GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Pakistan İslam Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Mal Ticareti Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:6
Birleşim:49
Tarih:12.01.2023

İYİ PARTİ GRUBU ADINA AHMET KAMİL EROZAN (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; onayımıza sunulmuş olan anlaşmaya değindikten sonra, ben, izninizle, birkaç farklı dış politika konusuna da değineceğim.

Bir defa, Pakistan, tabii, bizim açımızdan herhangi bir ülke değil yani geçmişteki ilişkilerimizin yakınlığı, her anlamda; hem siyasi hem askerî hem ekonomik anlamda bize önemli bir derinlik veriyor ilişkilerimiz açısından. Elimizdeki anlaşma bir ticaret anlaşması olsa da ben bunun varoluş sebebinin arkasında bir siyasi motif görüyorum, bunu da şöyle bir ifadeyle; âdeta Pakistan'a bir cemile yapılmakta, bir cömertlik yapılmakta bu anlaşmayla çünkü biliyorsunuz, biz, Avrupa Birliği üyesi olma yolunda bir ülkeyiz, gümrük birliğinin bir tarafıyız, dolayısıyla, ticaret açısından Avrupa Birliği normlarına uymakla mükellef bir yapı içindeyiz. Pakistan bu durumda değil ve bizim piyasamıza, bu ticaret anlaşması çerçevesinde, büyük ihtimalle AB standartlarına uymayan, bir ölçüde kalitesiz, ucuz olsa dahi kalitesiz ürünlerin girmesi söz konusu olacaktır. Bunu özellikle tekstil sektörü açısından anmak durumundayım çünkü bizim önemli bir ihracat ürünümüz olmasına rağmen Pakistan özellikle iş gücü fiyatlarının düşüklüğünden kaynaklanan sebeplerle göreceli bir avantaja sahip. Yani dolayısıyla bu anlaşmayı onaylayacağız, evet siyasi sebeplerle onaylayacağız ama sonunda bunun ekonomimiz açısından ve üreticilerimiz açısından birtakım yan etkilerinin olacağını da anmak durumundayım.

Başka bir konuya geçeyim izin verirseniz, 6'lı masa. Şimdi, biliyorsunuz, 6'lı masa 30 Ocak tarihinde -bir ortak tutum belgesi mi dersiniz, yol haritası mı dersiniz- bir müşterek kâğıdın tanıtımını yapacak. Ben ve benim gibi diğer 6 partideki arkadaşlarım da, biz de o kâğıdın dış politika bölümünü çalıştık ve 9 Aralık tarihinde 6 partiden benim karşıtlarım olan arkadaşlarımızla bir araya geldik. Tabii, siz inanmayacaksınız ama yemek dâhil üç saat içinde biz o kâğıdı hazırladık. Ben, şimdi size sorayım: AK PARTİ sıralarından kendi siyasi açılarından dış politika kâğıdını hazırlamaya kalksalardı ne kadar zamanda hazırlarlardı? Çok merak ediyorum çünkü bu bir ortak aklı, bir istişareyi gerektirir. Hâlbuki benim gördüğüm, AK PARTİ sıraları açısından o ortak akıl bu salonda değil, genel merkezde de değil, Beştepe'de yoğunlaşmış vaziyette.

