| Konu: | GENEL KURULUN ÇALIŞMA SAATLERİ İLE GÜNDEMDEKİ SIRALAMANIN YENİDEN DÜZENLENMESİNE İLİŞKİN |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 76 |
| Tarih: | 12.03.2013 |
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinize saygılar sunuyorum.
Öncelikle, Sayın Bakanların, burada olması gerektiğini düşünüyorum Recep Bey. Görmeden, bilmeden, bizim neler söylediğimizi duymadan, herhangi bir çalışma yapmalarının çok sağlıklı olmadığını düşünüyorum. Umarım bu dileğimizi iletirsiniz. Çünkü burası Türkiye Büyük Millet Meclisi, burada, biz vatandaşlarımızın sorunlarını dile getirmek ve kendi düşüncelerimizi dile getirmek amacıyla bulunuyoruz ama Hükûmet yetkililerinden hiç kimse burada bulunmuyor. Ben de bu gerçeğe bir parmak basmak istedim ama halkımız bizi dinliyor, halkımız burada Hükûmet temsilcilerinin olmadığını da görüyor.
Ben de sözlerime başlarken Almanya'da hayatını kaybeden 1 anne ve 7 çocuk için bütün ulusumuza başsağlığı diliyorum ve Afyonkarahisarlı hemşehrilerime de başsağlığı diliyorum. Umarım arkasından, gerçekten ırkçı bir yaklaşım, ırkçı bir saldırı çıkmaz. Öyle olmasa dahi yine de bir ihmal sonucudur bu yangın, bununla ilgili önlemleri almayan tüm yetkililerin, Alman yetkililerin de gereken şekilde soruşturulması konusunda, bizim yetkililerimizin, konsolosluk görevlilerinin de üzerine düşeni yapması gerektiğini düşünüyorum.
Yine bugün? Her zaman ben şunu söylüyorum: Avukatlara ve savunma hakkına saldırının olmadığı bir gün yok artık. Dün, Silivri'de, yine avukat arkadaşlarımıza saldırılar yapılmış, yine robot askerlerle arkadaşlarımız dövülerek duruşma salonundan çıkarılmışlardır. Mustafa Balbay, Sayın Milletvekilimiz de dâhil olmak üzere sözleri kesilmiştir. Artık, Silivri'de bir yargılama yapılmamaktadır, Silivri'de sadece yargısız infaz yapılmaktadır. Bunu da bütün vatandaşlarımızın dikkatine sunmak istiyorum.
Bugün, yıl dönümlerinden bir tanesi 12 Mart. Gerçekten de İstiklal Marşı'mızın kabul edilişinin, bu yüce Mecliste kabul edilişinin 92'nci yıl dönümü ama ne yazık ki burada, biz, ne Hükûmet yetkililerini görüyoruz ne bakanları görüyoruz; ne de milletvekillerimizden çok fazla insan yok. Ancak, bu İstiklal Marşı'nın o ruhunu burada biraz yansıtabilirsek biz, onunla ilgili Sevgili Atatürk'ümüzün söylediği şu sözleri tekrar etmek istiyorum: "Bu marş, bizim inkılabımızı anlatır, inkılabımızın ruhunu anlatır. İstiklal Marşı'nda, istiklal davamızın anlatılması bakımından büyük manalar vardır." İşte, o büyük savaşın, kurtuluş ve bağımsızlık savaşının anlatımını en güzel şekilde yapan Mehmet Akif Ersoy'u saygıyla anıyorum. İstiklal Marşı'mızın kabulünün 92'nci yıl dönümü kutlu olsun.
Bugün, arkadaşlar, anmamız gereken bir yıl dönümü daha var. Bugün, 12 Mart 1971'de yapılan faşist askerî darbenin yıl dönümü ve bunun üzerinden kırk iki yıl geçmiş durumda. Demokratik, özgür ve tam bağımsız bir Türkiye için mücadele eden özgürlük savaşçılarının vahşice katledildiği, binlerce insanın zindanlara atıldığı, Türkiye'deki karanlık dönemlerden birinin yıl dönümü bugün. O dönemde katledilen, başta Deniz Gezmiş, Mahir Çayan ve tüm devrimcileri saygıyla selamlıyorum.
