GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Orman Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:6
Birleşim:75
Tarih:20.03.2023

HDP GRUBU ADINA RIDVAN TURAN (Mersin) - Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, böyle bir dönemde Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonuna gelecek olan kanun teklifi böyle olmamalıydı. Ne olmalıydı? Her şeyden önce, olağanüstü bir yıkım yaşadık, özellikle bölgede son derece ciddi kayıplar söz konusu. Bir tarafta, 50 bini aşmış ve belli ki daha da aşacak olan can kaybımız var; diğer tarafta, devasa iktisadi kaynaklar yok oldu; bir tarafta da bunun bir alt başlığı olarak tarım çok ciddi zarar gördü. Dolayısıyla aslında Meclisin konuşması gereken şey eğer Tarım Komisyonuna bir kanun teklifi geliyorsa, Meclisin konuşması gereken şey temelde "Oradaki yarayı nasıl sararız?" olmalıydı. Yani ne yapmalıyız, ne yapabiliriz de oradaki tarımsal üretimin devamını sağlarız, oradaki insanların derdine derman oluruz ve o problemi ortadan kaldırırız? Konuşulması gereken temel şey buydu ama böyle, bizim oranın deyimiyle paça dizde akıl gözde bir kanun teklifi yine geldi, yine bir torba kanun teklifi geldi. Bu torba kanun teklifinin içerisindekileri ayıkla ki birbirinden işe yarar bir şey bulasın. Hani, bazı maddeler için olabilir diye düşünüyoruz ama kanun teklifinin toplamına bakıldığında, HDP'nin buna "evet" demesi mümkün değil. Niye değil? Öncelikle, birinci sözünü ettiğim sebeple değil.

Şimdi, 15 milyon civarında insanın yaşadığı, aşağı yukarı, Türkiye ihracatının yüzde 13 küsuruna tekabül eden bir iktisadi büyüklükten bahsediyoruz. Yine, burada 300 bin civarında çiftçi bulunuyor. Bizim alanı gezerken gördüğümüz şeylerden bir tanesi şuydu: Üretim artık imkânsız hâle gelmiş, üretim araçlarının, traktörlerin önemlice bir kısmı enkaz altında kalmış.

Bunlar olmasa bile, üretici nüfus -yani Türkiye'de çiftçi yaşı artık ortalama 55'e tekabül etti- bu insanlar üretim yapmak istemiyorlar; demoralize olmuşlar, hayvanları telef olmuş ve üretimi sürdürebilecek durumda değiller. Ben, Tarım Komisyonunda olmam hasebiyle alandan çok sayıda telefon aldım, şöyle diyorlar: "Ya, biz fideciyiz, bu fideleri yetiştirdik ama devamını getiremeyeceğiz; bunları maliyetine satmak istiyoruz." Biliyoruz ki hayvancılık yapan pek çok insan malını, davarını öldü fiyatına sattı; birtakım uyanıklar bunları piyasadan toplamakla iştigal ediyor şu anda. Normalde, Meclis, 'Bu sorunu nasıl çözeriz? Kardeşim, Türkiye'de bir gıda krizi yaşanacaksa, işte, tetiğini çeken şey bu deprem olmuştur, buna ilişkin bir tedbir almamız gerekir mi?' diye sormaz mı, buna ilişkin planlama yapmaz mı? Yapmadı. Ne yaptı? Neoliberal politikalar bu zamana kadar nasıl gelmişse, nasıl sürüyorsa, onu bir biçimiyle devam ettirmeye çalıştı. Oysa, kuraklık da dikkate alınırsa, kuraklığın bir devamı olarak ortaya çıkan seller de dikkate alınırsa, meydana gelen obruklar dikkate alınırsa, yer altı suyunun hızlıca çekilmekte olduğu dikkate alınırsa... Mesela, Malatya'dan arkadaşlar "Ya, bizim kuyular kurudu, oradan su kullanamıyoruz." diyorlar. Birtakım su yatakları istikametini değiştirdi. Şimdi, böyle bir durum söz konusuysa yapılması gereken herhâlde bu değildi.

