GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Diyarbakır Milletvekili Semra Güzel'in 2022 Yılında Beşi Haziran Ayında Olmak Üzere Genel Kurulun Altı Birleşimine Özürsüz veya İzinsiz Katılmaması Sebebiyle Anayasanın 84'üncü ve İçtüzüğün 138'inci Maddeleri Uyarınca Gerekli Değerlendirmenin Yapılması İçin Başkanlık Divanının 13 Ekim 2022 Tarihli ve 86 Numaralı Kararı ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı Tezkeresi (3/2082) ile Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:6
Birleşim:42
Tarih:21.12.2022

MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Semra Güzel'i savunmak üzere huzurlarınızda bulunuyorum. Aslında Semra Güzel'in savunma yapmasını gerektiren hiçbir fiili olduğunu düşünmüyorum. Daha önce de söyledim, Parlamentonun en çalışkan milletvekillerinden birisinin milletvekilliğini Meclis çalışmalarına katılmadığı için düşürmek istiyorsunuz, Parlamentonun en çalışkan vekillerinden birisinin... 273 soru önergesi vermiş, çok sayıda yasa teklifi vermiş -ayrıntıları birazdan anlatacağım- KEFEK, Sağlık Komisyonu başta olmak üzere pek çok komisyonda görevinin gereğini layığıyla yerine getirmiş bir milletvekilinden söz ediyoruz. Yemin ettikten sonra sağlık mazereti nedeniyle bir daha Meclise gelmeyen milletvekillerinin olduğu, yemin töreninden sonra bir daha Meclis kürsüsünü kullanmayan milletvekillerinin olduğu Türkiye Büyük Millet Meclisinin en çalışkan vekillerinden birisi olan Semra Güzel'in vekilliğini devamsızlık nedeniyle düşürmek istiyorsunuz.

Ben, önce, bunun nasıl başladığını bir hatırlayalım isterim, ilk günden itibaren neler olmuştu, bir tarihsel süreç içerisinde hatırlayalım. Şimdi, 8 Ocak 2022 günü saat 19.47'de "SuperHaber" adlı internet sitesinde bir köşe yazısı yayınlandı. Adı geçen internet sitesinde, soruşturmanın gizliliği ilkesine aykırı olarak, yalnızca soruşturma dosyasında olan, yalnızca soruşturma dosyasını inceleme yetkisi olan savcı ve komisyon üyelerinin dışında hiç kimsenin ve komisyonda görevli olanlar dışında hiç kimsenin bilgi sahibi olamayacağı, gizlilik kararı olan bir dosyayla ilgili bilgi ve belgeler bu internet sitesinde yayınlandı. Hangi tarihte? 8 Ocak 2022 günü. İnternet sitesinin yayınladığı fotoğraflar yalnızca görevli Jandarma birimi, soruşturma savcılığı, Anayasa Komisyonunun elinde bulunuyordu, dosyalarda gizlilik kararları vardı, bu fotoğraflara ancak gizli bilgilere erişim hakkı olanlar ulaşabilirdi. Dolayısıyla, bu fotoğraflar ancak bu bilgilere ulaşma yetkisi olan biri veya birileri tarafından basına servis edildi.

Semra Güzel bundan iki gün sonra, 10 Ocak tarihinde bu resimlerle ilgili bir açıklama yaptı, basına bir açıklama yaptı ve bu açıklamada "İktidar tarafından basına servis edilen kimi fotoğraflar üzerine sosyal medyada ve televizyonlarda hakkımda başlatılan karalama ve linç kampanyasıyla ilgili kamuoyunu bilgilendirmek isterim." demişti. Bu fotoğrafın yayınlanmasıyla birlikte, âdeta düğmeye basılmış gibi olağan bir Meclis komisyonu çalışması olarak nitelendirilemeyecek bir süreç işletildi, yaşanan süreci şöyle özetleyebiliriz: Bundan yedi yılı aşkın süre önce, 2014 yılında "çözüm süreci" olarak adlandırılan bir süreçte çekildiği belirtilen, 2017 yılından beridir güvenlik birimlerinin ve cumhuriyet savcılıklarının elinde olan fotoğrafların basına servis edilmesi ve 8 Ocak 2022 günü akşam saat 19.47'de fotoğrafların yayınlanmasıyla Semra Güzel hakkında, aralarında AKP ve MHP'li milletvekillerinin ve Hükûmet üyelerinin de olduğu çok sayıda kişi tarafından bir linç kampanyası başlatıldı, Semra Güzel hedef gösterildi, lekelenmeme hakkı ihlal edildi.

Ne diyordu Semra Güzel açıklamasında? Şunları söylüyordu, diyordu ki Semra: "8 Ocak 2022 gecesi iktidar tarafından basına servis edilen kimi fotoğraflar üzerine sosyal medyada ve televizyonlarda hakkımda başlatılan karalama ve linç kampanyasıyla ilgili kamuoyunu bilgilendirmek isterim. İktidar, son dönemlerde partimizin milletvekillerine yönelik itibar suikastı düzenlemeyi kendisine iş edinmiş durumdadır. Kirli odaklar tarafından servis edilen kimi görüntüler ve organize trol saldırılarıyla sosyal medya ortamında yargısız infazlar yapılmaktadır. Önceki gece de şahsıma yönelik bir itibar suikastı işlenmiş, gerçeği yansıtmayan ve iktidarın kadın düşmanı politikalarının bir parçası olarak cinsiyetçi bir psikolojik operasyon yürütülmüştür. Gerçekleri anlatmadan önce ifade etmek isterim ki bu kişi ve odaklara yönelik hukuk mücadelemi sürdürüp yargı önünde bu odaklarla hesaplaşacağımın bilinmesi isterim.

Hatırlarsak, 2013 yılında mevcut iktidarın da taraf olduğu bir çözüm ve barış sürecinde silahlar susmuş, çatışmalar durmuştu. Bu süreçte taraflar arasında bir mutabakat oluşmuş, devlet yetkilileri ve çeşitli heyetler tarafından haberde bahsedilen bölgelere gidiş gelişler yaşanmıştı. Bunların hepsi mevcut iktidarın bilgisi ve onayı çerçevesinde gerçekleşmiş, Türkiye toplumu ve kamuoyu da buna tanıklık etmişti.

Söz konusu fotoğraflara gelince, Volkan Bora'yla üniversite yıllarında tanıştım ve bir süre arkadaş olarak görüştüm. Kendisiyle yaşadığımız duygusal yakınlık sonucunda aileler arasında yaptığımız bir tören sonrasında sözlendik. Volkan Bora gazetecilik yaparken 2009 sonlarında maruz kaldığı soruşturma ve davalar neticesinde yurt dışına gitmek zorunda kaldı; ulaşmaya çalışmama rağmen 2014 yılına kadar kendisiyle hiçbir şekilde görüşmedim. 2013-2015 yılları arasında başlatılan çözüm ve barış sürecinin olumlu havası içerisinde çocuklarını, annelerini, babalarını ve sevdiklerini görmeye çalışan birçok kişi gibi ben de Volkan Bora'ya ulaşmaya çalıştım. Bahsi geçen bölgeye gittiğimde 2 kadın tarafından karşılandım. Bana güvenlik koşulları nedeniyle kendi kıyafetlerinden giymem gerektiğini söylediler. Bir süre bekledikten sonra orada olduğunu öğrendim ve görüştük. İşte, basına servis edilen fotoğraflar, bu görüşmeye ait fotoğraflardır. Sadece benim değil, milyonlarca insanın geleceğe dair umutlandığı ve barışı arzuladığı bir süreçte, bizatihi Hükûmetin karşı tarafla görüşmeler yaptığı göz önüne alınırsa, bu fotoğrafların bugün hakkımda yürütülen karalamalara, kumpas girişimlerine ve suçlamalara dayanak yapılmaya çalışılması kabul edilemez.

2014 yılı içerisinde kamu alanında görev yapmaktaydım yani memurdum, hiçbir siyasi partiye üye değildim 2017 yılında Volkan Bora'nın yaşamını kaybetmesinin ardından ele geçirilen kimi materyaller sonucu açılan soruşturma dosyalarında bana dair herhangi bir işlem olup olmadığını bilmiyorum fakat 2018'de milletvekili seçilene kadar hiçbir şekilde hakkımda bir soruşturma başlatılmadı, ifadeye dahi çağrılmadım. Beş yıl önce ele geçen fotoğrafların yargıya konu edilmeden bugün basına servis edilmesi erkek devlet aklının bir tezahürüdür. Son derece çirkin ve cinsiyetçi söylemlerle yapılan fotoğraf ve haber servisinin, partim hakkında siyasi iktidar tarafından yürütülen kirli propagandaların bir devamı olduğu aşikâr.

Medya tetikçilerine ve onların arkasındaki güçlere soruyorum: Madem bu fotoğraflar beş yıl önce elinize geçti, milletvekili olmadığım bir yıl boyunca neden hakkımda herhangi bir soruşturma başlatılmadı? Madem bu fotoğraflar beş yıl önce elinize geçti, attığım "tweet"ten dahi fezleke hazırlanırken vekillik çalışmalarımı yürüttüğüm üç buçuk yıl içerisinde neden bu dosyaya dair Meclise iletilen herhangi bir fezleke olmadı? Bu fotoğraflar nasıl oluyor da bir gazetecinin eline geçiyor? Bu gazeteci -tırnak içerisinde- bu fotoğraflara habercilik yeteneği sayesinde mi ulaştı, yoksa bu fotoğraflar bizatihi Emniyet ve bir devlet kurumu tarafından kendisine servis mi edildi? Nasıl oluyor da bu fotoğraflar öncelikle bir fezlekede değil de bir gazete sayfasında yayınlanabiliyor?

Yaşadığımız coğrafyada, insanların sevdiklerini, çocuklarını, arkadaşlarını kaybetmenin acısını artık yaşamamayı ve uzaktaki sevdiklerini bir gün görmeyi umdukları bir barış arayışı var. Anılarımız, hikâyelerimiz, yaşanmışlıklarımız ve acılarımız var. Bugün, maalesef, insanlıktan nasibini almamış bazı kimseler tarafından insanların acıları, hayat hikâyeleri kirli siyasi amaçların, komplo ve kumpas girişimlerinin aracı hâline getirilmek isteniyor. İnsanlıktan biraz nasiplenmiş, hiçbir vicdanın kabul etmeyeceği bu yaklaşım bir kez daha gösterdi ki karşımızdaki iktidarın ne ahlakla ne vicdanla ne de toplumsal değerlerle hiçbir ilişkisi kalmamıştır. Bir Kürt kadını olarak bu iğrenç oyunlara bugüne kadar pabuç bırakmadım, bundan sonra da bırakmayacağımın bilinmesini isterim. İktidar odaklarının yıllardır elinde tuttuğu fotoğrafların, yıllar sonra bir siyasi kumpasın parçası olarak şimdi basına ve kamuoyuna servis edildiği açıktır.

2014'te HDP'yle herhangi bir üyelik ilişkim yoktu, 2018 yılındaki milletvekili adaylığına kadar da olmadı. Yürütülen linç kampanyasına ve gerçeği yansıtmayan kirli ithamlara karşı hukuk yollarını da kullanacağımı özellikle belirtmek isterim." (HDP sıralarından alkışlar)

Sevgili Semra, 8 Ocakta bu fotoğrafların yayınlanmasından iki gün sonra böyle bir açıklama yapmıştı.

Resimlerin sosyal medyada yayımlanmasından dört gün sonra, 12 Ocak 2022 günü, Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Başkanı, neredeyse tamamı bunlardan çok önce Komisyona ulaşan ve görüşülmeyi bekleyen çok sayıda milletvekili hakkındaki 1.200'ü aşkın dosya arasından, resimlerin yer aldığı (3/1843) sayılı dosya ile -yalnız resimlerin yer aldığı dosyayı dokunulmazlığın kaldırılması için ikna edici bulmadığı için olsa gerek- bir gizli tanığın, itirafçının beyanının yer aldığı (3/665) sayılı dosyayı görüşmek üzere Karma Komisyon üyelerini 20 Ocak 2022 Perşembe günü saat 11.00'de yani on iki gün sonra toplantıya çağırdı. Karma Komisyon, 20 Ocak günü saat 11.00'de toplandı. Sosyal medya paylaşımlarıyla Semra Güzel'i hedef gösteren dolayısıyla tarafsızlığını kaybetmiş Komisyon üyelerinin de içinde yer aldığı Komisyon üyelerinin teklifiyle, dosyaları incelemek üzere bir hazırlık komisyonu oluşturmasına karar verildi. Hazırlık Komisyonu aynı gün, 20 Ocak 2022 günü toplantıya çağırıldı. 20 Ocak 2022 günü saat 17.00'de Hazırlık Komisyonu toplandı, Komisyonun görev dağılımı yapıldı, Semra Güzel'den aynı gün savunma istendi, 28 Ocak 2022 tarihine kadar yazılı savunma yapması için süre verildi, bir sonraki toplantının 31 Ocak 2022 günü yapılmasına, gelirse Semra Güzel'in bu tarihte sözlü savunma yapabileceğine karar verildi. Önceden karar verildiği biçimde, 31 Ocak günü Hazırlık Komisyonu 2'nci Toplantısını yaptı. Hakkında Meclis tarihinin en büyük linç kampanyalarından biri başlatılan ve âdeta yargısız infaz edilen Semra Güzel yazılı savunma göndermedi, sözlü savunma için de Komisyona gelmedi. Bu arada, Hazırlık Komisyonu Başkanı, Hazırlık Komisyonunda bir ara karar oluşturulmadığı hâlde, resen, Karma Komisyondaki tartışmalar hakkında 2 araştırma yaptı. Birincisi: Semra Güzel'in birlikte fotoğraf çektirdiği Volkan Bora'nın gerçekten Semra Güzel'le birlikte aynı dönemde Şanlıurfa Harran Üniversitesinde öğrenci olup olmadığını YÖK'e sordu. Komisyon tartışmaları sırasında Grup Başkan Vekilimiz "Aynı dönemde Şanlıurfa'da Harran Üniversitesinde öğrencidirler." gibi bir cümle kullanmıştı. Bunun üzerine, Hazırlık Komisyonu Başkanı, Hazırlık Komisyonu üyelerine sormadan, toplantıdan önce YÖK'e bir yazı yazdı ve dedi ki: "Volkan Bora ile Semra Güzel, gerçekten, aynı tarihte Harran Üniversitesinde öğrenci midirler?"

İkinci olarak: Yine aynı dosyada -birazdan anlatacağım- ismi geçen bir hemşire hakkında soruşturma başlatılıp başlatılmadığını sordu. Ayrıca, Emniyet Genel Müdürlüğüne bir yazı yazıldı, Semra Güzel'in yurt dışına giriş ve çıkış tarihlerini gösteren bilgiler istendi.

Şimdi, Hazırlık Komisyonu Başkanı gerçeklerin araştırılması için bu tür soruları sorabilir; anlaşılır bir şey. Madem amaç gerçeklerin ortaya çıkarılması, ben de 2 soru sordum, bunların araştırılmasını istedim. Dedim ki... 2 tane dosya var, bir dosya sadece bir itirafçının bir cümlelik beyanı üzerine başlatılan bir soruşturmaya dair fezleke, diğeri de bu meşhur fotoğrafların olduğu fezleke. Şimdi, bir itirafçının beyanında geçen isimler var, 59 kişi, sadece Semra Güzel değil; Semra Güzel'le ilgili bir cümlelik bir şey söylemiş. Ben dedim de ki: "Bu itirafçı madem 59 kişiyle ilgili beyanda bulundu, herhâlde bu 59 kişi milletvekili değil, milletvekili olmayanlarla ilgili bir soruşturma başlatıldı mı, soruşturma başlatıldıysa bir iddianame hazırlandı mı, dava açıldı mı, mahkeme bir karar verdi mi? Bakın, aynı dosyayla ilgili. Yani bir ifadeden dolayı bir milletvekilinin dokunulmazlığının kaldırılması isteniyor, aynı soruşturmada ismi geçen 59 kişiyle ilgili ne yapılmış yani biz bir bilelim, en azından fikir edinelim. Hazırlık Komisyonu Başkanı "Gerek yok." dedi -aynı dosyayla ilgili- çünkü amaç gerçeklerin ortaya çıkarılması değildi.