Buradan Avrupa Birliğiyle ilişkilerimize geçeceğim izin verirseniz. Özellikle, bu Ukrayna-Rusya savaşından sonra Avrupa Birliğinin yol haritasında önemli değişiklikler oldu. Bizim açımızdan da oldu, onlara biraz sonra değineceğim ama sırada bekleyen, sonunda bir üye olma perspektifi arayışında olan ülke sayısı 10'a çıktı, 10'a çıktı, 10'a çıktı derken bunlardan 6 tanesi Balkanlarda, 7'ncisi biz, 3 tane de eski Sovyet coğrafyasından diyeceğim hem Gürcistan hem Ukrayna hem de Moldova sıraya girdi. Şimdi, bu ülkelere baktığımızda bunların bazıları açısından şu hususun altını çizmek durumundayım: Örneğin, Sırbistan, Kosova, Ukrayna, Gürcistan ve Moldova açısından birtakım sorunlar var, hatta bu ülkelerin toprak bütünlüğünün tartışılmasına yol açacak kadar derin sorunlar var. Dolayısıyla bu 5 ülke açısından güzergâhın oldukça meşakkatli geçeceğini beklemek kaçınılmazdır. Buna mukabil Bosna Hersek, Makedonya, Karadağ ve Arnavutluk açısından biraz daha hızlandırılmış bir modelde Avrupa üyeliği perspektifinin açıldığını gözlemekteyiz. Bunun en tipik ve en son örneği Bosna Hersek. Biliyorsunuz Bosna Hersek'e yakın bir tarihte üyelik perspektifi verildi ve bu sadece Bosna Hersek'e verilen bir üyelik perspektifi değil, aynı zamanda Sırbistan'a verilen bir mesaj şeklinde tecelli etti çünkü biliyorsunuz Sırbistan'ın Rusya'yla olan yakın ilişkilerinden kaynaklanan sebeplerle Avrupa Birliği kendi hâlâ tamamlayamamış olduğu bir üyelik, tamamlayamadığı bir coğrafyadaki bu Sırbistan meselesine biraz daha fazla dikkatle eğilmek ihtiyacını da duyuyor. Ha, bizim açımızdan durum nerede? Diğer ülkeler kendilerine göre yollarını almaya çalışıyorlar. Her ne kadar Sayın Cumhurbaşkanı "Geleceğimiz Avrupa'da." diyor ise de fiiliyatta yapılanlar bunun tam aksi. Niye? Çünkü Avrupa Birliği sadece bir ekonomik birlik değil, aynı zamanda bir değerler manzumesi. Nedir o değerler manzumesinin unsurları? Demokrasi, insan hakları, hukuk düzeni, özgürlükler, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının uygulanması. Bunların hepsine, bütününe baktığınızda benim açımdan Avrupa Birliği üyeliği şu andaki iktidarın kurmaya hedef tuttuğu rejim açısından en büyük risktir. "Nereye giderlerse gitsinler." diyor Erdoğan değil mi vatandaşlara? Aslında şunun altını da söylemem lazım, Sayın Erdoğan'ın izlemekte olduğu politikalar açısından bir anlamda beyin göçü de âdeta teşvik edilmekte ve gidenler gitsin, kalanlar benimdir anlayışıyla yaklaşılmakta konuya.

