GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Pakistan İslam Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Mal Ticareti Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:6
Birleşim:49
Tarih:12.01.2023

CHP GRUBU ADINA UTKU ÇAKIRÖZER (Eskişehir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün uluslararası anlaşmalar için bir aradayız. Her biri ülkemizin çıkarları açısından önemli, her biri bu ülkede yaşayan 84 milyon insanımızın güvenliği, huzuru ve refahı açısından önemli. Doğal olarak, bu anlaşmaları imzalayanların Türkiye Cumhuriyeti'ni temsil eden isimler olarak, işte Cumhurbaşkanının, işte Meclis Başkanının, bakanların, hepsinin omuzlarına da önemli bir sorumluluk yükleniyor. Bunu neden anlatıyorum? Tabii ki gündemde önümüzdeki anlaşmalar üzerinde de konuşacağız ama önce değinmek istediğim önemli bir mesele var. Bu anlaşmalar yapılırken anlaşma yaptığınız ülkenin iç işlerine karışmamak ilkesi çok önemlidir. Biz bunun ülkece, milletçe zararlarını nerelerde gördük, hatırlayalım.

İşte, Suriye'de gördük: "Esad gitsin, İhvancılar gelsin." dediniz, olan ülkemize oldu, gelenler Türkiye'ye geldi. Kim geldi? Eli kanlı teröristler elini kolunu sallayarak ülkemize geldi; asker, sivil yüzlerce canımızı şehit verdik. Başka? 5 Milyon Suriyeliyi getirip başımıza sardınız. Şimdi, seçim yaklaşınca "Gönderiyoruz." havalarındasınız; siz bunu yapamazsınız. Çıkmış "500 bin kişiyi gönderdik." diyorsunuz; ya Türkiye'de doğan 1 milyon çocuk ne olacak? Bu işin ana sorumlusu sizsiniz, siz bu işi çözemezsiniz. (CHP sıralarından alkışlar)

Başka nerede gördük? Başkalarının iç işlerine karışmanın başımıza açtığı sorunları nerede gördük? Mısır'da gördük. "Darbeci Sisi gitsin, Mursi gelsin." diyordunuz. Mursi'nin yolundan giden İhvancıları Türkiye'den kovdunuz, "Kardeşim Sisi" deyip kol kola girdiniz. Hani ilke, hani Rabia? Hepsi unutuldu tabii.

Başka nerede gördük? Irak'ta gördük. Oraya da müdahale edip hükûmet kurmaya kalktınız, elinize yüzünüze bulaştırdınız. Ve tabii, işte Libya'da izlenen politika. Biz her seferinde bu kürsüden ne dedik? "Eğer Türkiye'nin ulusal çıkarlarını düşünüyorsanız, aman, savaşan iki taraf arasında taraf tutmayın, özellikle de askerî olarak taraf tutmayın." dedik ve oraya asker gönderilmesine karşı olduk, hâlâ da karşıyız, bu iktidar ise hep taraf olmayı tercih etti. Peki, taraf oldu da ne oldu? İşte son gelişme ortada: Geçen yıl Libya Hükûmetiyle yaptığınız enerji anlaşmaları. Siz daha anlaşmayı bu Meclise getiremeden Libya yargısı tarafından askıya alındı, iptal edildi çünkü siz taraf tuttuğunuz ve tuttuğunuz tarafa askerî destek sağladığınız için karşı taraf her türlü imkânı seferber etti. Bu çift başlılık içinde Libya Parlamentosundan da geçmesi ve yürürlüğe girmesi mümkün değildi. Daha önce yaptığınız, deniz yetki alanlarını belirleyen anlaşma da, biliyorsunuz, Libya tarafından yürürlükte değil; Parlamentolarından geçmedi.

Değerli milletvekilleri, biz bu uyarıları size başta yaptık; ben hatırlıyorum, Grup Başkan Vekilimiz Sayın Engin Altay ve milletvekili arkadaşlarımla bu kürsüden defalarca uyardık, "Yapmayın, etmeyin; bu çatışmaya, bu ikiliğin içine girmeyin; taraflardan birisine asker göndermeyin." dedik. "Ülkemizin çıkarlarını, askerimizin güvenliğini riske atmayın." diye söylediğimiz sözleri bile çarpıtıp bizi askerle karşı karşıya getirmeye bile çalıştınız. Ama ne oldu? Gerçeklerin er ya da geç ortaya çıkma gibi bir huyu vardır değerli arkadaşlarım.