Bir diğer sorum da şuydu: Gerçekten, Semra Güzel ile Volkan Bora arasında duygusal bir ilişkinin olup olmadığı araştırılabilirdi yani aile üyeleriyle görüşülebilirdi, beyanlar olabilirdi. Çünkü bu ilişki, bu iktidar tarafından insani, duygusal bir ilişki olarak değil, örgütsel bir ilişki olarak lanse edildi. Bunun duygusal bir ilişki olup olmadığı öğrenilebilirdi; bu konunun da araştırılmasına gerek görmedi Hazırlık Komisyonu. Hazırlık Komisyonu Başkanı 2 talebimi reddetti çünkü asıl amaç gerçeğin ortaya çıkarılması değildi; hâlbuki Meclise gönderilen fezlekenin ekinde yalnız basına servis edilen fotoğraflar yoktu, Semra Güzel ve Volkan Bora'nın henüz 18-20'li yaşlarda Şanlıurfa'da Balıklıgöl kenarında, Şanlıurfa sokaklarında, kahvehanelerinde çekilmiş onlarca fotoğraf vardı.

Evet, arkadaşlar, o dosyanın içerisinde sadece Semra Güzel'in örgüt üyeleriyle, PKK'lilerle çektiği fotoğraflar yok; birazdan anlatacağım. Çünkü o Volkan Bora, ilk gençlik yıllarından beri çektiği bütün fotoğrafları saklamıştı ve o fotoğrafların içerisinde Semra Güzel'le birlikte, Şanlıurfa'da, Harran Üniversitesinde, Balıklıgöl kenarında, kahvehanelerde çekilmiş fotoğraflar vardı, o fotoğrafların hepsi hâlâ o soruşturma dosyasının içerisinde. Bunu o Komisyon üyelerinin tamamı biliyor eğer araştırdıysa, bunu savcı da biliyor eğer araştırdıysa, bunu basına servis edenler de biliyor eğer o dosyayı araştırdıysa.

Neyse, Semra Güzel, Hazırlık Komisyonunda sözlü savunmasını benim yapmamı istemişti. Hazırlık Komisyonunun 2'nci Toplantısı'nda, Komisyon üyesi olarak savunmasını yapmamın önünde hukuksal bir engel yok dedim. Nitekim, karar merci olan Karma Komisyonda bir komisyon üyesinin, yine karar merci olan Türkiye Büyük Millet Meclisinde de bir milletvekilinin savunma yapabileceğini anımsattım fakat bunu uzun uzun tartışmak istemedim, başka bir milletvekilinin savunma yapması için en azından süre verilmesini istedim. Komisyon, bütün itirazlarıma, Komisyonun çalışmaları için Anayasa'nın öngördüğü sürenin henüz başında olduğumuzu, yirmi günü aşkın bir süreye sahip olduğumuzu söylememe rağmen yalnızca iki günlük süre verdi ve bunun aslında savunma hakkının kısıtlanması anlamına geleceğini, Komisyonunun çoğunluğunu oluşturan AKP'li vekillerin bir an önce karar vermek için olağanüstü çaba sarf ettiğini ifade etmeme rağmen, Semra Güzel'i savunmak üzere görev vereceğim milletvekiline, savunmayı hazırlaması için 2 Şubat 2022 tarihine kadar yani aslında iki günden az süre verildi. 2 Şubat 2022 tarihinde, Ankara Milletvekilimiz sevgili Filiz Kerestecioğlu Semra Güzel'i savunmak üzere Komisyon toplantısına katıldı; bir milletvekili olarak, bir avukat olarak değil; bir kadın, bir insan olarak sözlü savunmasını yaptı. Aslında paylaştığı şeyleri, Semra'nın hikâyesini, bu ülkedeki kadınların hikâyesini, Kürt kadınlarının hikâyesini anlattı çünkü Filiz Vekilimiz de Semra Güzel'in savunmaya ihtiyacı olmadığını çok iyi biliyordu.

Tartışmalar sonucunda 2 Şubat 2022 tarihinde yani Komisyonun oluşturulmasından on üç gün sonra, oy çokluğuyla, her iki fezleke için de Semra Güzel'in dokunulmazlığının kaldırılmasının Karma Komisyona teklif edilmesine karar verildi. Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon 17 Şubat 2022 tarihinde toplandı; AKP, MHP, CHP ve İYİ Partinin Komisyon üyesi olan vekillerinin oylarıyla, Semra Güzel'in dokunulmazlığının kaldırılmasının Türkiye Büyük Millet Meclisine teklif edilmesine karar verildi. 1 Mart 2022 tarihinde de -çok tarihî bir günde- Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılan oylamayla sevgili Semra Güzel'in dokunulmazlığı kaldırıldı.

Şimdi, Semra Güzel'in ivedi olarak, hızlıca milletvekilliği görevinin sona ermesinden önce dokunulmazlığının kaldırılmasını gerektirecek bir neden var mıydı? Bizce yoktu. Bu tezimin dayanağını fezlekelerin içeriklerinden yola çıkarak açıklamaya çalışayım. Şimdi, Semra Güzel'in dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilmesi istenen 2 fezlekeden biri (3/365) sayılı fezleke -basın soruşturma numarası (2018/9757)- 13 Şubat 2019 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunulmuş, 13 Şubat 2019 tarihinde yani bizim Komisyonda görüşmemizden üç yıl önce o fezleke Meclise gelmiş. Dosyayı inceleyecek herkesin göreceği gibi, dosyada 3 Temmuz 2018 tarihli gizli tanık, itirafçı beyanı ile fotoğraf teşhis tutanağından başka hiçbir bilgi yok. Bakın, 2 fezlekeden 1 tanesi bir gizli tanığın beyanına dayanıyor ve o soruşturma dosyasında -birazdan söyleyeceğim o cümleyi- tek bir cümlelik bir itirafçı beyanı var, tek bir cümlelik, bir de Semra Güzel'in fotoğrafı gösterilmiş "Evet, bu Semra Güzel." denilmiş. Bunun üzerine örgüt üyeliği suçlamasıyla Semra Güzel hakkında soruşturma başlatılmış ve evet, bizim dışımızdaki, Mecliste grubu bulunan 4 tane siyasi parti tek cümlelik bir ifadeye dayalı olarak Semra Güzel'in dokunulmazlığının kaldırılmasını istedi, Türkiye Büyük Millet Meclisinde de bu yönde oy kullandı. Bu fezlekenin içerisinde sadece birkaç satırdan oluşan bir gizli tanık ifadesi var, bunun dışında bu dosyada hiçbir bilgi yok. Adalet Komisyonu üyeleri de Anayasa Komisyonu üyeleri de Hazırlık Komisyonu üyeleri de incelemiştir, benim bu söylediğimin dışında bir bilgi varsa Komisyon üyeleri beni yalanlayabilirler "Hayır, dosyada şunlar var." diyebilirler. Sadece bir gizli tanığın birkaç satırlık beyanı var, ben o gizli tanığın beyanlarını da okuyacağım size. "Ezel" ismi verilmiş bu gizli tanığa. 3 Temmuz 2018 tarihinde yani Semra Güzel milletvekili seçildikten birkaç gün sonra, belki de henüz mazbatasını almadığı bir tarihte TEM şube müdürlüğünde cumhuriyet savcısı huzurunda ifade veriyor, fotoğraftan teşhis beyanında şunları söylüyor -o cümle- diyor ki: "PKK'nin çatı yapılanması olan KCK'nin kadın yapılanmalarından eski adı 'KJA' olan ve şu anki adı 'TJA' olan yapılanma içerisinde yer almıştır. Sonrasında, PKK'nin sözde meclisi olan DTK içerisinde faaliyet yürütmeye başlamıştır, DTK'nin tüm yasa dışı toplantılarına katılmıştır. KCK yönetimi bu şahsın örgütsel potansiyeli olduğundan dolayı milletvekili olmasının isabetli olacağıyla ilgili ciddi telkinlerde bulunmuştur. Ayrıca, KCK'den referanslı olduğu için HDP'nin yaptığı mülakatlara formalite gereği girerek bir dakika içerisinde dışarı çıkmıştır." Böyle bir cümle, bu kadar. Yani Semra Güzel'le ilgili bir dosyadaki tek iddia gizli tanığın kurduğu cümlelerden ibaret. İşin dramatik tarafı, Hazırlık Komisyonu Başkanı yalnız bu cümlelerden oluşan bu gizli tanık beyanıyla ilgili olarak bir rapor sundu bize yani kanaatlerini sundu. Bu okuduğum cümlelerle ilgili olarak Hazırlık Komisyonu Başkanı dedi ki: "Bu gizli tanık beyanında zaman var." Siz bir zaman görüyor musunuz, benim okuduğum cümleler içinde bir zaman var mı? Bir yıl tahmini yapabiliyor musunuz? Diyebilirsiniz ki: Milletvekili seçilmeden önce falan.

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Seçim öncesi, evet. Aday belirleme.

MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - Evet. Zaman varmış, mekân varmış; benim bu okuduğum cümlenin içerisinde bir mekân gördünüz mü? Bakın, Hazırlık Komisyonu burada "Mekân var." dedi; bir mekân gördünüz mü? Buradan nerede geçtiğini anlayabiliyor musunuz? Ben anlamadım ama Hazırlık Komisyonunun diğer üyeleri mekânı da zamanı da çok iyi anlamışlar, tahmin etmişler.

Yine, ayrıntı varmış, müşahhasmış yani şahıs belirtilmiş, müşahhasmış. Bakın, Semra Güzel'le ilgili olarak bu dosyada DTK faaliyetleri, KJA, TJA faaliyetleri; bunlara dair hiçbir şey yok yani ne faaliyet yürüttüğüne dair hiçbir şey yok. Aslında dokunulmazlık kaldırıldı, yargılama sonucunda da ortaya çıkacak, Semra Güzel DTK içerisinde hayatı boyunca bir çalışma yürütmemiş. Ya, bakın, bu DTK çalışmalarını biz -Demokratik Toplum Kongresi çalışmalarını- burada çok tartıştık, kimlerin içerisinde çalışma yürüttüğünü, AKP'li milletvekillerinin DTK'nin toplantılarına nasıl katıldığını, yüzlerce sivil toplum örgütü üyesinin, yöneticinin nasıl katıldığını, daha sonra terörize edildiğini; bunları anlattık ama Semra Güzel -hani ben "Bu yasa dışıdır, katılmamıştır." anlamında söylemiyorum- katılmamış ve yarın öbür gün hiç katılmadığı ortaya çıkacak. Fakat bu Meclis bu cümle üzerine Semra Güzel'in dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verdi.

Şimdi, Komisyonda da tartışılırken bu gizli tanık meselesini tartışmamız gerektiğini söyledim yani bu gizli tanık meselesi, tanık beyanı, itirafçı beyanı nasıl bir iştir; bir bakalım nasıl oluyor Türkiye'de, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ne diyor, Anayasa Mahkemesi ne diyor, Türkiye'deki mahkemeler ne diyor; bu beyanlarla ilgili görüşlerimi biraz paylaşmak istedim.

Şimdi, ondan önce birkaç şeyi söyleyeyim. Ben Hazırlık Komisyonunda -dedim ya biraz önce- talepte bulunmuştum, demiştim ki: Bu tanık ifadesinin sadece bir kısmı dosyada var fakat bu gizli tanığın sanırım 59 kişiyle ilgili ifadesi var. Biz Semra Güzel dışındaki 58 kişinin kim olduğunu bilmiyoruz; dosyada yok ama bir soruşturma başlatılmış olabilir, yürüyor olabilir. Yani madem bir gizli tanığın ifadesine bu kadar önem atfedilmiş, bu soruşturma konusunda bilgi isteyin dedim Başkana; reddetti, dedi ki: "Gerek yok." Hâlbuki bu soruşturma başlatılmış olabilir, hiç kimseyle ilgili başlatılmamış olabilir veya başlatılmış, takipsizlik kararı verilmiş olabilir veya diğerleri beraat etmiş olabilirler. "Gerek yok." dedi. Hâlâ bilmiyoruz, hâlâ bilmiyoruz; belki yargılama sırasında öğreneceğiz.

Bir hemşirenin ismi var ya, bir hemşirenin ismi var; şimdi birazdan anlatacağım. Bu örgüt üyelerinden birinin üzerinden 7 kişilik bir liste çıkıyor; isim ve telefon numarası, biri Semra Güzel'in numarası, 7 kişiden. Muhtemelen... Yani tam olarak bilmiyoruz, ben bu soruşturma dosyasının ayrıntısını bilmiyorum ama Kürtçe bildiğim için kimlere ait olduğunu tahmin edebiliyorum. Hani, Kürtçe bilen... Çünkü bu 7'sinin içerisinden birine "..."(*) yazmış, muhtemelen annesinin telefonu; birine "..."(*) yazmış, muhtemelen dayısının telefonu; biri Semra Güzel'e ait; biri de hemşireyle ilgili yani 7 kişiden 4'ünü biliyorum. Biraz önce size anlattım ya, hani, Semra Güzel'in Volkan Bora'yla sadece böyle örgüt üyeleriyle çektiği fotoğrafları yok, ta öğrencilik yıllarından fotoğrafları var dedim ya, işte o fotoğraflardan bir tanesinde o hemşire de var. Yani muhtemelen, bu hemşirenin Semra Güzel ve Volkan Bora arasında çok eskiye dayanan arkadaşlık ilişkileri var yani örgüt üyesi olduktan sonra da bunu unutmamış olmalı ki bir biçimde onların resimlerini kaydetmiş. Şimdi, biz bunu da sormuştuk aslında, daha doğrusu sormak dışında Grup Başkan Vekilimiz "Bu hemşireyle ilgili bir soruşturma var mı?" demişti. Bakın, dürüstçe iş yürütülmüyor burada arkadaşlar, dürüstçe iş yürütülmüyor. Muhtemelen, biraz önce söylediğim bu 58 kişiyle ilgili Komisyonun işine yarayacak bir bilgi yoktur, o yüzden Komisyon reddetmiştir ama bu hemşireyle ilgili işlerine yarayan bir bilgi buldukları için "Hemşireyle ilgili soruşturma var." dediler. Bakın, aradan cümleleri seçiyorlar yani mesela, diyelim ki... "Volkan Bora'yla aynı yıllarda üniversite öğrencisi." diyorsunuz, orada YÖK'e yazı yazıyor: "2'si Harran Üniversitesi öğrencisi mi, değil mi?" Ben diyorum ki fotoğrafları var, beraber oldukları o yıllarda o kadar açık ki ama bir yerden sormuş Komisyon, önce gayriresmî sormuş, sonra onların aynı dönem, aynı üniversitede öğrenci olmadığını öğrenince bu sefer resmî yazı yazmış. Burada çalışma arkadaşlarımız Ramazan Bey, Recep Bey yani böyle, daha ağır bir ifade kullanmak istemem ama işlerine gelen kısmı resmî yazıyla da doğrulamışlar, işlerine gelen kısmı. Bu da öyle bir şey, işlerine gelmiş "Hemşireyle ilgili soruşturma var mı?" demişler "Evet, soruşturma var." Aslında dosyayla bir ilgisi yok o hemşireyle ilgili bir soruşturma yürümesinin çünkü ortak bir suçlama yok 2'sine yönelik olarak. Ama siz "Hemşireyle ilgili soruşturma yapılmış." dediniz ya "Bak, hemşireyle ilgili soruşturma var." demek için, evet, sormuşlar, hemşireyle ilgili de bir soruşturma varmış.

Şimdi, tanık beyanları meselesine geleyim. Burasına çok uzatmayayım ama yani içinde... Keşke mahkemede avukatı olsaydım yani milletvekili değil, keşke mahkemede avukatı olsaydım, çok kolay olurdu bu dosyayı savunmak, emin olun. Yani olağan bir yargılama süreci içerisinde söylüyorum, tek celsede beraat ederdi bütün suçlamalardan, hepsi için söylüyorum; olağan bir yargılama içerisinde. Soruşturma başlatılmaması gerekir ama başlatıldıysa olağan, adil bir mahkemede tek celsede beraat ederdi, o kadar net iddia ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar) Baştan sona hepsini okudum. Ama bunu bir şey olarak görmek lazım. Yani tanık beyanları... Bir tanık beyanı varmış. O kadar çok canımızı incitti ki, bu ülkede o kadar çok insanın canını incitti ki bu itirafçı beyanları, tanık beyanları ama her nedense, Emniyet müdürlükleri, savcılıklar başaramadıkları her konuda yine tanık beyanlarına, gizli tanık beyanlarına, itirafçı beyanlarına sığınıyorlar.

