GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:6
Birleşim:69
Tarih:07.03.2023

HDP GRUBU ADINA GARO PAYLAN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, bir deprem felaketi yaşadık ve yastayız. Anadolu'muzda, Türkiye'mizde bir gelenek vardır. Anadolu'nun Müslümanı da Hristiyanı da Musevisi de kırk gün yas tutar; bu, bizim geleneğimizdir. Eğer bir binada cenaze varsa o binadaki çocuklar dahi kırk gün ses çıkarmazlar; kavgalar durur ve yas tutulur. Ama değerli arkadaşlar, geçtiğimiz gün Bursaspor-Amedspor maçında bu yasımıza halel getirildi ve örgütlü bir provokasyonla halel getirildi maalesef. Bakın, Bursaspor'un irfanı, Bursa'nın irfanı depremzede Amedspor'u "Geçmiş olsun!" pankartıyla karşılardı ama orada örgütlü bir provokasyon devreye geçti ve Bursaspor Amedspor'u bu fotoğrafla karşıladı; yani 1990'lı yılların katillerinin pankartlarını oraya koydular, 1990'lı yılların sembolü olan beyaz Toros'un pankartını açtılar ve Amedsporlu futbolculara bıçaklar atıldı, mermiler atıldı, binlerce yabancı madde atıldı. Maçtan bir önceki gece sabaha kadar da otelin önünde örgütlü bir provokasyon sahneye konuldu. Şimdi arkadaşlar, hiç kimse bizi şuna inandıramaz: "Efendim, bir grup milliyetçi genç bir araya gelmişler, böyle bir şey yapmışlar." Kimse bizi buna inandıramaz. Türkiye'nin siyasi tarihi bizi buna inandıramaz. Kesinlikle bu işin arkasında karanlık güçler var ve bu karanlık güçleri ortaya çıkarmak için de harekete geçmeyen bir iktidar anlayışı var. Bakın, değerli arkadaşlar, Bursa'da gece otelin önüne güruh geliyor, protesto gösterileri yapıyor, ırkçı sloganlar atıyor. Bursa Valisi nerede? Bursa Emniyet Müdürü ne yapıyor? Biz bir basın açıklaması yapmaya kalksak binlerce polisi oraya gönderen valiler, emniyet müdürleri ne yapıyor? Yol veriyorlar. Emniyet araçları orada olduğu hâlde müdahale etmiyorlar değerli arkadaşlar ve biz İçişleri Bakanı yetkililerini aradık, Spor Bakanlığı yetkililerini aradık, Federasyon yetkililerini aradık "Harekete geçin, bir provokasyon geliyor maçta." dedik. Ne yaptılar? Hiçbir şey yapmadılar. Futbolculara yabancı maddeleri, çakıları, sapanlarla taş atıyor insanlar be! Bu görüntülerle karşı karşıyayız. Kimse harekete geçmedi. Değerli arkadaşlar, bakın "Yastayız." diyorum ama yası bile saymayanlar... Bir de seçime gidiyoruz. Biliyorsunuz, seçim dönemlerinde bu tip provokasyonlara yol verilir, karanlık odaklar yol verir. Hep böyle olmuştur, 7 Haziran-1 Kasım arasında da oldu. Uyardık, "Bu bir darbe dinamiğidir." dedik, bize inanmadınız. Evet, 1 Kasımda belki gücü ele geçirdiniz ama 15 Temmuz günü gördük hep beraber o darbe dinamiğini. O karanlık elleri 15 Temmuz günü gördük. Şimdi de kanlı bir tezgâh sahneye konulmuş durumda ve yas günümüzde bu sahneye kondu ve değerli arkadaşlar, maalesef diyorum, bakın, iktidarın bir ortağı az önce bu durumu kınadı ama Sayın Devlet Bahçeli bugün grup toplantısında dedi ki: "Bursaspor taraftarlarını millî duruşlarından dolayı tebrik ediyorum." Açıkça söyleyeyim: Bakın, ülkücü hareket de 1980 darbesinden önce millî bir duruş sergilediklerini zannediyordu. Ülkücüler ile devrimciler birbirlerine girmişti. Ne zaman anladılar biliyor musunuz ülkücüler ile devrimciler bir oyunun içinde olduklarını? 12 Eylül zindanlarında buluştukları gün anladılar, karanlık bir tezgâh içinde birbirlerini öldürdüklerini anladılar. Bakın, arkadaşlar, böyle karanlık tezgâhlara yol vermek, maalesef diyorum, bu örgütlü provokasyonlara yol vermektir. Bunu yalnızca kınamak yetmez AKP Grubu, gereğini yapmalısınız. Bak, 9 kişi gözaltına alındı, Sayın Devlet Bahçeli'nin açıklamasından sonra bir baktık ki 9'u birden bırakıldı. Kim üzerine gidecek? Diyorsunuz ki: "Yargı bunun üzerine gidecek." Yargı gidebiliyor mu? Gidemiyor. Önerge verdik burada, önergeyi reddettirdiniz. Değerli arkadaşlar, gelin, bu oyunu bozalım, bunlar karanlık tezgâhlardır. Bunun için bir siyasi iradeye ihtiyaç var. Bu karanlık, örgütlü provokasyonun üzerine gitmeye ihtiyaç var.