Ardından 12 Eylül faşizmi bu ülkenin üzerinden silindir gibi geçti, yine yüzlerce insan katledildi ve zindanlara atıldı. Bugün, gine, ülkemiz, belki tarihinin en karanlık ve en tehlikeli dönemlerden birisini yaşıyor. Laik, demokratik cumhuriyeti yıkmaya çalışan, emperyal güçlerle iş birliği içinde ülkemizi bölmeyi hedefleyen bir karşı devrim dönemini, AKP faşizmini yaşıyoruz. Yine, yüzlerce insan, ülkemizin yurtsever aydınları, gazetecileri, bilim adamları, askerleri zindanlarda. Basın susturuldu, üniversiteler susturuldu, yargı dizayn edildi, Türk ordusu tasfiye ediliyor ve şimdi de avukatlar, barolar susturulmaya çalışılıyor. Sendikaların, sivil toplum örgütlerinin ve çalışanların üzerinde bir korku imparatorluğu yaratıldı. Teröristbaşıyla bir bölünme ve diktatörlük anayasasının pazarlığı yapılıyor. Ama ben inanıyor ve güveniyorum ki, bu ülkenin sağduyulu ve yurtsever insanları bu oyunu bozacak ve AKP faşizmini ilk seçimde yerle bir edecektir.
Sayın milletvekilleri, geçen hafta 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü nedeniyle pek çok etkinlik yapıldı. İktidar temsilcileri tarafından güzel sözler söylendi, temennilerde bulunuldu. Ancak, bu durum, ülkemizdeki kadın gerçeğini, kadının ikincil konumda oluşunu asla değiştirmiyor, aksine güzel sözlerle bu gerçeğin üzeri örtülmeye çalışılıyor.
AKP iktidarı döneminde kadına bakış açısının çok daha gerilediğini, pek çok söylemle kadınların aşağılandığını görüyoruz. Örneğin Başbakan Tayyip Erdoğan "Kadın-erkek eşitliğine inanmıyorum." diyor. AKP'li bir il başkanı "Kadını korkutmak ve terbiye etmek amacıyla hafifçe dövebilirsiniz." diyor, daha da vahimi, bu sözlerini Diyanet İşleri Başkanlığının sitesindeki bir yazıya dayandırıyor. AKP'li ilçe başkanları "Örtüsüz kadın, perdesiz eve benzer, kiralık mı, satılık mı belli değil." sözlerini pervasızca söylüyor ve hiçbir yaptırımla karşılaşmıyor. Okullara getirilen kıyafet yönetmeliği ile kız çocuklarının dizüstü etek giymesi ve kolsuz giysi giymesi yasaklanıyor, türban serbest bırakılıyor. Okul kantinlerinde çalışan kadınların oje sürmesi ve makyaj yapması yasaklanıyor, Türk Hava Yolları hosteslerinin kıyafetleri çağ dışı bir hâle getirilmeye çalışılıyor. Bunlar nedir arkadaşlar? Kadını aşağılama, kadınların yaşam biçimine ve özgürlüğüne müdahale değil midir? Böylesi bir anlayıştan kadın ve erkeğin eşitliği uygulamalarını bekleyebilir misiniz? Kadına yönelik şiddetin sona erdirilmesini bekleyebilir misiniz?
AKP iktidarıyla birlikte, kadınlar açısından her alanda eşitlik düşüncesi yara almıştır. Kadınların çalışma yaşamına katılımı gerilemiştir, kadına karşı şiddet mazur görülebilmiştir. Türkiye, AKP döneminde cinsiyet ayrımcılığında 108'inci sıradan 121'inci sıraya inmiş, neredeyse Suudi Arabistan ve Fas gibi ülkeler düzeyine gerilemiştir.