Şimdi "tanık beyanı" "gizli tanık" "itirafçı" bunların hepsi aynı şey değil, farklı adlandırılıyor. Bir kişi gelip tanık olarak beyanda bulunabilir, bir kişi gizli tanık olarak beyanda bulunabilir veya itirafçı olarak beyanda bulunabilir. Bir bütün olarak bunların her üçü de hukuk camiası tarafından tartışılıyor, her üçü de yani güvenilir delil olarak değerlendirilmiyor. Ben, önce, hukuk camiası tanık beyanına nasıl bakıyor, ona ilişkin birkaç şeyi söyleyeyim. Delil serbestisi sisteminin kabul edildiği ceza yargılamalarında en çok başvurulan delil, tanık beyanı. Kişinin uyuşmazlık konusu olayla ilgili beş duyu organı vasıtasıyla edindiği bilgileri mahkeme huzurunda aktarmasına tanık beyan deniyor. Sıklıkla başvurulan bir delil çeşidi olmasına rağmen, yapılan araştırmalar tanık delilinin tamamen güvenilir bir delil çeşidi olmadığını ortaya koyuyor. Örneğin, Doçent Doktor Devrim Güngör ceza muhakemesinde tanık beyanının delil değeri üzerine bazı tespit ve değerlendirmeler başlattı; bir makale yayınlamış, bu makaleden bir örnek vereceğim. Diyor ki Sayın Güngör: "İnsan beyni üzerine yapılan bilimsel araştırmalar sonunda elde edilen bulgular, bir kimsenin tanık olduğu bir olayı unutmadığı takdirde doğru hatırladığı şeklindeki varsayımın yanlış olduğunu çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Aynı eserinde Güngör; somut olayda tanığın doğru beyanda bulunduğunu tespit etmenin güç olduğunu, bir kimsenin geçmişi doğru hatırlamasının veya dolayısıyla aktarmasının neredeyse imkânsız olduğunu bilimsel çalışmaları referans alarak ortaya koyuyor, her türlü tanık beyanına kuşkuyla yaklaşılması gerektiğini çarpıcı bir şekilde açıklıyor.

Yasa koyucu da tanık delilinin bu niteliğinin bilincinde olarak 5271 sayılı Yasa kapsamında tanıklık kurumuna ilişkin ayrıntılı düzenlemeler yapmış ve sıkı şekil şartlarına bağlamış, ayrıca Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6'ncı maddesinin (3)'üncü fıkrasının (d) bendinde de tanıklık kurumuna ilişkin özel düzenlemeye yer verilmiş. 5271 sayılı Yasa kapsamında tanık delilinin güvenilirliğini artırmak için yapılan düzenlemelerle getirilen şartlardan biri, ceza yargılamasında doğrudanlık ilkesi gereği tanığın yargılama yürüten mahkeme tarafından da dinlenmesi ancak tanık yasanın 180'inci maddesinde sayılan zorunlu hâllerde SEGBİS, naip hâkim veya istinabe yoluyla dinlenebilir. Yine yasanın 43'üncü maddesinin (5)'inci fıkrası gereğince tanığın soruşturma aşamasında savcı tarafından da dinlenebileceği düzenlenmişse de delillerin tartışılabileceği evre yargılama aşaması olduğundan mahkeme huzurunda dinlenmedikçe savcılıkta alınan beyana dayanılarak hüküm kurulması mümkün değil demiş yasa. Aynı maddenin (5)'inci fıkrasında ise "Bu madde hükümleri, kişinin ancak Cumhuriyet savcısı, hâkim veya mahkeme önünde tanık olarak dinlenmesi hâlinde uygulanabilir." denilmiş ve kolluğa tanık dinleme yetkisi verilmemiştir. Kolluk tarafından alınan beyanlar bilgi alma tutanağı olarak nitelendirilir. Size az evvel okuduğum ve soruşturma konusu edilen beyan, savcı oraya gitmiş olsa da aslında savcılıkta alınmış bir beyan değil, kollukta alınmış bir beyan. Nitekim, Yargıtay da yalan tanıklık suçuna ilişkin verdiği kararlarda kolluk tarafından yapılan ifade alma işlemini tanık beyanı olarak nitelendirmemekte, yalnızca ispat konusunda karar verecek mahkeme önünde verilen beyanı tanık beyanı olarak kabul etmektedir. Ayrıca, tanık beyanı 5271 sayılı Yasa'nın 52'nci maddesinde belirtildiği üzere sözlü olmak zorundadır. Zira tanığın beyanının doğruluğunu tespit etmede tanığın tavır ve hareketlerden tutalım, ses tonuna kadar birçok husus ile sözlü beyanı sonrası sorulacak sorulara ilişkin huzurda vereceği cevaplar beyanın doğru olup olmadığı konusunda bir kanaat oluşması açısından önemli etkenlerdir. Bunlar, adı sanı, kim olduğu belli olan, gizli olmayan açık bir tanığa ilişkin öğretinin ortaya koyduğu kuşkular. Bakın, adı sanı belli, kim olduğu belli, böyle bir kişinin beyanıyla bile bu kadar kuşku taşıyor öğreti.

Şimdi, gizli tanık kurumuna gelince...

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Evet, Sayın Tiryaki, hukuka giriş anlatıyorsunuz ya.

MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - Yani bu anlattığımız, açık tanığa bu kadar kuşkulu yaklaşıyor öğreti. Gizli tanığa gelelim. Gizli tanık; kamusal bir görev ifa eden tanığın tanıklık yapması nedeniyle kendisinin veya yakınlarının yaşam hakkı, vücut dokunulmazlığı ve özel yaşamın gizliliği haklarına dönük gerçekleşebilecek tehditler karşısında korunması ihtiyacı devletleri bu konuda tedbirler almaya sevk etmiştir. Bu ihtiyaçtan hareketle dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi ülkemiz mevzuatında da birtakım düzenlemeler yapılmıştır. İlk olarak 2004 yılında 5271 sayılı Yasa'da tanığın korunmasına ilişkin düzenlemelere yer verilmiş, daha sonra 2008 yılında yürürlüğe giren 5726 sayılı Tanık Koruma Kanunu'yla daha kapsamlı bir şekilde tanıkları korumaya dönük tedbirler düzenlenmiştir. Tanığın Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'yle güvence altına alınmış hakları korunurken, öbür taraftan, sanığın da Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'yle güvence altına alınmış olan adil yargılanma hakkının ihlal edilmemesine özen gösterilmelidir. Zira, devletin tanığın haklarını koruma yükümlülüğü olduğu kadar sanığın haklarını da koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Yukarıda, teknik delilin özünde çok güvenilir bir delil türü olmadığını ve yasa koyucunun birçok şekil şartı getirmek suretiyle tanık delilinin güvenilirliğini arttırmaya çalıştığını açıkladım. Bu şartların en önemlilerinden biri de şüphesiz 5271 sayılı Yasa'nın 201'inci maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6'ncı maddesinin (3)'üncü fıkrasının (d) bendinde düzenlenmiş olan savunmanın tanığı dinleyebilme, izleyebilme ve soru sorabilme hakkına sahip olmasıdır. Bu düzenlemeler, adil yargılanma hakkı, yargılanmanın aleniliği ve silahların eşitliği ilkesinin gerektirdiği bir zorunluluk olmakla birlikte savunma makamına da tanık delilini denetleyebilme ve böylece bu delilin güvenilirliğini sınayabilme imkânı tanımıştır. Biz herhangi bir denetime tabi tutulmamış bir gizli tanık beyanından söz ediyoruz bu soruşturmada. Neden herhangi bir denetime tabi tutulmamış diyorum çünkü bu gizli tanığın bir mahkeme huzurunda bu beyanlarını doğrulayıp doğrulamadığını bilmiyoruz. Ben Hazırlık Komisyonundayken sordum, istedim; bu gizli tanığın ifadeleriyle ilgili olarak bir soruşturma başlatıldı mı, dava açıldı mı, dolayısıyla mahkeme huzurunda dinlenildi mi, bilmiyoruz ama biz, yukarıda söylediğim gibi, biraz önce söylediğim gibi gerçekten doğrulanmamış, denetlenmemiş bir gizli tanık beyanı üzerinden -"biz" derken tabii, bizim dışımızdaki siyasi partilerden bahsediyorum- Semra Güzel'in dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verdik.

Bununla birlikte, 5271 sayılı Yasa'nın 58'inci maddesinin (2) ve (3)'üncü fıkraları ile 5726 sayılı Tanık Koruma Kanunu'yla düzenlenen gizli tanık kurumu, savunma makamının tanık delilini denetleyebilme imkânını büyük oranda ortadan kaldırmıştır. 58'inci maddenin (2)'nci fıkrasında, tanığın kimliğinin bilinmesinin kendisi veya yakınları açısından ağır tehlike yaratabileceği ihtimali karşısında tanığın kimliğinin saklı tutulacağı belirtilmiştir. Anılan düzenlemeyle, tanığın vücut bütünlüğü, yaşam hakkı ile özel hayatının gizliliği haklarının korunması amaçlanırken sanığın savunma hakkı ise kısıtlanmaktadır. Yasa koyucu, 5271 sayılı Yasa'nın 58'inci maddesinin (3)'üncü fıkrası ve 5726 sayılı Yasa'nın 9'uncu maddesindeki düzenlemelerle tanığın haklarını korumakla birlikte sanığın savunma hakkının kısıtlanmasının bir nebze olsun önüne geçebilmeyi amaçlamıştır. 58'inci maddenin (3)'üncü fıkrasında, hâkimin, tanığı hazır bulunma hakkı olanlar bulunmadan da dinleyebileceğini ancak tanığın dinlenilmesi esnasında ses ve görüntü aktarımı yapılacağını ve soru sorma hakkının da saklı kalacağını düzenlemiştir. 5726 sayılı Yasa'nın 9'uncu maddesindeki düzenlemede ise daha ayrıntılı olarak dinleme sırasında, tanığın görüntü veya sesi değiştirilerek tanınmasının engellenebileceği, tanığın duruşma salonunda fiziksel görünümünü engelleyecek tarzda mahkemece tayin ve tespit edilecek bir usule göre dinlenilmesine karar verileceği belirtilmiştir.

Bu düzenlemelerle getirilen alternatifler uygulansa dahi yargılamaların savunma hakkını kısıtlayacağı açık olmakla birlikte uygulamada bu düzenlemelere mahkemelerce riayet edilmediğini, gizli tanığın teknoloji kullanılarak görüntüsü ve sesi tanınmayacak hâle getirildikten sonra, hazır bulunma hakkına sahip olanların dinleyebilme ve soru sorabilme imkânına sahip olacağı şekilde dinlenilmesi yönteminin çok sınırlı olarak uygulandığını biliyoruz. Bakın, savunma hakkını bu kadar kısıtladığı hâlde hepimiz biliyoruz ki mahkemeler bu gizli tanıkları bu biçimde mahkeme huzuruna getirmiyorlar. Yani sesini değiştirerek, görüntüsünü değiştirerek en azından sanık ve avukatlarının soru sormasına, iddialarını denetleyebilmesine olanak tanımıyorlar. Nasıl olduğunu buradaki çoğu hukukçu biliyor; sanık ve müdafilerine "Siz sorularınızı hazırlayın, ben ara celsede ona sorarım." deyip geçiştiriyor. Dolayısıyla bu kadar kısıtlı olmasına rağmen aslında çoğu dosyada sanıklar ve yakınları bundan da yararlandırılmıyor.

Doktrinde bu uygulamanın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6'ncı maddesinin (3)'üncü fıkrası ile Anayasa'nın 36'ncı maddesinin ihlali olmakla birlikte 5271 sayılı Yasa'nın 206'ncı maddesinin (2)'nci fıkrasının (a) bendi ve 217'nci maddesinin (2)'nci fıkrası gereğince hukuka aykırı elde edilen delil niteliğinde olduğu ve hükme esas alınmasının mümkün olmayacağı belirtilmektedir. Ben bir tane Anayasa Mahkemesi kararını okursam neyi kastettiğim anlaşılır. 7 Mayıs 2015 tarihli 2014/12906 Bireysel Başvuru Numaralı kararı, Baran Karadağ Kararı. Karar şu şekilde: "Gizli tanığın açıklamaları önceden bilinemeyeceği için savunma tarafından tanığın güvenilirliğini sınamaya yönelik soruların önceden mahkemeye bildirilmesinin bu sakıncaları gidermeye yeterli olmadığı, dolayısıyla savunma tarafından önceden hazırlanan soruların tanığın çelişkili ve değişen beyanlarını sorgulamak için yeterli olmadığı, tanığın ne şekilde beyanda bulunacağının önceden bilinmeyeceği kabul edilmiştir. Makul gerekçe ve haklı sebep gösterilmeksizin kimliği gizlenen tanığın ön yargıyla, husumetle veya düşmanlıkla hareket eden veya güvenilmez birisi olup olmadığını sınama veya söyleyeceklerinin inandırıcılığı üzerine şüphe çekebilme imkânından savunma makamı yoksun bırakılacaktır. Böylece tanığı sorgulama hakkının ve CMK 201 uyarınca doğrudan soru yaratma ve çapraz sorgu hakkının kullanılması engellenecek, savcılık makamının hazır bulunduğu haricî bir celsede savunma makamının yokluğunda silahların eşitliği ilkesi ihlal edilmiş olacaktır." Ama bugün, emin olun, gizli tanıkların beyanları dosyaların büyük bir bölümünde hâlâ bu şekilde devam etmektedir. Bizim görüştüğümüz Semra Güzel'in dokunulmazlığının kaldırılması dosyasında bunların hiçbirinin uygulanıp uygulanmadığını bilmiyoruz. Tekrar ediyorum, bu sorularımıza yanıt verilmedi, bu sorularımızın araştırılmasına ilişkin taleplerimizin gereği yerine getirilmedi. Bakın, Anayasa Mahkemesinin bu kararı bir gizli tanığın kollukta, savcılıkta verdiği ifadeleri mahkeme huzurunda tekrar etmesi hâlinde verilmiş bir karardır yani biz bu gizli tanığın henüz bir mahkeme karşısına çıkarılıp çıkarılmadığını bilmiyoruz; ben bilmiyorum, sordum, yanıt alamadım. Çoğu zaman mahkemeler diyor ki: "Siz sorularınızı hazırlayın, biz o soruları ayrıca gizli bir oturuma girip bu gizli tanığa soracağız." Yani hem gizli tanık hem de gizli bir mahkeme. Bu durumda bile, bunun uygulanmasının Anayasa Mahkemesi tarafından hak ihlali olarak görüldüğü bir durumda doğruluğu hiçbir şekilde denetlenmemiş bir gizli tanığın üç satırlık beyanı üzerine Semra Güzel'in örgüt üyesi olması iddiasıyla dokunulmazlığı kaldırıldı, şimdi de o dosyalarla ilgili, milletvekilliğinin düşürülmesi isteniyor.

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Onlarla ilgili değil, onlarla ilgili değil. Tiryaki, onlarla ne alakası var? Devamla ilgili bu şart.

MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - Şimdi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin de bu konuda kararları var; Saakaşvili-Almanya kararı buna örnek. Ayrıca gizli tanıklık müessesesinin uygulamada oldukça fazla suistimal edilebildiği de biliniyor. Bakın, ben gizli tanıklarla ilgili çok çarpıcı bir örnek vereceğim, burada arkadaşlarımız daha önce de söyledi, HDP önceki dönem Eş Genel Başkanımız sevgili Selahattin Demirtaş'ın yüz kırk iki yıl hapis cezasıyla yargılandığı davanın iddianamesinde 2009 yılında dinlenen gizli tanık "Mercek"in beyanlarına yer verilmişti ancak yargılama aşamasında "Mercek" isminde bir gizli tanığın olmadığı ortaya çıktı. Mahkeme bu "Mercek"i dinlemek istedi, Diyarbakır Emniyet Müdürlüğüne, savcılığa yazı yazdı, dedi ki: "Siz, daha önce Mercek isimli bir gizli tanığı dinlemişsiniz, biz onu mahkeme huzurunda dinlemek istiyoruz." Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, Emniyet Müdürlüğü "'Mercek' isminde bir gizli tanık yok, hiçbir zaman olmadı." dedi. "Bu 'Mercek' isimli gizli tanıktan şu, şu, şu sorulsun, bununla ilgili bilgi alınsın..." Ve "Mercek" adında herhangi bir gizli tanığın olmadığı konusunda mahkemeye yanıt verildi ve söylediğim biçimde yanıttı ama Selahattin Demirtaş hâlâ tutuklu olarak yargılanmaya devam ediyor.

Bir de itirafçı beyanları var. Bu az evvel söylediğim gizli tanıkla ilgili. Bakın, önce tanık beyanı, öğreti bunun kuşkulu olduğunu söyledi. Ne yaparsanız yapın gizli tanık beyanını delil niteliğine kavuşturmakta güçlük çekiyorsunuz, Türkiye'de olmayan gizli tanıkların beyanı var. Bir örnek verdim; Anayasa Mahkemesinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararları var. Bir de itirafçı beyanları var; 3'üncü beyan, tanık olarak ismi geçen beyan. Yani açık tanık kuşkulu, gizli tanık daha da kuşkulu, bir de itirafçı beyanları var. Biz, bu beyanı alınan kişinin itirafçı olup olmadığını da bilmiyoruz yani Semra Güzel'in dosyasındaki bu kişinin. Daha önce örgütün içerisinde yer aldığı iddiasıyla hakkında bir soruşturma başlatılmış, daha sonra itirafta bulunan bir kişi olup olmadığını bilmiyoruz.

