GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Odalar ve Borsalar Kanunu ile Bazı Kanunlarda ve 640 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:6
Birleşim:55
Tarih:26.01.2023

HDP GRUBU ADINA RIDVAN TURAN (Mersin) - Çok teşekkür ederim Sayın Başkan.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

İhracattan bahsederken "ithalat" diye bir kalemin olduğunu göz ardı etmek nasıl bir şey, bilmiyorum. 254 milyar dolarlık ihracata karşı 364 milyar dolarlık ithalat yapmış bu memleket. Yani ne anlayalım buradan? Dış ticaret açığı 110 milyar dolarla ülke tarihinin gördüğü en büyük açık. Bakın "açıklardan biri" demiyorum ha, en büyük açık. 110 milyar dolarlık bir ithalat negatifiniz var, dış ticaret açığınız var, bunu da bir ihracat hamlesi olarak anlatıyorsunuz. Peki, diyelim 110 milyar dolar var, dış ticaret hadleri açısından bakıldığında durum ne? Daha çok zenginliği ihraç eden, bunun karşılığında daha azını alan yani aslında -hani bu "emperyalizm" falan diye anlatılıyor ya, Batı karşıtlığını antiemperyalistlik zannediyor bir kısım zevat- uluslararası sermayenin Türkiye'nin kaynaklarını hortumladığı bir ihracat modeli bu sözü edilen şey; 110 milyar dolara ek olarak bunu söylüyorum. Yani Türkiye ihracat yaparak fakirleşen bir ülke, bunları niye söylemiyorsunuz?

İLHAMİ ÖZCAN AYGUN (Tekirdağ) - 100 milyar dolar cari açık var.

RIDVAN TURAN (Devamla) - Ayıp değil, yani bunları söylüyor olmak ayıp değil. Bu memlekette ihracata dönük olarak ihracat temelli kalkınma 1980'de başladı yani ithal ikameciliğin bitişiyle başladı. Bu son dönemdeyse ihracata dayalı olarak memleketin kalkındığını iddia eden tez tam anlamıyla çöktü. Az çöktü falan demiyorum bakın, tam anlamıyla çöktü; her düzeyde de bunu tartışmaya açığım. Ya, bizim Merzifon'da "değirmende yoğurt öğütmek" diye bir laf var yani böyle yaptığı işi bilmeyen, anlamsız işler yapanlara değirmende yoğurt öğütüyor derler. Şimdi bu, kanun teklifi tam anlamıyla böyle yani içinde, ne diyelim, işte, serbest bölgelere ilişkin, kooperatifçiliğe ilişkin bir yığın madde doldurulmuş da... Ya, kardeşim, güzel kardeşim, meselemiz bu mu? Yani bunları çözdüğümüz zaman memleketin sorunlarını çözüyor mu oluyoruz? Ya da şöyle söyleyeyim, daha temelli meseleler varken bunları konuşmamızın önündeki engel ne?

Değerli arkadaşlar, bu memlekette böyle han duvarı gibi bir yoksulluk, gelir ve servet dağılımı eşitsizliği var, bir barınma krizi var, olağanüstü bir işsizlik var. Bakın, bu parametreleri tek tek konuşuyor olsak OECD ülkeleri arasında en altta olduğumuzu hep beraber görürüz; iktidarın çok sevdiği bir laf var "Dünyadan pozitif ayrışıyoruz." falan diye, ne kadar negatif ayrıştığımızı görürüz. İstihdam dediğin şey yüzde 48'i bir türlü aşamayan bir istihdam. Avrupa'nın en sıradan ülkelerinde istihdam oranı yüzde 70'tir arkadaşlar. Yüzde 48'i istihdam olarak aşamıyorsun bir, ikincisi de bu istihdamla gurur duyuyorsun. Bu istihdam kadınlarda olağanüstü düşük, gençlerde son derece düşük; yüzde 48'e gelmiş, sıkışmışsın. Peki, bu istihdam güvenceli mi? Değil, güvenceli değil. Ne civarda bir gelire sahip? Asgari ücret civarına gelmiş, kümelenmiş. Bu iktidarın geçen gün çıkardığı yasayla birlikte nüfusun yüzde 70 küsurunun asgari ücretle hayatta kalmaya çalıştığı bir istihdam modeli bu; AKP bununla da gurur duyuyor.

