| Konu: | 2023 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2021 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 7'nci Tur Görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 6 |
| Birleşim: | 36 |
| Tarih: | 12.12.2022 |
MHP GRUBU ADINA KAMİL AYDIN (Erzurum) - Lütfi kardeşime teşekkür ederek bir şey söylemek istiyorum. Hatay'ın eniştesi olarak ben Türkiye Yüzyılı'nın Hatay yüzyılından geçtiğini öğrenmenin büyük bir mutluluğu içerisindeyim. (MHP sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan, kıymetli milletvekilleri; Dışişleri Bakanlığının bütçesi üzerine konuşmak kaydıyla Milliyetçi Hareket Partisi grubum adına söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlarım.
Saygıdeğer milletvekilleri, uluslararası ilişkilerin en önemli enstrümanı diplomasidir. Diğer bir ifadeyle, dış politika uluslararası ilişkilerin stratejisini oluştururken diplomasi ise bu stratejinin taktiksel yönteminin adıdır. Dolayısıyla gücün sert ayağını oluşturan savaşlar yoluyla kazanılan zaferlerde bile gücün yumuşak tarafı olan diplomasinin payı asla göz ardı edilemez. Günümüzde diplomasi siyaset dışı etkin bir çeşitlilik kazanmış ve parlamentodan kültür ve turizme, ekonomiden STK'lere, "academia"dan sportif alanlara uzanan birçok bağlamda güçlü bir etkileşim ve uzlaşı yöntemine dönüşmüştür.
Bütçesini görüşmekte olduğumuz Dışişlerimizin beş yüz yıllık şerefli mazisinin yüklediği ağır görev ve sorumluluğu gereği, Bakanlık kadrolarından 250'nin üzerindeki temsilciliklerine kadar büyük başarılara vesile olduklarına Türk Hariciye tarihi de biz de tanıklık etmekteyiz. Ülkemizde olduğu kadar dünyada da barışı canları pahasına nihai hedef olarak önceleyen dış işlerimizin zamanın ruhunu iyi okuyup, algılayıp uygun tedbirlerin ve siyasi kararların uygulanmasında üstün kabiliyetler göstermesi açıkça takdire şayandır. Bu durum, son zamanlardaki uluslararası görüşmelerde artık aleni ifade edilmek zorunda kalınan gerçekler hâlini almıştır.
Somutlaştırmak gerekirse, 1950'lere kadarki çok kutuplu dünya konjonktüründen 50'ler sonrası iki kutupluluğa ve 1990'larda özellikle Sovyetler'in dağılmasının akabinde tek kutupluluğa bürünüp ve 2000'li yıllarda sanki tekrar bir geriye dönüş siyasi konjonktürünü tekrarlarcasına yeniden çok kutupluluğa dönüşü esnasında Türkiye'yi de uluslararası bir ana aktör olarak görmek artık bizim hakkımızdır. Bunu reddetmek yerine gereklerini yerine getirmek kaçınılmazdır çünkü sembolik ifade etmek gerekirse, insanlığın en temel yaşam ihtiyacı olan ekmeği üreten fırıncının küreği olmak yerine artık fırıncının bizatihi kendisi olma zorunluluğunun farkında bir siyasi millî duruşumuz ve buna müzahir dış siyasetimiz söz konusudur.
Son birkaç yılda meydana gelen olaylara ve neden olduğu sıkıntılara kısa bir göz attığımızda, Türk millî Hariciyesinin güçlü öngörüsünün ve uygulamalarının dünyaya örnek teşkil ettiğini çok açık ve net bir şekilde görmekteyiz. Bu başarının somut örneklerini, yaşanan pandemi sürecinde dünyanın her köşesindeki vatandaşlarımıza, soydaşlarımıza ve mazlum, ihtiyaç sahibi insanlara uzanan yardım elinde gördük. Yine, Afganistan'dan birileri dökerek kaçarken Türkiye Cumhuriyeti devletinin Dışişlerisi, sadece kendi ülkemizin vatandaşlarına değil, yardım isteyen herkese güvenlik ve ulaşım bağlamında elini uzatmaktan imtina etmemiştir. Öte yandan, savaş çığlıklarının atıldığı bir ortamda, kanın, gözyaşının, kıtlığın, yoksulluğun son bulmasını hedefleyen Türkiye'nin, savaş tutsaklarının özgürlüğüne kavuşmasına, tahıl koridorunun açılarak dünyanın mazlum coğrafyalarının açlıktan kurtulmasına ve böylece, dünya tahıl fiyatlarında düşüşün sağlanmasına yaptığı katkı Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Guterres başta olmak üzere birçok Batılı devlet adamlarınca takdir toplarken maalesef muhalefetimizden bugüne kadar bir teşekkür sedası dahi duymadığımız vakidir.
