mı? O gün mazot 5 lira 65 kuruştu, bugün 24 lira. O gün faize 73 milyar harcıyorduk, bugün 565 milyar lira. O gün her vatandaşımız 890 lira faiz yüküyle doğuyordu, bugün bu rakam 6.700 Türk lirası. Ziya Paşa'nın güzel bir sözü vardır, herkes kullanır "Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz." Hesap ortada, muhasebe de ortada; milletimize verdiğiniz sözlerle eylemleriniz, eylemlerinizle elde ettiğiniz neticelerin arasındaki çelişki de ortada.

Yirmi yıldır Türkiye'yi tek başınıza yönettiniz. Yirmi yıllık iktidarınızda 2 trilyon 504 milyar dolar vergi topladınız, 131 milyar dolar borç kullandınız, 63 milyar dolarlık özelleştirme yaptınız. Kendinizden önceki 57 hükûmetin yetmiş dokuz yılda harcadığı paranın 4 katını tam yirmi yılda harcadınız. Son yirmi yılda hiçbir hükûmete nasip olmayan kaynakları ve zamanı kullandınız. Kusura bakmayın ama size tanınan sürenin artık sonuna gelindi.

Türkiye'yi dünyanın ilk 20 ekonomi liginden düşürdünüz, Türk milletini enflasyon ve kredi yükü altında ezdirdiniz, Türk lirasını tarihin en değersiz seviyesine getirdiniz. Şimdi çıkmış, devlet imkânlarını pervasızca kullanarak partinizin yüzyıl propagandasını yapıyorsunuz. Yirmi yıllık iktidarınızı muhasebesini şöyle bir yapınız, Türkiye'nin gelecek yüzyılında zaten olmayacağınızı da göreceksiniz. Cumhuriyetin birikimlerini, kamu mallarını da haraç mezat sattınız; hem de Türkiye'nin en büyük şirketlerini, fabrikalarını, limanlarını, enerji üretim tesislerini, telekomünikasyon ağını, elektrik ile doğal gaz dağıtım şebekelerini sattınız. Cumhuriyetin tüm bu kazanımlarını pervasızca dağıtmanıza rağmen, iktidarınızın son kertesinde Türkiye'ye bıraktığınız dış borç yükü 500 milyar dolara yaklaştı, cari açık ise 255 milyar dolar. Türkiye'yi bu ekonomik çöküşe mahkûm eden bir iktidar olarak şimdi cumhuriyetin 100'üncü yıl bütçesini yapıyorsunuz, önümüzdeki yıl içerisinde de hep birlikte 100'üncü yılı kutlayacağız. Soruyorum sizlere: Cumhuriyetin 100'üncü yılında, 100'üncü yılı kutlamaya yüzünüz var mıdır?

Siz bu millete nimet değil külfet olmuşsunuz, gerçekleri göremeyecek kadar kör olmuşsunuz haberiniz yok. Siz, geriye sadece enkaz bırakıyorsunuz ama bunun yanında, enkaz olmuş gidiyorsunuz ondan da haberiniz yok.

İktidarında kamuya ait en stratejik ve önemli üretim tesislerini satanlar, şimdi, çıkmış, hiçbir rahatsızlık duymadan "Seçimden önce ucuz bakkal açacağız." diyorlar. Şu soruyu size bütün samimiyetimle ve yürekten soruyorum: Ben eleştirirken utanıyorum, siz vadederken rahatsız olmuyor musunuz? (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar) 100'üncü yılda yüzünüz var mı demiştim ya, yüzünüz yok çünkü bu millete verdiğiniz sözlerin hiçbirini tutmadınız. "2023'te Türkiye'yi en büyük 10 ekonominin arasına sokacağız." diyerek milletimize söz vermiştiniz, 90 yılında en büyük 20 ekonomi arasında bulunan Türkiye'yi 22'nci sıraya düşürdünüz. Türkiye'nin, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında girdiği tek liste, ülkem adına üzülerek ve hayıflanarak söylüyorum, kara para aklayanların bulunduğu gri liste olmuştur; Türkiye'yi düşürdüğünüz duruma bakın. Memleketimize bunu yaşattınız ya, yazıklar olsun bizlere. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)

"Kişi başına düşen millî geliri 25 bin dolara çıkaracağız." dediniz, 10 bin doların altında kaldı. "2 trilyon olacak." dediğiniz millî gelir ise 1 trilyon doları dahi göremedi. Yüzde 5 olarak belirlediğiniz işsizlik hedefi yüzde 10'un üzerine çıktı. Gerçeklerle bağını koparmış olan TÜİK'in rakamlarına göre bile enflasyon yüzde 85'in üzerinde. Enflasyon ile işsizliğin toplamından oluşan Dünya Sefalet Endeksi de ortada. Ülkem ve milletim adına üzülerek söylüyorum, yirmi yıllık iktidarınızın sonunda Türkiye, Arjantin'i de geride bırakarak Sefalet Endeksi'nde 156 ülke arasında 1'inci oldu. İktidarınızın yirmi yıllık hikâyesi artık sona ererken Türkiye'yi taşıdığınız tek zirve işte budur; o da sefaletin zirvesidir.