Bu olmadığı gibi, bir de şöyle sorunlarımız var: Tarım alanlarına konut yapmak gibi tuhaf bir şeyle iştigal ediyor iktidar yani şimdi, köylü tedirgin, diyor ki Malatya'da: "Ya, bizim üzüm bağlarına konut yapılacakmış." Böyle bir problemimiz var. Başka yerlerde yine tarımsal alanlara inşaat molozlarının, enkazların döküldüğüne tanık oluyoruz. Bir insan kendi kafasına sıkar mı? İşte, sıktığının somut örneğini ne yazık ki şu anda hep beraber yaşıyoruz değerli arkadaşlar.

Bu teklif içerisinde bizim katılmamızın mümkün olmadığı şeyler var. Mesela, teklifin ruhuna kendisini veren esas şey şu: Sözleşmeli tarım ve -tırnak içinde- planlı tarım. Planlı tarım nedir? Artık deniliyor ki: "Bakanlık söz konusu olan, yaklaşan gıda krizini dikkate alarak kimin neyi ekeceğine, nasıl ekeceğine, nerede ekeceğine karar verebilir." ve sözleşme serbestisi... Bunun altı çizilmek kaydıyla, eğer çok stratejik şeyler söz konusu olursa çiftçiye "'Bu konuda sözleşme yapmak zorundasın kardeşim.' de diyebilir." deniliyor, Bakanlık bunu söyleyebilirmiş. Şimdi, değerli arkadaşlar, bakın, Demirel'in bir lafı vardı "Memlekete plan değil, pilav lazım." diye. Biz solcuların planlamacı yaklaşımlarına karşı, o zaman, bütün sağcıların böyle şahikası olmuştu. Şimdi, Adalet Partisinin devamı olan AKP'nin de... Günün sonunda geldiğimiz nokta planlama fakat nasıl planlama? Deniliyor ki: "Biz merkezden planlayacağız kardeşim. Çiftçi, sen de buna uygun üretim yapacaksın." Bizim yıllardan beri anlatageldiğimiz planlama, böyle bir şey değil yani bir avuç bürokratın Türkiye'deki tarım havzalarının dikkate alarak "Burada şunu yetiştirin, burada ötekini yetiştirin." demesi değil; planlama denen şey, demokratik muhtevaya sahip bir şeydir. Yani eğer planlama olgusunda o alanda üretim yapanlar, o alanda üretim yapanların örgütleri, kolektifleri, kooperatifleri, komünleri, yerel yönetimler, gıda toplulukları; bunlar dikkate alınmadan yapılacak bir planlamanın tek bir karşılığı var, bunun adı merkeziyetçiliktir ve dünyada merkeziyetçiliğin iflas ettiğini defalarca gördük. Bu iktidar, 2002'den bu yana kadar merkeziyetçi tutumlarla, merkeziyetçi politikalarla bu memlekette bir şeyi düzelteceğini varsaydı ama gelelim ki son tahlilde ortalık perişan durumda. Aslında, bir planlama yaptılar, neydi o planlama? Neoliberal politikaların emrettiği tarımsal yönelim neyse şimdiye kadar, ona ilişkin bir planlama içerisinde oldular. Mesela ne yaptılar? Regülasyon mekanizmalarını tasfiye ettiler. Türk Silahlı Kuvvetlerini niye özelleştirmiyorsunuz arkadaşlar, hiç düşündünüz mü? Stratejik, değil mi? Hep diyorsunuz ya: "Tarım çok stratejiktir." Tarımı stratejik kılan şey insanların doyması meselesidir. Yani siz bunları yaptığınızda, tarımdaki planlamayı ortadan kaldırdığınızda, tarımdaki uygulamaların tümünü neoliberal politikalar doğrultusunda şekillendirdiğinizde ortaya çıkan şey, aslına bakılırsa ülkemiz açısından çok stratejik olan bir alanı uluslararası sermayenin, zenginlerin, para babalarının, Bayer'in, Monsanto'nun ve daha sayabileceğim bir sürü tarım kimyasalını üretenin inisiyatifine terk etmektir. E, bunun sonucunda en az TSK kadar stratejik bir şeyden bahsediyorsak, bu alanda yapılan şeyler zaten tarımı bir bütün olarak tasfiye etmiş durumdadır.

