| Konu: | 2022 ve 2021 Yılı Kamu Denetçiliği Kurumu Raporları Hakkında Dilekçe Komisyonu ile İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Üyelerinden Oluşan Karma Komisyon Raporları münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 6 |
| Birleşim: | 74 |
| Tarih: | 16.03.2023 |
HDP GRUBU ADINA MEHMET RÜŞTÜ TİRYAKİ (Batman) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kamu Denetçiliği Kurumunun 2021, 2022 Raporları hakkında Dilekçe ve İnsan Haklarını İnceleme Karma Komisyonunun hazırladığı rapor üzerine grubumuzun görüşlerini sizlerle paylaşmaya çalışacağım. Öncelikle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Daha önce de Kamu Denetçiliği Kurumunun raporları üzerine görüşlerimi bu kürsüden paylaşmıştım, eleştirilerimi ve önerilerimi sunmuştum, kısaca onları hatırlatacağım; ayrıca bu rapora ilişkin değerlendirmemi de birazdan sizlerle paylaşacağım ama sadece şunu söyleyeyim genel olarak: Bazı şeylerin düzeltilmesi gerekiyor.
Bir tanesi şu: Kamu Denetçiliği Kurumunun kararlarını uygulamayan idarecilere yönelik kesinlikle bir yaptırım kararının alınması gerekir, bunun gerekli olduğunu düşünüyorum çünkü hâlâ Kamu Denetçiliği Kurumunun kararlarını yerine getirmeyen idareler var.
İkincisi, yargıya intikal etmiş olsa da Kamu Denetçiliği Kurumuna bireyler ve kurumlar başvuru yapabilmelidir, bunun da gerekli olduğunu düşünüyorum. Yargıya intikal etmiş olması Kamu Denetçiliği Kurumuna başvurunun önünde bir engel olarak görülmemelidir; kuşkusuz, bu, Kamu Denetçiliği Kurumunun yapacağı bir şey değil, bunun için bir yasa değişikliği gerekiyor. Umarım, önümüzdeki dönemde -bu dönemde artık yapılacağı kanaatinde değilim- bu konuda bir yasa değişikliği yapılır ve Kamu Denetçiliği Kurumuna da başvurunun yolu açılır.
Üçüncü önerim de şu: Emin olun, hem Kurumun kendi raporlarını hem de Karma Komisyonun raporlarını okuduğunuzda göreceksiniz; Kurum daha çok kamu kurumlarının bir iç denetim kurulu gibi çalışıyor yani yapılan başvuruların büyük bir bölümü -yüzde 80'i, yüzde 90'ı- aslında kurum içerisinde çözülebilecek sorunlar ve kurum içerisinde çözülemediği için Kamu Denetçiliği Kurumuna yapılmış başvurulardan oluşuyor, onların da büyük bir bölümü aslında bir tür hızlandırmak için yapılmış başvurular, yoksa esasen kurum içerisinde de bunların büyük bir bölümünün çözülmesi mümkün. Bunu niye söylüyorum? Bu başvurular, aslında Kamu Denetçiliği Kurumuna yönelik algının da olumsuz yönde evrilmesine neden oluyor; aksi bir çalışma biçimi, İnsan Hakları Kurumu gibi, bir tür insan hakları kurumu gibi görülmesini sağlayabilir. Emin olun, dünyadaki bütün insan hakları kurumu örgütlerinin de Kamu Denetçiliği Kurumuna bakışı değişecektir ama raporun ayrıntılarına bir bütün olarak baktığınızda bir kez daha söylüyorum: Bir iç denetim organı gibi duruyor. Kamu Denetçiliği Kurumunun bu açıdan bakıldığında biçiminin değiştirilmesi gerekir.
2021 ve 2022 Raporlarına geçmeden önce birkaç şey söylemek istiyorum. Bu daha önceki görüşlerim, buradan bir kez daha tekrar etmiş olayım, resmî olarak kayıtlara geçsin istediğim için bir kez daha hatırlatmak istedim.