Değerli milletvekilleri, iktidar sahipleri de dâhil olmak üzere "Herkes biliyor, geminin su aldığını/Herkes biliyor, kaptanın yalan söylediğini/Herkes biliyor, zarların hileli olduğunu." Bu, ünlü bir şairin şiiri. Şimdi geldiğimiz noktada seçim sathına yaklaşırken bu hileli zarlarla son bir oyun oynamanın peşindesiniz. Devletin tüm imkânlarını iktidar partisi için kullanan, istatistikleri manipüle eden, troller ve yandaş kalemlerle tahkim edilen, âdeta kurduğunuz kumar masasında milletin aklıyla alay eden ucuz bir propaganda oyununu sahnelemeye çalışıyorsunuz.

Yirmi yıldır ülkeyi yönetiyorsunuz sanki yarın teslim alacakmış gibi vaatlerde bulunuyorsunuz. İktidarınızın raf ömrü tükenmiştir ama bahanelerinizin tükenmediğine şahit oluyoruz. Bırakın şu "dış güçlerin planları, lobilerin sinsi kumpasları" gibi mazeretlerin ardına saklanmayı; dış güçlerin kuvveti, içerideki iktidarın acziyetinden kaynaklanır. Devlet mazeret ve acziyetle yönetilemez. Bir düşünün, eğer ülkeyi dış güçler yönetseydi ne yaparlardı? Karanlık lobiler Türkiye'yi, Türkiye'deki idareyi ele geçirseydi bu memleketin hâli ne olurdu? Dış güçler ve karanlık lobiler şayet Türkiye'yi yönetseydi Türk lirasının değerini düşürmek ve ekonomimizi çökertmek için inatla akıl dışı ekonomik politikalar uygulardı, öyle değil mi? Dış güçler Türkiye'yi yönetiyor olsaydı milletimizin alım gücünü azaltmak ve vatandaşlarımızı yoksulluğa, yoksunluğa mahkûm etmek için ellerinden gelen her şeyi yapardı, öyle değil mi? Dış güçler Türkiye'yi yönetiyor olsaydı memleketteki emek değerini ucuzlatır, neyimiz var neyimiz yok yabancılara peşkeş çekerdi, öyle değil mi? Türkiye'yi çevre ülkelerin ucuz AVM'si konumuna getirirdi. Dış güçler Türkiye'yi yönetiyor olsaydı cumhuriyetin bütün birikimlerini ya satar ya da Varlık Fonu üzerinden uluslararası piyasalara teminat olarak gösterip borçlanır, Türkiye'nin yalnız bugününü değil geleceğini de çalardı, öyle değil mi? Dış güçler Türkiye'yi yönetseydi bilinçli olarak doları patlatmadan önce dolar cinsinden borçlanırdı; dış güçler Türkiye'yi yönetseydi 565 milyar dolar faiz öder, 100 milyar lirayı yandaş sermayeye aktarır, Türk milletinin kamu kaynaklarını sömürürdü, öyle değil mi? Vergiyi 85 milyondan toplayıp refahı yandaşlara dağıtırdı; dış güçler Türkiye'yi yönetseydi ülkenin kendi kendine yetememesi için tarım alanlarını imara açardı, mesela samanı, buğdayı, tohumu ithal ederdi, şeker fabrikalarını satardı, tank palet fabrikasını peşkeş çekerdi, telekomünikasyonu da özelleştirirdi, öyle değil mi? (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar) Eğer dış güçler ve karanlık lobiler Türkiye'yi yönetiyor olsaydı "Hudut namustur." ilkesini derhâl terk eder, sınırlarımızı yolgeçen hanına çevirir, Türkiye'yi dünyada en fazla sığınmacı ve kaçak bulunduran hendek ülke konumuna getirirdi, öyle değil mi? Sözlerimi sakın yanlış anlamayın, sizin bize attığınız iftiraları ben atmayacağım, ben iktidar partisine dış güçlerin maşası ya da karanlık lobilerin piyonu imasında bulunmuyorum, ben diyorum ki bir dış güç iktidara gelse bu memlekete ancak sizin verebildiğiniz kadar zarar verebilirdi, onu söylüyorum. (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar) Biz buna gaflet ve dalalet diyoruz, kararı ise tarihe ve büyük Türk milletine bırakıyoruz.

