GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Pakistan İslam Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Mal Ticareti Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:6
Birleşim:49
Tarih:12.01.2023

MHP GRUBU ADINA İSMAİL ÖZDEMİR (Kayseri) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Pakistan İslam Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Mal Ticareti Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi'yle ilgili Milliyetçi Hareket Partisi Grubumuz adına söz almış bulunmaktayım. Gazi Meclisimizi ve ekranları başında çalışmalarımızı takip eden aziz milletimizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Sözlerimin hemen başında, bugün İsveç'in Stockholm kentinde terör örgütü PKK yandaşlarınca gerçekleştirilen çirkin gösteriyi kınıyor, yapılan saygısızlık ve saldırganlığın Sayın Cumhurbaşkanımızın şahsında tüm Türkiye'ye yapıldığını ifade etmek istiyorum.

Muhterem milletvekilleri, 21'inci yüzyılda yaşanan gelişmelerin getirmiş olduğu şartlar altında küreselleşme artık yerini daha çok yerelleşmeye doğru bırakmaya başlamış ve ülkeler artık çok kutuplu bir dünya düzenine olan inançlarını fiilî olarak göstermeye koyulmuştur. Dünyanın pek çok yerinde uzun süredir devam eden siyasi, askerî ve ekonomik gerginlikler farklı bir boyuta yönelmiş ve bu durum yeni iş birliklerini getirdiği gibi bunun bir zorunluluk olduğunu da açık etmiştir. Tabii olarak geliştirilecek iş birliklerinin benzer kültür, ortak tarih, aynı inanç ve aidiyetleri taşıyan ülkeler arasında gerçekleştirilmesi de taraflar nezdinde önem arz edebilecektir. Dünyada dengelerin yeniden tesis edilmeye başladığı bir dönemin içerisinde olduğumuz mutlak bir gerçektir. Farklı coğrafyalarda yer alsalar da her ülke kendine has potansiyeliyle önemli olmakla beraber bulunduğu konum ve sahip olduğu çeşitli potansiyelleriyle ön plana çıkmaktadır. Ukrayna-Rusya savaşının başlamasıyla beraber karşılıklı yaptırımlar neticesinde Avrupa'nın içerisine saplandığı durum ve geleceğinin de soru işaretleri içermesi, Asya coğrafyasının son dönemde daha da dikkat çekici olması sonucunu doğurmuştur. Asya coğrafyasının, Amerika Birleşik Devletleri, Rusya, Çin arasında bir mücadele sahası olarak görülmesi ve söz konusu ülkelerin birbirlerine karşı izledikleri politikalar neticesinde bölge ülkeleriyle geliştirmeye çalıştırdıkları ilişkiler, ayrıca bu ülkeleri dizayn etme çabaları, bölgenin istikrarına ve yine burada yer alan ülkelerin refahına olumlu bir katkı yapmaktan ziyade kaos ve anlaşmazlıkların yaşanması sonucunu doğurmuştur.

Türkiye, doğu ile batı arasında bir mücadele sahasına dönüştürülmeye çalışılan Asya ülkelerinin sulh ve selametinin, kendi iradeleri ve egemenlikleriyle tesis edilmesini desteklemektedir. Uzun bir süredir Asya ülkeleri ekonomik, askerî ve siyasi sebeplerden ötürü iç karışıklıklar yaşamakta, hükûmet krizleri ve toplumsal hareketliliklerle meşgul olmaktadır. Yakın bir geçmişte Pakistan'da yaşanan ve hükûmet değişikliği sonucunu doğuran olayların etkisi hâlen devam etmektedir. Bu olaylar, bazı Batılı ülkelerin Pakistan'ın iç işlerine müdahale etmeye çalıştığı tartışmalarını da beraberinde getirmiştir. Temennimiz, Pakistan'la beraber bütün Asya coğrafyasının en kısa sürede istikrarlı bir yapıya kavuşmasıdır.