Bugün 16 Mart, bizim için önemli bir tarih. Bundan kırk beş yıl önce, 16 Mart 1978 tarihinde, İstanbul Üniversitesi öğrencileri, İktisat ve Hukuk Fakültesi öğrencileri, saldırılara karşı kendilerini korumak için topluca üniversiteden çıktıkları sırada bir faşist güruh tarafından "Kahrolsun komünistler." denilerek saldırıya uğramışlardı; o dönem 7 öğrenci yaşamını yitirmiş, 45 kişi de yaralanmıştı. Daha sonra, ismini söyleyerek yaşatmak istemediğim o şahsın da içerisinde olduğu kişiler hakkında davalar açıldı, yargılamaları sürdü, devam etti, daha sonra zaman aşımına uğratıldı. Kimin zamanında? Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidar olduğu bir dönemde, 2008 yılında o dava zaman aşımına uğradı. 1990'lı yıllarda işlenmiş pek çok faili meçhul cinayet davası nasıl Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı döneminde, 2015 sonrasında zaman aşımına uğratıldıysa, delil yetersizliğinden beraat kararı verildiyse İstanbul Üniversitesi öğrencilerine yönelik bu katliamın davası da Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde zaman aşımına uğratıldı, faillerinin cezalandırılması bir biçimde engellenmiş oldu.
Yine, bundan on yıl sonra, 16 Mart 1988 tarihinde, Irak'ın kuzeyinde, Halepçe kentinde insanlık tarihinin gördüğü en büyük katliamlardan biri yaşanmıştı. Saddam Hüseyin rejimi "Kimyasal Ali" olarak bilinen bir generalinin eliyle tam 5 bin Kürt'ün ölümüne yol açan bir operasyon gerçekleştirmişti. 5 bin Kürt kimyasal silahlarla 16 Mart 1988 tarihinde katledildi. Aslında, Halepçe katliamı bir dizi katliamın son halkasıydı; Enfal katliamıyla 1986'da başlayan ve 1988 Halepçe katliamıyla doruğa ulaşan bir katliamlar zincirinin son halkasıydı. En az 180 bin Kürt'ün, en az 180 bin kişinin bu Enfal operasyonları sırasında katledildiği söylenmektedir. Ne büyük talihsizliktir ki Saddam rejimi bu katliama Kur'an-ı Kerim'in bir suresinin adını vermiştir. Enfal suresinden alınmış bir isimle bu operasyonlara isim verilmiş, Kur'an kullanılarak 180 bin Kürt âdeta katledilmiştir fakat Kimyasal Ali'nin de Saddam Hüseyin'in de sonunun ne olduğunu hepimiz biliyoruz; bütün katillerin, bütün katliam sanıklarının, bütün katliam yürütücülerinin ülkemizde de dünyanın dört bir yanında da sonlarının böyle olabileceğini hatırlatmak gerekir. Unutmayacağız, anılarını mücadelemizde yaşatacağız demekle yetinmiş olayım.
Değinmek istediğim bir diğer konu şu: Deprem ve en son dün yaşadığımız sel felaketi. İktidar bunlara yeni bir isim buluyor yani beceriksizliğinin, yeteneksizliğinin faturasını öyle büyük isimler vererek kapatabileceğini düşünüyor. Depreme "asrın felaketi" diyerek, sel felaketine de "son elli yılın felaketi" diyerek başarısızlıklarının üstünü örtmeye çalışıyorlar.
Şimdi, önce bu sel felaketinden başlamak gerekir. Ya, bu kadar göz göre göre gelen bir felaket olamaz. Bakın, ta, Bizans döneminde aynı yerlerde, aynı bölgelerde benzer facialar yaşanmış. Bundan bin beş yüz yıl önce o dere yataklarında iyileştirme çalışmaları yapılmış, bin beş yüz yıl önce ve bu dere yataklarında yapılan iyileştirme çalışmalarından sonra bugün bizim bildiğimiz Balıklı Göl ortaya çıkmış. Bin beş yüz yıl sonra aynı dere yataklarına... Yani bunların iyileştirilmesi, önlemler alınması gerekirken o dere yatakları, bu Hükûmet döneminde ve belki de ondan öncesi dönemde imara açılmış ve bu imarın sonucunda hep birlikte, 16 kişinin ölmesine, belki de daha fazla insanın ölmesine yol açan âdeta bir katliama yol verilmiş oldu. Şaşaalı törenlerle açılan bir alt geçitte yaşanıyor bu yani şaşaalı bir törenle. Düşünün, bir alt geçit yapıyorsunuz fakat bu alt geçidin suyu tahliye etmesi için gerekli drenaj çalışmasını yapmıyorsunuz. Birkaç ay içerisinde yaşandı bu yani bundan birkaç ay önce bu alt geçit açıldı ve birkaç ay sonra en az 6 kişinin ölümüne yol açan bir işe bu Hükûmet imza atmış oldu; şimdi "Elli yılın yağmuru, elli yılın felaketi." diyerek bunun üstünü örtmeye çalışıyor. Emin olun, bu bir yeteneksizlik; emin olun, bu beceriksizlik.