Saygıdeğer milletvekilleri, bu kısa süre içerisinde saymak da mümkün değil başarıları. Gerçekten, bakınız, sadece bizim Dışişlerimizin sakin, dengeci, uzlaştırıcı, o içeride ve dışarıda barışı önceleyen tutumunun bir yansıması olarak Balkanlar'da gösterdiği tavrın neticesinde, inanın 90'lara dönüşü özleyen siyasi hamlelerin bir nevi soğutucusu olmuştur. Tekrar o 90'lı yıllardaki -Allah korusun- yaşanan soykırımların durmasına, oradaki etnik yapıların kendi içerisindeki çatışmaların önlenmesine yönelik büyük katkılar sağlamıştır. Aynı tavırla Güney Kafkasya'da kanayan bir yara hâline dönüşen yine o çözümsüzlük süreci Allah'a şükür kırk dört günde çok kutlu bir zaferle taçlanmış ve akabinde bugün artık muhataplar masaya çağrılmış ve karşılıklı görüşmeler başlamıştır. Aynı şeyi Afrika için, Sahraaltı için özellikle söyleyebiliriz, aynı şeyi bugün Orta Doğu için söyleyebiliriz. Elbette ki bir normalleşme süreci başlamıştır ama maalesef, şu ana kadar işittiğimiz eleştirilere bakınca bir fikrisabitliğin çok hâkim olduğu kanaatindeyim. Yani bir anda dedim ki: Acaba ben mi yanlış düşünüyorum? Şöyle bir Milletler Cemiyetinin kuruluşu aşamasındaki tutanaklara bir baksam. Ya, bunlar savaş yaptılar, bütün Avrupa devletleri birbirleriyle savaş hâlindeydi, peki,, akabinde ne oldu da 1920'de bunlar barışma ihtiyacı hissetti ve bir mutabakat metniyle Milletler Cemiyetini oluşturdular? Şunu söylemediler: "Hadi oradan, bir araya gelemeyiz, asla konuşmam, asla seninle müttefiklik görüşmem, düşünmem dahi çünkü ben seninle savaştım. Dün seninle savaşıyordum, bugün aynı yapı içerisinde müttefiklik hukuku sağlayamam." Bunu geçtim, acaba İkinci Dünya Harbi sonrası, öncelikle "Kömür ve Çelik Birlikteliği" adı altında kurulup daha sonra Avrupa Ekonomik Topluluğu ve bugünkü Avrupa Birliğine dönüşen yapının da kuruluş aşamasında -baktım- buna benzer bir fikrisabitlik söz konusu değil. Yani "Dün savaşmıştık, bugün ne haddinize, bir araya gelmeyi teklif ediyorsunuz, Avrupa'da uluslararası bir bağlantı kurmayı dikkate çekiyorsunuz; bunlar kabul edilemez." diyen bir devlet duymadık, görmedik. O zaman, ne olacak arkadaşlar? Araştırdık, baktık ki inanın, uluslararası ilişkilerde bu dostlukları, müttefiklikleri, birliktelikleri, ayrışmaları meydana getiren şahıslar değil, bireysel ilişkiler değil; tam tersine, konjonktürel olaylardır bizi bir araya getirmeye ya da birlikteliğimizi bozmaya yönelten gelişmeler. Dolayısıyla, bugün Orta Doğu'da "Dün niye bir arada değiliz?" diyenlerin "Bugün niye bir aradayız?" demeleri hakikaten bir fikrisabitlik örneği gibi geliyor bana. Ya, şimdi, dün özlediğiniz bugün gerçekleşti yani hâlâ dünün hesabı... Biraz önce dinledim, inanın, bir on dakika "Dün böyleydi, bugün niye böyle?" "Dün falanla şöyleydi, bugün niye öyle?" Ülkelerin adını saymaktan artık bıktık, dilimize pelesenk oldu. Olmayalım mı? Yani fikrisabit olarak... Hani, fikrisabitlik şudur, kısaca bir açıklama yapayım: Aç bir insanın sürekli "Açım." demesi gibi; tıka basa doyurursunuz, o yine "Açım." der çünkü bu bir sabitlik yapısıdır. Onun için, uluslararası ilişkilerde fikrisabitlik gerçekten geçerli bir olgu değildir, bizim sürekli ülkemizin ali menfaatleri doğrultusunda ve konjonktürün gereklerini yerine getirmekle ağır sorumluluklar taşıdığımız ortadadır.