Lafın tamamını anlatıyorum ki söylediklerim doğru idrak edilsin. Ekonomiyi çökerttiniz, fukaralığı yönetiyorsunuz; eğitimi çökerttiniz, cehaleti yönetiyorsunuz; bilgiyi yönetemediğiniz için dezenformasyonu, ülkeyi yönetemediğiniz için algıları yönetmeye gayret sarf ediyorsunuz ancak ne yandaş sermayenin son çırpınışları ne havuz medyasının yalan ve iftiraları ne de paralı trollerinizin dezenformasyonları sizi kurtarabilir.

Siyasetin sermayesi insan, siyasi gücün kaynağı ise millettir. Çarşıya, pazara inmeye yüzünüz yoksa, tebdilikıyafet olmadan vatandaşın arasına karışmaya yüzünüz yoksa kaybetmeye elbette ki mahkûmsunuz. Ayın sonunu getiremeyen emeklinin, emeğinin karşılığını elde edemeyen çiftçinin, kredi borcu altında ezilen esnafın, bugününü ve istikbalini elinden çaldığınız gençlerin arasına karışmaya yüzünüz yoksa elbette ki kaybetmeye mahkûmsunuz.

Geldiğiniz şu noktada, iktidarınızın son kertesinde bu aziz millete vereceğiniz hiçbir şeyiniz kalmadığı için kanayan yaraları konuşmak yerine, kapanmış yaraları deşmeye çalışıyorsunuz. Ülkeyi hakkıyla yönetemediğiniz için kökenle, mezheple, cinsiyetle, kıyafetle uğraşıp duyguları yönetmeye kalkışıyorsunuz ancak tüm bu çabalarınız beyhudedir. Yoksulluk çığ gibi büyüyor, işsizlik zirve yapıyor, ülkenin parası şayet pul oluyorsa o iktidar artık yolcu demektir.

Size geçen yıl bu kürsüden yine bir uyarıda bulunmuştum; gelin, sözümüzü dinleyin, gün vatandaşın, esnafın, sanayicinin, çiftçinin dertlerine sırt çevirme ve bildiğini okuma günü değildir demiştim ancak gerçeklere kulak vermek yerine aslını bildiğiniz yalanlara inanmayı tercih ettiniz.

Seçim yılı geldi, artık vakit tamam; dönülmez akşamın ufkundasınız, sizin için vakit çok geç. (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar)

Gerçekleri kabul etmek yerine kendi söylediğiniz yalanlara inanmayı tercih ettiğiniz için konuşmanın şu noktasından itibaren ben, bir gün dahi devlet yönetmemiş olmama rağmen, yüz yıllık cumhuriyetin son yirmi yılında iktidar olanların kaçtığı sorumluluğu üstleniyor, sizin soramadığınızı soruyorum; "Cumhuriyetin 100'üncü yılını kutlayacağız, yüzümüz var mı?" diyorum. Biz doğrudan sorumlu olmamakla beraber kolektif bir bilinç ve memleketimize duyduğumuz mesuliyet gereği bu soruyu sormak mecburiyetindeyiz çünkü biz siyaseti saraylarda ve salonlarda değil, Sayın Genel Başkanımızın liderliğinde Türkiye'yi ilmik ilmik dokuyarak milletimizle iç içe ve omuz omuza yapıyoruz.

İktidar partisinin mensupları, milleti mahkûm ettiğiniz yoksulluğu da gerçekten unuttunuz. İktidarı idame ettirme hırsı yüzünden kalbinizi, gönlünüzü toplumsal gerçeklere kapatmışsınız. Memleketimizi âdeta esir alan derin yoksulluğun izleri sokaklarda, dükkânlarda, meydanlarda kendini gösteriyor; bakan değil, gören gözler için her yerde kendini hissettiriyor. Evladının beslenmesinden, geleceğinden endişe eden anneleri görmüyorsunuz. Evine ekmek bile götürmekte zorlandığı için kendini ailesine mahcup hisseden babaların farkında bile değilsiniz. Ay sonunu getiremeyen emeklilerin çektiği eza ve cefayı da hiç hissetmiyorsunuz. Memleketin hâline bir bakınız; memuru, işçisi, emeklisi, esnafı, çiftçisi ve işsiz ordusuyla bütün bir millet hayatını idame ettiremez ve geçinemez olmuş; bu gerçeği görmüyorsunuz. Anneler evlatlarına tencere kaynatamıyorsa, Anadolu'da çocuklar yastığa başını aç koymuşsa, babalar evlatlarına, evlatlar da babalarına mahcupsa, aileler en basit ihtiyacını bile karşılamaktan mahrum bırakılmışsa 100'üncü yılı kutlayacak yüzümüz var mı; soruyorum Allah aşkına. Gençlerin umutları, hayalleri mülakatlarda çalınmış, bugünleri ve istikballeri de ellerinden alınmış; tarihe, bugüne, istikbale karşı yüzümüz var mı? Türkiye'de 3 milyon çocuk yeterince protein alamıyor ve düzgün beslenemiyor. Bir yanda 5 maaşlı danışmanlar var, bir yanda çocuğunun okul çantasını alamayan babalar.