Peki, itirafçı beyanına nasıl bakıyor hukuk? Kısaca biraz ona bakalım. Doktrinde ve içtihatlarda tanık olarak kabul edilen kişiler, yargılamanın sonucundan hiçbir şekilde etkilenmeyen, olayla ilgisi olmayan, sanık veya mağdurla bağlantısı bulunmayan kişiler olarak tanımlanıyor. Bu durumun istisnalarından biri suça iştirak eden kişilerin yani itirafçıların beyanı. Tanığın sanıkla veya mağdurla bir yakınlığının veya husumetinin bulunup bulunmadığı vereceği bilginin doğruluğuna ilişkin bir kanaat oluşmasına vesile olacağından, bu durum, 5271 bir sayılı Yasa'nın 58'inci maddesinin (1)'inci fıkrasında, hâkimin tanığa ilk olarak soracağı hususlar arasında sayılmıştır. Yasa koyucu, burada, tanığın beyanının dışsal veya içsel bir nedenle etkilenip etkilenmediğini, diğer bir ifadeyle, beyanlarının objektif olup olmayacağını ölçmeyi hedeflemektedir. Mağduru veya sanığı tanıyor olmanın dahi kişinin tanıklığını etkileyebileceği düşünüldüğünde, kendisi de aynı suçlama nedeniyle yargılanan kişinin beyanına daha güçlükle itibar edilmelidir çünkü kendisi de sanıktır ve başkaları aleyhine vereceği ifadeler sonucunda hiç ceza almama veya daha az ceza alma durumu vardır, hatta bazı suçlarda olduğu gibi, ödül alma hakkına bile sahip olabilmektedir. Bu neden, başlı başına, itirafçı beyanlarını en güvenilmez beyanlar hâline getirmektedir. Nitekim, 5271 sayılı Yasa'nın 50'nci maddesinin (1)'inci fıkrasının (c) bendi, soruşturma veya kovuşturma konusu suçlara iştiraken veya bu suçlar nedeniyle suçluyu kayırmaktan ya da suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirmekten şüpheli, sanık veya hükümlü olanların yeminsiz olarak dinlenmesi gerektiğini düzenlemiştir. Yani bu kişilerin tanıklıklarına yasa koyucu da güvenmediği için onlardan yemin almamaktadır. Yüksek mahkeme içtihatları, sanığın suçunu ikrar etmesi durumunda dahi sanığın beyanının başka delillerle desteklenmediği sürece hükme esas alınmayacağı yönündedir. Sanığın ikrarının dahi başkaca delille desteklenmediği sürece hükme esas alınmayacağı tespiti karşısında, başkaları aleyhine verilen beyanlarla ilgili daha titiz davranılması gerektiği izahtan varestedir. Yargıtay 16. Ceza Dairesi de konuyla ilgili verdiği bir kararında "İtirafçı sanık olup 'tanık' sıfatıyla dinlenilen, etkin pişmanlıktan yararlanmak için sanık aleyhine beyanda bulunma hususunda hukuksal yararı olan '...' isimli kişinin anlatımı tek başına hükme esas alınmaz." demiştir. Aynı mahiyette Yargıtay 16. Ceza Dairesinin çok sayıda kararı mevcuttur. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Labita-İtalya Kararı'nda konuyla ilgili şöyle demiştir ki yani özellikle "İtirafçı beyanlarına da itibar etmemiz gerekir." diyenlerin sıklıkla delil olarak gösterdiği mafya içinden, suç örgütlerinin içerisinden bir itirafla ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı. Şöyle diyor AİHM Labita-İtalya Kararı: "Mevcut olayda başvurucu aleyhindeki iddialar, tek bir kaynaktan yani başvurucunun mafya türü bir örgütün mali ilişkilerine baktığını dolaylı bir biçimde öğrendiğini 1992'de söylemiş olan bir itirafçının anlattıklarından doğmaktadır. Yetkililere göre Mayıs 1992'de söz konusu itirafçının ifadelerinin genel olarak inandırıcılığı ve güvenilirliği dikkate alındığında başvurucunun tutuklu kalması için yeterli bir delil oluşturmuştur. Mahkeme, İtalyan yetkililerinin mafyayla mücadelesinde itirafçıların iş birliğinin çok önemli bir silah olduğunun farkındadır. Ne var ki itirafçılar tarafından verilen ifadelerin kullanılması zor problemler de doğurmaktadır. Çünkü bu tür ifadeler nitelikleri gereği manipülasyona açık olup İtalyan hukukunun itirafçılara tanıdığı avantajları elde etmek amacıyla veya kişisel intikam duygularıyla verilmiş de olabilirler. Bu tür ifadelerin bazen muğlak olabileceği ve bir kimsenin alakasız değilse bile doğrulanmamış iddialara dayanarak sanık durumuna sokulabilme ve gözaltına alınabilme riski hafife alınamaz. Bu nedenle ulusal mahkemelerin de kabul ettiği gibi itirafçıların ifadelerinin başka delillerle desteklenmesi zorunludur. Ayrıca, bir duyum mutlaka objektif delillerle desteklenmelidir." Bununla birlikte uygulamada kolluk tarafından alınan şüpheli beyanlarının çeşitli menfaatler vadetme, tehdit, şantaj ve hatta işkence yapmak suretiyle kişinin iradesi sakatlanarak alındığı karşılaşılabilen bir durumdur. Bizim ülkemizde de bunun örnekleri vardır. Anayasa Mahkemesi de iddianamede soruşturma aşamasında alınan beyanlarına yer verilen itirafçıların kovuşturma aşamasındaki beyanları incelediğinde bu durumu tespit etmiştir. Soruşturma aşamasında baskı, tehdit ve kötü muameleyle beyanda bulunmaya zorlanan birçok kişi, mahkeme huzurunda baskı ve tehditten uzak bir ortamda özgür iradeleriyle verdikleri beyanlarda soruşturma aşamasındaki beyanların kendilerine ait olmadığını ve zorla imzalattırıldığını ifade etmişlerdir. Örneğin, Tunceli Cumhuriyet Başsavcısı tarafından yürütülen bir soruşturma, ad ve soyadının sadece baş harflerini söyleyeceğim, G.T. isimli bir şahıs, daha sonra mahkemelerde, tutuklu bulunduğu Elâzığ Cezaevinden SEGBİS'le verdiği ifadelerinde yaralı vaziyette yakalandığını, baygın şekilde işkence gördüğünü, soruşturma aşamasında avukat yardımından yararlanmadığını, Elâzığ Barosundan hiç tanımadığı bir avukatın imzasıyla kendisine zorla bazı beyanlar imzalatıldığını belirtmiştir. Nitekim, ilk gözaltına alındığı süreçte ailesi tarafından tutulan avukatı basına yaptığı açıklamalarda müvekkiliyle 3 kez görüşmek istediğini ancak görüştürülmediğini belirtmişti. Tanık G.T. 20 Haziran 2018 tarihli duruşmasında "Şu an SEGBİS sistemiyle görmüş olduğum sanığı tanımıyorum, ben bu kişiyi hiç tanımıyorum. Ben bu kişiyle ilgili bir çalışma yapmadım, daha önce bu kişiyle karşılaşmadım. Bu kişinin göreviyle de alakalı hiçbir bilgim yoktur, sanığın ismini de duymuşluğum yoktur. Bu beyanları kabul etmiyorum. Bu beyanlar istihbaratın yazmış olduğu beyanlardır. Avukat huzurunda benim beyanım alınmadı, bu bahsedilen söylemler uydurmadır, sahte beyanlardır. Bu kişiyi de tanımıyorum, kabul etmiyorum. Gerillanın bu kişilerle ilgili çalışması olamaz." şeklinde beyanda bulunmuştur.

Tanık, gizli tanık ve itirafçı beyanların sonuç olarak delil değeri tartışmalıdır. Karma Komisyon Başkanlığının özel önem atfettiği tanık, gizli tanık ve itirafçı, artık her kimse beyanlarının delil değeri bence yoktur ve gelecekte de hükme esas alınması mümkün gözükmüyor. Şöyle ki tanık, gizli tanık ve itirafçı beyanı kolluk tarafından alınmıştır, savcı olsa da kollukta alınmış, yukarıda belirttiğim üzere, kolluk tarafından alınan beyanlar tanık beyanı olarak değil, bilgi alma tutanağı mahiyetindedir ve delil değeri yoktur. Tanık, gizli tanık ve itirafçı beyanı henüz tamamlanmamış bir soruşturma aşamasında alınmıştır. Bu dosya kesinlikle öyledir. Çünkü soruşturmanın akıbeti hakkında hiçbir bilgimiz yoktur. Her ne kadar yasa cumhuriyet savcısına tanık dinleme yetkisi vermiş olsa da yargılamanın aleniliği ilkesi, silahların eşitliği ilkesi ve adil yargılanma hakkı kapsamında tanık mahkeme huzurunda ve savunmanın da katılma ve soru sorma olanağı bulacağı bir şekilde dinlenmedikçe yani taraflarca delili değerlendirme imkânı sağlanmadıkça mahkemece hükme esas alınması mümkün değildir. Dosyada tanık, gizli tanık, itirafçı beyanını destekleyen hiçbir ek delil yoktur. Başkaca bir delille desteklenip desteklenmediği tespit edilemeyen tanık beyanlarının 5726 sayılı Yasa'nın 9'uncu maddesinin (8)'inci fıkrasına ve yüksek mahkeme içtihatlarına aykırı olacağı açıktır. Dosyada yer alan tanığı, gizli tanığı veya itirafçıyı, her kimse Anayasa Mahkemesinin yukarıda yer verdiğim Baran Karadağ kararında belirttiği hâliyle savunma makamının sözlü sorabileceği teknik imkânların yaratılması suretiyle henüz dinlenmemiştir. Dolayısıyla ve en azından bu delil hukuka aykırı delil niteliğindedir.

Yukarıda özetle belirttiğimiz sebeplerle dosyanın tek delili olan tanık beyanının doğruluğunu denetleme imkânı bulunmadığından, burada bir yargılama faaliyeti de yürütülmediğinden, dolayısıyla kendisinin veya avukatların hazır bulunduğu bir yöntemle dinleme ve soru sorma imkânı olmayacağından bu beyan üzerinde Semra Güzel'in dokunulmazlığının kaldırılmaması gerekirdi fakat Hazırlık Komisyonunda da Karma Komisyonda da Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda da aksi bir kanaatle dokunulmazlığın kaldırılmasına karar verildi.

Şimdi, ilk fezlekeyle ilgili kısaca, özetle söyleyeceğim bunlar, ikinci fezleke neydi onu hatırlayalım. Linç kampanyasına dönüştürülen ve içinde fotoğrafların olduğu (3/1843) sayılı fezleke; Adıyaman Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan ve soruşturma numarası 2017/3975.

Adıyaman 1. Sulh Ceza Hâkimliğinin 10 Mayıs 2017 tarihinde verdiği kararla HTS kayıtlarının incelenmesine karar verilmiş; basına servis edilen fotoğrafların yer aldığı bu dosya incelendiğinde fotoğrafların bu tarihte Semra Güzel'e ait olduğu, yine telefon numarasının tespit edildiği, daha sonra HTS kayıtlarının incelendiği anlaşılmaktadır. Semra Güzel'in adı, soyadı, telefon numarası, görüşmeleri tespit edildiği hâlde dokunulmazlığının olmadığı 2017 yılı Mayıs ayından milletvekili seçildiği Haziran 2018 tarihine kadar yani bir yılı aşkın bir süre hakkında hiçbir işlem yapılmamış; bırakınız iddianame hazırlanarak cezalandırılması istemiyle ceza davası açılmasını bir yılı aşkın süre içerisinde ifadesine bile başvurulmamış, dokunulmazlığının olmadığı bir yıl içerisinde. Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun yıllardır elinde olan fezlekelerde yer alan bilgi ve belgeler üzerine değil, kendi elindeki bilgilerin basına servis edilmesinden sonra toplandığı ve çalışmalarına başladığı anlaşılmış oldu. Ne zaman? 2022 Ocak ayında. Fotoğrafların güvenlik birimlerinin eline geçmesinden dört buçuk yılı aşkın bir süre sonra bir milletvekilinin dokunulmazlığının kaldırılmasının istenmesi ve vekilliğinin düşürülmesinin yolunun açılması aslında ivedi bir gereksinimin olmadığının en açık kanıtıydı.

Şimdi, ikinci dosyada da çarpıcı şeyler var, biraz onları anlatayım. Şimdi, 29 Nisan 2017'de Adıyaman Çamyurdu'nda PKK'lılarla çatışma çıkıyor ve Volkan Bora çatışmada yaşamını yitiriyor, çatışmada yaşamını yitiren 4 kişiden 1'i. Adıyaman Cumhuriyet Başsavcılığı hemen 2017/3975 sayılı bir soruşturma başlatıyor bununla ilgili olarak. 9 Mayıs 2017'de sulh ceza mahkemesinden yaşamını yitiren PKK'lıların üzerinden adları ve telefonları çıkan 7 kişi için HTS raporlarının tespit edilmesini istiyor. Bu yaşamını yitiren örgüt üyelerinin üzerinden ismi ve telefonu çıkanlardan biri de Semra Güzel. 9 Mayıs 2017'de bununla ilgili bir HTS kaydı araştırması yapılmasın isteniyor yani bir yılı aşkın bir süre önce; Semra Güzel'in henüz milletvekili olmasından bir yıl önceden bahsediyoruz, henüz Semra Güzel milletvekili değil. 11 Mayıs 2017'de de bu izin üzerinde Bilgi, Teknoloji ve İletişim Başkanlığından HTS kayıtları isteniyor. 6 Martta Adıyaman Cumhuriyet Başsavcılığı, Adıyaman İl Jandarma Komutanlığından bu 7 kişi hakkında örgüt üyeleriyle ilişkilerinin olup olmadığının araştırılmasını istiyor. 18 Eylül 2017'de Jandarma Komutanlığından bir daha bilgi isteniyor, 27 Eylül 2017'de analiz raporları hazırlanıyor, 5 Nisan 2018'de hazırlanan tutanaklar savcılığa gönderiliyor, 3 Mayıs 2017'de Jandarma Genel Komutanlığından 500 gigabaytlık bir "harddisk"in incelenmesi isteniyor. 30 Haziran 2017'de Jandarma Genel Komutanlığı uzmanlık raporunu hazırlıyor ve Adıyaman Başsavcısına gönderiyor, 4.240 tane resim buluyorlar bu 500 gigabaytlık harddisk içerisinde. Bunların içerisinde mükerrer olanlar var, örgütle hiç ilişkisi olmayan fotoğrafların olduğunu söylüyor Jandarma Genel Komutanlığı; 150 tane fotoğrafı inceliyor bunların içerisinden, 4.200 fotoğraftan çünkü önceki özel yaşamına ait binlerce fotoğraf var, biraz önce söylediğim gibi. Örgütsel olduğunu düşündüğü yani örgüt kamplarında örgüt üyeleriyle çekildiği düşünülen 150 tane fotoğraf inceleniyor, ayrıca 195 adet de video inceleniyor Jandarma Komutanlığı Kriminal İnceleme Bürosu tarafından.

Bunlar ne zaman oluyor? 2017 yılında oluyor bütün bunlar. Semra Güzel sokakta, dokunulmazlığı yok, milletvekili değil; 2017 yılında bütün bunlar yapılıyor. 29 Nisan 2017'den yani olay tarihinden 27 Mart 2019'a kadar bütün yazışmalar Adıyaman Cumhuriyet Başsavcılığının az evvel numarasını söylediğim 2017/3975 sayılı soruşturma dosyası üzerinden yürütülüyor, Mart 2019'a kadar. 10 Mart 2021'e kadar yani yaklaşık iki yıl boyunca, 2019'dan 2021'e kadar dosyada hiçbir işlem yapılmıyor arkadaşlar, 2019'dan 2021 yılına kadar; 10 Mart 2021'e kadar, iki yıl boyunca. Yani 2017'de çokça yazışma yapılıyor, bilgi isteniyor, araştırma yapılıyor 2019'a kadar ama 2019'dan 2021'e kadar hiçbir şey yok dosyada. 10 Mart 2021'de yeni bir soruşturma numarasıyla Adıyaman Cumhuriyet Başsavcılığı, sulh ceza mahkemesinden kısıtlama kararı istiyor. Ne zaman? Hangi numarayla? 2021/2197 sayılı Karar'la. Şimdi, 2017/3975'ten 2021/2197 sayılı dosyaya nasıl geçiş yapıldığını bilmiyoruz. Ben bunu Komisyonda da söyledim, hem Hazırlık Komisyonunda hem Karma Komisyonunda; ortada bir dosya var, iki tane soruşturma dosyası var, en sonunda fezlekeye dönüştürülmüş fakat bu iki dosya arasında hukuksal hiçbir bağlantı yok yani en azından son soruşturmadan öncekinin normalde dosyadan tamamen çıkarılması gerekir çünkü neye ait, kime ait olduğunu bilmiyoruz ama hâlâ hepsi aynı soruşturma dosyasında vardı ve biz bunları birlikte incelemeye devam ettik. Bu arada, ben Komisyonda hani hatalı bakmış olabilirim, yanlış bakmış olabilirim "Acaba benden kaynaklı bir eksiklik mi var?" dedim, uzman arkadaşlara sordum, bir yanıt vermediler. Hatta Başkana "Savcılıktan bu konuyla ilgili bilgi isteyin." dedim, yani nasıl bir alaka kurmuş bunlarla ilgili diye. Yok ama işte atılmış, o kadar üstünkörü çalışma yürütülüyor ki... Bir milletvekilinin dokunulmazlığının kaldırılmasından, daha sonra milletvekilliğinin düşürülmesinden bahsediyoruz, böyle bir dosyadan. Bu kadar üstünkörü, önüne gelen her dosyayı attıkları bir soruşturma dosyası bu ve buradaydı dokunulmazlığı kaldırılıp gönderildiği ana kadar.