Saygıdeğer milletvekilleri, Pakistan, köklü dostluk bağlarına sahip olduğumuz ve ilişkilerimizin tarihten bugüne kadar olumlu yönde seyrettiği yüksek önemi haiz, güvenilir ve stratejik bir ortağımızdır. İlişkilerimiz, tarihî güvenimize, karşılıklı iş birliğimize ve uzun süredir devam eden ekonomik bağlarımıza dayanmaktadır. Bununla birlikte, Türkiye ile Pakistan arasındaki kültürel, dinî ve tarihî yakınlığa dayanan kardeşçe bağlar ilişkimizin her geçen gün güçlenmesine ve olumlu yönde ilerlemesine olanak tanımaktadır. Tarihte bugüne kadar en sıkıntılı ve dayanışmaya en çok ihtiyaç duyulan dönemlerde gerek ülkemiz Pakistan'a desteğini esirgememiş gerekse de Pakistan imkânları kabiliyetinde Türkiye'nin yanında yer almıştır. Bunun en güzel örnekleri; Çanakkale Savaşı, Kurtuluş Savaşı ve 1999 depreminde Pakistan'ın göstermiş olduğu vefalı davranışa mukabil Türkiye'nin de Pakistan'da yaşanan doğal afetlerde her defasında takınmış olduğu tavır ve Pakistan'a sunduğu maddi ve manevi destekleridir. Yine, Pakistan'ın Birleşmiş Milletler, İslam İşbirliği Teşkilatı, Ekonomik İşbirliği Teşkilatı gibi forumlarda Türkiye'yle tam dayanışma içerisinde hareket etmesi, küresel siyasetteki iş birliğimiz noktasında önemli bir gösterge olmaktadır. Bazı Batılı yayınlarda Azerbaycan ve Pakistan'ın "Dış politikada Türkiye'yi takip ederek ortak tutum sergileyin." yönünde çıkan haberler ise siyasi iş birliği ve dayanışmamızın küresel boyuttaki etkisini ifade etmektedir. Siyaseten tam dayanışma içerisinde olduğumuz Pakistan'la nispeten daha zayıf kalan ticari ilişkilerimizin daha da geliştirilmesi hem ülkemize hem de Pakistan'a faydalı kazanımları beraberinde getirebilecektir. Hâlihazırda Türkiye ve Pakistan arasında savunma, askerî ve ekonomi anlamında anlaşmalarımız mevcut olmakla beraber, olumlu yönde seyreden ilişkilerimiz, söz konusu anlaşmaların sonuç itibarıyla da her gün yeni bir boyut kazandığını göstermektedir. Pakistan ve Türkiye arasında 2018 yılında 4 MİLGEM korveti için imzalanan anlaşma neticesinde inşa edilen gemilerde Pakistan'ın temsil edilmesi ise ilişkilerimiz açısından önemli bir kilometre taşı olmuştur. Yakın zamana kadar Pakistan'la var olan ticaret hacmimiz 700 milyon doların altında kalarak ticaret dengesi de ülkemiz aleyhinde tecelli etmekteydi. 2017 yılında yürürlüğe giren Serbest Ticaret Alanı Tesis Eden Çerçeve Anlaşması'nın da etkisiyle, bu durum ülkemiz lehine dönmeye başlamış ve ticaret hacmimiz de 1 milyar dolar seviyesine yaklaşmış durumdadır. Pakistan ile Mal Ticareti Anlaşması'nın onaylanmasıyla beraber her iki tarafın da çıkarları gözetilerek ve ekonomilerine zarar vermeyecek imtiyazlarla hem ülkemiz hem de Pakistan önemli kazanımlar elde edebilecektir. Anlaşma kapsamında, ticaretimizdeki payı 59 milyon dolara tekabül eden ve ağırlıklı olarak sanayi malı niteliğindeki 130 üründe imtiyaz sahibi olacak olmamız yine ticari noktalarda önemli bir gelişme olacağı gibi, ülkemize fayda ve kazanımları da beraberinde getirecektir. Pakistan'a verilecek olan imtiyazlar konusu yine Pakistan'a ekonomik fayda sağlarken ülkemiz açısından da ithalat kalemimiz olan ürünleri daha düşük fiyata temin edebilme kabiliyetini artıracaktır. Bugün burada görüştüğümüz kanun teklifi çerçevesinde, Pakistan'la olan ilişkilerimizde ticari engeller azaltılırken ticareti kolaylaştırıcı ilave adımların da atılacak olması ve her iki ülkeye önemli faydalar getirmesi oldukça memnuniyet verici bir durumdur.