Bir: İmzaladığınız ve bizim de desteğimizle bu yüce Meclisimizden geçen ilk anlaşmayı yani deniz yetki alanlarını belirleme anlaşmasını hâlâ Libya Meclisi onaylamış değil. Nereden biliyoruz? İşte, AK PARTİ'li, MHP'li Dışişleri Komisyonu Başkanı ve üyeleri şahit; bizler de öyle. Buraya geldi Libyalı parlamenterler, mevkidaşlarımız ve dediler ki: "Biz bu anlaşmayı görmedik bile, Meclisten geçmedi. Seçimler olsun, sonra bakarız."

Şimdi, değerli arkadaşlarım, ülkemizi böyle bir duruma sokmaya ne hakkınız var? İtibarımızı bu kadar zedelemeye kimsenin hakkı yok değerli arkadaşlarım. Bir anlaşma imzalıyorsunuz, böbürleniyorsunuz ama muhatabınız, anlaşmanın onay sürecini tamamlamış değil. Neden böyle? Çünkü siz o deniz yetki anlaşmasını yaparken taraflardan birini askerî olarak destekleyecek bir de askerî iş birliği anlaşması yaptınız, "Yapmayın, etmeyin." dememize rağmen. Siz, iç savaş yaşanan bir ülkede askerinizle taraf tutacaksınız, sonra da diğer tarafın yaptığınız tüm anlaşmalara rıza göstermesini bekleyeceksiniz(!) Olmazdı ve nitekim olmadı.

İkincisi: Son olarak imzaladığınız ve hâlâ ne Meclise ne de biz muhalefet partilerine, liderlerimize bilgi verme ihtiyacı dahi duymadığınız son anlaşma vardı; o da Libya'da askıya alındı. Kaç ay olmuş? Bakın, fotoğrafı burada, durumun vahametine bakınız. Türkiye Cumhuriyeti'nin Dışişleri, Savunma, Enerji ve Ticaret Bakanları, Genelkurmay Başkanı, Cumhurbaşkanı Sözcüsü, İletişim Başkanı, hepsi atlayıp gidiyor, anlaşmaları imzalıyor ve bizim Meclis olarak ne zaman haberimiz oluyor biliyor musunuz? O anlaşma Libya'da yargı tarafından iptal edildiğinde tüm dünyayla birlikte duyuyoruz. Şimdi soruyorum değerli arkadaşlarım: Böyle bir tutum uygun mudur? Reva mıdır Gazi Meclisimize, yüce Meclisimize? Buradan çağrıda da bulunuyorum, o anlaşmaları kim imzaladıysa Dışişleri Bakanı orada, Savunma Bakanı orada, Enerji Bakanı orada, Ticaret Bakanı orada, Cumhurbaşkanı danışmanı orada; gelsinler Meclise bilgi versinler. Biz mecbur muyuz bu fiyaskolarınızı, bu rezaletlerinizi yabancı ajanslardan okumaya? (CHP sıralarından alkışlar) Bakın, görün, ülkemizi içine düşürdüğünüz vahim durumu; hamasetle, hesapsız uygulanan dış politikanın ülkemizi ne kadar sıkıştırdığını görün. Biz bunları gördükçe üzülüyoruz; ülkemiz adına, dış politikamızın düşürüldüğü konum adına üzülüyoruz ama sizin umurunuzda bile değil, umurunuzda olsa bir kez olsun ama bir kez olsun bizi dikkate alırdınız; ne gezer!

Bakın, Suriye'de on bir yıldır dinlemediniz Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu'nun çağrılarını, İhvancılık uğruna burnunuzun dikine gittiniz. On bir yıl önce yapacağınız işi yani Suriye'yle konuşma işini bugün yapmaya çalışıyorsunuz. Onu da beceremiyorsunuz, Rusya'nın aracılığına muhtaç hâle geldiniz. Tatil arkadaşınız Esad, "katil Esed" olmuştu, şimdi yeniden "dostum Esad" olacak ama orada da sorun var. Bir yandan Esad'ın peşinden koşuyorsunuz, bir yandan onu devirmeye çalışanlara güvenceler verip tatmin etmeye, sakinleştirmeye çalışıyorsunuz. On iki yıldır maaş verip beslediğiniz rejim muhalifleri şimdi tepkili size. Bakan Çavuşoğlu sakinleştirmek için çağrı yapıyor "Rejimle yapacağımız siyasi görüşmeler öncesinde muhalefetle de görüşeceğiz." diyor. Başka ne diyor? "Biz, muhalefetin garantörüyüz." diyor, tekrar ediyorum "Biz, Suriye muhalefetinin garantörüyüz." diyor.