Şimdi, biraz önce söylediğim; 10 Mart 2021'de yeni bir soruşturma numarasıyla Adıyaman Cumhuriyet Başsavcılığı, sulh cezadan kısıtlama kararı istiyor; aynı gün, mahkeme kısıtlama kararı veriyor; garip bir şekilde, aynı gün, savcılık yetkisizlik kararı veriyor; yine aynı gün, 10 Martta -10 Martta oluyor bunlar- dosya, yetkisizlik kararıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderiliyor. 30 Mart 2021 tarihinde, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığından "Parlamenter Büro yetkili." deniliyor, ona havale ediliyor. Burada, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına geldikten sonra, yeni bir soruşturma numarası alıyor, 2021/64559. Bu arada, 30 Mart 2021 tarihinde yani bu soruşturma dosyası Adıyaman'da oraya gidiyor, buraya gidiyor, 2021 yılında Ankara'ya geliyor ya 30 Mart tarihinde, Parlamenter Suçlar Soruşturma Bürosunda esas numarası alıyor. Ocak 2022'ye kadar hiçbir işlem yapılmıyor arkadaşlar, hiçbir işlem. Geçen yıl mart ayında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı bir soruşturma numarası alıyor, 10 Ocak 2022 tarihinde, Ocak 2022'ye kadar bu dosyada hiçbir şey yok. 8 Ocak tarihinde basında haberler yer alınca 10 Ocak tarihinde savcılık Meclisten ve Adalet Bakanlığından fezleke hazırlanması istiyor yani bu, daha sonra gelen bir dosya, aslında. Olayın olağan bir soruşturma seyri olmadığını, herhangi bir avukata, avukatlık mesleğinin başındaki bir avukata da bu dosyayı inceletsek buradaki bütün gariplikleri çok çarpıcı bir şekilde görebilir. Bence ne Türkiye Büyük Millet Meclisini ne Adalet Bakanlığını ne de mahkemeleri üç yıldır, dört yıldır, beş yıldır var olan bilgi ve belgeler değil de tırnak içerisinde bir gazetecinin haberleri harekete geçirmiştir; ben böyle düşünüyorum.

İçeriğe dair birkaç şey söyleyeceğim, sabrınıza sığınarak, şimdi bu algı, kamuoyunda yaratılan algı niye önemli? Bir algı yaratıldı, biz bunu söylüyoruz. Bu fotoğraflara bakan, Hazırlık Komisyonunda da söylemiştim, çok kullanılıyor ya, böyle ortalama zekâya sahip bir kişinin anlayacağı "güven teorisi" dedikleri bir bakış açısı üzerinden, bırakın ortalama zekâya sahibi, ortalama zekânın altında bir kişiye de siz bu resimleri gösterseniz bir örgütsel ilişki üzerinden çekilmiş resimler değil, duygusal resimler olduğunu herkes anlayabilir yani hani bir kişinin sözlüsü, nişanlısı, sevdiği kişiyle olan resimleri olduğunu anlayabilir. Ama bu resimler üzerinden şöyle bir algı yaratıldı: Aslında Semra Güzel milletvekili gibi gözüküyor ama bir örgüt üyesi, dağdan geldi, onu örgüt gönderdi; kamuoyunda böyle bir algı yaratıldı aslında Semra Güzel'le ilgili olarak. Bunun böyle olmadığını vicdanlı herkes anlayabilir. Ayrıca, Semra Güzel'in bir bütün olarak yaşamıyla ilgili gizlilik yok yani neyi kastediyorum? İlkokulu nerede okuduğu, ortaokulu nerede okuduğu, liseyi nerede okuduğu; bunların içerisinde hiç kesinti yok. Liseden sonra üniversite sınavına giriyor ve tıp fakültesini kazanıyor, yine böyle kesintisiz devam eden bir üniversite hayatı var. Üniversiteyi bitirdikten sonra ihtisas sınavına giriyor ve anestezi asistanı oluyor Dicle Üniversitesinde; yine hayatında herhangi bir kesinti yok. Bu arada Diyarbakır Tabip Odası Eş Başkanlığı görevini yürütüyor ve daha sonra milletvekili adayı oluyor. Yaşamının hiçbir kesitinde bir boşluk yok aslında ama kamuoyunda nasıl yansıtıldı? Semra Güzel milletvekili falan değil, Semra Güzel örgüt üyesi; aslında dağdaydı, örgüt onu milletvekili olmak için gönderdi. Kamuoyunda tam olarak böyle bir algı yaratılmaya çalışıldı ama bunun büyük bir yalan olduğunu herkes biliyor fakat bunu kabul etmiyor.

Şimdi bir önemli şey, bu fotoğraf meselesi önemli. Gerçekten bu fotoğraflara bakınca insanların bir kısmının rahatsızlık duymasını anlayabiliriz. Yani bu fotoğraflara bakan bir kişi, bir kısım insan bu fotoğraflardan rahatsızlık duyabilir ancak o "örgüt üyesi" denilen insanların yüzde 99'u Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları; anneleri var, babaları var, çocukları var, kardeşleri var, kuzenleri var, dayıları var, halaları var, teyzeleri var veya Semra Güzel'de olduğu gibi sevdikleri var.

Bu ülkede, kimisi destekler kimisi desteklemez fakat doğru bulduğumuz bir dönem yaşandı "çözüm süreci" dediğimiz bir süreç yaşandı. Keşke çözüm süreci başarıya ulaşsaydı, bu ülkede tek bir insanın burnu kanamasaydı, tek bir vatandaşımız yaşamını yitirmeseydi ama sonuçta o çözüm süreci bir biçimde sona erdi. Kimin kusurlu olup olmadığını tartışmıyorum, bugünkü mevzu öyle bir mevzu değil ama o çözüm sürecinde -bakın, belki size garip geliyor olabilir ama biz orada milletvekilliği yapan insanlarız- Batman'da, Hakkâri'de, Şırnak'ta, Mardin'de, Bitlis'te, Iğdır'da, bölgenin tamamında bir sürü insan çocuklarını görmeye gitti, kardeşlerini görmeye gitti, yakınlarını görmeye gitti ve bunların hepsini aslında güvenlik görevlileri biliyordu, bazı illerde minibüs duraklarına sorduğunuzda örgüt üyelerinin nerede olduğunu söylüyorlardı, böyle bir dönem yaşadık.

FETİ YILDIZ (İstanbul) - O kadar iç içeydi yani!

MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - Hiç gitmediğiniz bir şehre gidip bir taksi durağında örgütün üyeleriyle görüşmeye, çocuklarının yakınlarını görmeye giden insanlar oldu o dönemde ve bunların hepsi bu ülkede, o dönemde yaşandı. Semra Güzel de böyle bir dönemde, o olumlu atmosferin olduğu dönemde, olumlu rüzgârların yaşandığı bir dönemde duygusal ilişki yaşadığı arkadaşını görmeye gidiyor, bu olay bu kadar açık ve net, buna başka anlamlar yüklenmesi baştan itibaren büyük bir haksızlıktı ama o haksızlık bugün bir milletvekilinin vekilliğinin düşürülmesine kadar geldi.

Şimdi, bu yasama dokunulmazlığı meselesiyle ilgili birkaç şey söyleyeyim yani nasıl hukuksuz bir süreç işletildiğine dair. Bu yasama dokunulmazlığının amacı milletvekillerini keyfî, asılsız suçlama ve kovuşturmalardan, tutuklanmalardan korumaktır; bütün herkes yasama dokunulmazlığını böyle kabul ediyor. Diğer bir ifadeyle, yasama dokunulmazlığın amacı, milletvekillerinin iktidar tarafından tahrik edilebilecek keyfî ve zamansız, esassız ceza kovuşturmalarıyla ilgili geçici bir süre için de olsa yasama çalışmalarından alıkonulmasını önlemek. Kemal Gözler'in kitabından alıntı yaparak söylüyorum: Yasama dokunulmazlığı Anayasa'nın 83'üncü maddesinde şöyle düzenlenmiş: "Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz. Ağır cezayı gerektiren suçüstü hali ve seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasanın 14 üncü maddesindeki durumlar bu hükmün dışındadır. Ancak, bu halde yetkili makam, durumu hemen ve doğrudan doğruya Türkiye Büyük Millet Meclisine bildirmek zorundadır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi hakkında, seçiminden önce veya sonra verilmiş bir ceza hükmünün yerine getirilmesi, üyelik sıfatının sona ermesine bırakılır; üyelik süresince zamanaşımı işlemez."

Anayasa Mahkemesi -çok yakın tarihli- Ömer Faruk Gergerlioğlu'nun başvurusu üzerine 1 Temmuz 2021 ve bireysel başvuru numarası 2019/10634 sayılı Kararı'nda yasama dokunulmazlığıyla ilgili çok ayrıntılı değerlendirmelerde bulunmuştu. Şöyle bir değerlendirme vardı: "Kamu otoritelerinin kanuna dayalı olarak ve anayasal açıdan meşru birtakım amaçlarla siyasi faaliyetlere çeşitli sınırlamalar getirmesi mümkündür. Ancak milletvekillerinin yasama faaliyetleri Anayasa'da özel olarak koruma altına alınmıştır. Anayasa koyucu bu hükümlerle halkın siyasi iradesinin engellenmemesini ve hakkın özünün etkisiz hâle getirilmemesini hedeflemiştir.

Demokratik temsil değerlerinin hayata geçirilebilmesi bakımından oldukça önemli güvenceler olan yasama bağışıklıkları yüzyıllar süren anayasal mücadeleler sonucunda elde edilmiş anayasal kazanımlardır. Bu güvencelerden yasama dokunulmazlığı, Meclisin rızası olmaksızın gözaltına alma ve tutuklama gibi ağır müdahaleler de dâhil olmak üzere ceza muhakemesi işlemlerinin uygulanmasına karşı suç işledikleri iddia edilen Parlamento üyelerine tanınmaktadır. Hukukumuza ilk kez 1876 Kanun-ı Esasi'nin 79'uncu maddesiyle giren yasama dokunulmazlığı kurumu, geçirdiği bazı değişikliklere karşın 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu hariç sonraki anayasaların tamamında korunmuştur.

Anayasa'nın 83'üncü maddesinde hükme bağlanmış olan yasama dokunulmazlığı, mutlak bir güvence olmayıp milletvekilinin Parlamentodaki fiziki katılımını imkânsız kılacak zamansız ceza hukuku tasarruflarından geçici olarak koruma sağlar. Anayasa'nın 83'üncü maddesine göre milletvekilliği statüsünün sona erdiği yahut aksi yönde bir Parlamento kararının verildiği andan itibaren herkes gibi milletvekili de yargılanabilir.

Bu türden bir dokunulmazlığın iç içe geçen iki tür işlevi vardır: Yasama dokunulmazlığıyla ilgili kuralların varlığı her şeyden önce temsilî demokrasi ilkesini koruma ihtiyacına dayanmaktadır. Dokunulmazlık asıl olarak milletvekillerine bir ayrıcalık sağlamayı değil, onların şahsında yasama işlevinin korunmasını ve böylece kamu yararının sağlanmasını amaçlar. İkinci olarak, yasama dokunulmazlığı özellikle Mecliste azınlıkta kalan ve muhalif milletvekillerinin keyfî bir ceza kovuşturması ile geçici bir süre için de olsa yasama çalışmalarını yapmaktan alıkonulabilmesinin önüne geçmeyi amaçlar ve halkın seçilmiş temsilcileri olarak gereksiz müdahale kaygı ve baskısı taşımaksızın demokratik işlevlerini güvenceli bir biçimde gereği gibi yerine getirebilmelerini sağlar. Böylece milletvekillerinin halkın iradesini Meclise tam olarak yansıtarak millî iradenin eksiksiz gerçekleşmesi sağlanmaya çalışılır. Anayasal bir kurum olan yasama dokunulmazlığı milletvekillerinin bir engelle karşılaşmadan yasama faaliyetlerine serbestçe katılmalarını sağlamaya yönelik bir koruma mekanizması sunduğundan bunun temsilî demokrasinin işleyişi bakımından önemli bir işleve sahip olduğu kabul edilmektedir. Bu sebeple Anayasa yargısına hâkim olması gereken hak eksenli yaklaşım yasama dokunulmazlıklarına ilişkin anayasal kuralların yorumlanması için de geçerli olmalıdır. Nitekim Anayasa Mahkemesi önceki kararlarında bu yaklaşımın bir sonucu olarak Anayasa'nın 83'üncü maddesine getirilen istisnaların -Anayasa'nın 67'nci maddesinde güvence altına alınan seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı da dikkate alındığında- dar ve özgürlük lehine yorumlanması gerektiğini ifade etmiştir."

Elbette yasama dokunulmazlığı mutlak değil, yasama dokunulmazlıklarının istisnaları bizzat Anayasa tarafından öngörülmüş. Bunlar ağır cezayı gerektiren suçüstü hâli ve seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasa'nın 14'üncü maddesindeki durumlardır ancak Anayasa Mahkemesinin yukarıda belirtilen Ömer Faruk Gergerlioğlu Kararı'nda da belirttiği gibi esasen Anayasa'nın 14'üncü maddesinin hangi suçları kapsadığı da tam olarak anlaşılamamaktadır. Sonuç olarak, Anayasa'nın 14'üncü maddesinin birinci fıkrasının metni Anayasa'nın 83'üncü maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "Anayasa'nın 14 üncü maddesindeki durumlar" ibaresini, dolayısıyla Anayasa'nın 14'üncü maddesinin birinci fıkrası kapsamına girmesi nedeniyle yasama dokunulmazlığı dışında bırakılan suçları salt yargı organlarının kararlarıyla anlamlı bir şekilde belirlemeye ve böylece belirlilik ve öngörülebilirliği sağlayacak şekilde yorumlamaya elverişli değildir.

Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın 14'üncü maddesinin üçüncü fıkrasında ve Anayasa'nın seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkını düzenleyen 67'nci maddesinin üçüncü fıkrası hükümlerinden hareketle Anayasa'nın 83'üncü maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "Anayasanın 14 üncü maddesindeki durumlar" ibaresinin kapsamına hangi suçların girdiği konusunda kanun koyucunun düzenlemesi dışında yargı organlarınca yapılan yorumlarla birlik ve öngörülebilirliği sağlamanın mümkün olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Yani, Anayasa Mahkemesi, aslında hangi suçların dokunulmazlık kapsamı dışında olduğunun belirli olmadığını söylüyor. Dolayısıyla, hiç kimse "Bu suç 14'üncü madde kapsamındadır." diye yargılamaya devam edemez. Peki, öyle mi? Bizim milletvekillerimizin yarısı Anayasa Mahkemesinin bu kararına rağmen hâlâ yargılanmaya devam ediyor. Anayasa Mahkemesi diyor ki: "83'e göre yargılaması devam edecek kişiler Anayasa'nın 14'üncü maddesinde belirtilen suçlamalar yöneltilenler..." Fakat "Anayasa'nın 14'üncü maddesinin hangi suçları kapsadığı, hangi suçları kapsamadığı belirli olmadığından hiç kimseyi yargılayamazsınız." diyor ama ne yapıyor mahkemeler? Yargılamaya devam ediyorlar, Anayasa Mahkemesi kararını yok sayıyorlar.

Şimdi, başta söyledim, ilk önce böyle çok itibar edilmedi ama doğrusunu söylemek gerekirse özellikle ikinci Komisyon çalışmasından sonra muhalefet...

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Yetmiş beş dakika oldu Tiryaki, yetmiş beş dakika.

DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) - Ne yapalım, sen de vekil düşürüyorsun!

MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - Daha yeni başladık Başkan.

FETİ YILDIZ (İstanbul) - İyi, devam o zaman!

MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - Şunu söylemiştim: Semra Güzel, Parlamentonun en çalışkan milletvekillerinden birisi, bunu örnekleriyle anlattım.

Bakın, Semra Güzel milletvekili olarak neler yapmış? Asgari Ücretin Vergi Dışı Bırakılması Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi'nden 2429 sayılı Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi'ne kadar, Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi'nden Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi'ne kadar, Korona Virüs Salgınıyla Mücadele Kapsamında Sağlık Hizmetlerinin Yürütülmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi'nden 634 Sayılı Kat Mülkiyeti Kanununun 24'üncü Maddesinin Birinci Fıkrasının Değiştirilmesine İlişkin Kanun Teklifi'ne kadar pek çok konuda kanun teklifinde bulunmuş sevgili Semra Güzel.

Yine bu süre içerisinde 273 tane soru önergesi vermiş. Ben bunlardan birkaç tane örnek vereyim, hangi konularla ilgilenmiş Semra Güzel? Sağlık çalışanlarına yönelik şiddet vakalarını ve önleyici tedbirlerine ilişkin, Sağlık Bakan Yardımcısıyla ilgili iddialara ilişkin, Sosyal Güvenlik Kurumunun bazı ilaçlara ödeme yapmayı durdurduğu iddialarına ilişkin, Kurban Bayramı öncesi yapılan et ithalatı ile bu etlerdeki şarbon ve diğer hastalık tehditlerine ilişkin, Bitlis Hizan'da şarbon teşhisi konulan bir çocuğun hayatını kaybetmesine ilişkin, sağlık çalışanlarına yönelik şiddete ve alınan önlemlere ilişkin, Diyarbakır ilinin Bağlar ilçesinde bir okulda okul üniformaları olmadığı gerekçesiyle öğrencilerin topluluk içinde rencide edilerek eve gönderildiği iddiasına ilişkin, Muş Cezaevinde hayatını kaybeden hasta ve yaşlı bir hükümlüye ve hasta mahpuslara ilişkin, Diyarbakır Gazi Yaşargil Eğitim ve Araştırma Hastanesinde bazı katların boşaltılmasıyla ilgili iddialara ilişkin, HDP'nin aday başvuru sürecinin baskı altında yapıldığı iddiasına ilişkin, kayyumlar tarafından yönetilen bazı belediyelerde Sayıştay tarafından yapılan tespitlerin soruşturulmasına ilişkin, Diyarbakır Hani ilçe belediyesince alacaklı işçilerin ücretlerinin ödenmeme nedenine ilişkin, cezaevlerindeki ağır hasta hükümlülerin durumlarına ilişkin, Malatya'da eski eşinden şiddet gören bir kadının Emniyet birimlerine yaptığı başvuruların sonuçsuz kaldığı iddiasına ilişkin, Malatya'da son dönemde yaşanan kadına yönelik şiddet vakalarına ve kadına yönelik şiddetin önlenmesi için yapılan çalışmalara ilişkin, bazı seçmen kayıtlarında usulsüzlük yapıldığı iddiasına ilişkin, Diyarbakır'da bir düğün konvoyuna yapılan müdahaleye ilişkin, Elâzığ'da bulunan bir hastanede Türkçe bilmeyen hastalar için kullanılan dil kartlarına ilişkin, yoksulluk sınırının altındaki hane halkı sayısından sosyal yardımlara ve Diyarbakır'da sosyal yardım alan vatandaşlara gönderilen kısa mesaja ilişkin; bunun gibi yüzlerce soru sormuş, araştırma önergesi vermiş Semra Güzel.

Yine araştırma komisyonuna ilişkin olarak 466 tane önergeye imza vermiş Semra Güzel, bunlardan 36 tanesinin ilk imzacısı yani Meclis araştırma komisyonu kurulmasına ilişkin 466 tane de önergede imzası var, bunlardan 36 tanesinin de ilk imzacısı. Bunlardan birkaç tane örnek vereyim: 2011'de Şırnak'ın Uludere ilçesinde düzenlenen operasyonun tüm yönleriyle değerlendirilmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önerge vermiş. Yine Diyarbakır'ın Sur ilçesinde ilan edilen sokağa çıkma yasakları sırasında yaşananlara ilişkin iddiaların araştırılması amacıyla bir Meclis araştırması açılmasını istemiş. TÜİK'in yayımladığı verilere ilişkin iddiaların araştırılması için Meclis araştırması açılmasını istemiş. Engelli kadın ve kız çocuklarıyla ilgili bir araştırma komisyonu kurulmasını istemiş. Cezaevlerindeki hak ihlalleriyle ilgili bir Meclis araştırması açılmasını istemiş Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinde gerçekleştiği iddia edilen usulsüzlüklerle ilgili bir Meclis araştırması istemiş. Pandemiyle artan kadın işsizliği ve yoksulluğunun araştırılmasını istemiş. Türkiye'de cinsel istismara maruz kalan engelli kadın ve çocukların sorunlarının tespiti için araştırma istemiş. Diyarbakır'da artan kadına karşı şiddet olaylarının tespit edilerek bu konuda önleyici politikalar belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması istemiş. Kadın sağlık çalışanlarının sorunlarının araştırılması amacıyla bir Meclis araştırması açılmasını istemiş. Bunun gibi onlarca Meclis araştırması komisyonu kurulması önergesi vermiş. Dikkat ederseniz, büyük bir bölümü milletvekilliği yaptığı kente dair ciddi iddialarla ilgili, bir kısmı da mesleğiyle ilgili, bir hekim olarak araştırılmasını istediği konularla ilgili. İşte böyle bir arkadaşımızın önce dokunulmazlığını kaldırdınız, şimdi de vekilliğinin düşürülmesini istiyorsunuz.

Şimdi, bu, örgüt kamplarına gitme meselesiyle ilgili bir iki şey söyleyeceğim. Yani sanki ilk kez bir örgüt kampında bir kişinin resmi çıkmış gibi bir izlenim oluştu o dönem. Resimlerinin basın-yayın organlarında yayımlanması ve bunun bir linç kampanyasına dönüştürülmesi üzerine yaptığı yazılı açıklamada, yalnız kendisinin değil, milyonlarca insanın geleceğe umutla baktığı, barışı arzuladığı ve "çözüm süreci" olarak adlandırılan süreçte PKK kamplarına sözlüsünü ziyaret etmek için gittiğini ifade etmiş.

PKK üyesi olmayan ancak farklı zamanlarda farklı amaçlarla PKK kamplarını ziyaret etmiş başkaca kişiler var mı, bu kişilerle ilgili hiçbir soruşturma başlatılmış mı, bakalım. Örneğin PKK'nin silahlı üyelerini Türkiye sınırları dışına çekeceğini duyuracağı Nisan 2013'teki basın toplantısına Türkiye ve dünyadan yüzlerce gazeteci katılmış. BBC, Reuters, CNN, Al Jazeera, AP gibi uluslararası medya kuruluşları; Show TV, CNN Türk, Anadolu Ajansı gibi yerli kuruluşların temsilcileri de PKK kamplarında gerçekleştirilen basın toplantısına katılmış, öncesi ve sonrasında PKK'lilerle röportajlar yapmıştır. Bu medya kuruluşlarının hiçbir üyesi hakkında soruşturma başlatılmamış, ceza davası açılmamıştır. Bu tarihten önce de sonra da yüzlerce gazeteci benzer ziyaretler gerçekleştirmiş ancak bu haberleri yapanlar hakkında da soruşturma başlatılmamış, ceza davası da açılmamıştı. Ya da çok sayıda insan hakları örgütü üyesi, siyasetçi, gazeteci, farklı tarihlerde, PKK tarafından esir alınan, kaçırılan asker, polis, köy korucusu veya sivilleri teslim almak için PKK kamplarına gitmiş veya PKK'lilerle görüşmüştür ancak bu insani girişimler de haklı ve doğru biçimde hiçbir soruşturmaya tabi tutulmamış, bu kişilerin cezalandırılması için davalar açılmamış, açılanlar da ya takipsizlikle sonuçlanmış veya beraatle sonuçlanmış.

Bakın, İnsan Hakları Derneğinin 9 Mayıs 2013 tarihinde yayımladığı rapora göre neler olmuş, neler yapılmış? 5 Ağustos 1991 tarihinde Hakkâri'nin Şemdinli ilçesi Samanlı Jandarma Karakoluna baskın düzenleyen PKK militanları eylem sonrası 7 askeri alıkoydu. Askerler Mehmet Çiçek, İbrahim Doğan, Hüseyin Ören, Vahit Çiftçi, Mehmet Ali Öz, İdris Şahin ve İbrahim Kubatoğlu 18 Ekim 1991 tarihinde götürüldükleri Zagros Dağları'nda kendilerini görüntülemek isteyen bir grup gazeteciye teslim edilerek serbest bırakıldı. Gazeteciler teslim almaya girmişti. Ağustos 1991 tarihinde Türkiye'nin Irak'ın kuzeyine düzenlediği ilk sınır ötesi operasyonda meydana gelen bir çatışmada Adıyamanlı Er Nurettin Demir PKK militanları tarafından esir alındı, Nurettin Demir 19 Ekim 1991 tarihinde daha önce Hakkâri'nin Şemdinli ilçesi Samanlı Karakolunda esir alınan 7 askerle birlikte serbest bırakıldı. Bunlar hep İnsan Hakları Derneğinin raporları.

Siirt'in Pervari ilçesinde alıkonulanlar olmuş, 20 Nisan 1992 tarihinde gazeteciler ve Kızılhaç Irak temsilcilerinden Shilip Hochstrasse'nin de aralarında bulunduğu Kızılhaç ekibine teslim edilerek serbest bırakılmış. Yine, 1991 tarihinde Şırnak'ın Balveren beldesinde 3 kişi alıkonulmuş, Kızılhaç ekibine 20 Nisan 1992'de teslim edilmiş. 25 Aralık 1991'de yine Şırnak'ın Cudi Dağı eteklerinde Dereler Jandarma Bölük Komutanlığına yönelik eylemde bir asker alıkonulmuş, Kızılhaç ekibine 20 Nisan 1992'de teslim edilmiş. 2 Aralık 1992'de izin için gittikleri İstanbul'dan bir otobüs firmasıyla Siirt'e dönen Siirt Orduevi'nde görevli erler Bitlis'te alıkonulmuş; alıkonulan 3 asker Diyarbakır kırsalındaki kampa giden 2 gazeteciye teslim edilerek serbest bırakılmış.

Gazeteciler, Kızılhaç kuruluşları dışında başka bir örnek: 14 Haziran 1995'te Hakkâri'nin Şemdinli ilçesine bağlı Ortaklar Jandarma Karakolu baskınında askerler alıkonulmuş; askerler 8 Aralık 1996 tarihinde Zeli kampına giden Refah Partili Milletvekili Fethullah Erbaş ile aralarında İnsan Hakları Derneği ve MAZLUMDER'in de bulunduğu sivil örgütlerden oluşan bir heyete teslim edilerek serbest bırakılmış. Şimdi, rapor uzun bir rapor; İnsan Hakları Derneğinin PKK militanları tarafından alıkonulanlar raporunda bütün bu ayrıntıları görebilirsiniz, ben çok daha fazla zamanınızı almayacağım.

Özetle, bir kimsenin PKK kamplarına gitmiş olması tek başına soruşturma konusu olamaz, bu kamplara giden herkes PKK'nin üyesi olarak nitelendirilemez. Nitekim ne haber peşinde koşan gazeteciler ne de alıkonulmuş askerleri teslim almaya giden siyasetçiler ile insan hakları kuruluşlarının temsilcilerine PKK üyeliği suçlaması yöneltilmemiştir. Semra Güzel'in sözlüsünü ziyaret için ve çözüm sürecinde örgüt kamplarını ziyaret etmesinin de esasen bu ziyaretlerden hiçbir farkı yoktur.

Bu çözüm süreci meselesi önemli; ona dair de birkaç şey söylemek istiyorum çünkü gerçekten bu çözüm sürecinde neler olduğunu unutuyoruz bazen. Bu ülkede neredeyse kırk yıldır düşük yoğunluklu bir savaş sürüyor. Bu "düşük yoğunluklu savaş" Genelkurmay Başkanlığı yetkililerine ait bir ifade. Büyük bir çatışma sürüyor. Bu kadar uzun süren bir süreci "terör" diyerek kimse geçiştiremez çünkü ortada korkunç bir savaş ve tarafları var. Bu çatışmalarda 50 binden fazla insan yaşamını yitirdi, binlerce köy, mahalle yakıldı, boşaltıldı ve milyonlarca insan göç etti, binlercesi sürgünlerde memleket hasretiyle yaşamını yitirdi. Evet, bunlar Türkiye'de oldu ve olmaya devam ediyor.

Bugün Diyarbakır, Van, Mardin, Bitlis, Siirt, Batman, Ağrı, Hakkâri, Şırnak, Muş, Kars, Iğdır veya Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı herhangi bir kentte, İstanbul'un, İzmir'in, Mersin'in, Adana'nın Kürtlerin yoğun yaşadığı bir varoş mahallesine gidin, evinde mutlaka ya bir tutuklu ya da bir kayıp vardır, hatta çoğu zaman birden fazladır bu kayıp ve tutuklular. Yine, bu insanların çoğunun dağa çıkmış bir yakını vardır; bu yakınlarından, sevdiklerinden bir haber, kayıplarından bir cenaze, bir kemik bekleyen binlerce aile var bu topraklarda, binlerce anne, baba, eş, kardeş var. Üstelik bu kişilerin dağdaki yakınları sadece PKK'liler de değil; bir yandan dağdaki PKK'li yakınlarının, bir yandan da asker yakınlarının yolunu gözlüyorlar.

Bu hakikat bu topluma ait. Bu, sosyolojik bir gerçeklik. PKK'ye katılmış gençlerin de ağabey, kardeş, anne, baba, dayı, teyze veya sevgili olabileceği yadsınamaz bir gerçeklik. Siyasetin işi bunu düşünmemek, bunu yok saymak değil. Bu hem ahlaki hem de politik bir görev. Siyasi sorumluluk gereğidir bu. Bunu düşünmek elbette biz siyasetçilerin işi. Onlar yeryüzünün başka bir yerinden gelmiş değiller. Bu, ülkenin yüz yıllık tarihî gerçekliğidir. Adına "Kürt sorunu" denilen bu sorun ülkenin en ağır ve en temel sorunudur. Dolayısıyla bu sorunu Şark Islahat Planlarına, öldürmeye, tutuklamaya, sürgüne, açlıkla terbiye etmeye, kayyumlarla irade gasbına, siyasi temsilcilerini rehin almaya ve tutmaya, en ağır sorunları hamasetle geçiştirmeye sıkıştırmak; özcesi bu sorunu terör-güvenlik denklemine sıkıştırmak bu politikaları, bu savaşı sürdürmekten başka bir şeye hizmet etmedi, etmemiştir.

Güvenlikçi siyaset, sorunlarla yüzleşme yerine onları ertelemektir, görmezden gelmektir, bürokrasiye havale ederek en sonunda da yok etmeye çalışmaktır. İnsan olma ereğinden çıkmaktan başka bir anlam ifade etmez, politik olarak da kanlı bir çıkmaz dışında bir denklem yaratmaz. İşte, bizim barış siyasetimiz, Kürt halkının, Türkiye halklarının barış mücadelesi tam da o gençlerin hayatlarını kurtarmaya dönük "Bu ülkede tek bir insanın burnu dahi kanamasın, her türlü sorun diyalog ve müzakere yöntemleriyle çözülsün." ısrarıdır. Bunun oldukça zor olduğunun farkındayız, barışı inşa etmenin zor olduğunun bilincindeyiz. HDP, yıllardır bunun bilinciyle, bunun ciddiyetiyle siyaset yapıyor. Bir arada, barış içerisinde yaşamanın imkânlarına yıllardır kapı arayan bir siyaseti inşa etmeye çalışıyoruz. Bütün çabamız, ölüm siyaseti karşısında bir yaşam siyasetini icra etmek. HDP, bunu politik ve ahlaki sorumluluk olarak kabul ediyor. Hiçbir siyasi çıkar bunun üstünde olamaz, hiçbir mücadele barış mücadelesinden daha değerli olamaz. Biz, çatışmaların son bulduğu, barış umudunun topluma yayıldığı çözüm sürecinde bu sorumlulukla hareket ettik. 2013 yılı ile 2015 yılları arasında HDP cesur davranarak kalıcı bir barışın sağlanması için çalıştı çırpındı, üzerine düşen bütün sorumluluğu aldı. Halklara karşı taşıdığı politik ve ahlaki sorumluluğu bütün risklere rağmen aldı, bugün de HDP bu sürecin arkasındadır.