Değerli milletvekilleri, zaman zaman bir coğrafyada yaşanan sıkıntıların yaşandığı bölgede kalmayarak başta komşu ülkeler olmak üzere, diğer bölgelere de doğrudan yahut dolaylı olarak sirayet ettiğini ifade ediyoruz. Yine, bu ifademizle belirttiğimiz üzere, yaşanan olumlu gelişmelerin de elbette, başta komşu ülkelerle olmak üzere, yapıcı etkileri olacaktır. Bugün Asya coğrafyasında yaşanan problemler hepimizin malumudur. Amerika Birleşik Devletleri'nin Afganistan'dan çekilmesinin akabinde Taliban'ın yönetime gelmesinin ardından zaten bir kaos sarmalında olan Afganistan'ın problemleri farklı bir boyut kazanmış ve ülkedeki diğer zorluklar şiddetini artırmıştır. Pakistan ve Afganistan'ın sınır komşusu olmaları ve uzun bir sürece yayılan ikili ilişkilerdeki problemleri her iki ülke açısından da olumsuz sonuçlar doğurmaktadır. Pakistan'ın ekonomik ve askerî altyapısının özellikle de dostluk ve kardeşlik bağlarına dayalı olarak güçlendirilmesi Pakistan açısından önemli olduğu kadar hem Asya bölgesinin hem de Afganistan'ın refaha ve istikrara kavuşabilmesi adına önemlidir. Afganistan ve Pakistan arasında dönem dönem çatışma boyutuna varan problemlerin çözüme kavuşturulmasında, Afganistan'ın ekonomik durumu da göz önünde bulundurulduğunda, Pakistan'ın mevcuttan daha güçlü bir ekonomik yapıya sahip olarak Afganistan'a muhtemel ekonomik desteğiyle her iki ülke arasındaki ilişkilerin güçlendirilmesinin yolu açılırken yine Kâbil'in kısa sürede toparlanma sürecine girmesine de imkân tanınabilecektir.

Öte yandan, Pakistan ve Hindistan arasında tarihsel bir problem olan Cammu Keşmir sorununun da aşılması adına yine Pakistan'ın askerî altyapısı kadar ekonomik durumunun da önemli olduğu göz ardı edilmemelidir. Türkiye ve Pakistan arasında ticari ilişkilerin gelişmesi, ülkemizin Asya bölgesindeki pazarlara ulaşım imkânlarını da kolaylaştıracak, bununla beraber bölgede vasat bulan problemlerin çözümü noktasında manevra kabiliyeti sağlayabilecektir. Sadece Asya değil, küresel siyasetimizde önemli bir yere sahip olan Türk dünyası ülkeleriyle ilişkilerimizin Pakistan'ı da asla dışlamayacak ve müşterek ortaklıkları beraberinde getirecek mahiyette olmasına özen gösterilmelidir.

Sayın milletvekilleri, Suriye'de var olan iç savaş 2011 yılından beri devam etmektedir. Krizin başladığı dönemden bugünlere kadar gelinen süreçte çokça acılar yaşanmış, bununla beraber bölgeyi ve sınırları yeniden çizmek isteyen karanlık emellerin uğraşlarına hedef olunmuştur; aynı gelişmelerin hâlen mevcut olduğu da malumdur. Rejim ve muhalefet arasında başlayan krize DEAŞ ile PKK-PYD terör örgütlerinin de maksatlı ve planlı olarak dâhil edilmesi sorunun boyutunu daha da derinleştirmiştir. Yine, Suriye'yle sınırı bulunmayan ve bölgeye dışarıdan gelen diğer ülkelerin varlıkları da aynı meselenin daha da çetrefilleşmesine sebebiyet vermiştir ve nihai olarak Suriye krizi sadece yaşandığı coğrafyayla sınırlı kalmamıştır. Hayatını kaybeden on binlerce insan, yerlerinden edilen milyonlarca sivil ve sayısı bini aşan silahlı gruplar ile terör örgütlerinin varlığı dünyanın genelini etkileyen sonuçlardan olmuştur. Sığınmacı akınları Avrupa'nın en uzak hudutlarına kadar ulaşmıştır. Silah kullanma ve çatışma becerisine sahip olan ve zaman içerisinde "yabancı savaşçılar" olarak tanımlanan kesimler hemen hemen her ülkeyi tehdit eder hâle gelmiştir. Terörle mücadele gelişen yeni şartlar sebebiyle küresel boyutta çok ciddi meydan okumalarla karşı karşıya kalmıştır. Bütün bu yaşananlar 911 kilometrelik toplam mesafeyle Suriye'ye en uzun sınıra sahip olan Türkiye'yi en fazla etkileyen neticelere yol açmıştır. Suriye'de yaşanan iç savaş nedeniyle vasat bulan sığınmacı akınları da yine en yoğun olarak ülkemize yönelmiştir. Bugün sayıları 3,5 milyon civarındaki Suriyeli misafir kardeşlerimiz hâlen bizim topraklarımızda yaşamaktadır. Ayrıca, aynı anda DEAŞ, El Kaide ve PKK-PYD gibi çok sayıdaki terör örgütü ülkemize karşı açıktan tehdit oluşturmuştur. Bununla beraber yine PKK-PYD çatısı altında buluşan sol fraksiyondaki çok sayıdaki terör örgütü de bu tehdit dalgasına dâhil olmuştur. Suriye'deki sözde kazanımlarını ülkemize taşımak isteyen bu terör örgütleri gerçekleştirdikleri eylemlerle millî güvenliğimize doğrudan ve en yüksek seviyede tehdit oluşturmuştur. Birbirini takip eden zamanlamalarla yaşanan terör saldırıları sonucunda güvenlik güçlerimiz ve sivil vatandaşlarımız şehit edilmiştir. Bu şartlar altında, Sayın Genel Başkanımız yaklaşan tehdidi çok önceden görmüş ve Suriye iç savaşının başlarında, 2012 yılının başlarında yaptığı bir açıklamada "Batı ucu Afrin'i, doğu ucu da Kandil'i içerisine alacak şekilde hilal biçimindeki güvenlik kuşağı oluşturulmalıdır." önerisini getirmiştir.

