| Konu: | Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 6 |
| Birleşim: | 53 |
| Tarih: | 24.01.2023 |
HDP GRUBU ADINA FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, sevgili halkımız; bu haftanın Meclis gündemi; konut finansmanı düzenlemesi, TOBB Kanunu, Arkeoloji Vakfı Kanunu, Pakistan Sözleşmesi. Şimdi, üç gün içerisinde biz bu konuları görüşeceğiz, Mecliste onaylanacak görüşmeden, tartışmadan, sırf seçim yaklaşıyor diye.
Ben Avrupa Konseyinde görev yaptığım sırada feyzaldığım 2 konu vardı. 1'incisi, ciddi hazırlık yaparak üç dakikada ne gerekiyorsa onu anlatabilmek, buna çalışmak; 2'ncisi de komisyon çalışmaları. Bir teklifin genel kurula sunulabilmesi için komisyonlarda aylarca müzakere edilirdi, farklı partilerden milletvekilleri tarafından ve bu müzakereler sonrasında -çünkü laf olsun diye değil, gerçekten müzakere edilirdi- genel kurula gelebilirdi ancak kanun teklifi. Örneğin, şu anda görüştüğümüz konut finansmanı düzenlemesini Erdoğan 4 Ocakta duyurdu, 16 Ocakta da uygulanmaya başlandı aslında. Normalde yürütme organının yasamayı takip etmesi gerekir ama biz yürütme faaliyete geçtikten sonra yasal dayanak yani kılıfını oluşturuyoruz. Komisyonda ise bu teklif beş saat görüşüldü, yirmi dört saat geçmeden de buraya, Genel Kurula getirildi.
Bakın, 2010-2021 yılları arasında Türkiye nüfusu yaklaşık yüzde 8 büyüdü ancak yurttaşların konut, taşıt, ihtiyaç ve kredi kartı kalemlerindeki toplam borç yüzde 550 arttı yani yurttaşlar borç batağına sokuldu. 2002 yılında hane halkının bankalara olan borcu, tüketici ve kredi kartı borcu dâhil, 6,3 milyar lira seviyesindeydi, 2022 yılındaysa bu borç neredeyse 1,5 trilyon liraya ulaştı. Takibe alınan icra kredilerinin toplam miktarının yüzde 96,5'ini 21 milyar 770 milyon lirayla ihtiyaç kredileri oluşturuyor, konut kredileri 664 milyon lirayla 2'nci sırada yani efendiler, ev almak ne mümkün. Geçtiğimiz yıl ortalama 1 milyon lira olan evler şu anda 3 milyon. Sadece bu kanun teklifinin ortada dolaşmaya başlamasından itibaren bile fiyatlar 500 bin lira arttı. Türkiye tarihindeki en büyük barınma krizini yaşıyoruz, gerçekten Türkiye tarihindeki en büyük barınma krizi şu anda. Özellikle büyük şehirlerde, sizin de bu programla hedef şehirler olarak belirlediğiniz şehirlerden biri olan İstanbul'da 10-15 bin lira kira vermeden -ki bu asgarisi- ev bulmak mümkün değil. Yurttaşlar kiralarını bile ödeyemez durumdayken 3 milyon liralık bir evin taksiti aylık minimum 13.500 lira olacak ve asgari ücret 8.500 lirayken bu kredileri kimler ödeyebilecek? Siz belki "Bu programı biz asgari ücretliye değil orta gelirliye çıkardık." diyeceksiniz, orta gelirli kaldı mı bu memlekette gerçekten? Kim orta gelirli? "Orta gelirli" dediğiniz kesimin de şu anda çoğunluğu icra takibinde.
Evet, bu teklifle hazine bütçe gelirlerinin yüzde 5'ine kadar yani 221 milyar lira borçlandırılacak, Cumhurbaşkanı isterse bu miktarı 442 milyar liraya kadar çıkarabilecek. Halkın bütçe hakkını gasbediyorsunuz. Konut kredisi kullananların faiz yükü halkın bütçesinden karşılanacak. Sermayedarın, müteahhidin satamadığı, elinde kalan konutların bedelini yine halk ödeyecek. Biz diyoruz ki: Kamuya olan vergi ve diğer borçların faizleri silinmeli, anapara uzun vadeli olarak yapılandırılmalı. Adil bir vergi sistemi bir an önce devreye konulmalı. Özel vergi dilimlemesi yapılmalı ve 2'den fazla evi olandan daha fazla vergi alınmalı. Ekonomik krize karşı dar gelirleri korumak için kira yardımı devreye konulmalı. Öncelikle de öğrencilerin barınma sorunu çözülmeli; öğrenciler vakıf, cemaat, tarikat yurtlarına mecbur bırakılmamalı. Bunları tabii ki sizden beklemiyoruz, siz müteahhitlere ve bankalara para kazandırmanın peşindesiniz; ha, bir de o paralardan nemalanıp seçimlere yatırım yapmanın peşindesiniz.
Sonuç olarak söylemek gerekirse: Kâr amaçlı üretim ile toplumsal fayda amaçlı üretim birbirine zıt iki üretim biçimidir yani hem kâr elde edip hem de toplumsal yarara hizmet etmek mümkün değil. Sizin ve sermayenin amacı da kâr olduğuna göre bütün bunlara son verilmesi gerçekten ancak kapitalizme son verilmesiyle mümkün olabilir.