Şimdi, 2000'li yıllarda bizim elimize bir bilet verdiler yani AK PARTİ'nin ilk yıllarından bahsediyorum ve o bir Brüksel'e gidecek, bizi Brüksel'e, ülkemizi Avrupa Birliğine taşıyacak bir biletti. O bilet hamiline değil üzerinde Türkiye Cumhuriyeti yazıyor, buna rağmen maalesef o günden bugüne ve iktidar dönemindeki uygulamalara baktığımızda biz o yol istikametinde, Brüksel istikametinde değil tamamen başka istikamete kaydık, gittik. Yani biz o biletle elimizdeki biletle bugün istasyona gitsek kondüktöre versek bilet üzerinde Türkiye Cumhuriyeti yazsa dahi kondüktör bize isim doğru, cisim doğru değil diyecektir çünkü biz o bileti alan Türkiye'ye artık benzemiyoruz. Bu sadece Avrupa Birliği açısından da geçerli değil bugün AKPA yetkilileri binamızın içindelerdi. Onlara bakarsanız, onların da Türkiye'ye ilişkin gözlemlerine bakarsanız Türkiye bugün neredeyse Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesinden dışlanmanın eşiğinde olan bir ülke durumuna düşmüş vaziyette. Bunu pek çok başka örgüt açısından da söylemek mümkün. Böyle bir Türkiye'nin ne gümrük birliğini güncellemesi ne Türk vatandaşlarına yönelik vize uygulamalarının kaldırılması, sonuçlandırılması mümkün değildir. İleriye doğru baktığımızda ve raporlara da bu yansıyor hem komisyonun raporlarına hem Avrupa Parlamentosu raporlarına hem de AKPA raporlarına, Türkiye'ye ilişkin tarif şu şekilde. Bir tek artı hanesi var, o da "Sığınmacılara misafirperverlik gösterdiğiniz için teşekkür ederiz." diyorlar ama onun dışında her şey eleştiriden ibaret. Ne diyorlar o eleştirilerde? "Türkiye'yi yöneten iktidar demokrasiyi ayaklar altına almıştır, insan haklarına saygısızdır, medya kontrol altındadır, özgürlükler sınırlandırılmıştır, hukuk düzeni yoktur, İstanbul Sözleşmesi'nden çıkılmıştır, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları uygulanmıyor." diyor. Şimdi, ileriye doğru baktığımızda seçimler geliyor, dört beş ay sonra Türkiye'de başka bir iktidar olacak. Ha, şimdi, bu biraz evvel sözünü ettiğim mesela komisyonun son raporu 140 sayfadır, ben şunu iddia ediyorum: Büyük ihtimalle bir sene sonra yayınlanacak yeni bir raporda artık Türkiye'yle ilgili sayfalar ve eleştiriler herhâlde 140 sayfa değil 15 sayfa olacaktır. Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesinin de raporu 34 sayfadır o da büyük ihtimalle 5 sayfaya inecektir. Çünkü karşılarında bambaşka bir Türkiye bulacaklar bir sene sonra ve talepkâr bir Türkiye bulacaklar. Yani bugüne kadar açılmayan fasıllar açılıp kapanmaya başlayacak ve Türkiye, Avrupa Birliği üyeliği güzergâhında daha hızlı bir tempoda ileriye doğru bakacaktır.

Buradan, yakınımızdaki savaşa geçeyim izin verirseniz. Bu savaşın Türkiye açısından birtakım fırsatlar yarattığı doğrudur ama bu fırsatlar ile fırsatçılık arasında bir ayrıştırma yapmak gereğini ben duymaktayım. Niye bunu söylüyorum? Maalesef, iktidar hem tahıl ürünleri hem gübre hem doğal gaz hem petrol açısından âdeta Moskova'nın acenteliğini yapmaya başlamıştır. Yani pek çok ürünü piyasanın çok altındaki fiyatlarla satın almaktadır. Örnek vereceğim size; bugün uluslararası piyasalarda petrolün varilinin fiyatı 80 dolar civarındadır, Türkiye bunu aşağı yukarı 40 dolara alıyor bugün. Alsın ama ben şunun karşılığını görmek isterim: Akşama benzin, dizel almaya pompacıya gittiğinizde orada o fiyatın piyasanın yarısı fiyatına kadar inmiş olması gerekirken niye hâlâ inmediğini de sormak durumundayım. Dolayısıyla, buradan da çıkaracağım tek sonuç vardır: "Bu aradaki parayı kim götürüyor?" demem lazım.

Şey de bir hikâyedir onu da söyleyeyim: Bir de "doğal gaz 'hub'ı olmak" diye bir hayal satılıyor biliyorsunuz seçim perspektifinde. Hâlbuki Türkiye'nin bugün ne fiziki altyapısı yani boru sistemi ne hukuki altyapısı, bu konuya ilişkin hukuki altyapısı ne de ticari koşullar buna elvermemektedir. Dolayısıyla, iktidarın -daha evvelce ifade etmiştim bir şekilde- bir seçim ekonomisinin yanında yine, böyle bir hülyalar satarak dış politika açısından da kendisine bir oy devşirme çabası olduğunu da üzülerek gözlemekteyiz.