Değerli milletvekilleri, Türkiye, ne zaman, hangi uluslararası anlaşmayla Suriye muhalefetinin garantörü oldu? Genel Başkanımızın yurt dışı ziyaretlerine dil uzatanlar, o ziyaretlerden hainliğe kadar çıkarımda bulunanlar çıkın konuşun, bu ne demek, komşu ülkenin muhalefetinin garantörü olmak ne demektir? Hani iç işlerine karışmama ilkesi nerede kaldı? Çıt yok.

Değerli arkadaşlarım, bu sözlerden anlıyoruz ki sadece biz değil, bunları dinleyen tüm dünya da görüyor ki bu saray yönetimi, bu AK PARTİ ve destekçileri hiç ama hiç akıllanmamış, akıllanmayacak. Esad'a yapılan şirinlikler, bakan göndermeler, aracı koymalar, Sisi'ye yapılan şirinlikler, el sıkışıp mango suyu içmeler, dün "hain" dedikleriyle, "15 Temmuzun arkasında" dedikleriyle canciğer kuzu sarması kucaklaşmalar, bunların hepsi ama hepsi göstermelik, şu seçimleri atlatma derdindeler. Zaten dış politikada ne çekiyorsak sizin bu iç politika ve koltuk kaygınızdan çekiyoruz. Dış politikada her adımı, her kararı iç politika malzemesi yaptığınız, seçim malzemesi yaptığınız için Türkiye böylesine yalnız, böylesine dünyadan dışlanmış hâlde, böylesine Ege'de, Akdeniz'de, Orta Doğu'da çıkarlarımızı koruyamaz hâldesiniz.

Değerli milletvekilleri, dış politikada yaşanan tüm fiyaskoların tek sorumlusu yürütülen ideolojik, İhvancı, mezhepçi, maceraperest dış politikadır. Siz ne kadar "Biz tövbe ettik, döndük." deseniz de dünya artık size güvenmiyor, Doğu'suyla Batı'sıyla güvenmiyor. Bir tek Putin, evet, bir tek Putin ki o da ambargo altındaki ülkesine Türkiye sayesinde nefes aldırabildiği, suç ortağı oligarkların yatlarına liman bulabildiği ve Türkiye sayesinde hâlâ NATO'da, Batı'da gedik açabildiği için sırtınızı sıvazlıyor. Buradan, iktidar partisindeki arkadaşlarımıza soruyorum: Dünya size nasıl güvensin? Ülkesinde demokrasiyi hiçe sayan, yargıyı siyasetin baskısına almış, denge ve denetlemeyi yok etmiş, millet iradesini yok sayan bir iktidara nasıl güvensin?

Bakın, elimde bir Dışişleri Bakanlığı açıklaması var, bu hafta yapıldı. Ne diyor? Brezilya'daki seçimlerde, biliyorsunuz, Devlet Başkanı değişti; yönetimdeki Jair Bolsonaro seçimi kaybetti, rakibi Lula da Silva kazandı ama Bolsonaro taraftarları seçim sonuçlarını kabul etmedi, Brezilya'da Kongre ve Anayasa Mahkemesini bastılar. Ankara'dan Dışişleri Bakanlığımız açıklama yapıyor: "Brezilya'da halkın iradesini yansıtan seçim sonuçlarına ve demokratik süreçlere saygılı olunması önem taşımaktadır." diyor. Başka? "Brezilya Devlet Başkanı Lula da Silva Hükûmeti ve Brezilya halkıyla dayanışma içerisindeyiz." diyor. Bakın siz şu işe! Saray Hükûmeti, Brezilya'daki seçimin sonuçlarına, orada, Brezilya halkının iradesine, maşallah, çok saygılı. Tabii ki Lula'ya destek olalım, seçilmiş bir Devlet Başkanı var ortada. İyi ama adama sormazlar mı, "Sen Brezilya'da demokrasi havarisi kesileceğine önce kendi ülkene bak, Brezilya'ya gelene kadar İstanbul'da millet iradesine sahip çık." demezler mi? "Önce, İstanbul'da 2019'daki seçim sonuçlarına saygılı ol. Kayyum atadığın 48 il ve ilçede millet iradesine saygılı ol." deseler ne diyeceksiniz? (CHP sıralarından alkışlar) Bakın, bir değil, iki değil, üç değil, tam dört kumpas çıktı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız İmamoğlu'na karşı yapılan. Ne için? Yandaşa giden rant hortumlarını kestiği için; her gün başka suçlama, her gün başka iftira. 16 milyon İstanbullunun seçimini o kadar dert ettiniz ki kendinize, neredeyse her gün ayrı bir kumpas davası başlatıyorsunuz. Adama sormazlar mı "Sen önce kendi seçim sonucunu, hezimetini içine bir sindir de öyle gel." diye. Brezilya'da Lula'ya sahip çıktığınız kadar İstanbul'da İmamoğlu'na da sahip çıksanıza; çıkamazsınız. Görüyorsunuz, nereye baksanız çifte standart, nereye baksanız ilkesizlik.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, önümüzde Pakistan'la yapılan bir ticaret anlaşması var. Pakistan bizim çok değerli dostumuz, kardeşimiz "Cive Pakistan" köklü dostluklarımızın olduğu bir ülke. Pakistan'la ilişkilerimizin gelişmesini, uluslararası forumlarda birbirimizi ilgilendiren konularda ortak çıkarlarımız için hareket edilmesini Cumhuriyet Halk Partisi olarak destekliyoruz, Pakistan'la her zaman dayanışma içinde hareket edilmesinden yanayız. Geçen yıl yaşanan o büyük sel felaketinde dünyanın dört bir yanından ülkeler Pakistan için seferber oldu, bir kez daha "Geçmiş olsun." diyoruz. O afette afetzedeler için ülkemizden de yardım gönderildi, heyetler gitti; emeği geçenlere buradan teşekkür ediyoruz.