15 Temmuz 2016 tarihinde ülkemizde darbeye kalkışan ve kutlu çatısı altında bulunduğumuz Meclisimizi de bombalayan FETÖ terör örgütü dâhi Suriye'deki gelişmelere paralel olacak şekilde karanlık maksadını hayata geçirmek istemiştir. Ne hazin bir tesadüftür ki FETÖ'nün taşeronluğunu yaptığı ülke ile PKK-PYD terör örgütünü destekleyen ve DEAŞ terör örgütünün ilk liderlerinden Bağdadi'yi palazlandırıp ortalığa salan ülke aynı adrese çıkmaktadır. Sözde müttefikimiz olan Amerika Birleşik Devletleri'nin bu konudaki sorumluluğu hepimizce malumdur.

DEAŞ'ın vahşet görüntüleri altında Suriye'de kolaylıkla alan kazanmasına müsaade eden Amerika Birleşik Devletleri'nin yine bu terör örgütüyle sözde mücadele anlamında bir başka terör örgütü olan PKK-PYD'yi "saha partneri" olarak benimsediğini duyurması ülkemizi de içerisine alan ve Orta Doğu bölgesinde yeniden sınır tanzim etmek isteyen karanlık hesapları açık etmiştir. 4 parçalı sözde Kürt devleti için Suriye'nin kuzeyi boyunca uzanan sahada bir terör koridoru kurulması planı ise ayyuka çıkmıştır.

Bu şartlarda ülkemiz, uluslararası hukuktan doğan meşru hakkını yerine getirmek üzere, ilki 24 Ağustos 2016 tarihinde başlayan, toplamda 4 askerî harekât düzenlemek durumunda kalmıştır. Bu askerî harekâtlarla küresel bir tehdit olarak görülen DEAŞ'a karşı göğüs göğüse çarpışan tek ülke Türkiye olmuştur.