ABD'yle ilişkilerimize geçeyim. Bu, F-16 meselesi, biliyorsunuz, hâlâ askıda duruyor. Askıda duruyor dediğim zaman, her ne kadar Biden yönetimi bunların satımı konusunda yeşil ışığı yakmış olsa da neticede Kongreden bu işin bir geçmesi lazım. Ha, şimdi, Kongrede hâlâ ismi "Menendez, Pappas, Rich, Malliotakis" dediğimiz birtakım bilinen kimlikler buna sert bir şekilde müdahale etmeye devam ediyorlar ama bunun bir çözüme ulaşacağının da işaretlerini biz de gözlüyoruz ama hangi şekilde? Yani çünkü sonunda bize ne dediler? "F-35'ten çıkardık S-400 meselesinden dolayı. Pantolon veremiyoruz, gömlek verelim." dediler. Bir jenerasyon, bir nesil eski bir uçağa mahkûm edildik ama ortada şöyle bir "şeytan üçgeni" diyeceğim bir üçgenin içine kısıldık. Niye bunu söylüyorum? Sonunda buna Kongreden "evet" çıkacaktır ama bu "evet" çıkarken buna bir F-35 paketi eklenecektir. O F-35 paketi de bizim F-35'lerimiz değil, Yunanistan'ın F-35'leri yani Kongrenin kararında sadece F-16'lar değil F-35'ler de olacaktır. "Türkiye'ye F-16, Yunanistan'a F-35" diye çıkacaktır o karar yani sonunda biz kucağımızda alkışlarla karşılayacağımız F-16 satın alımı imkânını bulsak da aynı alkışlar maalesef F-35'lerin de Yunanistan'a satılması sonucunu doğuracaktır.

Tabii, burada iktidarın ortaya koyduğu politikanın ne kadar zikzaklarla veyahut U dönüşleriyle dolu olduğunu da hepimiz maalesef yaşayarak gördük. Bunun başka bir örneğini Suriye'de yaşıyoruz hâlen. Niye Suriye'de yaşıyoruz? Biliyorsunuz ben geçmişte iktidarı motoru bozulmuş, rüzgâra göre dalgaların üstünde savrulmakta olan bir gemiye benzetmiştim. Şimdi, iktidar bu dalgalı denizden kurtulabilmek için bir kurtarma gemisi çağrısı, SOS'i yaymış vaziyette, buna da cevap veren Rusya. Yani bugün Rusya'nın cömertliklerine bakarsanız rubleyle aldığımız doğal gazı, petrolü, vadeli ödemeleri, o doğal gaz "hub"ını bunların hepsini bir anlamda iktidarın cömertlikle Rusya'dan sağladığı faydalar hanesine yazmanız gerekir. Ha, sonunda belki Esad'la, "Esed" olmayan, artık "Esed" olmaktan çıkmış olan Esad'la yeniden el sıkışma imkânını bulacaksınız ama ortada ciddi bir güven bunalımı devam ediyor yani Şam'dan gelen seslere bakarsanız evet Rusya'nın baskısını onlar da hissediyorlar iktidarın hissettiği gibi çünkü burada ana oyun kurucu hâlâ Rusya olmaya devam ediyor ve Rusya'nın da baskılarıyla Esad'ın elini uzatması mümkündür ama bunun yapılabilmesi açısından da seçim tarihi çok önemlidir çünkü Esad'a sorarsanız Esad büyük ihtimalle "Ya, bununla mı el sıkışsam yoksa bir müddet sonra başka bir iktidarla karşılaşacağım üç beş ay sonra, onlarla mı el sıkışsam?" diyor ama mesele Esad'la el sıkışmanın da ötesindedir maalesef çünkü Esad'la el sıkıştığınızda aynı anda bugün "ılımlı muhalifler" dediğimiz "Özgür Suriye Ordusu" dediğimiz "Millî Suriye Ordusu" dediğimiz "El Nusra" dediğimiz "HTŞ" dediğimiz ve diğer onların şürekâsı olarak dediğimiz birtakım muharip güçlerle aynı anda işleri götürmek mümkün değildir. Dolayısıyla, ikisinden birinden fedakârlık yapacaksınız. Bunu bir müddet evvel yaşadık, Türk Bayrağı'nın yakılmasına kadar gidecek garip olaylarla karşılaştık. Şimdi, iktidarın son dönemde bu tepkileri yatıştırmak uğruna o muhalifleri bir araya getirerek bir ölçüde de sindirmeye çalıştığının farkındayız ama emin olun, buradan bize sizden yadigâr, miras olarak çok ağır bir posa kalacaktır. Dolayısıyla, bunun temizliğinin de maalesef pek çok açıdan, ülkenin güvenliği açısından da büyük sakıncaları olacağı kanısındayım. Son zamanlarda Süleyman Soylu'nun "120'den az terörist kaldı." dediğini mutlaka duymuşsunuzdur. Suriye artığı olanlar, o, PKK-PYD/YPG'yi kastediyor belki ülkemiz açısından 120 diye ama bizim ilimizde posa olarak kalacak yine terörist kategorisinde PKK kategorisinin dışındaki terörist olarak mutlaka elimizde kalacakların sayısı çok çok daha fazla olacaktır.