TÜİK verilerine göre, 1,5 milyon evladımız okula gidemiyor, kimi defterini alamadığı için, kimi öğün masraflarını karşılayamadığı için, kimi çalışıp eve bakmak zorunda olduğu için. Evlatlarımıza karşı 100'üncü yılda yüzümüz var mı?

Cumhuriyetin birikimlerinin topyekûn satıldığı, uluslararası tefecilere teminat gösterildiği, yalnızca bugünün değil, geleceğinin de borçlanıldığı Türkiye'de doğmamış nesillere karşı yüzümüz var mı? Kendinizden sonraki nesillere, çocuklarımıza, geleceğimizin teminatı olan gençlerimize teslim aldığımız gibi bir dünya ve teslim aldığımız gibi bir Türkiye bırakamayacağız; yüzümüz var mı? Dünümle bugünümle, mazimle ve tüm müktesebatımla soruyorum: Cumhuriyetin 100'üncü yılında, 100'üncü yılı kutlamaya yüzünüz var mı? (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar)

Siz bu söylediklerimi ciddiye almıyor olabilirsiniz. Yüz yıllık cumhuriyetin yirmi yılını siz yönetiyorsunuz. Ben 63 yaşında bir vatandaşım, hasbelkader ve hasbeltesadüf, bu zamana kadar gelmiş geçmiş bütün Cumhurbaşkanlarını -Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Cemal Gürsel hariç- yüz yüze görmüş bir insanım. Ben cumhuriyetin altmış üç yılında vatandaş olarak bir gün dahi devlet yönetmede sorumluluk üstlenmememe rağmen, kendimi "Acaba yüzümüz var mı cumhuriyetin 100'üncü yılını kutlamak noktasında?" diye sorguluyorsam sorgulamanın en büyüğünü sizlerin yapması gerektiğinin de altını çiziyorum. (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar) Dediğim gibi, kendimizden sonraki nesillere teslim aldığımız gibi bir Türkiye bırakamayacağız.

Benim dedem 1881 doğumluydu, savaşlar görmüştü; babam 1929 doğumluydu, o da fukaralığın ne olduğunu anlatıyordu. Dedem babama bir cumhuriyet, babam da bana yaşanabilir bir Türkiye bıraktı. Şimdi, ben çocuklarımıza ve bizden sonraki nesillerimize "Acaba bunu yapabilecek miyim?" diye kendimi sorguluyorum. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) O sebeple soruyorum "Yüzümüz var mı?" diye. Dünümle bugünümle soruyorum. Yirmi yıldır Türkiye'yi yönetiyorsunuz, hâlâ vaatlerde bulunuyorsunuz, 100'üncü yılda neler yapacaklarınızı söylüyorsunuz. 99'uncu yılda ne yaptınız da 100'üncü yılda ne yapacaksınız? Bu ülkeye ne vadedeceksiniz? Bu ülkeye yoksulluk, sefalet ve istibdattan başka verebileceğiniz hiçbir şey kalmamıştır. Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının mensupları, son sezonunuzla ilgili size bir "spoiler" uyarı vermek istiyorum: Siz ilk yapılacak seçimde bu iktidardan gideceksiniz. Siz gideceksiniz, fukaralık bitecek; siz gideceksiniz, nepotizm bitecek; siz gideceksiniz, haksızlık bitecek. Siz gittiğinizde hürriyet, siz gittiğinizde bereket, siz gittiğinizde liyakat, siz gittiğinizde adalet gelecek. Şimdiden duygusal ve mental hazırlığınızı yapın çünkü yolculuğunuza çok az kaldı.

Sarayın yalanlarının milletin gerçeklerine yenilmesinin çok az vakti kaldı. Rant düzeninin çökmesine çok az bir zaman kaldı, adaletin tecellisine de çok az kaldı; adalete, hürriyete, eşitliğe ve kardeşliğe de çok az kaldı. İYİ Parti olarak biz inanıyoruz ki beşeriyetin her alanında her yarışta geriye düşürdüğünüz Türkiye, İYİ Parti iktidarıyla birlikte, mazinin tüm sorumluluklarını da sırtına yüklenerek atinin üzerinden bir güneş gibi doğacaktır; Allah'ın izniyle çok az kaldı.

Yüce Meclisi ve aziz milletimizi saygıyla selamlıyor, sabrınız ve nezaketiniz için teşekkür ediyorum. (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar)