| Konu: | Devlet Memurları Kanunu ve Bazı Kanunlar ile 663 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 6 |
| Birleşim: | 52 |
| Tarih: | 19.01.2023 |
HDP GRUBU ADINA RIDVAN TURAN (Mersin) - Sayın Başkan, değerli vekiller; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Aynı zamanda, Meclisten medet uman, kadroya geçeceğini düşünen sözleşmelileri, emeklilikte yaşa takılanları, çırakları, tarım danışmanlarını; hepsini buradan saygıyla selamlıyorum.
Bu kanun teklifinde 170 civarında imza varken 3-4 kişiyi geçmeyen AKP sıralarını da halkımıza şikâyet ediyorum. Yani insanlar "Acaba biz de bu grubun içerisine girebilir miyiz, biz de kadrolu hâle gelebilir miyiz?" diye düşünürken ve muhalefetten de bu konuda önergeler vermesini beklerken bu önergelerin muhatap olarak ulaşacağı kimse yok karşımızda.
Değerli arkadaşlarım, şimdi, bir kanun teklifi ve bu kanun teklifiyle yüz binlerce insan her ne kadar kadroya geçmeyi, kadrolu olmayı amaçlıyorsa da hedefliyorsa da buna benzer niyetleri olsa da tespit etmek ve teyit etmek gerekir ki aslında bu, yeni bir düzenleme. Yani 3+1 biçiminde, bir tür sözleşmeli, kadrolu ara bir istihdam biçimi şu anda söz konusu. Bunu niye böyle söylüyorum? Aslında buradan kadroya geçecek olan insanlar ne yazık ki kadrolu çalışanların haklarına ulaşabiliyor durumda değil yani özlük hakları açısından böyle, aile bütünlüğü açısından böyle -daha ayrıntılı anlatacağım bunları- ceza mevzuatı açısından böyle ama bakıldığında olağanüstü bir gürültü kopartılıyor ve deniliyor ki: "Sözleşmeliler kadroya geçecek." AKP'nin çok mahir olduğu bir konu var: Yirmi yıllık zaman dilimi içerisinde bir problemi yaratıyor, muhalefetin bütün önerilerine rağmen bu sorunu ortaya koyuyor, aradan yıllar geçtikten ve on binlerce insan iktidarın yarattığı bu sorundan dolayı perişan olduktan sonra dönüyor, diyor ki: "Biz bu sorunu çözüyoruz, müjde!" E, kardeşim bu sorunu ortaya koyan sen değil misin? Ondan sonra böyle bir Cin Ali zihniyetiyle sorunu çözdüğünü iddia ederek toplumsal desteğini artırmaya çalışıyor.
Değerli arkadaşlar, öyle bir acayip durum var ki... Bak, sözleşmelisi, kadrolusu, vekili, taşeronu, ücretlisi, şusu busu... Ya, çalışma rejimini darmadağın ettiniz bu yirmi yıllık zaman dilimi içerisinde, şimdi işin içinden çıkılmıyor, aynı yün yumağına dolanmış kedi yavrusu gibi siz de debelenip duruyorsunuz. Çıkılmıyor işin içinden, birini düzeltsen başka bir tarafı bozuluyor, onu düzeltsen başka bir tarafı bozuluyor.
Ve burada bir genel gerekçe var, bu gerekçede deniliyor ki: "Ya, memlekette birtakım ihtiyaçlar hasıl oluyor, ihtiyaçlar artınca sözleşmeliler artıyor ama bunların da ihtiyacı artınca bunları da biz kadroya çevirmeye çalışıyoruz." Bunlar palavra. Bak, burada yazan genel gerekçe baştan sona palavra. Niye palavra biliyor musunuz? Bu ülkenin ciddi bir istihdam sorunu var, bu ülke bir güvencesiz istihdam cennetine çevrildi, asgari ücretle yaşayan çalışabilir nüfusun yüzde 60'ı ve bunun böyle olmasının sebebi hem yirmi yıllık iktidar hem de ondan önceki iktidarlar. Niye onlar? Çok kötü oldukları için mi? Uluslararası sermayenin, neoliberal siyasetin dümen suyunda gittikleri için bu böyle. Bunun sonucunda Derviş'in yapısal uyum projelerinin altına rahatlıkla imza attığı, IMF'nin, Dünya Bankasının her emrini burada uygulamaya çalışan kadroların bunu bir yenilik, bir ilerleme olarak, dünyayla bütünleşme olarak sattığı günden bugüne kadar hiçbir şey yolunda gitmiyor. Ne yolunda gitmiyor? Kamusal bütün varlıklar özelleştiriliyor, çalışma hayatı esnekleştiriliyor, deregüle ediliyor, böyle uyduruktan kadrolu, sözleşmeli, ücretli, şöyleli böyleli bir sürü rejim, çalışma biçimi ihdas ediliyor ve günün sonunda on binlerce insan perişan oluyor ve iktidar diyor ki: "Biz sizi bundan kurtardık." Yani değerli halkımız, mesele şu: Bu iktidar sizin ağzınıza yumruğu vuruyor, ağzınızı burnunuzu kan içerisinde bırakıyor, ondan sonra da iç cebinden bir yara bandı çıkarıyor, "Bakın, size karşı bir yara bandım var, buyurun yara bandı." diyor. Şimdi, bizden de bize yara bandı verdiği için mutlu olmamızı bekliyor; hatta "Yara bandı mı daha iyidir, sargı bezi mi daha iyidir." arasında da seçim yapmamızı bekliyor. Burada çok açık bir şey var: Açık olan şey, uluslararası sermayenin, neoliberal sistemin yani emperyalizmin bu ülkeye dayatmış olduğu çalışma rejimini en mahir biçimde, Kenan Evren'in dahi başaramadığı bir biçimde bu iktidarın başarmasıdır. O yüzden biz diyoruz, "AKP, 12 Eylül darbesinin doğrudan sonucudur, ürünüdür." diye bundan dolayı söylüyoruz. 24 Ocak Kararlarının mümkün kılınması ancak ve ancak bir askerî darbeyle mümkündü ve ondan sonraki süreçte özellikle 99'dan sonra neoliberal politikaların, şu anda konuşmakta olduğumuz ve sanki arızi bir meseleymiş gibi, olmasını istememişler de olmuş gibi önümüze süren iktidarın bu politikaları vahşice uygulamasının sonuçlarını konuşuyoruz, bunları tartışıyoruz şu anda.
Zaten istihdam açısından olağanüstü sıkıntılı bir durum var, yüzde 47 gibi bir yere çalışabilir insanların oranı sıkışmış durumda. Avrupa'daki en kötü ülkenin yüzde 70 civarında istihdam sağlayabildiği düşünüldüğünde ne kadar geride olduğumuz anlaşılacak ve bu istihdamın da çok önemli bir kısmının daha fazla asgari ücret çevresinde -geçen gün yüzde 30'luk zamlarla birlikte- kümelendiği düşünüldüğünde işin vahameti daha da fazla ne yazık ki ortaya çıkıyor.
Şimdi, bu yasa teklifi geldi. Oysaki 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanunu'na göre bu teklifin 3 konfederasyonun istişaresiyle buraya gelmesi gerekiyordu, en azından bunların gelip bunları bir tartışması gerekiyordu ama -iktidarın bir sadık sendikası var MEMUR-SEN- iktidar ile MEMUR-SEN anlaşmışlar aynı yüzde 30 zam mevzusunda olduğu gibi, bunu buraya getirdiler.
Pek çok açıdan bu teklifte düzenlenmeyen taraflar var. Bu düzenlenmeyen taraflar toplamda böyle atla deve değil yani olağanüstü yükler getirecek, hazineyi perişan edecek durumda değil. 150 bine yakın sayıda insan bu süreçten yararlanamıyor. Oysa hakkaniyetli olan şey, bu 400 küsur bin insanın kadroya geçme sürecine dâhil edildiği gibi aynı zamanda onların da bu sürecin içerisine dâhil edilmesiydi. Kimler var mesela? Vekil memurlar, mimarlar, mühendisler daha çok bunlar. Bu vekil memurlar normal maaşın üçte 2'siyle çalışıyor ve bunun içinde yok.
Bakın, Bakan çıktı dedi ki: "Bu 50/d maddesi uyarınca güvencesiz istihdam edilen araştırma görevlilerini biz 33/a'ya geçireceğiz, bu sorunu çözeceğiz." Böyle bir şey yok, böyle bir şey yok. Kendi söylediklerini kendileri inkâr eder bir durumdalar. Doktor öğretim üyelerinin, öğretim görevlilerinin, canlı modellerin güvenceli kadrolarda istihdam edileceği vaadi yerle bir oldu, buharlaştı gitti. Mesela yardımcı hizmetler sınıfında çalışan taşeron işçiler var, bunlar bu teklifte yok; belediye işçileri var, sahne gerisi işçiler, figüranlar var, bunlar bu teklifte yok. Oysaki teklifin içerisinde mutlaka olmaları gerekiyordu. Sağlık alanında çalışan yardımcı sağlık personeli yok.
Esasına bakıldığında yani yıllardan beri kamu çalışanlarının "eşit işe eşit ücret" diye, "sendikalı, grevli, toplu sözleşmeli sendika mücadelesi" diye, "sözleşme yerine kadro" diye mücadele ettiği -şu Kızılay'ın bir dili olsa da konuşsa- bu AKP iktidarının dayaktan geçirmediği bir kamu çalışanı kalmadı. Ben de o dayağı yiyenlerden biri olduğum için bu işin tanığıyım aynı zamanda.
YILDIRIM KAYA (Ankara) - Ben de...
RIDVAN TURAN (Devamla) - Ha, birisi de orada oturuyor işte.
Yani bu kadar zulümle yapmadıklarını, adım atmadıklarını -önümüzde bir seçim göründü- bu seçimde yapmaya niyet ettiler. Yapsınlar tabii ki, yapsınlar tabii ki. Bu yasanın içerisinde az da olsa çalışanların işine yarayacak olan kısımların olduğunu görüyoruz ama bunu yani bu yirmi yıllık zaman dilimi içerisinde bu politikaları vahşice uygulayan iktidarın dönüp bize şöyle demesini kabul etmiyoruz: "Ya, geçmişten gelen böyle şeyler vardı, biz bunları çözeceğiz." Geçmişten gelen şeyler planlı programlı, taammüden sizin yaptığınız şeyler oysaki.
Şimdi, bu maddelere bakıldığında, maddelerde şöyle problemler var arkadaşlar: 1'inci maddede imamlara, müezzinlere, vekil imamlara, kayyımlara ilişkin kadroya alma planlaması yapılıyor. Ya, bu aslında... Değerli arkadaşlar, sözleşmeli değiller yani bu sözünü edilen kesim bu kanun teklifinin kapsamı içerisine girmiyor, girmiyor; normal koşullarda bu kanun teklifinin içerisinde onların olması mümkün değil ama olmalıdır, bakın olmalıdır çünkü müezzinin de vekil imamının da kayyımın da şunun da bunun da ailesi var, çoluğu var, çocuğu var, elbette olmalıdır, olmalıdır da anlamadığınız şey şu: Yani burada vekil imama kadroyu tanırken vekil öğretmene, sözleşmeli öğretmene bu hak niye tanınmıyor? Ücretli öğretmene bu hak niye tanınmıyor? İtiraz ettiğimiz şey budur yoksa toplumun herhangi bir kesiminin birtakım haklardan yararlanıyor olması asla ve asla bizim eleştiri oklarımızı üstüne çekmez. Eleştirdiğimiz şey, öğretmenlerin bu işin içerisinde niye olmadığıdır.