Gelir dağılımı eşitsizliği, servet dağılımı; bunlara bakıldığında da durum son derece vahim. E, şimdi hâl böyleyken çıkıp da "Ya, biz Odalar ve Borsalar Birliğiyle ilgili bir tane yasa getiriyoruz, çok da güzel yasamız; bununla bu meseleleri çözeceğiz." falan diye bir yaklaşım, tam, bizim oranın deyimiyle değirmende yoğurt öğütmek anlamına geliyor. Bu meseleleri çözmek için iktidarın ve iktidara benzer ekonomi politikasına ya da tezine sahip olan ya da ana akım iktisadın öngördüğü tezlerin bir dışına çıkmak lazım. Bakın, biz Halkların Demokratik Partisi olarak her konuda ayrıksı olduğumuz gibi bu konuda da tamamen ayrıksıyız yani şunu söylüyoruz ve iddia ediyoruz: Sermayenin temerküzünü sağlayacak, onların gelişimini sağlayacak tedbirlerle -mesela, büyüme gibi, mesela verimlilik artışı gibi faktörlerle- alt sınıfların refahını arttırmak mümkün değildir. Oysa, ana akım iktisat şöyle düşünür: "Ya, biz sermayenin hareketlerini rahatlatırsak oradaki kâr, oradaki verimlilik artışı dolayısıyla alt sınıfları da etkisi altına alır, onlar da zenginleşmeye başlar." derler ama bu hiç olmaz, hiç olmadı.

Mesela, Türkiye'den örnek verelim: Ekonominin büyüdüğünü söyleyen iktidar... Ücretlilerin bu büyümeden aldığı payın yüzde 33'lerden 25'lere düştüğü dikkate alındığında hiçbir anlamının olmadığı son derece açık. Demek ki ne oluyormuş? Siz sermaye hareketlerini kolaylaştırdığınızda büyüyen sermaye oluyormuş ama oradan damlayan da hiçbir zaman emekçilere gitmiyormuş, onlar büyürken emekçiler yoksullaşıyormuş. O sebeple, bizim böyle çözümümüz, derdimizin dermanı ne bu teklifte ne "Üçüncü Sanayi Devrimi" gibi böyle janjanlı laflarda ne "Teknoloji 4.0" gibi bilmem nelerde. Bizim derdimizin dermanı açlığı -bakın, ne kadar basit bir şey- yoksulluğu, barınma krizini -öyle mi- ondan sonra, gelir ve servet dağılımı eşitsizliğini çözmekti. Bunları çözmek için sermayeyi kalkındıracak projeler değil... Tam da bu kesimlere yani bu ülkede yüzde 70'ten fazla açlık sınırının altında yaşayan insan ve yoksulluk sınırının altında yaşayan insanlar baz alınarak yapılacak projelerle ancak bu mesele çözülür; dolayımlarla çözülmez. Dünyada da bunun çok fazla örneği var, özellikle pandemiden bu zamana kadar dünyada reel ücretler ekonomilerin büyümesine karşıt olarak azalıyor. Demek ki ne oluyormuş? Burjuvazi büyürken yoksullar daha fazla yoksullaşıyormuş. Peki, ne olacak? Ya, bunun tedbirleri var; bakın, bunları bu Meclisin konuşması lazım aslında. Bir defa "enflasyon" denen şey ve hepimizin canını, yoksulların canını son derece fazla yakan şey çözümlenmek zorunda ama iktidar cenahının baktığı yerden enflasyon görülmez; enflasyonun ne olduğunu anlamak için ya da enflasyonu çözmek için bir defa, tekellerin kârlarına bakmak gerekiyor, bu finansal spekülatörlerin ne kadar olağanüstü kâr ettiğine bakmak gerekiyor, banka kârlarının nasıl yüzde 400'e, sanayi kârlarının nasıl olağanüstü boyutlara yükseldiğini görmek gerekiyor; enflasyonu artıran şeyler bunlardır; yoksa, garibanın asgari ücretinin 3 kuruştan 5 kuruşa çıkması enflasyonu artırmaz; bu, ana akım iktisadın emek sömürüsünü gözden ırak tutmak için uydurduğu bir şeydir böyle. İşte "Asgari ücret artarsa enflasyon artar." Böyle bir şey yok; bu, palavra. Burada olağanüstü spekülatif sermaye hareketleri var; zenginler daha fazla zenginleşiyor, iktidar iktidarda kalabilmek için kredi musluklarını sonuna kadar açıyor ve bu, dizginsiz bir sermaye hareketi oluşturuyor. Değerli arkadaşlar, enflasyon işte burada saklı, garibanın ekmeğinde değil, enflasyon tam da sermayenin daha fazla kâr elde etme güdüsünde ve amacında saklı. O zaman, neymiş? Enflasyonu düşürmek yani hayat pahalılığını azaltmak yani fakirin fukaranın işini, aşını artırabilmek için mutlaka ve mutlaka sermayeye yönelik olarak tedbirler almak gerekiyor.