Yine, PKK-PYD terör örgütünün ülkemize yönelik gerçekleştirdiği saldırılara son vermek, yerlerinden zorla çıkarılan Kürt, Arap, Süryani, Ermeni ve Türkmenlerin de yine huzur içerisinde kendi topraklarına dönmesi için sadece Türkiye sorumluluk üstlenmiştir. Kendisine biat etmeyen herkesi hedef alan, bölgenin demografik yapısını değiştiren ve Suriye'nin bölünmesine uğraşan PKK/PYD terör örgütü ise hâlen Suriye ve bölgenin geri kalanı açısından en büyük tehdit konumundadır. Ülkemizin, askerî harekâtlarıyla terör unsurlarından arındırılan bölgelere geri dönüşlerin gerçekleşmesi ve hayatın normalleşmesi ise Türkiye'nin samimiyetinin açık bir göstergesi olduğu kadar, Suriye krizine taraf olmuş hiçbir ülkenin şu ana kadar başaramadığı bir mesele olarak da karşımızda durmaktadır. İşte, böylesine zorlu bir bölgesel ve küresel dosya konusu olarak Suriye meselesinin bir an evvel siyasi çözüme kavuşması herkesten çok ülkemizin lehinedir. Şimdiye kadar Birleşmiş Milletler bünyesinde Suriye'de yaşanan iç savaşı sonlandırmak üzere faaliyete geçen Cenevre toplantılarından herhangi bir sonuç alınamamıştır hatta krizin yoğunlaştığı 2013-2016 döneminde Cenevre sürecinin öldüğüne dair yorumlar da yapılmaktaydı. Buna karşılık Rusya ve İran'la beraber hayata geçirdiğimiz Astana süreci ise yaşanan iç savaşa son verebilmek adına öldüğü ifade edilen siyasi süreç için yeni bir umut kapısı olmuştur. Böylelikle, Cenevre süreci tekrar canlanmaya başlamış ve rejim güçleri ile muhalifler arasındaki görüşmeler gerçekleşebilmiştir. Bu sebeple, gelinen aşamada ülkemizin Suriye'den kaynaklı yaşadığı tehdit ve kayıplar olduğu gibi, kazançların da vasat bulduğunu ifade etmemiz gerekir. Dünyadaki hiçbir sıcak çatışma yahut hiçbir iç siyasi savaş herhangi bir siyasi çözüm olmaksızın neticeye vardırılamamıştır. Suriye krizinin de artık nihayete erdirilme vakti gelmiştir. Her ne kadar DEAŞ gibi laboratuvarda türetilen bir terör örgütünü sahaya süren ve ardından da PKK-PYD terör örgütüne meşruiyet kazandırmak üzere bu yapıyı DEAŞ'ın üzerine salarak kirli oyunlar kuran ülkeler rahatsız olsa da ülkemizin Suriye rejimiyle görüşmesinin zamanı gelmiştir.

Bizim ülke olarak Suriye krizinin çözümünde başından beri 3 temel hassasiyetimiz mevcuttu. Bunlardan ilki, Suriye'nin toprak bütünlüğünün korunmasıydı; ikincisi, Suriye'nin demografik yapısının muhafaza edilmesiydi; üçüncüsü ise, başta PKK-PYD terör örgütü olmak üzere terör örgütlerinin tamamının meşruiyet bulma çabalarına engel olunmasıydı.

Dolayısıyla, nihai aşamada ortak görüşe sahip çevrelerin krizin sonlandırılmasına yönelik çabaları gayet müspettir. Suriye muhalefeti ile rejim güçlerini kendi topraklarında huzurla yaşayabilecekleri ve her iki tarafın da hassasiyetlerinin birbirleri nazarında karşılanabildiği bir çözüm yolunun aranması bölgemizin barış ve istikrarı açısından önemlidir.

Bu kapsamda, geride bıraktığımız günlerde Millî Savunma Bakanımız ile Millî İstihbarat Teşkilatı Başkanımızın Moskova'ya giderek Suriye rejiminden muhataplarıyla görüşmelerinin olumlu sonuçlar doğuracağına inanıyoruz. Temennimiz, Suriye'de yaşanan krizin siyasi olarak barışla sonuçlanması, terör örgütlerinin bu ülkede barınamaması ve Suriye'nin geleceğine okyanus ötesinden gelerek buralarda ahkâm kesenlerce değil, bölgenin asli sahiplerince karar verilmesidir.

Yine bize göre, Sayın Cumhurbaşkanımızın Suriye Arap Cumhuriyeti Başkanı Beşar Esad'la görüşmesinin yolu da böylelikle açılmıştır. Bu yolla hem Türkiye hem Suriye hem de tüm insanlık için ana tehdit olan terör örgütlerine karşı ortak bir irade oluşturulmalıdır. Unutulmasın ki biz bu görüşmeleri başlatmazsak, kendi sorunlarımızı halledecek kudret ve iradeyi ortaya koyamazsak bozguncular yol alacaktır. Ülkemizin, komşularıyla yapıcı, müspet, geliştirici ve samimi diyaloglar kurması aynı zamanda millî hedeflerimizle de uyumludur, bekamız açısından değerlidir.

Bu vesileyle sözlerime son verirken ilgili anlaşmaya Milliyetçi Hareket Partisi olarak olumlu yönde oy vereceğimizi belirtiyor, Gazi Meclisimizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)