Şunu da söyleyeyim: Amedspor Amed'in gururudur. Ben bir Amed Milletvekiliyim ve Amed de vardır, Amedspor da vardır; Diyarbakır da bizimdir, Amed de bizimdir. Bu açıdan bu isimlere saygı duyulmasını bekleriz. Ben Diyarbakırlı AK PARTİ milletvekillerine sorarım: Amed var mıdır, yok mudur Diyarbakırlı AK PARTİ'li milletvekilleri? Amed vardır. Amedspor var mıdır AK PARTİ vekilleri? "Amedspor da vardır." diyeceklerdir ama şimdi belki o cesaretleri yok ama Amedspor vardır. Değerli arkadaşlar, gelin, bu oyunları bozalım, bu tezgâhları bozalım ve sporun kardeşlik hukuku içinde yürümesini sağlayalım ve seçim öncesi bu karanlık tezgâhları boşa çıkaralım derim değerli arkadaşlar.

Değerli arkadaşlar, bakın, bu karanlık tezgâhlar başka ne işe yarıyor biliyor musunuz? Deprem gündemi unutturuluyor. Eğer iktidarı zorlayan bir gündem varsa, yine, devlet içindeki karanlık yapılar bu gündemi değiştirmek için bu tip provokasyonlar yaparlar. Bakın, bizim görevimiz, bu Meclisin görevi depremin yaralarını sarmak olmalı, olmalıydı ama bunu gündeme taşımadık; şehirlerimizi depreme hazırlamak olmalı. Bakın, İstanbul'da, İzmir'de, Bingöl'de, Hakkâri'de panik var; kimse evine güvenmiyor, bu konuda çalışmalar yapmalıydık. Türkiye Büyük Millet Meclisi bu anlamda sorumluluk almalı ama bakın, yaraları sarmayı bir kenara koyun, ne oldu biliyor musunuz? Bu vicdansız iktidar, işini, aşını kaybetmiş yurttaşlarımıza ayda 3.900 lira vermeyi reva görüyor; açlık sınırı 10 bin lira, "3.900 lira para vereceğim." diyor. Bölge illere göç etmiş yüz binlerce yurttaşımız kiralık ev bakıyor, 10 bin liranın altında ev yok; buluyorsanız bana gösterin, 10 bin liranın altında ev yok büyükşehirlerde, "3 bin lira kira desteği vereceğim." diyor. Bu durumda Meclis ne yapmalı? "3.900 lira değil, en az asgari ücret kadar mali destek vermeliyiz." demeliyiz ve depremzede yurttaşlarımıza kira desteğini kiralık ev tutabilecekleri seviyeye, 10 bin lira seviyelerine çıkarmalıyız. İşte, bu konularda biz görev almalıyız arkadaşlar. Başka ne yapmamız lazım? Sayın Tayyip Erdoğan diyor ki: "Depremzedelere ev yapacağım." 600 bin evin yıkık olduğunu kendisi söyledi. "200 bin ev yapacağım." diyor. Değerli arkadaşlar, bu 200 bin evin yapılması için bütçeye ihtiyaç var. 200 bin evin maliyeti 200 milyar liradır. Nerede bu 200 milyar lira? Size sorarım. Tayyip Erdoğan umut verecek yurttaşlarımıza ama kasada beş kuruş para yok. 200 milyar liraya ev yapmak için 200 milyar lira kaynak koymanız gerekir. Şunu da söyleyeceğim: "Yüzde 60'ı bizden, yüzde 40'ı vatandaştan." diyor. Kimi vatandaşımız yüzde 40'ı ödeme gücüne sahip olabilir ama çok azdır bu çünkü zaten evi hasarlı yurttaşlarımızın büyük çoğu gariban yurttaşlarımız. Siz depremzede yurttaşımıza evin maliyetinin yüzde 40'ını nasıl ödeteceksiniz arkadaşlar? Bu, vicdansızlık değil midir? İşte, bunun için Millet Meclisi sorumluluk almalıdır. Gariban yurttaşlarımızın bu mali yükünü biz karşılamalıyız değerli arkadaşlar, yüzde 100'ünü karşılamalıyız ama bir kişinin 10 tane evi varsa elbette 1 tane ev vermeliyiz ama 1 evi olan, başını sokmak isteyen yurttaşımıza mutlaka bu anlamda ücretsiz olarak, bilabedel depremzedenin yarasını sarmalıyız ve bir deprem bütçesi yapmalıyız. Depremin 1 trilyon lira maliyeti var arkadaşlar, 1 trilyon lira ve şehirlerimizi depreme hazırlamak için de yine en az 1 trilyon lira kaynağa ihtiyaç var, "en az" diyorum, 2 trilyon lira... Var mı bütçede böyle bir kaynak? Yok değerli arkadaşlar.