2'nci maddede, sözleşme feshedildiği durumda, sözleşmesini feshettiği durumda personelin bir yıl boyunca yeniden sözleşmeli pozisyona geçememe durumu düzenlenmiş ve -bir yıl boyunca yeniden sözleşmeli pozisyona geçilemeyeceği düzenlenerek- bu durum yeni kadroya geçecek olanların aleyhinde kullanılır hâle getiriliyor. Yani esasen, bunun tümden yasadan çıkarılması gerekli. Bu 2'nci madde çok sorunlu. 2'nci maddede aile birliğini ciddi manada tehdit eden şeyler var -ki Anayasa'nın 41'inci maddesi gereğince de aile birliği temel öneme sahip bir kurumdur- yani sözleşmeli personelin üç yıl boyunca bir başka yere atanamayacağı düzenlemesi aile birliğini tam anlamıyla ortadan ikiye bölüyor.
Yine, yükseköğrenime devam durumunda yani sağlık alanında çalışanların yükseköğrenime devamı durumunda getirilen hüküm, bunların kapsam dışında tutulmasına sebep oluyor. Bu insanlar hem sağlık alanında çalışıp hem de yükseköğrenime devam edemiyorlar. Şimdi, buna benzer muhtelif şeyler var. Ama burada, tabii, bunları konuşurken bir de şunu konuşmak lazım: Öyle -dedim ya- kedi yavrusunun yün yumağına dolaşması gibi anakronik bir hâl var ve iktidar da bunun içerisinden bir türlü çıkamıyor, çıkamadıkları var. Hani biz, işte, "yaşa takılanlar, depremden mağdur olanlar" falan diyoruz da değerli arkadaşlar, bunların hepsinin esası AKP'ye takılanlar, AKP'nin rejimine takılanlar. Bakın, 2 milyon EYT'linin bütçe yükü 150 milyar civarında. Oysaki faize ve kur korumalı mevduata aktarılan para 500 milyar, vergi harcamaları da asgari ücretin vergi dışı tutulması göz önünde bulundurulursa, bu hesap edilirse 800 milyar civarında, sermayeden alınmaktan vazgeçilen vergisi var. Yapacağınız şey, sadece 150 milyarı harcayıp bu EYT meselesini bitirmek.
GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) - Bitirmiyorlar işte!
RIDVAN TURAN (Devamla) - Kardeşim, yani duvar konuşmaya başladı, taş, toprak konuşmaya başladı; bu EYT meselesi bir türlü gelmiyor.
GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) - EYT'liler rahatsız!
RIDVAN TURAN (Devamla) - Şimdi, burada tabii, şöyle durumlar da var: Deprem mağdurları var, biliyorsunuz; aynı zamanda BAĞ-KUR'lular var. Ya, deprem mağdurlarından geçenki konuşmamda bahsettim. Şimdi, BAĞ-KUR'lular var, çok muzdaripler durumdan; 9000 gün prim ödüyorlar. SSK'li 5000 gün prim ödüyor ve emekli oluyor, BAĞ-KUR'lu 9000 gün prim ödemek zorunda. Ya, böyle bir adaletsizlik olabilir mi? Bakın, bu adaletsizliklerin adresinin tümü bu iktidar. Ben üretmedim bunları, ben türetmedim, benim uydurduğum şeyler değil; bu iktidar yaptı bunu, deniz ötesi efendilerden alınan emirler doğrultusunda bu ülkeyi bir işçi mezarlığı hâline getirdi, sosyal güvencesiz çalışmayı en büyük çalışma biçimi hâline getirdi. BAĞ-KUR'luların bu sorununun mutlaka çözülmesi lazım.
Bakın, stajyerler var. Stajyerler diyorlar ki: "Ya, bizim stajımızın başladığı zaman aynı zamanda sigortamızın başladığı zaman olsun." Bunda ne var? Bunun gerçekten bütçeye ağır bir maliyeti falan da yok değerli arkadaşlar. Ya, bu mağduriyeti niye ortadan kaldırmıyoruz?