Teklifte deniyor ki: "Eğer bu yapılmazsa yani eğer çiftçi bu planlamaya uymazsa bunun cezai yaptırımı var." Çok acayip bir durum. Çünkü bütün bu başımıza gelenlerin temel sebebi şuymuş: Çiftçinin yanlış planlamasıymış. Komisyon raporunda, daha doğrusu teklif sahiplerinin genel gerekçesinde bu açıkça yazılmış. Eğer çiftçiler yanlış yönelimlere sahip olmasalarmış, yanlış tasarruflarda bulunmasaymış bu memlekette tarım bu hâle gelmezmiş. Yine diyor ki orada: "Ya, meyvelerde durumumuz iyidir ama yağlı tohumlarda, hububatta ve bakliyatta durumumuz vahimdir." E, günaydın; e, günaydın. Ben beş yıldır Tarım Komisyonundayım, beş yıldır diyorum ki: "Bak, bu tarım alanları azalıyor, sizin yaptığınız bu politikanın sonucu bizi dışarıya muhtaç etmektir. Yirmi yıl önce Kanada bizden anaç bakliyatları, tohumları aldı; şimdi, biz oradan ithalat yapıyoruz." Tarım Bakanı en az üç dört defa bana "Doğru söylemiyorsun." dedi. Ey, devrik Tarım Bakanım duyuyor musun şimdi? Bak, senin arkandan nasıl bir yasa yapılıyor. Demek ki yaptığınız iş bu memleketi uluslararası sermayeye mahkûm etmekmiş ama bir şartla. Burada, söz konusu olan çiftçinin yanlış tasarrufu falan değildir; AKP'nin yanlış tasarrufudur. Bir planlama yapmak gerekiyorsa AKP'nin tarım kurmaylarına ve tarım zihniyetine yönelik bir planlama yapmak gerekir. İthalatçı olmayan, kırsalı ortadan kaldırmayı temel almayan, kamu iktisadi teşekküllerini tasfiye etmeyen bir planlamaya sizin ihtiyacınız var; çiftçinin falan ihtiyacı yok. Çiftçi aynen borsacıya dönmüş, bakıyor, hangi mamul kaç para ediyor, ona göre üretim yapmaya başlamış. Ya, bundan daha vahim bir şey olabilir mi, siz devlet olarak ne yapıyorsunuz ya? Bu devleti yönetiyorsunuz, direksiyondasınız, siz ne yapıyorsunuz devlet olarak, buna ilişkin herhangi bir planlamaya, herhangi bir yaklaşıma sahip misiniz? Bu kanun teklifinde şöyle bir zihniyet var: "Sen planlamaya uyacaksın, gerekirse sözleşmeli tarım uygulayacaksın." diyor. Yani sözleşme serbestisinden bahsediyor ama "Gerekirse, önemli mevzular söz konusuysa, stratejik sorunlar varsa bunlara uyacaksın." diyor. Değerli arkadaşlar, "sözleşmeli tarım" dediğiniz şey nedir? Bir firma niye sözleşme yapar? Carrefour, Migros ya da şu sizin hiç hazzetmediğiniz 3 harfliler -sonra savaş açtınız ya onlara- şimdi bunlar niye sözleşme yapar bakalım: Eğer dışarıdan alsa maliyetlidir, kendi üretse o da maliyetlidir. O yüzden, dünyanın her tarafında aşağı yukarı benzer bir durum var, sözleşmeli tarımda ezilen her zaman bu palavra sözleşme serbestisi ve müteşebbislikte eş silahlara, silahların eşitliğine sahip olma ilkesi her zaman palavra olur. Yani herhangi bir çiftçinin sözleşme yaptığı devasa bir tekelle yarışması mümkün mü? Değil. Ne olacak? Olan şey şu oluyor: En sonunda nihai olarak çiftçi o tekele tabi oluyor yani sömürülüyor yani "gıda egemenliği" dediğimiz, bugün artık dünyada çok önemli bir kavram olan -Via Campesina sayesinde- çiftçinin ne ekeceğine, nasıl ekeceğine, hangi girdiyi kullanacağına kendi karar vermesi olgusu ortadan kalkarak çiftçiler birer tarla bekçisi, sermayenin kölesi hâline dönüyor. Bunu siz yapıyorsunuz, yaptınız. Hadi bu dediklerime hiç inanmıyorsanız, 2002'den bu yana tütünde sözleşmeli üretim var, hele bir gidin sorun ya, yüreğiniz yetiyorsa, gidin tütüncüye "Ya, biz bu alanda sözleşmeli üretimi getirdik, nasıl, çok para kazandınız mı; memnun musunuz?" diye bir sorun. Millet aman ağlıyor çünkü sözleşmeli üretimde o sermaye çarkının içerisinde hiçbir söz söyleme hakkına sahip olamayan çiftçi eziliyor. Hatta bu utanmaz firmalar, ucuza aldıkları tarımsal girdileri, zehri, gübreyi ve benzeri şeyleri çiftçiye piyasa fiyatından satmak suretiyle böyle de kâr ediyorlar. Bu sebeple "sözleşmeli üretim" denilen şey Türkiye halklarının çıkarına değildir, olsa olsa bir avuç sermayedarın çıkarınadır, bir avuç sermayedarı zengin edecek niteliğe sahiptir.