Bakın, size söyleyeyim: AKP döneminde 1 trilyon dolarlık rant yaratıldı, 20 trilyon lira eder. Bu 20 trilyon liradan 1 lira vergi almadınız "Rant vergisi getirin." dedik, almadınız. Şimdi zenginleştirilenlerden vergi alarak bu depremin yarasını sarmalıyız. Siz Merkez Bankasına para bastırırsanız o para enflasyon yaratır ve o enflasyon da yoksulun cebinden çıkar. Oysa yapmamız gereken, bu 2 trilyon liralık maliyeti zenginlerden almaktır, zenginleştirilenlerden almaktır. Bu konuda da Millet Meclisi görev almalıdır, milletin Meclisi bir deprem bütçesi yapmalıdır, depremin maliyetlerini de AKP döneminde zenginleştirilenlerin üzerine yıkmalıdır değerli arkadaşlar.

Vebal büyüktür, yurttaşlarımız tabut evlerde ölmeyi bekliyor ve depremzedeler de aç, açıkta; evlerini bekliyor. Bunun için seçimi bekleyemeyiz, bu Meclis son görev olarak mutlaka deprem yaralarını da saracak deprem bütçesini çıkarmalıdır.

Değerli arkadaşlar, torba yasaya gelecek olursak vergi affı, Sayın Elitaş sağ olsun, Sayın Vedat Demiröz sağ olsun her yıl vergi affı getiriyor bu Meclise her yıl, her yıl vergi affı getiriyor. Ben size bir şey soracağım: İş insanı olsanız, her yıl vergi affı geldiğini ve geleceğini bilseniz vergi öder misiniz? Şimdi, bankaya gidiyorsunuz, kredi alacaksınız değil mi? Ticari krediler yüzde 35'lerde, yüzde 40'larda, enflasyon da yüzde 100; para değer kaybediyor, "Ben her yıl vergi affı getireceğim ve farksız olarak sizden vergi alacağım." deseniz kim vergisini öder arkadaşlar? Değerli arkadaşlar, işte, böyle durumlarda vergisini ödeyenlere ne diyorlar biliyor musunuz? "Keriz" diyorlar. Piyasa ismiyle söylüyorum, bir piyasada vergisini düzgün düzenli ödeyene "Arkadaş, sen keriz misin ya? Sen kötü örnek oluyorsun. Bak, sen vergini ödüyorsun ama bir yıl sonra Elitaş vergi affını getirecek, boşu boşuna bankadan kredi alıyorsun." deniliyor. Değerli arkadaşlar, bakın, bir vergisini ödeyemeyenler var, onları hariç tutuyorum; bir de ödemeyenler var, bu işi kötüye kullananlar var, hatta siz bu vergi aflarıyla düzgün ödeyenleri de yoldan çıkarıyorsunuz değerli arkadaşlar. Bakın, size söyleyeyim: Sayın Nebati'nin bu epistemolojik