HDP olsa ne yapardı, zamanım elverdiği ölçüde, kısaca ben size söyleyeyim: Bir defa, hemen yapılabilecek şeyler var, bir de biraz daha vadeli yapılacak şeyler var. Biz olsak mesela, bir defa, bu meseleyi para ve maliye politikalarına sıkıştırmaktan vazgeçeriz; gerçi, iktidar onu da yapmıyor ya, onlar bırakmışlar, onlar "Büyümenin yarattığı konforla biz seçime gidelim, böylece de oylarımız artsın." derdindeler yani enflasyon gibi bir şey onların derdi değil, asla ve asla dertleri değil.

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) - EYT'yi çıkarırdık.

RIDVAN TURAN (Devamla) - EYT'ye geleceğim birazdan.

Mesela, bir defa, zaruri malların, halkın zaruri olarak kullanmak zorunda olduğu malların fiyatlarının kesin olarak dondurulması lazım. Fiyat kontrollerinin ve regülasyonların yapılması, piyasada bunun egemen kılınması lazım. Bakın, bunlar, bu söylediklerim basit şeyler; HDP olsa bunları yapardı. Dijital alışveriş takibi yapmak suretiyle stokçuluğun ve karaborsanın önüne geçecek planlar yapardık biz olsaydık yani ihtiyacı olan maldan ihtiyacı kadar almalı ama stok yapmak için almasını biz olsak engellerdik; böyle TOBB yasaları gibi işlerle uğraşmazdık yani. Yoksul hanelere yönelik olarak en yoksullardan başlayarak ve kadınlardan başlayarak asgari gelir güvencesini asgari ücretin dörtte 3'ü oranında mutlaka her haneye bağlardık; bu, pek çok açıdan, piyasayı, ortamı rahatlatmak açısından faydalı olurdu. Yoksul ailelerin okula giden çocuklarının bütün giderlerini kamu olarak biz üstlenirdik ve devlet okullarında çocuklara günde en az 2 defa sağlıklı ve besleyici gıda verirdik. Tüm çalışanların ücretlerini yaşanabilir bir ücret seviyesine mutlaka çıkartırdık.

Çok önemli bir mesele, enflasyonun en önemli kalemlerinden bir tanesi enerji fiyatlarındaki artışları halka yansıtmayı bir kenara bırakır -bunlar da diyorlar gerçi "Biz de sübvanse ediyoruz." diye ama- bu enerji şirketleri var ya, bunların alayını kamulaştırırdık; devletleştirdik demiyorum bakın, kamulaştırırdık, bunları onların elinden alırdık. Kârlara üst sınır getirirdik. Yok öyle... Kâr da dizginsiz, kâr özel, onun sosyal maliyeti topluma yayılıyor; yok öyle bir şey, her bir sektör için kârlara mutlaka üst sınırlar getirirdik. Aşırı kredi hacmini daraltıcı önlemler alırdık; enflasyonun en önemli sebeplerinden bir tanesi budur.

Bununla birlikte, arkadaşlar, mutlaka antienflasyonist bir vergi politikamız olurdu. Şimdi, diyorlar ya, bu Nebati falan da söylüyor "Enflasyon düşüyor." Çok güzel, onlara lütfen şunu sorun: Ya, ne yaptınız da enflasyon düşüyor? TÜİK dışında enflasyonu düşürecek bir aygıta, bir politika setine sahip misiniz? Değilsiniz ama "Enflasyon düşüyor." diyorlar; baz etkisi sebebiyle. Arkadaşlar, burada, antienflasyonist talebin temelinde zenginlerin efektif talebi artıran harcamaları var -olağanüstü harcamalar yapıyorlar yani bizim böyle dudaklarımız uçuklar bu harcamalar karşısında- bu harcamalar enflasyonu artırıyor, yoksulu da daha yoksul hâle getiriyor. O yüzden, halkın temel kullanım malzemelerinden ÖTV'yi ve KDV'yi kaldır ya. Ya, ne olacak? Ne olacak yani cebinden mi veriyorsun bunu? Bunu bir kaldır, insanlar... Bebek bezine ÖTV, KDV ödemek ayıp bir şey değil mi ya? Süte, ekmeğe, bunları ödemek ayıp bir şey değil mi? Biz olsak bunları yapardık, bunları kaldırırdık.