Yine, tarım arazilerinin kiralanması var yani sen tarım arazini iki sene ekip dikmiyorsan kardeşim, bu kiralanır; kamu buna el koyar ve kiralar ama kirasını sana verir, ya, o kadar da moralinizi bozmayın. "Bozmayın" derken söylemeye çalıştığım şey şu: Ben bir üretici olarak diyelim ki sözleşmeli tarımı doğru bulmuyorum, zarar ediyorum. Planlı üretime de yani bana dikte edilen üretim biçimine de karşıyım ve tarlamı ekmedim." Demiş oluyor ki bu kanun, ruhen demiş oluyor ki: "Biz senin tarlanı başka birine kiralarız, sana da kirasını veririz; böylece, üretimi artırırız."

Bakın, üretim böyle artmaz -bu konuda benim muhtelif kanun tekliflerim var- üretim şöyle artar: Hazine elindeki araziler bedelsiz olarak ve kullanılmak amacıyla topraksız köylüye verilmelidir, denilmelidir ki: "Sen burada ürün üret, buradan para kazan, toprağa bağlı hâle gel yani kırsal tasfiye olmasın." Devlet bunu desteklemelidir yoksa benim toprağımı başka birine kiralamakla bu işin içinden çıkmak mümkün değildir; kamunun bu konuda vazife üstlenmesi lazım.

Biz hep şunu söylüyoruz: Binlerce hektar tarım alanı ekilmiyor. 26 milyon hektardan 23 milyon hektara düşmüş tarım alanı var. Bir de kamunun elindeki alan var, kamunun elindeki alan için devlet diyecek ki: "Kardeşim, üretim yapmak isteyenler hele beri gelsin; ben size burayı satmak üzere, miras bırakmak üzere değil, ürün üretmek üzere veriyorum ve bunu destekliyorum." Üretim artacaksa böyle artacak ama böyle bir perspektif tabii ki yok.