politikaları sonucunda ne oldu biliyor musunuz? Şimdi, vergi afları ne zaman çıkar? İş dünyasında bir kriz vardır, patronlar batıyordur, sermayeleri tükenmiştir, iş yerleri kepenk kapatıyordur, bankalar batıyordur; hani, o zaman oturursunuz, dersiniz ki "Ya, bu şirketler batmasın, acaba bir vergi affına ihtiyaç var mı?" diye düşünürsünüz. Ama bakın, size bu tabloyu gösteriyorum, bu tablonun Türkiyesinde vergi affı çıkıyor. Şurada ne görüyorsunuz arkadaşlar? Bir timsah, bu da ağzı, tamam mı; bu timsah, bu da ağzı. Bu timsahın üst çenesi nereyi gösteriyor? Türkiye ekonomisinde patronların aldığı payı gösteriyor. Son iki yılda yüzde 40'tan yüzde 55'e yükselmiş patronların payı. Timsahın alt çenesi de işçilerin payını gösteriyor; yüzde 38'den yüzde 25'e düşmüş. Şimdi, böyle bir timsah ağzında kim vardır arkadaşlar? Emekçiler vardır; timsah, emekçiyi yiyor. Böyle bir durumda, patronlar kazanırken, işçiler kaybederken, siz kimi affedersiniz, kimin borcunu silersiniz; hadi buyurun, söyleyin? Kimin borcunu siler vicdanlı milletvekilleri, adaletli milletvekilleri? Yoksulun borcunu siler değil mi, çiftçinin borcunu siler değil mi? Ama yok; bu iktidar patronların iktidarı, yüzde 1'in iktidarı bu iktidar. Diyor ki: "Onlar zenginleşti, az zenginleştiler, daha çok zenginleşmeleri lazım, biz onların vergilerini affedeceğiz." Ya, Allah'tan korkun ya, kuldan utanın ya; bankalar kârlarını yüzde 500 artırmış, şirket kârları yüzde 600, yüzde 700, yüzde bine kadar artmış bu epistemolojik politikalar sonucunda, bunlar bir de vergilerini ödememişler. Niye? Sayın Mustafa Elitaş vergi affı yasası getirecek, saraydan vergi affı yasası gelecek diye sıfır faizli bir kredi var onu kullanmışlar, vergini ödeme, sıfır faizli kredi. Şimdi diyorsunuz ki: "E, ben sizi affedeceğim."

Bak, ne diyor biliyor musunuz Sayın Elitaş, saraydan gelen ferman: 2016'da 100 milyon lira vergi borcun var, 2016 yılından kalma. Diyor ki bu vergi affı yasası: "100 milyon lira yerine 104 milyon lira ver, ben vergini sıfırlayacağım." Ya, 2016 yılının 100 lirası, 100 milyonu bugünün 700 milyon lirası enflasyona vursanız. Bu vergi affı yasası diyor ki: "104 milyon ver yeter."