Şimdi, bu deprem konusuyla ilgili çok şey söylendi ama ben unuttuğumuz bir şey olduğunu düşünüyorum. Bu kürsüden İçişleri Bakanlığıyla ilgili çok şey söyledim yani İçişleri Bakanlığının uygulamalarıyla ilgili, haksızlıklarıyla ilgili, hukuksuzluklarıyla ilgili çok şey söyledim, çok şey söylendi ama hepimiz bir şeyi unutmuşuz: Yani AFAD'ın, bu ülkenin en önemli kuruluşunun İçişleri Bakanlığına bağlı olmasını âdeta hepimiz es geçmişiz. Yani bu ülkenin belki de en önemli kurumu, bütün sorunları çivi olarak gören bir kişiye bağlı. Üstelik, bu yeni bir şey; 2018'den sonra AFAD İçişleri Bakanlığına bağlanmış oldu ve bu AFAD, sadece yaptıkları toplantılarda -deprem komisyonlarında yaptıkları konuşmalarda da böyleydi, Plan ve Bütçe Komisyonunda İçişleri Bakanlığının yaptığı açıklamalarda da öyleydi, bu Meclis kürsüsünden AFAD'la ilgili yapılan açıklamalar da öyleydi- sanki bu ülkenin en muhteşem kurumu yaratılmış, sanki her tür afete karşı hızla müdahale edilebilirmiş gibi, en iyi çalışan kurummuş gibi, en iyi örgütlenmiş kurummuş gibi bize bunlar anlatıldı. İçişleri Bakanı bize bunları anlattı, komisyonlarda anlattılar bunu, bütçe görüşmelerinde anlattılar bunu, koca koca kitaplarda yazdılar bunu. Bir tane büyük felaketle bu ülke karşı karşıya geldiğinde, biz o AFAD'ın ne hâle getirildiğini öğrenmiş olduk. Altında kalmasında tek başına İçişleri Bakanının etkisi vardır demiyorum ama emin olun, aklı başında... Bakın, şimdi vali olarak görevlendiriyorsunuz ya bu afet bölgesine, aklı başında valilerden birisi 2018-2023 yılları arasında o AFAD'ın başında olsaydı... "Şimdiki de bir vali." diyorlar ya, ben bu yeteneğe sahip olmadığını biliyorum çünkü valilerin kamu yöneticisi olarak en büyük yetenekleri budur aslında, kamu yönetimi organizasyonu eğitimi alırlar, fakat bu yeteneğe bile sahip olmayan bir kişiyi AFAD'ın başına getirdiğinizde, bu kurumu da İçişleri Bakanına bağladığınızda işte, sonu böyle oluyor.
Bakın, açın AFAD'ın sitesini öyle iddialı laflar göreceksiniz ki. Neymiş? Hani, sağlıkta diyoruz ya "Tedavi edici sağlık hizmetleri yerine koruyucu sağlık hizmetleri geliştirilmeli, böylece vatandaşların hastalanmaları engellenmelidir." Şimdi, bunlar da krizin ortaya çıkmasından önce önleyici önlemler alacak şekilde AFAD'ın organize edildiğini söylüyorlar; gördük nasıl engellediklerini, tek bir tane işlem yaptıklarını düşünmüyorum. Bakın, önlemek için tek bir tane, AFAD'ın tek bir tane iş yaptığını düşünmüyorum; hani, bırakın, bu deprem faciasından sonra bunun altında kalmasını -bundan önce öyle Çevre ve Şehircilik Bakanlığı şunu bunu yapmış, ayrı bir iş ama- AFAD'ın önlem açısından tek bir işlem yaptığı kanısında değilim, raporlarının hiçbirinin de inandırıcı olduğunu düşünmüyorum.
Şimdi, başka bir şey daha gördüm bu AFAD'la ilgili, onu da sizinle paylaşmak istiyorum. Şimdi, yine, kendi internet sitesinde -bunları kendi internet sitesinden alıyorum- diyor ki AFAD -buradan göremezsiniz muhtemelen- "Öne çıkan faaliyetlerimiz" diye bir sayfa oluşturmuş AFAD; bunların içerisinde bir tane de "Dünyanın vicdanı olmaya devam ediyoruz." diyor. AFAD, dünyanın vicdanı olmaya devam ediyormuş. Bunu nasıl yapıyormuş? 50'yi aşkın ülkeye yardımda bulunmuş. 2017 raporuna göre, geçen yıl 6 milyar dolar yardım yaparak ABD'nin ardından en çok insani yardım yapan 2'nci ülke olmuşuz. Öyle diyor AFAD yani dünyada en çok insani yardım yapan 2'nci ülke olmuşuz. Bunun da kaynağı ne? Şöyle bir kurumdan bahsetmişler, diyor ki: "Kalkınma İnisiyatifleri Örgütünün hazırladığı rapora göre, dünyada en çok insani yardım yapan 2'nci ülke Türkiye."