Değerli milletvekilleri, Pakistan'a verdiğimiz önem nedeniyle, ülkemizin ticaretine verdiğimiz önem nedeniyle bu anlaşmaya şerh düşmedik ama bu demek değildir ki burada sıkıntılı bulduğumuz konular bulunmuyor. Aslında bu sıkıntılı bulduğumuz konular sadece Pakistan'la yapılan anlaşmaya özel de değil. Tarım ve hayvancılık alanında ithalat yaptığımız; buğday için, mısır için, canlı hayvan için gümrükleri sıfırladığımız tüm anlaşmalarda biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu konuyu sürekli gündeme getirmeye çalışıyoruz.

Değerli milletvekilleri, kendi ülkemizde çiftçimiz on yıllardır emek verdiği toprağına küstürülmüş durumda, artan maliyetler nedeniyle üretimden vazgeçmiş durumda. Artık kesecek hayvan, içecek süt bulamıyorsak, bir yıl önce kilosu 5 liraya satılan yoğurt şimdi 25 liraya çıkmışsa, 20-30 liraya satılan peynirin kilosu 150 lira ise, 50-60 liralık tereyağı 200 liraya dayandıysa biz bu tarım ürünleri ithalatına göz yumamayız değerli arkadaşlarım. Biz elbette Pakistan'la ticaretimiz gelişsin, sanayimiz gelişsin isteriz, istiyoruz ama bakın, diğerlerinde olduğu gibi bu anlaşma kapsamında da Pakistan'a verilen, Türkiye'ye gümrüksüz tarımsal ürün satışı tavizleri bulunmakta. Anlaşmayla mısır, pirinç, hurma, bağırsaklar ve gıda müstahzarlarını kapsayan 261 ürün listesinde gümrük vergilerinin sıfırlanması söz konusu.

Değerli arkadaşlarım, Pakistan'dan mısır gelsin, pirinç gelsin; Rusya'dan, Brezilya'dan buğday, şeker gelsin; Hırvatistan'dan arpa gelsin; Amerika'dan mısır, Çin'den fasulye, Kanada'dan mercimek gelsin diye siz taviz verirken, ithalat anlaşmaları imzalarken Anadolu'muzda tarım yok oluyor, çiftçilerimiz feryat ediyor, kan ağlıyor. Daha iki gün önce, Milletvekilimiz Sayın Jale Nur Süllü'yle Eskişehir'imizin Çifteler ilçesinde çiftçilerimizi dinledik. Çayımızdaki şekerin, tatlımızdaki şekerin ham maddesi pancar... Eskişehir'imizde, Anadolu'nun dört bir yanında binlerce pancar üreticisi var; her türlü zorluğa, ağır maliyetlere rağmen ekip biçmek istiyor, hem kendi kazansın hem ülke kazansın hem vatandaş şekersiz kalmasın istiyor. Ama bu beceriksiz iktidar; tohum, gübre, mazot, ilaç, enerji maliyetlerinde yaşattığı olağanüstü zamlar yetmezmiş gibi şimdi de -dikkatle dinleyin- bu üreten, çalışkan pancar çiftçilerimize yüz milyonlarca liralık ceza yazmış bu zalim iktidar. Ne cezası? Kota cezası. "Şu kadar kotan vardı, onu niye doldurmadın, al sana ceza." Çiftçinin alacağı üç kuruşa ipotek koyuyor, gasbediyorlar. Sırf bu yüzden, Sivrihisar'ımızda 2021 yılında 1.287 olan pancar üreticisi sayısı, 2022 yılında yarı yarıya azalarak 677'ye düştü.