Mutlaka istihdam garantisi sağlardık, işten atılmaları engellerdik ve bunun için de tabii, grevli, toplu sözleşmeli bir sendika hakkının başından sonuna kadar önünü açacak tedbirleri alırdık.

Büyük çapta kamusal yatırımlar yapardık arkadaşlar ama bu kamusal yatırımlar bunların yaptığı gibi Kanal İstanbul yapmak, şunu yapmak, bunu yapmak değil; halka faydası olan ve aynı zamanda doğaya zararı olmayan, ekolojik sistemle uyuşum içerisinde olan kamusal yatırımlar yapar ve burada çok sayıda insanı istihdam ederdik.

Tekellere karşı düzenlemeler, bir antitekel yasası -burada yazmışlar gerçi ama antitekel yasasının yanından dahi geçmiyor- çıkarırdık.

Haftalık çalışma süresini beş gün sekiz saatten aşağı çekerdik ve böylece, istihdam dışı kalmış olan insanların da büyük bir kısmının istihdama katılmasını sağlardık.

Kamu garantili istihdam projeleri uygulardık, bu sayede işsizliğin artmasının önünde bir engel teşkil ettiğimiz gibi aynı zamanda...

Ben hep aslında AKP sıralarına dönerek konuşmak istiyorum ama kimse olmadığı için bu tarafa dönüyorum, kusura bakmayın.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) - Buradayız.

RIDVAN TURAN (Devamla) - Bu sayede ne yapardık? Bunu yapmak suretiyle işsizliği de azaltmış olurduk. Çalışma yaşamını başından sonuna kadar antidemokratik yasalardan arındırırdık.

Ve bu kooperatif işleriyle ilgilendiğimden dolayı benim çok önemsediğim bir başka şey var, kamuyla sözleşme yapan kooperatifçilik yapardık. Yani bir işçi kooperatifi düşünün, ürettiği mal kamu tarafından alınacak -alınma garantisi olan- bir çiftçi kooperatifi düşünün, ürettiği malın kamu tarafından alınması garanti altında. Bu neyi sağlar arkadaşlar? Aracıların fiyatları yükseltmesini engellediği gibi aynı zamanda tarım ve işçi alanında istihdamın artmasını sağlar, fiyatların düşmesini sağlar ve enflasyonun da buna paralel olarak azalmasını sağlar. Tarımda mutlaka ve mutlaka ithalatçılığı bir kenara koyardık; kooperatifler temel alınmak suretiyle tarımda üretimi artırıcı tedbirleri, bilimsel tedbirleri organize ederdik; küçük ve orta ölçekli çiftçiliğe dayalı bir yeni tarım programı ve politikası oluştururduk. Bu tarım meselesi uzun olduğu için oraya çok fazla giremeyeceğim.

Dün barınma konusunda konuşmuştum, barınmayı da kamusal tedbirlerle çözerdik. Barınma bir insan hakkıdır, bu sebeple de insanların bu insan hakkını kullanmasının önünde servet birikimi önemli olmaksızın onların barınma hakkının kamu tarafından, devlet tarafından güvence altına alınmasını sağlardık.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayın sözlerinizi.

RIDVAN TURAN (Devamla) - Daha anlatacağımız çok şey var: Zenginlere yönelik servet vergisi, onlara uygulanan vergi muafiyeti istisnası ve indirimlerine son verilmesi, büyük servetlerin vergilendirilmesi, rant vergisi, karbon vergisi gibi büyük bir öneri setine sahibiz. Ama şunu söyleyeyim: EYT'liler bekliyorlar değerli arkadaşlar, EYT'liler bekliyorlar. EYT'liler şöyle bekliyorlar: Bir tarafta BAĞ-KUR'lular var, dertleri büyük; sözleşmeliler var, çıraklar var ve bu sorunların çözülerek buraya bu EYT'nin gelmesini bekliyorlar; ücretli öğretmenler feryat ediyorlar; tarım danışmanları zor durumda; yurt dışında eğitim görenler de kurun sabitlenmesini istiyorlar. Bunları iktidarın yapamayacağını biliyoruz, biliyoruz ama teşhir etmek için ifade ediyoruz, teşhir etmek için konuşuyoruz.

Umuyor ve diliyorum ki demokratik iktidarda bu meselelerin her birini el birliğiyle çözeceğiz. (HDP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)