Şimdi, ben size "Kalkınma İnisiyatifleri Örgütü" desem, herhâlde dersiniz ki: "Bu konuda bir uluslararası örgüt var, bu uluslararası örgüt dünyadaki bütün çalışmaları araştırıyor, inceliyor, sonra da böyle rapor hazırlıyor." Yok, böyle bir şey. Üç beş tane Avrupa Birliği projesi çalışması yürüten bir sivil toplum örgütü, zaten "Sivil Toplum Geliştirme Merkezi" adıyla kurulmuş bir tane örgütmüş. Bu örgütün hazırladığı bir tane rapor var, o rapor da her nedense Türkiye'nin dünyanın en çok yardım yapan 2'nci ülkesi olduğunu anlatıyormuş. Yani tam bozacının şahidi şıracı modunda bir iş düşünün. Eğer araştırmazsanız, gerçekten Türkiye'nin çok da insani yardım yaptığını düşünüyorsunuz. Bunu niye söylüyorum? İki aydan az süre kaldı seçimlere; seçimlerden sonra eğer bu ülke yönetimine dair bazı düzenlemeler, değişiklikler yapılacaksa, kesinlikle, AFAD İçişleri Bakanlığına bağlı olmaktan çıkarılmalıdır. En yetenekli İçişleri Bakanı olsa bile AFAD bir kez daha İçişleri Bakanlığına bağlanmamalıdır çünkü AFAD, bir güvenlik örgütü değil, askerden, jandarmadan, polisten, zabıtadan oluşan bir örgüt değil bir yardım kuruluşuysa, ona göre organize olmuş bir örgütse, aklında sadece güvenlik olan, silah olan, polis olan, asker olan bir kuruma bağlanmamalıdır, AFAD tezelden İçişleri Bakanlığından ayrılmalıdır diyorum.
Şimdi, rapora gelince, birkaç şey de bu raporla ilgili söylemek istiyorum. Bir tanesi şu -Kamu Denetçiliği Kurumu raporundan- diyor ki Kamu Denetçiliği Kurumu: "Biz birkaç konuda özel çalışmalar yaptık, araştırmalar yaptık ve hazırladığımız raporlar var." Bunların içerisinde gerçekten kayda değer raporlar var; adalet sisteminin sorunlarının tespiti ve iyileştirilmesi gibi, Soma Maden Kazasından Hareketle Kömür Madenciliğinde İş Sağlığı ve Güvenliği Raporu gibi, Türkiye'nin Koronavirüs Hastalığı ile Mücadelesi Raporu gibi; Çocuk Tesliminde Hak İhlallerine ve Yoksulluk Nafakasına İlişkin Rapor da var bunların içerisinde. Ama diğer raporların tamamı sanki Hükûmetin siparişi üzerine yapılmış araştırmalar gibi, özellikle uluslararası raporlar için bunu söyleyebiliriz. Okursam ne demek istediğim daha iyi anlaşılır. Bir tanesi, Türkiye'deki Suriyeliler Özel Raporu'ymuş; bir tanesi, Azerbaycan-Ermenistan Savaşında Ermenistan Silahlı Kuvvetleri Tarafından Gerçekleştirilen İnsan Hakları İhlallerine İlişkin Rapor'muş. İsminden zaten taraflı olduğu anlaşılıyor değil mi? Yani sadece ismi okunduğunda da bu savaştaki insan hakları ihlallerinin değil, bir tarafın askerî birliklerinin nasıl insan hakları ihlalleri yaptıklarına dair özel olarak sipariş edilmiş bir rapor olduğu anlaşıyor. Bir başkası, Ege Denizi'ndeki Geri İtmeler ve Boğulan İnsan Hakları Raporu'ymuş. Bu da yine Hükûmetin isteği üzerine hazırlanmış bir rapor, yoksa gerçekten göçmenlerin yaşadığı dramın ortaya konulması için hazırlanmış bir rapor olduğu kanısında değilim. En azından ben ismine baktığımda bunu hatırladım, aklıma getirdiği şey buydu. Bir tanesi, yine Karabağ İnsan Hakları İnceleme Raporu'ymuş. Bunun da yanlı olduğunu söylemek için herhâlde ayrıntılı incelemeye gerek yok. Bir tanesi de yine Hükûmetin dış politikasına uygun biçimde Ukraynalı mültecilere ilişkin Macaristan gezisine yönelik olarak hazırlanan rapor.