Şimdi, gelelim bu ormanlar meselesine. Ya, bazı hatipler şöyle şeyler söylüyorlar, diyorlar ki: "Burada çok ileri şeyler var; ormana dökülecek molozlar, bilmem neler burada yasaklanıyor." Arkadaşlar, aynı kanunda -bu teklifte değil- şöyle bir şey var: "Maden ocaklarının boşalttığı alanlar kentlerin yıkıntılarının molozlarıyla doldurulur, üzerine de belirli oranda tarım toprağı konulmak suretiyle buralar ağaçlandırılır." diye bir laf var. Ya, bu korkunç bir şey biliyor musun? Yani şundan korkunç bir şey: Bu enkazlarda sadece asbest falan yok. Asbest, solunum yoluyla insanı kanser eder, sindirim yoluyla insanı kanser eder ama burada dioksinler var, furanlar var; eğer, sen bunu toprağa gömersen -ki yasa, gömülebilir diyor, geçerli yasa bu şu anda- o içtiğin su çocuklarını zehirler, seni zehirler, bütün yer altı sularını perişan edersin. Şimdi, çok geri bir noktadayız ve bunların rehabilitasyonu da özel teşebbüslere verilecekmiş. Ya, bu kadar özel merakını bir kenara bırakın, tarım kamusal bir meseledir. Tarımda amaç insanların ulaşılabilir, gıda güvenliğine, gıda güvencesine sahip olduğu bir biçimde beslenebilmesidir; bunun olmazsa olmaz taraflarından bir tanesi gıda egemenliğinin tesis edilmesidir. Böyle ihracat yaparak, bilmem ne yaparak, malı, davarı dışarıdan getirerek tam da üretim zamanında ithalat silahına sarılarak bu işler olmaz. Olmayacak şeylerden bir tanesi de şu; şimdi, ÇKS'ye burada laf edilmiş, deniliyor ki: "ÇKS yerine Bakanlıkça belirlenen bir kayıt sisteminin getirilmesi..." Ya, yasa yapıyoruz, yasa; belirlenecek nedir? Ne ise belirleyelim burada. Bak, burada 600 olmasa da 20-30 kişi var. Bunu beraber belirleyelim, yasa yapıyoruz "Bakanlıkça belirlenecek" olmaz. ÇKS eğer işlev görmüyorsa buna ilişkin başka bir kayıt sisteminin belirlenmesi gerekir. ÇKS işlev görmüyorsa dedim ama şunun da altını çizmek lazım: Bu zamana kadar desteklemelerden başlayarak pek çok şey ÇKS üzerinden yapılmadı mı? Yani iktidar şunu söylemiş oluyor: "Ya, biz bir sistem kullandık ama kusura bakmayın, o kullandığımız sistem de biraz palavraymış; bunun eksikliğini de gördük, şimdi biz yeni bir şey olsun diyoruz." Değerli arkadaşlar, o "Yeni bir şey olsun." dediklerinin de ne olduğunun ne yazık ki adı yok ama biz geri planda biliyoruz; bu sayede ziraat odalarının içinin boşaltılması, ziraat odalarının tasfiye edilmesi gibi gizil bir planın olduğunu çok iyi biliyoruz.

Yine, ormanlık alanlara dökülmüş olan atıkların kaldırılması konusundaki hükümde, burada "izin-irtifak hakkı" diye tarif ve tabir edilen şeyin bir defa ortadan kalkması lazım. Yani bunların, bu alanların kullanımının kamuda kalması, kamu tarafından sevk ve idare edilmesi gerekli. Ormanlık alanlara ilişkin bazı kavramlar var, bizim kabul etmemiz mümkün değil. Yani, işte "ormanlık vasfını yitirmiş..." E, ne olmuş kardeşim ormanlık vasfını yitirmişse? Kamunun vazifesi ne? Anayasa'nın emri ne? Ormanlık alanı yeniden ihya etmek, öyle mi? O zaman bunlara dayanarak, bunları bir veri ya da referans alarak düzenleme yapmak mümkün değil. O sebeple, ormanlık alan bozulmuş, şöyle olmuş, böyle olmuş; bu tür kavramları kabul etmemiz de yine mümkün değil.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayın sözlerinizi.

RIDVAN TURAN (Devamla) - Mesele şudur değerli arkadaşlar, son sözüm bu olsun: "Verimlilik" diye bir şeye yapışmış kalmışsınız, sizin açınızdan "verimlilik" denen şey ne kadar para kazandırıyorsa odur. "Verimlilik" o değildir; "verimlilik" olan şey insanların, insan neslinin, ekolojinin fayda gördüğü şeydir, sürdürülebilir olmaktır. Bu sebeple, yaptığınız her şeyi daha fazla para kazanmak, daha fazla rant elde etmek üzerine kuruyorsunuz; yaptığınız tarım politikalarının hepsinin geri planında olan şey budur.

O sebeple, demokratik, planlamacı, çiftçiyi mutlaka dikkate alan, kooperatiflerin, kolektiflerin ve yerel yönetimlerin söz sahibi olacağı yeni bir tarım programına ve küçük ölçekli ailenin destekleneceği güçlü bir tarımsal akla ihtiyaç var; o da artık siz gittikten sonra.