| Konu: | 2023 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2021 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 4'üncü Tur Görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 6 |
| Birleşim: | 33 |
| Tarih: | 09.12.2022 |
MHP GRUBU ADINA MUSTAFA HİDAYET VAHAPOĞLU (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, 2023 mali yılı Millî Savunma Bakanlığı bütçesi üzerine söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, başta cumhuriyetimizin banisi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere şehitlerimizi, ebediyete irtihal eden gazilerimizi rahmet, minnet ve şükranla anıyor; hâlen yurt içinde ve yurt dışında görevli kahraman asker, polis ve güvenlik korucularımızı, hayatta olan tüm gazilerimizi, vazife malullerini ve Gazi Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, dünya coğrafyasında istisnai bir jeopolitik konuma ve bu konumdan kaynaklanan eşsiz imkânlara sahip bir ülkedir. Bu durum bize çok geniş imkânlar sunarken aynı zamanda, oluşturduğu riskler nedeniyle diğer ülkelerin de Türkiye'yi öncelikli hedef ülke olarak görmelerine sebep olmaktadır. İçinde bulunduğumuz coğrafya, küresel boyutta, Güney Amerika, Avustralya ve Antarktika Kıtaları hariç diğer bölgelerde meydana gelen tüm gelişmelerden doğrudan etkilenecek özelliklere sahiptir. Ülkemizin sadece jeopolitik konumunun dikkate alınarak değerlendirilmemesi, ekopolitik, teopolitik, enerjipolitik, ulaşım, lojistik, kültürel ve benzeri alanları da kapsayacak şekilde değerlendirilmesi, risk ve tehditlerin bu alanların da dikkate alınarak belirlenmesi önem arz etmektedir. Günümüzde savunma klasik anlayışın ötesine geçmiş ve topyekûn güvenlik kavramıyla içi doldurulmaya çalışılan bir alan hâline gelmiştir. Dolayısıyla, konular sadece askerî nitelik taşımanın yanında politik, diplomatik, sosyal, ekonomik ve teknoloji ile diğer konuları da içine alan geniş bir hüviyet kazanmıştır.
Değerli milletvekilleri, Doğu Bloku'nun parçalanması sonucunda neoconların güdümündeki ABD ve yedeklediği Avrupa Birliği ülkeleri ile Japonya ve Anglosakson ülkeler küresel hegemonya kurabilmek için millî devletlere saldırmışlardır. Bunların içerisinde öncelikli olan ülkelerden biri Türkiye Cumhuriyeti devletidir. Kendilerinin kontrolünde olması kaydıyla küreselleşme teşvik edilmiş, millî ve üniter devletler öncelikli hedefler hâline getirilmiş; dinler, mezhep ve meşrepler ile diğer alt kimlikler tahrik edilmiş ve vahşi, yıkıcı istilacılığının tüm oyunları sergilenerek Asya, Ön Asya, Afrika'nın kuzeyi ve Güney Amerika yeniden dizayn edilmeye çalışılmıştır.
Oluşturulan yeni jeopolitik düzene ilk tepki 1994 yılında "Şanghay Beşlisi" adıyla kurulan ve daha sonra 2001 yılında Şanghay İşbirliği Örgütüne dönüşen yapıdan gelmiştir. Rusya'nın 8 Ağustos 2008 tarihinde Gürcistan'ın Osetya bölgesine müdahalesiyle karşılaşılmıştır. Aslında bu olay tek kutuplu dünyadan çok kutupluluğa geçişin işaret fişeğidir. Günümüzde yaşanan belirsizlikler ve risklerin temelinde tek kutupluluğu sürdürme çabasındaki ABD ve bunu kabul etmeyen Rusya ve Çin ile destekçisi ülkeler arasındaki çekişmeler yatmaktadır. ABD 1991'de Doğu Bloku'nun dağılması sonucunda oluşan söz konusu jeopolitik düzeni tek başına koruyamayacağının farkındadır. Bunun için Avrupa Birliği ve Japonya ile Anglosakson ülkeleri dışında kalan Türkiye gibi müttefiklerini yorarak -bu kelimenin altını çiziyorum, yorarak- yanında tutma, kendisine sürekli tabi tutma çabası içerisindedir.