Bizim bu diyaloğu aslında memnuniyetle karşıladığımızı Sayın Genel Başkan dünkü grup konuşmasında da ifade etti. Aslında Sayın Genel Başkanımız bunu Ocak 2020'den bu yana dillendiriyor ama neticede pek çok ekonomik meselede de olduğu gibi, EYT'de de olduğu gibi sonunda bizim dediğimize gelinmiş olmasından da ister istemez memnuniyet duyuyoruz. Bu arada, ne oldu diyeceğim, bir harekât vardı biliyorsunuz, "Bir gece ansızın gelebilirim." diye dillendirilen, herkesin, Amerikalıların, Rusların, İranlıların "Hayır." dedikleri bir harekât vardı, ondan da ses çıkmıyor. En son, Millî Savunma Bakanı Hulusi Akar'dan duyduğumuz "ABD'den anlayış bekliyoruz."du, o anlayış da gelmedi gördüğümüz üzere. Dolayısıyla şimdi, başka bir sorunla karşılaşıyoruz. Çünkü Esad'la el sıkışmanın Türkiye-Amerikan ilişkileri açısından başka maliyetleri olacağı anlaşılıyor. Buradan, Türk-Yunan ilişkilerine biraz geçmek isterim.

Şimdi, iktidarın zafiyetleri maalesef pek çok alanda komşumuzu da heyecanlandırmış gözüküyor, bunu somut bir örnekle tarif edeceğim size. Yunanistan'da bizim Antalya Diplomasi Forumu'na benzeyen bir forum vardır "Delphi Forumu" diye, her sene yapılır, daha ekonomik içeriklidir. Türkiye'den de başka parlamenter arkadaşlar da vardı, onlarla birlikte nisan ayında yani geçen sene, 2022 Nisanında yapılan bu foruma katıldım. Burada türlü çeşitli, tabii, savaşın hemen ertesine denk geldiği için ağırlıklı olarak Ukrayna-Rusya savaşı üzerinden görüşmeler yapıldı ama bir oturumda Evangelos Venizelos... Ki bizim İstiklal Savaşı'ndan bildiğimiz Venizelos'la alakası yoktur, sadece isim benzerliğidir. Evangelos Venizelos, aslında, geçmişte hem Dışişleri Bakanlığı yapmış hem Başbakan Yardımcılığı yapmıştır. Şimdi, bu muhterem başka bir oturumda, Türkiye'yle ilgili olmayan bir oturumda sorulara cevap verirken Türkiye-Yunanistan ilişkilerine de değinmek gereğini duydu ve şöyle enteresan bir cümle sarf etti, dedi ki: "Kırk yedi sene sonra Türk-Yunan ilişkileri açısından müzakereye oturmanın tam zamanıdır." Şimdi, bu bizim Yunanlılardan pek duymaya alışık olmadığımız bir cümle. Niye bunu söylüyorum? "Kırk yedi sene sonra" diyor. Bunu geriye doğru sayarsanız 74 senesine götürüyor. Yani Barış Harekâtı'ndan bu tarafa Türk-Yunan ilişkilerinin sancılı olmasından kaynaklanan sebeplerle "Oturup artık müzakere edelim." diyor ama adamın söylemek istediği başka bir şey var, adam şunu diyor: "Türkiye'yi bu kadar zayıf bir noktada bir daha bulamayız." Türkiye öyle bir zayıf noktada ki Türkiye'nin elini, belini bükebilmenin imkânı şu andır çünkü önümüzdeki dönemde yapılacak seçimden sonra Türkiye bu kadar güçsüz olmayacaktır diyor. Ne demek istiyorum ben? Komşudan al haberi demek istiyorum. Yani ileriye doğru baktığımızda maalesef iktidarın ülkemizi içine düşürmüş olduğu dalgalı denizde komşularımız, mevcut durumu kaçırılmaması gereken bir fırsat olarak görüyorlar.