Ya, arkadaşlar, siz bunda bir hak görüyor musunuz, bir adalet görüyor musunuz bunda? Yurttaşımız, işçi, memur, emekli enflasyon karşısında ezilecek, onların alım gücü düşecek; onların alım gücünü yiyen bu timsaha diyeceksiniz ki: "Ya, sen az yedin, daha çok yemen lazım, senin vergini affediyorum." Siz bunda bir adalet, bir hakkaniyet görüyor musunuz? Bu Meclisin hâlâ bir iradesi varsa değerli arkadaşlar -ki olsun isteriz- bu adaletsiz ve vicdansız vergi affı yasalarına "Dur!" demeliyiz. Ama biz ne öneriyoruz biliyor musunuz? Bir vergi ombudsmanlığı kuralım, ya, bir vergi kurumu kuralım bağımsız, özerk bir kurum kuralım, oraya zora düşen yurttaşımız başvursun, işverendir, KOBİ'dir. Allah korusun, deprem olmuş, sel basmış, zora girmiş, alacağını alamamış, gitsin oraya başvursun, objektif kriterlere göre değerlendirilsin ve onun vergisi yapılandırılsın veya affedilsin. Ama siz "Herkesi affediyorum." dediğinizde vallahi zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul yaparsınız. Bak, bu vergi aflarının sonucu ne oldu biliyor musunuz? Kapitalist bir düzende zaten adaletten bahsedemezsiniz ama bu vergi aflarının sonucunda Türkiye'de yüzde 1'in serveti geri kalan yüzde 90'ın servetinden daha fazla hâle geldi değerli arkadaşlar.

Vergi affında ne diyor biliyor musunuz? Vergi incelemesi yapılıyor ya arkadaşlar, vergi incelemesi sonucu eğer ki Maliye idaresi bir kişiyi yakalarsa -yakaladın, cezayı kestin- vergi affıyla diyor ki: "Başvur, yarısını silerim." Hatta "Cezaların yüzde 75'ini silerim." diyor. Düşünün, trafik polisi yakalıyor vatandaşı, sen diyorsun ki: "Kırmızı ışık cezasını da affedeceğim, hız cezasını da affedeceğim." Trafik polisini kimse takar mı? Takmaz. İşte, vergi memurunu da kimse takmıyor, "Yakalanırsam yakalanayım, nasıl olsa saraydan af gelir." diyor. İşte, vergi ahlakını, vergi barışını bozan bir düzenleme değerli arkadaşlar; bunu yapmayalım.

Değerli arkadaşlar, Kredi ve Yurtlar Kurumuna olan borçlarla ilgili düzenleme yapılıyor. Bizim yaptığımız muhalefet sonucunda milyonlarca gencin borcu yalnızca anaparaya gerileyecek; bunu, emin olun, biz yaptık, biz muhalefet ettik. Saraydan gelen fermanda anapara, artı, gecikme zammı vardı; şimdi, bu düzenlemeyle bizim yaptığımız muhalefet sonucu milyonlarca genç yalnızca anaparayı ödeyecek ama bu da yetmez. Gençlerimize borç değil burs vermeliyiz arkadaşlar, burs, burs; onu da zor durumda olan gençlerimize daha çok vermeliyiz. Burs kaç para biliyor musunuz? 1.250 lira. Allah'tan korkmuyorlar ya, günde 41 lira yapıyor. 1 tost, 1 ayran 50 lira olmuş arkadaşlar. 1 tost, 1 ayran; bak, 1 tost, 1 ayran 50 lira olmuş. Siz gençlerinize günde 41 lira veriyorsunuz; bu, vicdansızlıktır. Hak eden gencimize yani durumu kötü olan gencimize en azından 7 bin lira, 8 bin lira burs vermeliyiz arkadaşlar, borç değil.