Sayın milletvekilleri, kısa bir mevzu daha var önemle dikkatlerinizi çekmek istediğim. Uluslararası meselelerin müzakere ve mülahaza edilerek çözüme kavuşturulması sürecinde çok etkin ve çözüm odaklı katkı sağlayıcı diğer bir diplomatik alan da yüksek seviye ve zengin katılımlı forumlardır. Cumhuriyetimizin 2'nci yüzyılını "Lider ülke Türkiye Yüzyılı" yapma gibi yüksek ideali gerçekleştirme yolunda ikili, bölgesel ve küresel kronikleşmiş sorunların yanı sıra konjonktürel meselelerin çözüme ulaşması amaçlı kurulan Antalya Diplomasi Forumu etkin bir rol üstlenmektedir. Buna en yakın örnek, Ukrayna-Rusya Dışişleri Bakanlarının bir araya getirilerek devamında gerçekleştirilen olumlu kazanımların sağlanmasıdır. Çok açık ve net bir şekilde bunu hep birlikte müzakere ettik.
Saygıdeğer milletvekilleri, uluslararası birliklerin veya kurum ve kuruluşların üyesi olmak elbette ki devletler arası ilişkiler bağlamında oldukça önemlidir, bunu hiç kimse yadsıyamaz, inkâr da edemez fakat bu yapı ve kurumların, ulusal bağımsızlık ve egemenlik haklarının üzerinde olmadıklarını özellikle hatırlatmak isterim. Daha açık ifade etmek gerekirse, aziz milletime ve onun kurumsal yapısı devletime, yüksek aidiyet duygusu içerisinde bağımsızlığı yegâne karakter edinmiş, vicdanı hür, irfanı hür bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ve milletin temsilcisi olarak belirtmek isterim ki ne Avrupa Konseyi sığınılacak kutsal bir mabet ne de AİHM kararları tartışılmaz ilahi metinlerdir. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bu sözler, yıllardır Avrupa Konseyi başta olmak üzere katıldığım uluslararası örgüt toplantılarından edindiğim acı ve bir o kadar da kabullenmesi zor tavır ve davranışların iç siyasetimizde kayıtsız ve şartsız kabulüne yönelik eleştirilerimin özetidir.
Sayın milletvekilleri, birilerinin kutsadığı Avrupa Konseyi ve AİHM'in tutarsız ve yanlı tavırlarını bir iki örnekle dikkatlerinize sunmak isterim. Avrupa Konseyi, bugün, Konseyden attığı Rusya'yı hangi mülahazalarla atmış ve fakat bundan yaklaşık bir yıl önce ise hangi mülahazalarla Konseye yeniden almıştı? Dikkatlerinize sunmak istiyorum: Bakınız, bugün, atma nedeni Ukrayna savaşıydı değil mi, Ukrayna'nın doğusunun işgaliydi? E, tamam da 2014 yılında yine aynı şekilde Ukrayna'nın coğrafi bütünlüğü içerisindeki Kırım'ı da ilhak etmişti, işgal etmişti, niye almayı düşündünüz? Onu da geçtik, 2008'de Gürcistan'ı da işgal etmişti. Ne oldu, çekildi mi Osetya'dan, Abhazya'dan çekildi mi Rusya? Ne oldu da bir daha konseye aldınız? Açık ve net söyleyeyim: Konsey üyesi arkadaşlarımız da bilirler, konuşulmayan bir şeyden dolayı, o da ihtiyaç duydukları parasal katkıdan dolayı, bu kadar açık ve net.
Şimdi, tabii, AİHM kararlarına gelince, bağlayıcılıktan ari, tavsiye kararları niteliğiyle iç hukukun üzerinde bir yapıda olmayan bu kararlar da aynen Konsey, rapor ve kararlarında olduğu gibi tek yanlı ve Türkiye karşıtı mahiyetindedir. Çok tipik somut bir örnek: ETA terör örgütünün simgesini taşıyıp toplantılarına katılım sağladıkları için İspanya Bask Bölgesi siyasi partisi Batasunanın kapatılması ve liderlerinin başka bir AB ülkesinde tutuklanmasına çıkmayan ses söz konusu Türkiye olunca demokrasi havarisi kesilmektedirler. Bırakın yaşanan ihlalleri, bu kurumların, Yunanistan'ın Lozan gibi uluslararası anlaşmalarla teminat altına alınan Türk toplumuna yönelik hak ihlallerini görmezden gelmesi yine bir çifte standardın yansımasıdır bu kurumlar tarafından. Dahası, Konseye bağlı deniz güvenliği sorumluluklarını tek taraflı açıkça ihlal eden Frontex'e doğru dürüst bir yaptırımda dahi bulunmaması göz yumulacak bir davranış değildir çünkü buradan ücretlendirilmekte. Ve artık bir Hollandalı gazeteci ifade edince dikkate alınıp "Bütçesini tekrar görüşelim de, bu tavırlarından belki vazgeçerler." gibi çalıyı etrafından dolaşma yoluna gittiler. Ayrıca bu kurumlara yüksek demokratik güç vehmedenlere şunu da hatırlatmak isterim ki ilgili kurum kararlarını bugünün olaylarına endeksli düşünmeyelim, dün de bu Konsey -çok açık ve net söylüyorum- dün de aynı Konsey 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı'na atfen Türk ordusunu ve dönemin siyasi liderini de işgalci ilan etmiş ve bu söyleminden hâlâ vazgeçmemiştir. Ama şu kürsülerden bir cümle duymadım, bari onu protesto edin ya! Yani mevcut Hükûmetin etkinliklerini, uygulamalarını, aleyhine aldığı kararları gündeme getirirken aynı Konseyin hâlâ üzerinden elliyi aşkın yıl geçmesine rağmen bizi işgalci olarak tanımlamasına bir şey söyleyin.
Yine aynı kurumlar, 1915 olaylarıyla ilgili hukuki ve tarihî tutarlılığı olmamasına rağmen, aziz ecdadımızı soykırımcı ilan edenlere yönelik en ufak hukukun üstünlüğü, insan hakkı ve demokrasi adına tek bir karar ve yaptırım sahibi değildir. Dolayısıyla milletimiz ve ülkemiz adına atılan her yenilik ve girişimci adım başkalarının dayatmasından dolayı değildir.
Saygıdeğer milletvekilleri, son olarak, İsmail Gaspıralı'nın "Dilde, fikirde, işte birlik" düsturuyla hareket eden Türk Konseyinin Türk Devletleri Teşkilatına dönüşümüne, artık, asırları aşan Türk dünyası vuslatının gerçekleştiğine tanıklık etmekteyiz elhamdülillah.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurunuz.
KAMİL AYDIN (Devamla) - Tamamlıyorum.
Yani, kısaca kim ne derse desin, aklımız, fikrimiz hep Türkiye'dir. Ankara merkezli ulusal ve uluslararası yol haritamızı belirler ve ona göre yürürüz çünkü üstat Necip Fazıl Kısakürek'in dediği gibi "Surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes/Ey kahpe rüzgâr artık ne yandan esersen es." noktasındayız çok şükür. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar) Yani, kendi göbeğimizi kendimiz kesecek kudretteyiz vesselam.
Bu bağlamda Milliyetçi Hareket Partisi olarak Türkiye Yüzyılı yürüyüşüne büyük katkı sağlayan Dışişleri Bakanlığımıza şükranlarımızı sunar, bütçelerinin milletimize ve devletimize hayırlara vesile olmasını diler, yüce heyetinizi saygıyla selamlarım. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)