Yine, bu deprem konusuna ilişkin olarak EYT'den faydalanmak için 8/9/1999 baz alınıyordu; bunun yerine önerilen şey çok basit, 31/12/1999 baz alınsın ve insanlar herhangi bir problem yaşamadan emekli olabilsinler. Emekliler intibak yasası bekliyor. Niye? Çünkü emeklilerde de aynı şeyi yapmışsınız; aynı iş yerinden aynı biçimde emekli olan insanların birbirinden bağımsız, birbirinden farklı olarak maaş aldıkları, özlük haklarına sahip oldukları bir işçi cehenneminden bahsediyoruz.
Tarım çalışanları var, tarım danışmanları. Tarım danışmanları diyorlar ki: "Ya, bizim sayımız zaten az, özlük haklarımızı niye vermiyorsunuz kardeşim? Niye bizi mağdur ediyorsunuz, niye bizim kadrolu olmamıza imkân sağlamıyorsunuz?" Sayıları gerçekten az. Bakın, saymakla bitmiyor görüyor musunuz, ne kadar çok insanı mağdur etmişsiniz.
Ben halkımıza buradan sesleniyorum: Bu konuşmaların muhatabı yok değerli halkımız. Bu konuşmaların muhatabı, AKP sıralarının bomboş olmasından kaynaklı yok. Biz, sizin için mücadele ediyoruz ama karşımızda, bu Meclis içerisinde önerilerimizi dinleyecek kimse yok ne yazık ki.
Yine, KYK'lilerin -Kredi Yurtlar Kurumu mağdurlarının- sorunları var; bunların gecikme zammının silineceğinden, zam alınmayacağından bahsedildi, hiçbir değişiklik yok.
Ezcümle mesele şu: Bu kadar zaman dilimi içerisinde AKP iktidarı çalışma rejimini bir cehenneme çevirdi. Aynı işi yapan, aynı biçimde çalışan, aynı artı değeri üreten insanlar birbirlerinden farklı özlük haklarıyla çalışmak zorunda kaldılar; dolayısıyla da farklı maaş rejimlerine, farklı emeklilik rejimlerine maruz kaldılar. Bunların tek bir sebebi var değerli halkımız: Bunların sebebi, ekonominin dümenini uluslararası sermayeye devretmiş ve bu sayede de bu ülkede çalışan bütün emekçileri, işçiyi, çiftçiyi, memuru, herkesi mağdur etmiş olan iktidardır; bundan başka bir kişi, bir varlık, bir olgu falan değildir ve bu süreç eğer değiştirilemezse aynı biçimde gitme eğilimindedir. Şunu çok açık yüreklilikle söylemek isterim: Bunların hiçbirine razı olmak durumunda değiliz, hiçbirine razı gelmek gibi bir durumumuz ve lüksümüz yok. Bunun tek bir alternatifi vardır; bu konuda sesimizi yükseltmek, bu konuda örgütlü olmak, bu konuda yan yana gelmek ve günün sonunda, bu ülkede bu çalışma rejimini egemen kılan, yoksulu daha yoksul hâle getiren, zengini çok daha zengin hâle getiren yani tam anlamıyla bir sınıf aygıtı, bir egemen sınıf örgütü olarak çalışan iktidarı iktidarından etmektir. Bu güç sizin elinizde değerli halkımız. Eğer bugün bütün bunlardan şikâyet ediyorsanız bilin ki bundan önceki dönemlerde bu iktidarın ayakta kalmasına hepimizin, halkın, muhalefetin izin vermiş olmasındandır. Bu fasit daireden çıkmanın tek yolu, bu iktidarı, bu anlayışı, bu neoliberal sistemi, bu zulüm düzenini tarihin çöp sepetine göndermektir diyor, saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)