Diğer bir mesele ehliyetlerle ilgili. Şimdi, ehliyetlerle ilgili bir af geliyor, nasıl geliyor biliyor musunuz? İşte, bu vicdansız iktidar... Arkadaşlar, şimdi, ehliyetlerine el konulan yüz binlerce yurttaşımız var, değil mi? Şimdi, bunlara diyor ki: "Ben sizi affediyorum." "Kırmızı ışıkta geçenleri affediyorum, hız sınırını geçenleri affediyorum." diyor ama "Alkollü araç kullananı affetmiyorum." diyor. Şimdi, ben size sorarım: Kırmızı ışıkta geçmek insan öldürür mü? Öldürür; ben çok şahit oldum. Yani kırmızı ışıkta geçerseniz insan öldürebilirsiniz, gözümle şahit oldum ölümlü kazalarda. "Bunu affederim." diyor. Hız sınırını aşarsanız insan öldürür müsünüz? Evet, öldürürsünüz; buna da gözümle çok şahit oldum. "Bunu da affediyorum." diyor ama "Alkollü araba kullanırsan seni affetmem." diyor. "İnsan ölümüne karışmamışsan bile affetmem." diyor. Siz bunda bir hakkaniyet görüyor musunuz arkadaşlar? Ben görmüyorum. Peki, niye böyle bir düzenleme yapıyoruz? Ölümlü bir kazaya karışmamış, kırmızı ışıkta geçene de hız sınırını geçene de alkollü araba kullanana da af getirmemiz lazım af getireceksek. İşte, burada da yanlış yapıyoruz değerli arkadaşlar, ideolojik bakıyoruz. Elbette yurttaşlarımız alkol içmesin, alkollü araba kullanmasın, ben de istemem ama kırmızı ışıkta da geçmesin, hız sınırını da geçmesin. Af getireceksek hepsine getirelim, getirmeyeceksek hiçbirine getirmeyelim.

Sigorta şirketleriyle ilgili önemli bir düzenleme var, diyor ki: "Sigorta şirketleri bu yasayla -siz 'evet' derseniz- eş değer parça kullanabilecek." Ya, pek çoğunuzun arabası var, kasko yapıyorsunuz, değil mi? Kasko primleri 3 kat, 4 kat artmadı mı? Basit bir arabanın bile kaskosu 10 bin lira, 20 bin liralara çıktı arkadaşlar; 3 kat, 4 kat arttı. Şimdi, siz sigorta şirketlerine diyorsunuz ki: "Eş değer parça kullanabilirsin yani yerli parça kullanabilirsin." İthal parça 20 bin lira, yerli parça 2 bin lira; bunu kullanacak. Peki, ben soruyorum, buradan da kayıtlara geçmesini istiyorum: "Bu 20 bin liralık yerine 2 bin liralık parça kullandığında bizim kasko primlerimiz düşecek mi?" diyorum, yalnızca "Efendim, düşebilir." diyorlar, "Düşer." diyorlar ama yasa teklifinde böyle bir düzenleme yok. Yani sigorta şirketleri hayat sigortalarını da 3 kat artırmış, kasko primlerini de 3-4 kat artırmış; şimdi, onlara kıyak yapıyorlar ama primlerin düşeceğine dair bir garanti yok. İşte, bunu da düzenlemeye bağlamalıyız değerli arkadaşlar.

Son olarak şunu söyleyeceğim: Değerli arkadaşlar, biliyorsunuz şehirlere tıkıldı yurttaşlarımız ve biliyorsunuz depremlerde hayatlarını kaybediyorlar. Şimdi, köye doğru bir dönüş var ama kimler köye dönüyor biliyor musunuz? Bir garibanlar; bir de zenginler köylerine dönüyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

GARO PAYLAN (Devamla) - Bir dakika alabilir miyim?

BAŞKAN - Buyurunuz efendim.

GARO PAYLAN (Devamla) - Zenginler ne yapıyor? Bağ evleri yapıyor, lüks, şato gibi evler yapıyor ama köye bir bakıyorsunuz, köy için diyor ki bu yasa: "2025 yılına kadar büyükşehirlerde emlak vergisini almayacağım." Şimdi, elbette köylüden emlak vergisi almamalıyız, geçimlik tarım işçisinden almamalıyız, geçimlik hayvan üreticisinden elbette almamalıyız, bunda bir şüphe yok ama oraya lüks bağ evini yapmış, milyon dolarlık şatolarını yapmış, malikânelerini yapmış insanlardan niye almıyoruz arkadaşlar? Bu yasa bunu söylüyor; "Bunlardan vergi almayın." diyor, "Bunlara ucuz su verin." diyor. Siz bunda bir hakkaniyet görüyor musunuz değerli arkadaşlar? Ben bir hakkaniyet görmüyorum. Eğer siz de benim gibi düşünüyorsanız bu yasalara bu şekilde yol vermeyin derim.

Hepinize saygılar sunarım.