Evet, bugün, kendi doğrularını çekinmeden yazan gazeteci Uğur Mumcu'nun katledilmesinin 30'uncu yıl dönümü. Kendisini saygıyla anıyorum.
Gazeteciler ne yazık ki hâlâ işlerini yaptıkları için tehdit ediliyor, yargılanıyor, şiddet görüyor; üstelik bugün Meclis koridorlarında bir yenisine tanık olduk. Yılların Parlamento muhabiri Yıldız Yazıcıoğlu, Sinan Ateş cinayetini Devlet Bahçeli'ye sorduğu için bir milletvekili tarafından kenara itildi. Zaten işini yapan gazeteciye yani soru soran gazeteciye de "Hadi, işine bak." denildi. Gazetecilere uygulanan sansür ve şiddeti kınıyor ve yakinen tanıdığım 2 değerli gazeteciyi daha anmak istiyorum. Gazeteci ve şair Ali Haydar Çelebi'yi maalesef bugün çok genç yaşta kaybettik. Kendisini sevgiyle anıyorum.
Yine bir başka gazeteci; kibirsiz, çalışkan, âdeta yaşsız, gençlerle her zaman dost bir insan Orhan Erinç dün hayatını kaybetti. Hepimize çok şey öğretti, yeri doldurulamaz. Kendisini de sevgiyle anıyorum.
Evet, Orhan ağabey için kibirsiz ve dost dedim; öyle olmayan, onun sahip olduğu birikime sahip olmadan burnu Kafdağı'nda o kadar çok gazeteci ve siyasetçi tanıdı ki bu ülke. Siyasette tabii, bir özellik daha var, oturduğu koltuğa yapışmak, kendini vazgeçilmez sanmak ya da demokratik teamül, parti içi demokrasi gibi sözler bu ülkede hayal ürünü olduğu için her yolun liderden geçmesi ya da öyle olduğunun sanılması. Çok siyasetçi gördük bu ülkede, gitmediler, bir türlü gitmediler; gerçekten halk istiyor diye değil ha, yerel demokrasinin, sivil örgütlenmenin esamesinin okunmadığı, halkımızın kendi hakkını arama kanallarına hep tıkaç konulduğu ve aynı isimler arasındaki sözde yarışa mecbur bırakıldığı için. Darbeci Kenan Evren maydanoz fiyatına kadar her şeye karışır, her şeyi bilirdi; sözde yargılandı, sonra sivil darbelerle yeniden yeniden üretildi. Hep yaşlıydı siyaset bu ülkede ve bu çok da normal sayıldı. Bunun bir meslek olmadığı anlaşılıp halkın demokratik katılımının önünü açmaya hiç yeltenilmedi, ne İnönü gitti ne Demirel gitti ne Ecevit ne başkaları, hâlâ da siyaseti meslek edinmişlerle dolu bu ülke, oysa başka bir yol da mümkün.
Bir dönem biterken burada dünyadan farklı bir siyasetçiye dikkat çekmek istedim. Bakın, altı yıl Yeni Zelanda Başbakanı olarak görev yaptıktan sonra artık ayrılma vaktinin geldiğini söyleyen Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern ne diyor: "Ayrılıyorum çünkü böylesine ayrıcalıklı bir görev beraberinde sorumlulukla gelir, liderlik etmek için ne zaman doğru kişi olduğunuzu ve ne zaman da doğru kişi olmadığınızı bilme sorumluluğu." Evet, Yeni Zelanda'da beyazların üstünlüğünü savunan, Mart 2019'da bir ırkçı faşistin 2 camide yaptığı saldırıdan sonra Jacinda Ardern hemen oralara, Müslüman toplulukların yanına koştu, başörtüsüyle koştu, orada o acılı insanları dinledi hiç konuşmadan, meclise geri döndüğünde halka şöyle seslendi: "Acılarını kendi acımız gibi tanıyalım. Hepimiz biriz, onlar biziz." Biz kaç başbakan gördük bu ülkede acıları olduğunda halkın koşa koşa...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - Sayın Başkanım, tamamlıyorum.
BAŞKAN - Söz talebiniz mi var?
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - Evet, söyledim, duymadınız.
BAŞKAN - Peki, buyurun.
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - Kaç Başbakan gördük halkın acılarında onların yanına koşan, 10 Ekim gar katliamında alana koşan; 6-7 Eylül pogromunda sokağa koşan kaç Başbakan gördük biz bu ülkede? Evet, istifasıyla ilişkili, yalansız dolansız ayrılmayı bilerek şöyle dedi Ardern: "Bu kararın ardından sözde gerçek nedenin ne olduğu konusunda çok fazla tartışma olacağını biliyorum. Bazı büyük zorluklarla geçen altı yıldan sonra, ben insanım, politikacılar insandır, elimizden geldiğince en iyisini yapmaya çalışırız ve sonra sıra gelir. Benim için de sıra geldi." Sıramızın geldiğini öfkesiz, kavgasız sindirip gençlere yolları açacağımız yeni bir dönem diliyorum hepimize.
Saygılar sunarım. (HDP sıralarından alkışlar)