| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Pakistan İslam Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Mal Ticareti Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 6 |
| Birleşim: | 55 |
| Tarih: | 26.01.2023 |
HDP GRUBU ADINA GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Evet, yine bir uluslararası anlaşma var. Bu anlaşma da aslında diğer birçok anlaşmada olduğu gibi hiçbir şekilde doğru dürüst tartışılmadan, altyapısı yeterince hazırlanmadan Komisyonumuza geldi ve Komisyondaki tartışmalardan sonra da buraya gelmiş durumda.
Şimdi, sorun şu: Pakistan'la bir ticari anlaşma imzalıyorsunuz, iyi, hoş imzalayabilirsiniz. Genelde de gıda oluyor bu anlaşmanın içerikleri ama Pakistan'ın özgül koşullarına baktığımızda, aslında kendi kendine yeten bir ülke olmadığı, birçok yerde aslında piyasaya tağşiş edilmiş ürünler sürdüğü, özellikle pandemi döneminde çok ciddi gıda arzı sorunu yaşandığı, yoksulluğun çok derinleştiği gibi birçok şeyi sayabiliriz. Örneğin, ülkenin 210 milyonluk nüfusunun yüzde 20,5'i yetersiz beslenmektedir ve 5 yaş altı çocuklarda bodurluk oranı yüzde 44'tür. Biz burayla böyle anlaşmalar yapıyoruz ama anlaşma yaptığımız ülkenin de birazcık yapısını bilmemiz gerekiyor.
Diğer bir taraftan, orman kayıplarının en fazla olduğu ülkelerde 2'nci sırada geliyor ve bütün bunların her biri bizim Pakistan'la yaptığımız anlaşma açısından soru işaretlerini kafamızda artırması gerekiyor. Eğer dış ticaret yapacaksak, eğer karşılıklı uluslararası anlaşmalar yapacaksak bunların da bir kalite standardı olması gerektiğini... Ve en nihayetinde de kendi ülkemizde yeterince gıda üzerinde denetimler yapmayan bir ülke olarak, çok fazla piyasada sahte ürün bulunan bir ülke olarak, özellikle ürettiğimiz ürünlerin gittikleri dış ülkelerden, tahliller sonucunda, ülkemize zehirli gıda kalıntısı nedeniyle, özellikle de kullanılan toksikler, ilaçlar nedeniyle iade edildiği bir yerde bizim gıda güvenliği konusunda oldukça tartışmalı bir ülkeyle ticaret yapmamızın en başta halkımızın sağlık hakkını ihlal ettiğini ifade etmemiz gerekiyor. Bu anlamıyla kendi iç pazarında... Örneğin, biz buradan domates ihraç ediyoruz Rusya'ya, sonra domatesler geri geliyor. Neden? İçinde şu kadar oranda kanserojen madde bulundu diye. Biz kaç defa sorduk, ben de soru önergeleri verdim, dedim ki: "Dönen bu ürünleri ne yapıyorsunuz, nerede imha ediyorsunuz?" Bunların imha edilme süreçlerini neden kamuoyuna açıklamıyorsunuz bilmiyoruz. Bir bakıyoruz, çok pahalı olan incirin fiyatı düşüyor. Neden? Çünkü ihraç ediyorsunuz, ithal eden ülke "Kalıntı var." diyor, size iade ediyor ve siz bunların yeni tahlillerini yaptırmadan piyasaya sürüyorsunuz ve böylelikle halkımıza yediriyorsunuz. Tıpkı geçmişte, Çernobil patlamasından sonra okullarda ücretsiz fındık ve süt dağıtılması gibi. O zamanlar biz ilkokuldaydık, bize torba torba fındık geliyordu, süt geliyordu, biz de seviniyorduk "Ya, ne güzel işte, fındık yiyoruz." diye. Halbuki o fındıkların hepsi Çernobil'den dolayı radyasyonluydu ve biz bütün o fındıkları halk olarak yedik ve gözümüzün önünde, o zamanın siyasetçileri çay yerine kuşburnu içtiler ve "Çayda radyasyon yoktur." dediler. Şimdi benzer bir tabloyla karşı karşıyayız. Her şeyin manipüle edildiği, bütün gerçeklerin altüst edildiği bir dönemdeyiz değerli arkadaşlar. Ama bu da değil. Şimdi, sizin dış politikayı yürütme biçiminize yönelik biz dünya kadar eleştiri yapıyoruz. En başta, siz uluslararası ilişkileri, bir devletin güncel politikasından bağımsız olması gereken, bir devletin iktidarından bağımsız olması gereken, bir devletteki iktidarın ideolojik bakış açısından bağımsız olması gereken dış politikasını ne yazık ki tam tersine uyguluyorsunuz. Bugünkü sizin dış politikanız Selefi bir çizgide ve en nihayetinde de bu Selefi aklın kendisi, bu İhvan-ı Müslimin çizgisinin kendisinin bütün Orta Doğu'yla ilişkilerimizi belirleyen bir yerde olduğunu görüyoruz. Sadece bu da değil değerli arkadaşlar. Bakın, buradan bazı geri dönüşler yaptınız. "İhvan-ı Müslimin" diyordunuz, "rabia" diyordunuz, şimdi, işte, Mısır'da Sisi'yle normalleşiyorsunuz, Birleşik Arap Emirlikleri'yle normalleşme adımları atıyorsunuz, Suriye'de "katil Esad" dediğiniz kişiyle -öyle nitelendirdiğiniz- bir adım atmaya çalışıyorsunuz ve bütün bunların hepsini kendi güncel, siyasal çıkarlarınız için yapıyorsunuz. Hiçbiri bu ülkede yaşayan 85 milyon insanın çıkarını gözeten bir yerden değil; bunun özel olarak altını çizmemiz gerekiyor.
Şimdi, en son, kamuoyuna yansıdı, belirli düzeylerde Suriye Hükûmetiyle işte, Beşar Esad'ın yardımcılarıyla görüşmeler oluyor ve burada da yazıldı, çizildi. Niye görüşüyorsunuz? Hani o kadar halkına zulmediyordu, halkını mahvediyordu; şunu yapıyordu, bunu yapıyordu? Ne oldu? Ne oldu da görüşmeye başladınız? Çünkü şunu gördünüz: Siz Suriye'de yenemediniz. ÖSO'yla, eğittiğiniz, donattığınız o Ahrar-uş Şam'la, şununla, bununla, El Kaide'siyle, El Kaide artıklarıyla beraber siz Suriye Hükûmetini yenemediniz. Neden? Çünkü Rusya denkleme girdi ve oyunun kuralları değişti. Ama başka bir şeyi daha yapamadınız, başka bir şeyi daha yapamadınız. Sizin tek amacınız, Suriye'deki Kürtleri yenilgiye uğratmaktı; IŞİD'in sırtını sıvazladınız, silahları geçirdiniz, MİT tırlarını örtbas ettiniz, onu yakalayan gazeteciyi yurt dışına sürgüne zorladınız ama günün sonunda, siz Kürtlerin ve Kürtlerle beraber orada mücadele eden halkların direnişini engelleyemediniz. İşte, bunun sonucunda Kobani kurtuldu IŞİD'den, Rojava kurtuldu o IŞİD barbarlarından ama sadece Kobani ve Rojava kurtulmadı; Musul da kurtuldu, bakın, Rakka'da kurtuldu ve bugün, Suriye'de barış adına bir umut varsa bu da oradaki Kürtlerin ve Kürtlerle beraber mücadele eden halkların direnişi sayesindedir, sadece 12 bin gencini toprağa veren Kürt halkı sayesindedir; bunu da hiç kimse unutmasın. Onun için, şimdi, normalleşme adımları atarken günün sonunda "Kürt, anasını görmesin. Kürtlerin Suriye'nin geleceğinde statüsü olmasın. Kürtlerin orada kurulacak demokratik bir Suriye'de statüleri, hakları, hukukları tanınmasın." diye şimdi "katil" dediğiniz Esad'la oturdunuz masaya, görüşme yapıyorsunuz ve daha kötüsü, şimdi, seçim öncesi ya, yalvar yakar diyorsunuz ki: "Biz bir poz vermeliyiz, normalleşme adına bir poz vermeliyiz ve bunu da iç politikaya, seçime tahvil etmeliyiz."
Ne yaptınız Almanya'yla? Koşturdunuz, koşturdunuz Almanya'dan randevu talep ettiniz, sonra randevunuzu kabul ettiler ama ne oldu? Sizin oradaki temsilciliklerinizin, oradaki seçim kampanyanızın dili nedeniyle Alman kamuoyunda infial uyandı ve sizin görüşme talebiniz ne oldu? İptal edildi, Almanya bunu kabul etmedi. Oysaki Merkel, her seçim döneminde sizin hemen, koştur koştur imdadınıza yetişiyordu ve size o şemsiyesini gererek de aslında bir şekilde sizin iktidarınızı kurtarıyordu.