İzin verirseniz Libya'yla bitireyim. Yine burada yaptığım bir konuşmada Libya'daki çöllere ve çöl kum tepelerine değinmiştim. O kum tepeleri rüzgâra göre yer değiştirir. Bir sabah sağda bulduğunuz kum tepesini ertesi gün solda bulursunuz. Bu, maalesef Libya siyasetinde de bugün aynen yaşanıyor. Ne demek istiyorum? İktidarın kankası olan, geçmiş dönemin, bir evvelki hükûmetin İçişleri Bakanı Fethi Başağa gitti, şu anda başka bir ekipte çalışıyor.

Yine son zamanlarda Mısır bizim yetki alanı anlaşmamıza rağmen kalktı, kendi deniz yetki alanının batı sınırını belirledi. Yunanistan'ın son zamanlarda kendi kara sularını 12 mile çıkarmak gibi bir çaba içinde olduğunu da biliyoruz. Şimdi, ileriye doğru baktığımızda bizim Libya'da yeni bir darboğaza girmiş olduğumuzu belirtmek durumundayım. Niye bunu söylüyorum? Son dönemdeki gelişmelere bakarsanız, biliyorsunuz, 3 Ekim 2022 tarihinde bir anlaşma yaptık biz yine petrol ve hidrokarbon kaynakları konusunda ve Sayın Çavuşoğlu da şöyle bir cümle kullandı: "3'üncü ülkelerin iki egemen ülkenin imzaladığı böyle bir anlaşmaya müdahale hakkı yoktur." dedi. Tamam, burada hiç sorun görmüyorum ben, doğru bir cümle. 3'üncü ülkelerin müdahale hakkı yoktur ama "Libya'daki hukuk düzeninin müdahale hakkı var mıdır?" diye de sormam lazım, onun herhâlde vardır ve nitekim mahkeme bu anlaşmanın geçersiz olduğunu ilan etti. Onlar geçersiz olduğunu ilan ettikleri... Libya'daki bir mahkemeden bahsediyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurunuz efendim.

AHMET KAMİL EROZAN (Devamla) - Libya'daki bir mahkemenin geçersiz olduğunu ilan ettiği anlaşmayı Sayın Cumhurbaşkanı iki gün evvel Meclise sevk etme kararı aldı. Şimdi burada da bir çelişki var. Yani karşı taraftaki muhatap olduğumuz insanların yok saydıkları bir anlaşmanın niye ısrarla bizim önümüze getirilmeye çalışıldığını anlamıyorum. Ha, seçim... Ona da değinerek bitireyim. Biliyorsunuz, Antalya Forumu'na biraz evvel değindim. Antalya Forumu'nun tarihi 28-30 Nisandı. Sayın Çavuşoğlu bunun tarihini değiştirdi, 10-12 Marta getirdi. Niye? Çünkü "Seçim ortamında iki ayağımız bir pabuca girmesin." dedi. Buradan ne çıkıyor? Seçim, belki yarın belki yarından da yakın.

Ben şu cümleyle bitirmek isterim: Siz Atatürk'ün cumhuriyetini bir reklam arası ve parantez olarak tanımlayıp durdunuz, cumhuriyetimizin 100'üncü yılına geldik, biz halkımızın desteğiyle sizin parantezinizi kapatacak ve sizi geldiğiniz gibi uğurlayacağız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayınız.

AHMET KAMİL EROZAN (Devamla) - Az kaldı, hem de çok az kaldı.

Çok teşekkür ederim. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)