Türkiye'ye yönelik aleni veya gizli husumet sadece ABD ve güdümündeki ülkelerle sınırlı değildir; ilhakını hiçbir zaman tanımayacağımız, Kırım'dan dolayı denizden sınırdaş hâline geldiğimiz Rusya; Türk düşmanlığını millî kimliğini koruma vasıtası hâline getirmiş olan Ermenistan, aynı dinin mensubu ve aynı Peygamber'in ümmeti olduğumuz hâlde, söz konusu Ermenistan, hatta Yunanistan veya Kıbrıs Rum kesimi olduğunda Türkiye karşıtlığını aleni olarak ortaya koyan İran ve Suudi Arabistan ile diğer bazı İslam ülkeleri; Körfez'deki beylik düzenindeki şehir devletçikleri, Fırat ve Dicle'nin kaynağını elde etmek zorunda olduğuna inanan Irak ve Suriye, Türkiye'nin bir bölümünü vadedilmiş topraklar olarak gören İsrail, 1821'den bu yana Türkiye aleyhine 3 kat büyümüş olan Yunanistan ve vatandaşı olan soydaşlarımızı ülkelerinden atan Bulgaristan tarafından da yürütülmektedir. Tüm bu gizli ve aleni husumeti frenleyen yegâne güç, Türk Silahlı Kuvvetlerinin caydırıcı ve etkin saygın konumu ile millî birlik ve beraberliğimizin bozulmamış olmasıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizin tehdit konseptinde küresel güç durumundaki devletlerin, bazı ülkelerin sınırlarını yeniden çizme veya bölgeleri yeniden tanzim etme gayretleri; terörizm, uluslararası terörizm, siber terörizm; etnik, dinî ve mezhep kökenli tahrikler ve çatışmalar; devletler arası savaşlar; yeni devletlerin kurulması ve sınırların yeniden belirlenmesi taleplerinden kaynaklanacak anlaşmazlıklar; küresel düzeyde enerji ve su kaynaklarını kontrol etme gayretleri; iç savaş, soykırım ve benzer diğer büyük çaplı şiddet olayları; bölgemizdeki halkların militarize olma eğilimleri; nükleer, biyolojik ve kimyasal silahların gizli imali ve yaygınlaşması; sınırları aşan örgütlü suçlar; kitlesel göçler, açlık, yoksulluk, bulaşıcı hastalık ve çevre sorunları; yaygın hastalık tehdidi; ekonomik ve sosyal tehditler ve riskler dikkate alınması gereken konulardandır.
Ülkemiz, özellikle 1991'de Doğu Bloku'nun dağılması süreciyle başlayan, Soros'un Renkli Devrimleriyle süren ve Arap Baharı operasyonları kapsamında Suriye iç harbi ile zirve yapan bir düzensiz göç ve Afganistan kaynaklı bir yönlendirilmiş planlı göçle karşı karşıyadır. 23 hudut kapısı ile 11.908 kilometresi deniz, 2.949 kilometresi kara olmak üzere, toplam 14.857 kilometrelik sınırlarımız son yıllarda alınan önlemler ve yapılan yatırımlar sonucunda gelişmiş çoğu ülkeye örnek olacak şekilde fiziki ve elektronik önlemlerle korunur hâle getirilmiştir. Buna rağmen, terör örgütlerinin yuvalandığı Yunanistan, Ermenistan, İran, Irak ve Suriye sınırlarımızın hassasiyetini koruduğunu, bu ülkeler ile terör örgütlerinin de müdahil olduğu göç olayları dikkatten kaçırılmamalıdır.
Türk Silahlı Kuvvetlerini en fazla meşgul eden konunun başında terörle mücadele kapsamında üstlenmek zorunda olduğu görevler ile düzensiz göç gelmektedir. Bu konuda Birleşmiş Milletler Antlaşması'nın 51'inci maddesinden doğan meşru müdafaa hakkı kapsamında yapılan sınır ötesi müdahalelerin Türkiye'nin öz savunmasının gereği olduğu açıktır. Buna karşılık, yaşanan temel sorun; Marksist, Leninist bir terör örgütü olan ancak günümüzde vahşi kapitalizmin uşaklığını yapan PKK ve YPG, PJAK gibi türevlerinin arkasından özellikle NATO'da ittifak hâlinde olduğumuz ve bizim müttefik olduğumuzu sandığımız ülkelerin çıkmasıdır. PKK ve türevlerinin elinde üretici ülkenin bilgisi ve izni dışında kullanılma imkânı olmayan silah ve mühimmat bulunmaktadır.