Çatışmaların durduğu 2013 ile 2015 yılları arasında, barış umudunun yaşandığı bir dönemde birçok ilk yaşandı. Çatışma süreçlerinde bir araya gelmeyen birçok farklı kesim bir araya geldi. Bu dönem PKK'lilerin aileleri ile asker aileleri Diyarbakır'da bir araya geldi, kalıcı bir barışın inşa edilmesi ve savaşın son bulması taleplerini birlikte dile getirdiler. Sürecin aktörü birçok siyasetçi, gelişmeleri yakından takip eden onlarca gazeteci gibi birçok yurttaş da evlatlarını, eşlerini, kardeşlerini, babalarını sevdiklerini ve yakınlarını görmek için PKK'lilerin bulunduğu alanlara gitti. Dünyanın her yerinde, çatışmaların son bulduğu dönemlerde, insanlar, çatışmanın bir parçası olmuş yakınlarının ve sevdiklerinin peşine düşerler; bu, son derece olağan bir süreçtir. İnsanların yıllardır görmedikleri çocuklarına, sevdiklerine kavuşması neden suç olsun? Kaldı ki bu buluşmalar devletin bilgisi dâhilinde meydana geldi. Bu dönem halk akın akın yakınlarını görmek için bu bölgelere gidiyordu. Keşke bu dönem söz konusu olan barış inşası başarılı olsaydı da bu ülkenin evlatları hayatını kaybetmeseydi. Siyasi sorumluluğu olan partilerin ve kişilerin üzerine düşünmesi gereken aslında tam olarak bu olmalı, üzülünmesi gereken nokta bu olmalı.

Sorulması gereken soru şudur: Neden barışı inşa edemedik de bu ülkenin evlatları yaşamını yitirmeye devam etti, ediyor? Çünkü aynı iktidar, o dönemin de aktörüydü, dönemin aktörü değilmiş gibi bu süreçten kendisi dışındaki aktörler için suç üretmesi kelimenin tam anlamıyla bir kumpastır. Bu kumpas dönüp aynı iktidarı vurma potansiyeli taşır. O nedenle çözüm süreci siyaset malzemesi yapılmamalıdır. Bu, yalnızca bu topluma daha fazla ölüm getirme, aynı zamanda barış ihtimalinin savunulduğu bir dönemin suça dönüşme riskini doğurur ki bu iktidar başta olmak üzere bütün tarafları ve aktörleri suçlu ilan eder. Hayır, suç olan, savaşı ve çatışmaları savunmaktır, barışı savunmak değildir; suç olan, ölümü savunmaktır, yaşamı savunmak değil. (HDP sıralarından alkışlar) Bu mesele kriminalize edilecek bir mesele değildir; ortada bir Kürt sorunu vardır, onlarca yıldır sürüyor. İktidarın bu meseleyi kriminalize eden yaklaşımı sorunu ağırlaştırıyor, daha fazla cana mal oluyor, ölümleri beraberinde getiriyor; silahların da çatışmaların da sorumlusu maalesef bu politikalar.

İktidar, demokratik siyaset yollarını kapatmakta, sonra da o insanlarla temas kuran herkesi terörist ilan etmektedir. Bu, aslında, topyekûn olarak bir halkla mücadele edildiğinin göstergesidir; bu yaklaşım maalesef onlarca yıldır sürüyor. Çözüm süreci, barış umudu yani ülkenin en önemli, en ağır sorununu çatışmasız ve diyalog zemininde çözme girişimi devam etseydi bugün, yaşamını yitiren yüzlerce, belki de binlerce insan ölmeyecekti. Süreç sonlandırılıp çatışma ve öldürme siyasetinin hızlandırılmasıyla, Ankara Gar katliamı, Suruç'ta, Diyarbakır'da sokağa çıkma yasakları başta olmak üzere neredeyse her gün sivil insanlar yaşamını yitirdi; aynı zamanda, askerler, polisler, köy korucuları ve PKK'liler yaşamını yitirdi. Eğer süreç bozulmasaydı o günden bu yana yaşamını yitiren insanlar ölmeyecekti; aileleriyle, sevdikleriyle birlikte olmaya devam edecekti.

Bugün iktidarın Türkiye'de yarattığı gergin ve kutuplaştırıcı siyasi atmosferden kaynaklı en konforlu davranış biçimi, söz söylememek veya Semra Güzel'in aleyhinde konuşmaktır fakat bu davranış biçimi, ülke gerçeklerine bir kez daha gözünü kapatıp kulaklarını tıkayarak ölüm siyaseti izleyenlerin yapmak istediği hezeyana gelmek anlamına gelecektir. Sadece Türkiye'de değil, dünyanın her yerinde yaşayan Kürtler Semra Güzel'in dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin süreci, gözaltına alınmasına ilişkin süreci izledi, bugün de vekilliğinin düşürülmesine ilişkin süreci izliyor. Toplumun büyük bir kesimi dokunulmazlıkların kaldırılmasını ve vekilliklerin düşürülmesini demokratik siyasete vurulan bir darbe olarak görüyor, Türkiye toplumu bu süreci böyle okuyor.

Dokunulmazlıkların kaldırılması ve vekilliklerin düşürülmesi Kürtlerin hafızasında çok daha ciddi bir yaraya sahiptir. DEP'lilerden bugüne, Kürtler bu süreci iradelerine bir saldırı olarak görüyor. DEP davası gibi, 4 Kasım darbesi gibi, Leyla Güven'in, Musa Farisoğulları'nın vekilliklerinin düşürülmesi gibi bugün Semra Güzel'in vekilliğinin düşürülmesi de Kürtlerin nezdinde Kürtlerin iradesinin yok sayılmasıdır. Kürtler başta olmak üzere, toplumun geniş kesimleri, siyasi çıkar amacıyla bir vekilin daha vekilliğinin düşürülmesine rıza göstermiyor ve rıza göstermeyecek. (HDP sıralarından alkışlar)

Bakın, çok uzun uzun hazırlıklarım var ama neresini paylaşayım bilmiyorum. Şimdi, ilk kez bir milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılıp vekilliği düşürülmüyor aslında yani 1960'lı yıllarda da sonrasında da özellikle 1990'lı yıllarda da çokça milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırıldı, çokça milletvekilinin vekilliği düşürüldü ama emin olun, geriye dönüp baktığımızda, hiç kimse bunlara "İyi olmuş." demiyor; ne Çetin Altan'ın ne Osman Bölükbaşı'nın ne Hatip Dicle'nin ne Musa Farisoğulları'nın ne Leyla Güven'in dokunulmazlıklarının kaldırılması, milletvekilliklerinin düşürülmesi, geçmişe bakıldığında "İyi yapılmış." "İyi yapıldı." "İyi ki dokunulmazlıkları kaldırıldı." "İyi ki milletvekillikleri düşürüldü." denilecek olaylar değil. Emin olun, tarih bunu da yazacak, tarih Semra Güzel'i de yazacak, sadece fotoğrafları gerekçe gösterilerek bir milletvekilinin nasıl lince maruz bırakıldığını, nasıl sokağa çıkamaz hâle getirildiğini ve sokağa çıktığında da nasıl başının eğilerek gözaltına alınmaya çalışıldığını yazacak ve kimse bunun bir ak sayfa olarak yazılacağını düşünmesin; emin olun, bu ülkenin siyasi tarihine ve özellikle iktidarın siyasi tarihine kara bir leke, kara bir sayfa olarak yazılacak.

Kürt sorunuyla ilgili o kadar çok şey söylemek istiyorum ki çünkü gerçekten bu sorunun kaynağı böyle hani... Daha yaşamaya devam edeceğiz, ya Kürt sorununu çözeceğiz ve analar ağlamayacak, insanlar gözyaşı dökmeyecek, sadece siyasi tartışma yürüteceğiz ya da bu ülkenin evlatları birbirini öldürmeye devam edecek; her ikisi de bu Meclisin, siyasetçilerin karar vereceği şeyler.

Şimdi, dokunulmazlığın kaldırılması serüveni, Semra Güzel'in dokunulmazlığının kaldırılması serüveni böyle çok acı, çok talihsiz. Mecliste grubu bulunan 4 tane siyasi partinin milletvekilleri de dokunulmazlığının kaldırılması yönünde oy kullandılar; belki de bu sürecin en talihsiz tarafı, en üzücü tarafı bu. Şimdi de bir milletvekilinin vekilliğinin düşürülmesine ilişkin sürecin son aşamasındayız. Adalet ve Anayasa Komisyonlarından oluşan bir Karma Komisyonda görüşüldü, bir Hazırlık Komisyonu oluşturuldu, Hazırlık Komisyonunda bir karar verildi, Karma Komisyonda bir karar verildi ve dosya Türkiye Büyük Millet Meclisine geldi. Şunu söyleyeyim: Çok talihsiz ifadeler vardı, birisi, ismini vererek söyleyeyim, Ramazan Can bunun siyasi bir karar olduğunu söyledi yani "Bu, hukuksal bir karar değil." dedi yani "Bu bir siyasi karar." dedi "İlk dosyadan farklı değil. Biz siyaseten karar veriyoruz." demiş oldu yani. Semra Güzel'in vekilliğinin düşürülmesi, iktidar milletvekilleri tarafından resmî biçimde, Komisyon tutanaklarına geçmiş biçimde "siyasi karar" olarak nitelendirildi. Dolayısıyla bundan sonra bunun aksini hiç kimse söyleyemez. Hatta bir adım ileri giderek "Siyasi bir karar olduğu için muhalefet partisi milletvekilleri de bunun lehine oy kullanacaklar." dedi yani "Biz, burada bir hukuk tartışmıyoruz, bir hukuksal nitelendirme yapmıyoruz; biz, burada siyaset yapıyoruz, siyaseten bir tartışma yürütüyoruz. Mesele, Semra Güzel'in devamsızlık meselesi değil." dedi Karma Komisyonda iktidar partisi milletvekilleri. Talihsiz olan, ana muhalefet partisi milletvekili, eski bir hukukçu da "Ben hukuksal olarak dosyayı inceledim, hukuken milletvekilliği düşürülmelidir." dedi; bu da büyük bir talihsizlik. Bunun ne kadar büyük bir hukuksuzluk olduğunu aslında Karma Komisyonda bütün ayrıntılarıyla anlatmıştım. Şimdi bu kürsüden bunun nasıl büyük bir hukuksuzluk olduğunu bir kez daha anlatacağım ve emin olun, hiç kimse buna "hukuk" diyemez.

Şimdi, milletvekilliğinin devamsızlık nedeniyle düşürülmesi süreci nasıl başladı? Meclis Başkan Vekilleri bir anda, 31 Mayıs tarihinden itibaren Genel Kurul açılışında yoklama almaya başladılar; bir anda, 31 Mayıs tarihinde. 31 Mayıs 2022, 1 Haziran 2022, 2 Haziran 2022, 7 Haziran 2022, 8 Haziran 2022, 9 Haziran 2022; 1 Ağustosta başka bir nedenle yoklama alınmış. Şimdi, ben merak ettim, Komisyon toplanınca Meclis Başkanlığına bir dilekçe verdim "Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda 1 Ekim 2018'den 18 Ekim 2022 tarihine kadar yani Komisyon toplandığı tarihe kadar kaç kez yoklama yapıldı? Hangi tarihlerde yoklama yapıldı? Bu yoklamalarda kaç kişinin devamsızlığı tespit edildi?" diye Meclis Başkanlığına sordum. Meclis Başkanlığı, 20 Ekim tarihinde bana yanıt verdi, dedi ki: "Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda 1 Ekim 2018 tarihinden 18 Ekim 2022 tarihine kadar toplam 448 birleşim, 1.985 oturum gerçekleştirilmiştir." Bu 448 birleşimde, bakalım kaç kez yoklama yapılmış: 10 Ekim 2018, 2 Ocak 2020, 1 Nisan 2021, 9 Kasım 2021, az evvel söylediğim 6 yoklama ve son olarak 1 Ağustos 2021. Toplam 11 kez; 1'i açılış, 6'sı söylediğim olmak üzere 11 kez yoklama yapılmış. 448 birleşim ve 1.985 oturumda 11 kez yoklama yapılmış. "Bu 11 kez yapılan yoklamada kaç kişi gelmedi?" diye sordum, gelmeyenleri tespit etmişler sonuçta. Meclis Başkanlığı bana da yanıt verdi, dedi ki: "31 Mayıs 2022, 9 Haziran 2022 tarihleri arasında gerçekleştirilen Genel Kurul birleşimlerinde yapılan yoklamalar neticesinde İstanbul Milletvekili Gürsel Tekin, İstanbul Milletvekili Aykut Erdoğdu, Ordu Milletvekili Cemal Enginyurt ile Diyarbakır Milletvekili Semra Güzel'in 5 birleşimi aşan Genel Kurul devamsızlıkları tespit edilmiş." Toplam milletvekili bunlar arkadaşlar, 5 birleşim devamsızlığı olanlar; diğerlerinin mazereti kabul edilmiş, Semra Güzel herhangi bir mazeret beyanında bulunmamış. Şimdi mevcut durum bu yani. Ortalama zekâya sahip herkes Semra Güzel için bu yoklamanın yapıldığını biliyor.

Peki, Meclis Başkan Vekili öyle canı sıkıldığında yoklama alabiliyor muymuş yani bu hukuksal mıymış, bir bakalım. İç Tüzük 138/1: "Bir milletvekili Meclis çalışmalarına özürsüz veya izinsiz olarak bir ay içinde toplam beş birleşim günü katılmazsa devamsızlığı Başkanlık Divanınca tespit edilir ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona gönderilir." Şimdi, bu nasıl tespit edilecek? İç Tüzük'ün 57'nci maddesine göre tespit edilecek. İç Tüzük'ün 57'nci maddesi ne diyor: "Başkan birleşimi açarken tereddüde düşerse yoklama yapar." Bu tereddüt meselesine birazdan döneceğim ama önce Anayasa 96'yı hatırlayalım, Anayasa 96 ne diyormuş: "Türkiye Büyük Millet Meclisi, yapacağı seçimler dahil bütün işlerinde üye tamsayısının en az üçte biri ile toplanır..." Yani Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısı olan 600'ün üçte 1'iyle, 200'le toplanması gerekiyormuş. "...Türkiye Büyük Millet Meclisi, Anayasada başkaca bir hüküm yoksa toplantıya katılanların salt çoğunluğu ile karar verir; ancak karar yeter sayısı hiçbir şekilde üye tamsayısının dörtte birinin bir fazlasından az olamaz." Yani kaç kişi edecek? Dörtte 1'inden az olmayacak. İç Tüzük ne diyordu yoklama için: "Başkan birleşimi açarken tereddüde düşerse yoklama yapar." Peki, benim okuduğum tarihlerde Başkanının tereddüde düşmesini gerektirecek bir durum var mı? Meclis Başkan Vekilinin bu koşullarda yoklama yapma yetkisi var mıydı? İç Tüzük diyor ki: "Tereddüde düşersen yoklama yapabilirsin." Burada Sayın Başkan Vekili; canı sıkıldığında yoklama yapamaz, öyle "Sabah kalktım, aklıma geldi, ben yoklama yapıyorum." diyemez. Anayasa 96'da sayılan rakamlarla ilgili yani 200 üyenin altında üye olduğunu düşünürse, bu konuda bir tereddüde düşerse yoklama yapabilir. Meclis Başkanlığına sormuşuz, Meclis Başkanlığı cevap vermiş, 550 milletvekili varmış. Sayın Başkan Vekili, 550 milletvekiline bakarak mı tereddüde düştünüz? 190 milletvekilinden bahsetmiyoruz, 200 milletvekilinden bahsetmiyoruz, 210 milletvekilinden bahsetmiyoruz. Açıkça Anayasa 96'yı ihlal ettiniz, açıkça İç Tüzük 57'yi ihlal ettiniz. (HDP sıralarından alkışlar) Hukukun genel ilkelerini, yoklamaya ilişkin genel ilkeleri, milletvekillerinin devamsızlığına ilişkin genel ilkelerin tamamını yok saydınız; canınız istediği için, bir siyasi kararla, Mecliste, Genel Kurulda yoklama yaptınız. Böyle bir yetkiniz yok, ancak belli sayıda milletvekili size başvuru yapmış olsaydı bir yoklama yapabilirdiniz ki o yoklama da bu yoklama değil. Tereddüde düşmediğiniz hâlde, ortada bir tereddüt olmadığı hâlde Genel Kurulda yoklama yaptınız; bu açıkça Anayasa'nın ihlalidir, bu açıkça İç Tüzük'ün ihlalidir. Umarım, Anayasa Mahkemesi bu hukuksuzluğa geçit vermez. Şimdi, birileri bize "Burada hukuk uygulanıyor." demesin "Burada Anayasa'ya uygun bir işlem yapılıyor." demesin "Burada İç Tüzük'e uygun bir yoklama yapıldı." demesin. İç Tüzük yok sayılarak, Anayasa yok sayılarak, Parlamentonun işleyişine dair bütün hükümler yok sayılarak burada yoklama yapıldı ve şimdi Semra Güzel'in milletvekilliğini buna dayanarak düşürmeye çalışıyorsunuz. Bu, bir yerden döner mi, Anayasa Mahkemesinden döner mi; onunla ilgili de kuşkularım var ama buradaki mevzu o değil.