Peki, bütün bu dış politikanızın arkasında ne var? Siz sanıyor musunuz ki Avrupa Birliği gerçekten AKP'nin kara kaşına, kara gözüne hayran; hayır. En önemli şey ne biliyor musunuz, mülteci anlaşması. Bu mülteci anlaşmasından Avrupa çok faydalandı. Türkiye'yi mültecilerin açık hava cezaevine çevirdiniz, onun üzerinden para aldınız, onun üzerinden iç piyasayı canlandırdınız, o insanları ucuz emek olarak çalıştırdınız, ekonominin çarklarının bütün yükünü o göçmenlere yüklediniz, küçücük çocuklar sanayide çalışmak zorunda kaldılar, atölyelerde çalıştılar o göçmen işçiler. Siz, bu sırada, "Benim ülkemde bu kadar göçmen var, açarım kapıları, ben onları gönderirim." diye Avrupa'ya şantaj yaptınız. E, nerede kaldı ilkeli dış politika, nerede kaldı insancıl dış politika, nerede kaldı? Hiçbir yerde, değil mi? Demek ki neymiş? Siz, zaten gündelik siyasetin bir parçası olarak dış politikayı görüyorsunuz ve her gün ama her gün dış politikayı iç politikanın bir aracı hâline getiriyorsunuz. Zaten bütün U dönüşlerinizden bunu anlıyoruz ki en büyük U dönüşünüz herhâlde Cemal Kaşıkçı davasıdır. Suudi Arabistan'a söylemediğinizi bırakmadınız, sonra geldi Adalet Bakanınız, teslim ettiniz davayı. Birleşik Arap Emirlikleri darbenin baş aktörüydü, finansörüydü, ona dünya kadar laf söylediniz; sonra gittiniz "Ya, yanlış anlaşılma olmuş. Para verin, barışalım." dediniz vesaire vesaire yani bu işler çok...
Diğer bir mesele var değerli arkadaşlar: Siz bu Meclisin Dışişleri Komisyonunu da hukuksuz yürütüyorsunuz. Bakın, ben bir Komisyon üyesiyim, burada Komisyonda olan arkadaşlar da var. Ya, siz yurt dışına heyet gönderiyorsunuz, bizden gizli gönderiyorsunuz, gizli ya! Ayıp değil mi? Avrupa'dan heyet gelince bizi dâhil ediyorsunuz, bir de hava atıyorsunuz: "Bakın, biz ne kadar demokratız, Halkların Demokratik Partisi de burada Milliyetçi Hareket Partisi de burada bilmem kim de burada." Günün sonunda ne oluyor? Yurt dışına heyet gidince bizi götürmüyorsunuz. Kimin hakkı bu? Kimin parasıyla gidiyorsunuz? Resmî görüşmeleri kimin bütçesiyle yapıyorsunuz da siz Halkların Demokratik Partisini o Komisyondan ve o resmî heyetlerden dışlıyorsunuz? Ben size buradan soruyorum: Böyle bir hakkınız var mı, böyle bir hukukunuz var mı, böyle bir çalışma teamülü var mı? Nerede var, nerede yazıyor, nerede? Söyleyin, nerede yazıyor? Hiçbir yerde yazmıyor.
Diğer bir meselede şunu söyleyeyim: Bu hukuksuzluğunuzun, bu Meclisteki ayrımcı tutumunuzun devamı ne biliyor musunuz?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Devamla) - Tamamlıyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Tamamlayın sözlerinizi.
GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Devamla) - Teşekkür ederim.
Burada, grup konuşmalarında bazıları Anayasa Mahkemesine talimat veriyor ya, talimat; Anayasa Mahkemesini tehdit ediyor. İşte hukuksuzluk buradan başlıyor ya, buradan başlıyor. Buradaki ayrımcılık, buradaki ayrımcı dil, buradaki siyaseti dizayn etme, burada kendi istikbali için, kendi iktidarı için her şeyi mübah görme aklı bugün yargının en üst organını tehdit etmeye vardı. Ne diyorsunuz? "Gerekirse Anayasa Mahkemesini de kapatırız." Pardon! Hayrola? Kapatmadığınız ne kalacak bu ülkede? Anayasa Mahkemesini de kapatacaksınız, sonra siz meşru hükûmet mi olacaksınız, meşru muhalefet mi olacaksınız, bu Meclis meşru mu olacak? Bütün bu soruları kamuoyunun takdirine bırakıyorum.
Selamlar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)