ABD'nin PKK'ya verdiği destekle Suriye topraklarında oluşturulmaya çalışılan terör koridoru Birleşmiş Milletler Sözleşmesi'nin verdiği yetkiye dayanılarak Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı ve Bahar Kalkanı sınır ötesi harekâtlarıyla engellenmiş ve tarafların oyunu bozulmuştur. Ayrıca yurt içine yönelik yapılan Pençe, Kıran, Kapan ve Yıldırım operasyonlarıyla da önemli miktarda teröristi etkisiz hâle getiren temizlik harekâtları gerçekleştirilmiştir.
PKK ve türevlerinin ABD ve AB ile Türkiye aleyhine gizli husumet duyan ülkelerce siyaseten desteklenmesi, eğitilmeleri, donatılmaları, ihtiyaç duydukları her türlü silah, mühimmat, araç ve gereç ile sahte belgenin temin edilerek verilmesi Türkiye'nin bekasına yönelik ciddi bir tehdittir. NATO Kuzey Atlantik Antlaşması'nın 5'inci maddesinde belirtilen hükümlere rağmen bunlar maalesef yapılmaktadır. Bu konuda halkımız tepkilidir ve bu tepki Sayın Milliyetçi Hareket Parti liderinin "Türkiye'ye silah ambargosu uygulayan, terörizme çanak tutan sabıkalı ülkelerle bir ve beraber olmamız akıl harcı mıdır?" diye sorması ve "Türkiye seçeneksiz değildir. Türkiye çaresiz değildir. Eğer şartlar içinden çıkılmaz hâle gelirse NATO'dan ayrılmak bile alternatif bir tercih olarak gündeme alınmalıdır." sözü, bu halkın tepkilerinin de dile getirilmesidir. "Türkiye'nin itirazları ciddiye alınmıyorsa, NATO'daki varlığı da ciddiye alınmıyor ve saygı görmüyor demektir." değerlendirme ve ikazları, NATO ülkelerinin Türkiye'nin güvenliğini göz ardı etme çabalarına karşı gösterilen güçlü bir tepkidir ve milletin tepkisinin siyasi yansımasıdır.
Önemli konulardan bir diğeri ise Hristiyan dünyasının şımarık çocuklarından Yunanistan'ın Türkiye'ye yönelik uyguladığı ve dozu sürekli artan gerginlik stratejisidir. Yunanistan'ın bitmek tükenmek bilmeyen ve tatmin edilmesi mümkün olmayan tavrı, Atlantik ülkelerinden desteklidir. Sayın Cumhurbaşkanının, özünde, hak ve menfaatlerimize dokunmalarına izin vermeyeceğimiz, bu nedenle de akıllarına başlarına almalarını ve hadlerini bilmeleri gerektiğini hatırlatan "Bir gece ansızın gelebiliriz." sözüyle çerçevesi çizilen tepkiye rağmen, Yunanistan, ABD'nin yığınak hatta NATO Antlaşması'na rağmen yeniden güvenlik anlaşması yaparak şımarttığı bir ülke durumdandır.
Türkiye'den Anayasa'sını değiştirerek sözde yeni kurucu halklara yer verilmesi ve üniter yapısını terk etmesi, Ermenistan'ın taleplerinin karşılanarak Sivas'tan başlayıp İskenderun'a inen hattın doğusunun İskenderun Körfezi'ni içine alacak şekilde Ermenistan'a terk edilmesi; Kıbrıs'ın Rumlara, dolayısıyla Yunan'a terk edilmesi; güneyimizde Akdeniz'e çıkışı olan kukla bir PKK terör devletinin kurulması, Adalar Denizi ve Akdeniz'de Sevilla haritasının geçerli kılınması, Yunanistan'ın kara sularının 12 mile çıkarılması, İstanbul'da Vatikan benzeri bir Ortodoks Rum devletinin yani Doğu Roma İmparatorluğu'nun yeniden inşası, Akdeniz ve Adalar Denizi'nde münhasır ekonomik bölge hak ve iddialarımızdan tamamen vazgeçilmesi; mavi vatandan, mavi gökyüzünden vazgeçilmesi; Azerbaycan ve Türk dünyasıyla ilişkilerde Atlantik ve AB ülkelerinin rehberliğinde hareket edilmesi, Türk dünyası ve Asya ülkeleriyle hak ve menfaatlerimiz bile olsa ilişki kurulmaması, Montrö rejimin değiştirilmesi vesaire vesaire vesaire gibi talepler gündemdedir. Bunlar Doğu Bloku'nu temsil eden Çin ve Rusya için de çoğaltılabilir.
Bizi hedef tahtasına oturtan ülkeler bu hedeflerine ulaşabilmek için terör örgütlerini, Gezi olaylarında yaşandığı şekliyle dış destekli sivil oluşumları, mahrem arşivlerimizin çalınarak hasım ülkelere iletilmesini, Türk Silahlı Kuvvetleri, MİT gibi kritik kurumlar üzerinde kumpasları, sipariş üzerine eylem yapan kişi ya da grupları, etnik mezhep ve meşrep tahriklerini, finans ve döviz oyunlarını, medya, sinema ve sanal âlemi, özellikle millî ve yerli grupların şeytanlaştırılmasını, dokunulmazlığı olan kürsülerden barış çağrısı altında Türk Silahlı Kuvvetlerinin silah bırakmasını, Türkiye Cumhuriyeti devletinin terör örgütüne teslim mahiyetinde masaya oturtulması dâhil kuralsız, ahlaksız konuları ve metotları yani hibrit, melez savaş yöntemlerini kullanmaktadırlar.
Türkiye, bugüne kadar olduğu şekliyle ne ABD ne AB ne Rusya ne Çin'in jeopolitiğine boyun eğmeyecektir. Türkiye, bugüne kadar yaptığı üzere kendi jeopolitiğini merkeze alarak karar geliştirecek ve pozisyon, tavır alacaktır. Bunun için elindeki en önemli imkânlar vatandaşın güven ve kararlılığıyla oluşturulan Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi, Peygamber ocağı gördüğümüz Türk Silahlı Kuvvetleri ve vatandaşımızın engin sağduyu ve desteğidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu aşamada önemli gördüğüm birkaç hususu da dikkatlerinize getireceğim. Kahraman ordumuzun geçmişte olduğu gibi ruhen asker personele ihtiyacı olduğundan hareketle askerî liseler ve astsubay hazırlama okullarının yeniden açılması, bu konuda maliyet fayda analizinin yapılmaması, terörle mücadele ve jeopolitik konumumuzdan kaynaklanan ihtiyaçlar dikkate alınarak askerî hastanelerin tekrar açılması; subay, astsubay, uzman çavuş ve sözleşmeli personelin ve emeklilerinin göreve katlandıkları zorluk ve aldıkları risk ile maruz kaldıkları tehdit ve tehlikelere uygun olarak maddi imkânlarının yeniden değerlendirilmesi, emekli binbaşıların devletimize yük getirmeyecek haklı taleplerinin karşılanması, resen emekli edilmişlerin dosyalarının yeniden incelenerek varsa hak sahiplerinin mağduriyetlerinin ve itibarlarının iade edilmesi, kamudaki sözleşmelilerle birlikte uzman erbaşların da kadroya geçirilmesi, terörle mücadelede yaralanmalarına rağmen malul sayılmayan gazilerimizin mağduriyetlerinin giderilmesi, şehit yetimlerinin tamamına kamuda istihdam imkânının verilmesi...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
MUSTAFA HİDAYET VAHAPOĞLU (Devamla) - ...şehit ve gazi yakınlarından istihdam edilenlerin eğitim durumlarına göre kadro ve derecelerinin yeniden düzenlenmesinin önündeki idari engellerin kaldırılması, muharip gazilerimize ödenen şeref aylığındaki farklılıkların giderilmesi, savunma sanayisinin stratejik önemi dikkate alınarak özelleştirme anlayışı dışında tutulması ve kamunun -daha açık bir ifadeyle- öne çıkarılması, Makine ve Kimya Endüstrisi AŞ'nin, askerî fabrikalar ve tersanelerin daha fonksiyonel ve üretken hâle getirilmesi, sözleşmeli askerlik yapanların sözleşmelerinin bitiminde kamuya yerleştirilmeleri hususundaki bürokratik engellerin kaldırılması önem arz etmektedir.
Bu vesileyle 9 Aralık Uzman Jandarmalar Günü'nü de kutluyor ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin muharip yapısını, saygınlığını, caydırıcılığını, personel niteliklerini, sahip olduğu teknik imkânları artırıcı her türlü önlemin alınması gerektiğinin altını çiziyor; bütçemizin hayırlı olmasını diliyor, Gazi Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)