Ayrıca şunu söyleyeyim: Bakın, bu yoklama yetkisi, Meclis Başkan Vekilinin yoklama yapması aynı zamanda bir hakkın kötüye kullanılmasıdır. Çok açık söylüyorum; bu, hakkın kötüye kullanılmasıdır. Karma Komisyonda neden hakkın kötüye kullanılması olduğunu uzun uzun söyledim. Evet, bir yoklama yapma hakkı var fakat onun koşullarını Anayasa ve İç Tüzük açıkça düzenlemiş. Dolayısıyla bu hakkı hukuk kurallarını yok sayarak kullanması, bir hakkın kötüye kullanılmasıdır ve hiçbir hukuk kuralı, hiçbir ülkenin hukuk kuralı bir hakkın -burada yoklama yapma hakkından söz etmiyoruz, genel olarak söylüyorum- kötüye kullanılmasına onay vermez.

Peki, Semra Güzel'in kabul edilmesi gereken bir mazereti var mıydı? Onu da söyleyeyim. Ben uzun uzun anlattım. Sevgili Semra Güzel'le ilgili ne yaptınız? Bir linç kampanyası başlattınız, linç kampanyası. Onlarca milletvekilinin attığı "tweet"ler var, sosyal medyada hedef göstermesi var bir fotoğraf yüzünden. İçişleri Bakanlığı bütçesinde görüştüm; suç örgütü liderleriyle albümü olanlar için hiçbir söz kurmazken, bunu yadırgamazken, o fotoğrafları, sahibini bir kahraman olarak nitelendirirken Semra Güzel'in sevdiğiyle, sevdiği kişiyle olan resmi üzerinden bir linç kampanyası yürüttünüz. Bir tarafta bir fotoğraf, bir tarafta bütün suç örgütleriyle...

EYÜP ÖZSOY (İstanbul) - Resim sahilde çektirilmiş gibi konuşuyorsun!

OYA ERSOY (İstanbul) - Ne diyorsun, ne?

MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - Neyi söylüyorum?

EYÜP ÖZSOY (İstanbul) - Bu resim nerede çektirilmiş?

MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - Sevdiğiyle çektirmiş.

EYÜP ÖZSOY (İstanbul) - Sevdiğiyle sahilde mi çektirmiş?

MÜŞERREF PERVİN TUBA DURGUT (İstanbul) - Keşke sevdiğiyle dağda fotoğraf çektirmeseydi.

BAŞKAN - Sayın vekiller, lütfen müdahale etmeyin.

DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) - Siz mafyayla nerede çektiriyorsunuz, mafyalarla? Vekil odalarında, Mecliste çektiriyorsunuz.

MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - Söyleyeyim: PKK kamplarında sevdiğiyle çektirmiş, zaten bunu söylüyor. Nerede çektirildiğini biliyoruz yani hiç öyle bir şey yok. Evet, orada...

MÜŞERREF PERVİN TUBA DURGUT (İstanbul) - IŞİD'le birinin fotoğrafı olsa kabul edilebilir mi bu?

MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - Tabii, siz alışmışsınız, sizin kadrolarınız suç örgütü liderleriyle...

DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) - Meclis odalarında görüşüyorsunuz siz.

BAŞKAN - Sayın milletvekillerimiz, lütfen...

MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - Sizin kadrolarınızın, sizin bakanlarınızın suç örgütü lideriyle devletin resmî kurumlarında boy boy fotoğraf çektirmesine alıştığınız için insanların sevdikleriyle resimlerini böyle yadırgayabiliyorsunuz.

Şimdi, bunun bir mazeret olarak kabul edilmesi gerekir mi? Bakın, ben söyledim, hukukta mazeretler var, bu mazeretlerden bir tanesi de can güvenliği mazeretidir. Yani diyelim ki bir kamu görevlisi can güvenliğiyle ilgili bir tehdit olduğunu düşünürse bir kentten başka bir yere tayinin çıkarılmasını isteyebilir; hukuk bunu kabul ediyor, can güvenliği bir mazeret. Peki, Semra Güzel'in can güvenliği var mıydı yok muydu; size soruyorum.

SEMİHA EKİNCİ (Sivas) - Mecliste mi can güvenliği yoktu?

MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - Bu kadar büyük bir linç kampanyasının yürütüldüğü ortamda Semra Güzel'in sokağa çıkması o kadar rahat mıydı? Bence değildi. Dolayısıyla, can güvenliği nedeniyle Semra Güzel'in sokağa çıkmaması üzerinden "Semra Güzel devamsızlık yapmış, Semra Güzel'in hiçbir mazereti yoktu." algısının yaratılmasının da doğru olmadığını özellikle belirtmek istiyorum.

Bir başka şey, gerçekten vicdanen düşünelim, diyelim ki Semra Güzel'in dokunulmazlığı kaldırıldı ve Meclise geldi, boynu eğilerek, başı eğilerek gözaltına alındı, İçişleri Bakanlığı bundan bir kahramanlık yaratmaya çalıştı ve cezaevine gönderildi, bu bir mazeret yani Semra Güzel cezaevine gitseydi, bugün milletvekilliği devam edecekti. Semra Güzel sokağa çıkmadığı için, can güvenliği tehdidi yaşadığı için Semra Güzel'in vekilliğini düşürmek istiyorsunuz, bu kadar basit bir şey. Aslında Semra Güzel niye cezaevine atılmadı diye cezalandırmak istiyorsunuz, istediğiniz şey bu. Semra Güzel'in gerçekten bu Parlamentoya gelip, Meclise gelip milletvekili olarak çalışma yapmasını istiyor değilsiniz. Bu devamsızlığın tespitinin amacı, Semra Güzel'in bu Parlamentonun üyesi olarak, bir milletvekili olarak gelip burada çalışma yürütmesi değildi; böyle bir derdiniz yok, böyle bir kaygınız yok. "Niye bir milletvekili gelip çalışmalara katılmıyor? Öyleyse cezalandırılsın, öyleyse milletvekilliği düşürülsün." diye düşünmüyorsunuz; düşündüğünüz şey başka bir şey.

Peki, bir kıyas yapın, bir daha soruyorum: Cezaevinde olsaydı milletvekilliği devam edecekti ama cezaevinde değil, sokağa çıkmadığı için "Milletvekilliği düşürülsün." diyorsunuz ve açık bir hukuksuzluk yoluyla, açıkça hukuk yok sayılarak yapılmış yoklamalara dayalı olarak Semra Güzel'in vekilliğini düşürmek istiyorsunuz.

Semra Güzel, yetenekli bir arkadaşımızdı, başarılı bir milletvekiliydi. Tutuklandıktan sonra cezaevine ilk gidenlerden birisiyim. Maalesef, Adalet Bakanı izin vermeyince cezaevine bile gidemiyoruz, böyle garip bir şey. Avukat olarak elinizi kolunuzu sallayıp her cezaevine gidebiliyorsunuz ama milletvekili avukat olduğumuzda Adalet Bakanı izin vermezse cezaevinden içeri bile giremiyoruz, böyle garip bir hukuk sistemimiz var. Adalet Bakanlığından izin alarak Semra Güzel'i ziyarete gittim, iki şey söyledi, dedi ki: "Ben çok zor koşullarda okumuş, kardeşleriyle çantasını değiştirerek eğitimine devam etmiş bir kişiyim. Bu koşullarda tıp fakültesini kazandım, bu koşullarda doktor oldum, bu koşullarda Tıpta Uzmanlık Sınavı'nı kazandım, bu koşullarda asistanlık yaptım ve asistanlığımın son bir ayında beni hekimlikten ihraç ettiler bir OHAL kanun hükmünde kararnamesiyle. Beni ihraç ettiler; ben Sağlık Bakanlığının, bu ülkenin sağlık camiasının bir bilim insanından, bir bilim kadınından mahrum kaldığını düşünüyorum. Kaybeden ben değilim, ben hâlâ hekimim, her yerde bu görevimi yerine getirebilirim; ben Sağlık Bakanlığının, sağlık camiasının daha büyük bir kayıp yaşadığını düşünüyorum. Ben genç bir kişi olarak bir tercihte bulundum, siyaset yapmak istedim, milletvekili olarak seçildim, geldim, görevimin layığını gereği gibi yerine getirmeye çalıştım. Bu konuda alnım açık, başım dik; bana oy veren seçmenleri hiçbir şekilde utandırmadığımı düşünüyorum, tekrar bir seçim olsa, partim beni aday gösterse o insanların beni tekrar destekleyeceğinden eminim. Utanacağım hiçbir şey yapmadım ama benim dokunulmazlığımı kaldırarak, şimdi de vekilliğimi düşürerek aslında Türkiye siyaseti bir genç siyasetçi kaybetmiş olacak. Ben bundan dolayı sadece üzgünüm ama kendim için değil bu ülkenin siyaseti için üzgünüm." (HDP sıralarından alkışlar)

Böyle bir insanın vekilliğinin düşürülmesinden bahsediyorsunuz arkadaşlar; böyle bir insanın, böyle bir genç hekimin, böyle bir genç siyasetçinin devamsızlık nedeniyle vekilliğinin düşürülmesini istiyorsunuz.

Devamsızlıkla ilgili -inşallah bulurum bu belgelerimin arasında- bu konu gazete haberlerine konu oldu "130 milletvekilinin sesi hiç çıkmadı." diye. Hatırlıyor musunuz? "600 milletvekilinden 130'unun sesi hiç çıkmadı." diye. Burada bazı milletvekillerimiz var, 24 Haziran 2018 seçiminden sonra bu Parlamentoya gelip yemin etmişler, 2022 yılı Ekim ayına kadar bir daha bu kürsüyü kullanmamışlar, bir daha; bir daha hiçbir komisyonda çalışmamışlar, hiçbir komisyon toplantısına katılmamışlar, hiçbir komisyon toplantısında tek bir tane söz etmemişler, kayıtları yok; hiçbir tane önerge vermemişler, hiçbir konunun araştırılmasını istememişler, hiçbir araştırma komisyonu kurulması için imza atmamışlar.

OYA ERSOY (İstanbul) - Bazıları başka yerde görevli de ondan.

MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - O kişiler bu Parlamentoda, bu Parlamentonun devamı için gereken koşulları yerine getirdi de 273 tane soru önergesi veren, 36 tane Meclis araştırma komisyonu kurulması önergesinde ilk imza sahibi olan, 460 tane araştırma komisyonu önergesinde imzası olan Semra Güzel'in; komisyonların tamamında gece gündüz çalışmış -KEFEK'te, Sağlık Komisyonunda, diğer komisyonlarda- onlarca kez bu Meclis kürsüsünü kullanmış; gece dememiş, gündüz dememiş Malatya'da, Diyarbakır'da, Dersim'de, İstanbul'da, İzmir'de, her yerde siyaset yürütmüş bir kişinin şimdi devamsızlık nedeniyle vekilliğini düşürmek istiyorsunuz, öyle mi? Sadece biraz vicdan arkadaşlar... Vicdanı olan hiç kimsenin böyle bir oylamada "evet" oyu kullanmayacağını düşünüyorum ama çok açık söyleyeyim: Burada artık vicdanla karar verilmediğini öğrendim, deneyimledim. Bu işle ilgili parti gruplarının hukuka aykırı biçimde nasıl kararlar aldığını, Genel Başkanların nasıl hedef gösterdiğini, bunların hepsini zaman içerisinde öğrendik.

Semra Güzel'in bugün dosyasının görüşülmesinin bir diğer nedeni ne, biliyor musunuz arkadaşlar? Bir tanesi de bir yanda, İstanbul İl Eş Başkanımıza tokat atanlara, memlekette binlerce, yüz binlerce insanın tepki göstermesi; bunu unutturmak için "Siz böyle yaparsanız, biz de sizin vekillerinizin vekilliğini düşürürüz." diye bir intikam siyaseti. İntikamla siyaset olmaz, intikamla bu ülkenin sorunlarını çözemezsiniz. Bu konularda grup kararı almamalısınız, bu konularda bütün milletvekillerini vicdanlarıyla baş başa bırakmalısınız. Bir milletvekili vicdanen vekilliğin düşürülmesini isteyebilir -vicdanen istememesi gerekir ama isteyebilir- vicdanen dokunulmazlığın kaldırılmasına inanabilir ama ben, bugün, burada vicdanen bir karar verileceğine inanmıyorum, bu kararın önceden verildiğinden adım gibi eminim. Üstelik Semra Güzel'e haber vermeden, üstelik gruba haber vermeden, bir gün önce "Yarın Semra Güzel'in dosyasını getiriyoruz." demenin kendisi, zaten bunu nasıl bir siyasi kararla yapıldığını çok açık biçimde gösteriyor; bunun üzerine söylenecek başkaca söz yok bence. Ha, Grup Başkan Vekillerinin yaptığı açıklamalar var, Genel Başkanların yaptığı açıklamalar var; o gün dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin süreç, serüven nasıl devam ettirildiğiyse bugün vekilliğinin düşürülmesine ilişkin süreç de aynı şekilde devam ettiriliyor.

Bakın, hukuksal olarak söylüyorum: Semra Güzel'in vekilliğinin düşürülmesi veya düşürülmemesinin bugün, bu Parlamentoya katacağı hiçbir katkı yok. Zaten Semra Güzel'in dokunulmazlığını kaldırdınız. O dokunulmazlığı kaldıran dosyalarda -ki özellikle bütün iktidar mensupları için söylüyorum- "Biz Semra Güzel'le ilgili yargı belirtmiyoruz." diyorlardı, "Buna mahkeme karar verecek." diyorlardı, "Biz suçlu olup olmadığı yönünde bir oy kullanmıyoruz." diyorlardı, "Bunu adalet mekanizması karar verecek." diyorlardı. Eğer öyleyse bu amacınıza ulaştınız zaten, bu amacınıza ulaştınız, dokunulmazlığını kaldırdınız, Semra Güzel'i gözaltına aldırdınız; Semra Güzel tutuklandı ve yargılamasına başlandı, önceki gün de ilk duruşması gerçekleştirildi. Dolayısıyla bu saatten sonra Semra Güzel'in vekilliğinin düşürülmesinin bu ülkeye hiçbir yararı olmayacaktır, bu Parlamentoya hiçbir yararı olmayacaktır; sadece, Parlamento, bir üyesinin daha, bir vekilin daha vekilliğinin sona erdirilmesine karar verecektir.

Altı aydan az bir süre kalmışken, hiçbir gerekçe yokken; hukuksal olarak hiçbir siyasi amaca, hukuksal hiçbir gayeye hizmet etmeyecekken bugün Semra Güzel'in vekilliğinin düşürülmesi için oy kullanmamanızı istiyorum. Vicdanen bir karar vermenizi, eğer hâlâ kafanızda bir soru işareti varsa o soru işaretiyle düşünerek bu Parlamentoya da bu ülkeye de hiç kimseye de yararı olmayan bu teklifi reddetmenizi umuyorum.

Semra Güzel kaybetmeyecek, HDP kaybetmeyecek, Kürtler kaybetmeyecek; bu ülkedeki herkes kaybedecek. Bu ülkede sadece bir milletvekilinin daha vekilliğini düşürmüş olacaksınız. Zaten -dokunulmazlıkları kaldırarak- Anayasa'da hukuka aykırılığı kesinleşmiş, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince hukuka aykırı olduğu yönünde karar verilen bir Anayasa değişikliğiyle milletvekillerimizin dokunulmazlığını geçen dönem toplu olarak kaldırdınız, yargılamaların önünü açtınız ve bu, ülkeye hiçbir şey kazandırmadı. Aynı şekilde biz, büyüyerek bu Parlamentoya gelmeye devam ederiz ama sizin tarihinize karanlık bir sayfa daha ekliyoruz. Bir milletvekilinin daha dokunulmazlığını kaldırdınız, bir milletvekilinin daha vekilliğini düşürdünüz; kaybeden siz olursunuz diyorum.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Semra bizi izliyorsa canıgönülden bütün grup adına da ona sevgilerimi saygılarımı sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar) Her zaman yanımızda olacaksın, bütün çalışmalarımızda Semra Güzel'i hatırlayarak milletvekilliği görevimizi yapacağız diyorum. (HDP sıralarından ayakta alkışlar)