Öte yandan, AKP iktidarında cumhuriyet devrimlerine, çağdaşlık ve bilimden yana olmak anlamına gelen Atatürk ilkelerine, Anayasa'yla güvence altına alınan devrim kanunlarına yapılan saldırının doğrudan kadın haklarına saldırı olduğunu artık kadınlar anlıyorlar, görüyorlar. Bu durum ise tüm kadınları en az fiziksel şiddete uğramak kadar incitiyor ve isyan ettiriyor.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; her gün bir kadın cinayeti haberini duyduğumuz ülkemizde, en temel insan hakkı olan yaşam hakkının korunması kadınlar açısından birincil sorundur. Erkek egemen anlayışının körüklendiği ve sorgulanmadığı ülkemizde, kadına şiddetin nedenleri, güçlü olanın güçsüzü ezmesi, aynı zamanda kadının erkeğe ait bir meta gibi görülmesi, kadının erkek tarafından üzerinde her türlü hakkın iddia edilebildiği, korunması gerektiği kadar terbiye edilmesi gereken bir varlık olarak görülmesidir. İşte bu anlayışın sonucunda, kadın ailesine ve kocasına itiraz ettiği, boyun eğmediği ya da iffetsiz davrandığı iddiasıyla, hatta boşanmayı istediği gerekçeleriyle şiddete uğramakta ve bu şiddet mazur görülebilmektedir. Bu yaklaşımların sonucudur ki kadına şiddet ve kadın cinayetleri önlenemez hâle gelmiştir.
Toplumdaki bu gerici yaklaşımlar bizzat iktidar partisi temsilcileri tarafından yaygınlaştırılırken diğer yandan kadına yönelik şiddeti önleme adına yasalar çıkarılmakta, merkezler kurulmakta, bataklık kurutulmaksızın sonuçlarıyla mücadele edilmektedir.
6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun'da kadına karşı şiddetin önlenmesine dair olan İstanbul Anlaşması'na, uluslararası anlaşmaya atıf yapılmıştır. Bu uluslararası anlaşma da Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilmiştir. Kadın sığınmaevleri, aynı zamanda hukuki yardım, yine devlet tarafından tazminat yükümlülüğü gibi yükümlülükler getirilmesine rağmen ne yazık ki bunlar bizim uygulama yasamıza konmamış ve gözlerden kaçırılmaya çalışılmıştır. Bu uluslararası anlaşma sonucunda, iç hukuk kuralı hâline gelen bu anlaşma sonucunda devlet kadına, aile bireylerine ve çocuklarına her türlü korunmayı sağlamak zorundadır, sığınmaevlerini sağlamak zorundadır. Ama ne yapmıştır AKP iktidarı bu yükümlülüğü olmasına rağmen? Sığınmaevi açması gereken belediyelerin nüfuslarını 50 binden 100 bine çıkarmıştır ve şu anda, 35 ilde kadın sığınmaevi yoktur, buraların hâlen daha pek çok eksikliği de giderilmemiştir.
5 Mart 2013 tarihinde Taraf gazetesinde Tuğba Tekerek'in kadın sığınmaevlerine ilişkin bir yazısı yayımlanmıştır. Bu yazıda, 20 kişilik sığınmaevinde 70 kadının kaldığı, her yatakta 3-4 kadının yattığı, hatta bazı kadınların yerde battaniye üzerinde yattığı; kadın ve çocukların giysi ihtiyaçlarının karşılanmadığı, su ve sabun olmaması nedeniyle kadın ve çocukların kişisel temizliklerini yapamadıkları, ilaç katkı payını ödeyemedikleri için ilaç alamadıkları, sağlıklı giren kadın ve çocukların hasta olarak çıktıkları belirtilmektedir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla) - Şimdi, böylesine berbat bir durumdayken kadın sığınmaevleri, kadınlar ve çocuklar orada korunamazlarken, işte böylesi bir durumda ne biz kadın cinayetlerini engelleyebiliriz ne de kadına yönelik şiddeti engelleyebiliriz.
AKP iktidarı bu konuda eğer samimiyse önce kendi kadrolarının zihinsel dönüşümünü sağlamalı, ardından da bu, kadına yönelik şiddetin önlenmesi için her türlü önlemi almalıdır.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)