Başka? Çiftçiler şikâyetçi. Abbashalimpaşa, Saithalimpaşa, Yıldızören, Zaferhamit, Körhasan, Gerenli, Eminekin ve diğer köylerden yüzlerce çiftçimize "Sen bundan sonra sulu tarım yapamazsın; pancar, mısır, ayçiçeği ekemezsin." diye mektup göndermiş Devlet Su İşleri. "Ekersen sana su vermeyiz." diye tehdit ediyorlar. Sakarya Nehri tarlaların dibinden akıyor ama o suyu kullanmasına izin vermiyorlar çiftçinin.

Dahası da var: Çifteler'de çiftçilerimizin on yıllardır ekip biçtiği vakıf arazilerinde meralardan aldığı kirayı yüzde 800, yanlış duymadınız, yüzde 800 artırmış bu devlet; 1.800 lira ödeyen çiftçiden şimdi 17 bin lira kira bedeli isteniyor. Bunun adı insafsızlık, bunun adı vicdansızlık değildir de nedir değerli arkadaşlarım, nedir?

İşte, bizim Çifteler'de onlarca köyde 2 binden fazla çiftçimiz, bir yandan işgaliye kira artışlarındaki fahiş zamlar karşısında, bir yandan kendilerine "Üretmeyin." dercesine kesilen kota cezaları karşısında, bir yandan dibinden geçen nehirden "Su kullanamazsın." tehditleri karşısında ne yapacağını şaşırmış durumda.

Eskişehir böyle de gerisi farklı mı? Hayır, Anadolu'nun her tarafı aynı, Konya'sı, Afyon'u, Edirne'si, Erzurum'u hep aynı. Çiftçiler üretmek, her şeye rağmen üretmek istiyor, her şeye rağmen ekmek istiyor ama iktidarın umurunda değil.

Antalya'da, gördünüz, bir kadın besicimiz "1 bardak çay bile 5 lira ama 1 kilo süt 10 lira, biz destek bekliyoruz." diye derdini anlatmak istiyor, Erdoğan çıkıp ne diyor: "Bu hayvanları sana kim veriyor?" diye başına kakıyor; olmaz, değerli milletvekilleri, olmaz.

Anadolu'nun dört bir yanında besicilerimiz maliyetlerdeki artış nedeniyle süt ineklerini kesime gönderiyor, hâl böyleyken biz buradan Türkiye'ye, tarım ürünlerinin, hayvansal ürünlerin ithalatının önünü açan anlaşmalar geçirdikçe; kendi çiftçimiz yerine başka ülkelerin çiftçilerine imtiyazlar sağladıkça çiftçimiz, besicimiz öksüz kalıyor, yetim kalıyor, sahipsiz kalıyor.

Rakamlar korkunç... İnekler kesime gönderilince inek sütü miktarı sadece ekim ayında yüzde 10 düşmüş, tereyağı üretimi yüzde 27, içme sütü yüzde 24 azalmış. Hâl böyleyken besicimize yem desteği, saman desteği vermesi gerekenler "O inekleri sana biz verdik." diye üreticinin başına kakamaz. Madem inek veriyorsunuz, onu verirken o ineğin yemi, samanı için de destek verin, veteriner desteğini de verelim, ineklerini otlatacağı meraları peşkeş çekmeyelim.

Türkiye'de, resmî verilere göre kayıtlı çiftçi sayısı son beş yılda yaklaşık yüzde 29, son on yılda ise yüzde 55 civarında azalmış durumda; tarım alanları on yılda yüzde 5, on dokuz yılda yüzde 12 gerilemiş. Böyle giderse etten, sütten, peynirden, yoğurttan sonra artık marketlerden arpa, buğday, pirinç, domates, mısır da alamayacağız. Artık çiftçinin, besicinin feryadına kulak tıkamayalım, göz yummayalım, başka ülkelere imtiyazlar sağlayacağımıza gelin, kendi çiftçimizi, kendi besicimizi destekleyelim, kalkındıralım, hem ülkemiz kazansın hem 84 milyon kazansın. Buradan bir kez daha sesleniyorum: Meclis olarak hepimizin sorumluluğu var, iktidara her seferinde, bu anlaşmaları yapanlara her seferinde hatırlatma sorumluluğumuz var; bu ticaret anlaşmalarında Anadolu çiftçimizi, besicimizi üzen, onları canı gibi sevdiği toprağına küstüren, üretemez hâle getiren bu ithalat kararlarından vazgeçelim.

Yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum. (CHP ve İYİ Parti sıralarından alkışlar)