Evet, Kamu Denetçiliği Kurumu bu tür raporlar hazırlamalı; bir insan hakları kurumu gibi, sadece ülkemizde değil dünyanın dört bir yanında hak ihlallerine yönelik araştırmalar, incelemeler yapmalı ve bunları raporlaştırmalı, dünyanın saygın kuruluşları, saygın kurumları, ülkeleri, yönetimleri bizim ülkemizdeki Kamu Denetçiliği Kurumunun raporunu referans göstererek açıklamalar yapabilmeli. Ama emin olun, bu raporların hiçbirini -belki hani, Türki Cumhuriyetlerle kurulmuş ilişkiler bağlamında onlar referans alıyordur ama- ben, dünyanın saygın kurumlarının referans gösterdiği kanısında değilim. Kamu Denetçiliği Kurumu, Hükûmetin isteği doğrultusunda "insan hakları" adı altında bu tür raporlar yayınlamamalı diye düşünüyorum. İçeriği konusunda yani yıllarca devlet memuru, kamu görevlisi olarak çalışmış birisi olarak söylüyorum, gerçekten kamu hizmetlerinin işleyişine dair çok sayıda başvuru var ve bunların önemli bir bölümüyle ilgili ciddi adımlar attığını düşünüyorum Kamu Denetçiliği Kurumunun ama bence birinci önceliği olmamalı.
Bir diğer şey -süremin sonuna geliyorum ama eğer bulabilirsem- toplantı ve ifadeyi açıklama özgürlüğüne dair bir bölüm var 2022 Yılı Raporu'nun 393, 394, 395 ve 396'ncı sayfasında. Bizim raporumuzdan bahsetmiyorum yani Karma Komisyon Raporu'ndan bahsetmiyorum, Kamu Denetçiliği Kurumunun kendi raporundan bahsediyorum, sanırım 647 sayfalık bir rapordu 2022 Yılı Raporu. Orada şöyle bir öneride bulunmuş, ulusal ve uluslararası mevzuata yer verdikten sonra diyor ki Kamu Denetçiliği Kurumu: "Dolayısıyla barışçıl ve kamu düzenini aksatmayan toplantı ve düşünceyi açıklama özgürlüğünün AİHM içtihadına uygun şekilde önünün açılması, polis müdahalesiyle karşı karşıya gelinmemesi amacıyla yasal, idari ve kurumsal tedbirlerin alınmasının gerektiğine dikkat çekmek gerekmektedir. Zira, insan hakları konusunda gerçekleştirilmiş olan diğer idari ve kurumsal tedbirlere ilave olarak 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Hakkında Kanun'un Birinci Bölüm Genel Hükümler kısmı altında, şiddet içermeyen barışçıl toplanma ve ifadeyi açıklama özgürlüklerine kamu düzeninin bozulduğuna ilişkin kamu..."
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET RÜŞTÜ TİRYAKİ (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan, müsaade ederseniz.
BAŞKAN - Buyurun.
MEHMET RÜŞTÜ TİRYAKİ (Devamla) - Evet, son olarak şöyle bir öneride bulunuyor "'Şiddet içermeyen barışçıl toplanma ve ifadeyi açıklama özgürlüklerine kamu düzeninin bozulduğuna ilişkin somut bir gerekçe olmaksızın müdahalede bulunulamaz.' diye kanuna açık bir hüküm konulsun." diyor.
Ben bunu önemli oranda destekliyorum fakat bir istisna "ancak" "ama" anlamına gelecek "kamu düzeninin bozulduğuna ilişkin somut bir gerekçe" ifadesi çıkarıldığında, gerçekten "Şiddet içermeyen, barışçıl toplanma ve ifadeyi açıklama özgürlüğüne müdahalede bulunulamaz." biçiminde açık bir ekleme yapılması Türkiye'de toplantı ve gösteri yürüyüşleri hakkına ciddi katkı sunacaktır. Bir tane örnek, Eş Genel Başkanlarımız ve 30'a yakın milletvekilimizle, yanımızda danışmanlarımız bile yoktu, Ankara'nın merkezinde Kızılayın önüne gidip bir protesto açıklaması yapamadık. Ankara Valiliği Türkiye'nin 3'üncü büyük siyasi partisinin Genel Başkanı ve 30 milletvekilinin Kızılay önünde açıklama yapmasına bile tahammül edemiyor.
Umarım 2911'i de değiştiririz diyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum.