| Konu: | Orman Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 6 |
| Birleşim: | 78 |
| Tarih: | 23.03.2023 |
HDP GRUBU ADINA RIDVAN TURAN (Mersin) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Genel kurulu saygıyla selamlıyorum.
Bu teklifin ilk bölümünde de ifade etmiştik yani hem tarım açısından hem ormancılık açısından son derece problemli maddeleri içerisinde taşıyan bir teklif bu. Özellikle "sözleşmeli tarım" diye tarif edilen, piyasada eşitsiz ilişkilerin tesisine sebep olacak olan ve üreticiyi büyük tekeller karşısında, "3 harfliler" karşısında, Migroslar, Carrefourlar karşısında iyiden iyiye yoksullaştıracak olan bir öneriydi. Biz HDP olarak başından itibaren yani yıllardan beri bu sözleşmeli tarımın doğru olmadığını anlatageliyoruz.
İkinci mesele, merkez tarafından kimin, neyi, nasıl ekeceğine karar verilmesi türünde yerellerin özgünlüğünü ve inisiyatifini esas almayan bir merkeziyetçilik dayatmasıydı, bunun da doğru olmadığını ifade etmiştik.
Şimdi, ikinci bölümde, yine bu tarımın sorunları, ilk bölümde nasıl çiftçilerin yanlış tercihlerine indirgenmişse ve esas olarak buradan ifade ediliyorsa burada da, ormana ilişkin alınan tedbirlerde de vatandaş üzerinde daha fazla cezai yaptırım uygulamak suretiyle birtakım tedbirler inşa edilmeye çalışılıyor.
Bu iktidarın, AKP'nin zaten şöyle bir özelliği var: Teflon tava gibi, maşallah, hiçbir şey yapışmıyor bunlara yani iyi olan her şeyin mimarı onlar ama kötü olan hiçbir şeyden sorumlu değiller. Şimdi de ormana ilişkin bir ton hüküm var burada ve bu hükümlerin hemen tümü aslına bakılırsa ceza, yaptırım vesaire biçimde yani devletin orman köylüsü üzerindeki hegemonyasını artırmak, daha fazla tesis etmek biçiminde izah edilmeye çalışılmış. İyi de mesela, yani burada iktidarın kendisinin sorgulaması gerekmez mi? Yani ormana ilişkin bu zamana kadar AKP iktidarının yaklaşımı neydi, bunlardan bahsedilmesi gerekmez mi? Yani yanlış seviyeden kesmeden, damgasız kesime, taşımaya, işte, orman emvalinin izinsiz kullanımına, sınır levhalarının değiştirilmesine kadar, bunların hepsinin cezaları artırılmış ya da cezalara bağlanmış hükümler ve bunların hepsi Orman Kanunu ve "Ormanlara Kanun Dışı Müdahaleler" başlığı altında değerlendirilmiş yani deniyor ki: "Ormanlara kanun dışı müdahaleler yapanı biz cezalandırırız." İyi deniyor, peki, sizin yıllardan beri ormanlara yaptığınız kanun dışı, mesela Anayasa dışı müdahaleleri nereye koyacağız? Yani sürekli kendisini haklı gören ve kendisinin dışındaki herkese sorunları ihale eden bir tarım ve orman anlayışıyla bu meselelerin içerisinden çıkmak mümkün mü? Asla mümkün değil. Neler onlar? Yani çok şey sayılabilir ama en azından depremden bu zamana kadar ormanlara karşı taammüden ne türden suçlar işlendi, işleniyor bunlara bir bakalım: Mesela Orman Kanununun 17'nci Maddesinin Üçüncü Fıkrasının Uygulanması Hakkında Yönetmelik var, bu yönetmelikte değişiklik yapan bir yönetmelik çıkarıldı ve burada -eskiden yoktu- güneş enerjisine dayalı elektrik üretim tesislerinin artık ormanlarda kurulması mümkün hâle getirildi bu yönetmelikle. Şimdi, mesela bu, ormanlara ilişkin suç değil mi? Arkadaşlar, bir şey meşruiyetini illa yasalardan almak zorunda değil ya da şöyle ifade edeyim: Yasal olan her şey meşru olmak durumunda değil. Devletin acımasız yüzünü, baskıcı tarafını yasalara büründürdüğünüzde, ekolojiye karşı bütün yönelimleri yasalara büründürdüğünüzde buradan bir meşruiyet oluşturmuş olmazsınız; bu, tam tersine, halkın nezdinde, doğanın nezdinde, vatandaşın nezdinde gayrimeşru olmaya devam eder.
Bakın, devam ediyorum, bu yönetmelikte, yine, orman içerisinde havaalanları, pistler, taksi yolları, apron, otel, motel, lokanta, bunların eklentileri, müştemilatları, dinî tesis, terminal binası, alışveriş üniteleri gibi binaları yapmak mümkün hâle geldi; yönetmelikle oldu bu. Şimdi, ne olmuş oluyor? Bu, Anayasa'nın ormanların korunmasını temel alan o çok önemsediğimiz 169'uncu maddesinin ihlali anlamına gelmiyor mu? Geliyor vallahi. Yani ne yazık ki depremden sonra insanlar canının başının derdindeyken iktidar buradan yönetmelikle kendisine böyle bir şey çıkarttı. Şimdi, bu eklentilerin kurulmaya başladığı andan itibaren orman yapısının darmadağın olacağını herhâlde öngörmek için kâhin olmaya falan gerek yok.
Yine, bak, 24 Şubat 2003 tarihinde 126 numaralı Kanun Hükmünde Kararname yayınlandı ve bu 6831 sayılı Orman Kanunu, 4342 sayılı Mera Kanunu ve 3194 sayılı İmar Kanunu bu KHK'yle önemli ölçüde hasara uğratıldı, delindi, hükümleri ortadan kaldırıldı. Mesela Orman Kanunu'na göre Tarım ve Orman Bakanlığına bağlı olan orman içi bazı alanlar -işte, parklar, mesire alanları- Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığına bağlandı. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ne yapacak, ağaç mı dikecek oraya? Elbette çevreye, şehirciliğe yani ranta ait şeyleri orada kurumsallaştıracak. Bu sebeple, bu teklifin bir defa ruhu sakat, teflon tava gibi olması sebebiyle sakat; kendisinde hiç kabahat görmeyen, ormana ilişkin bu kadar taammüden hareket varken kendisinin dışındakilere cezai yaptırım uygulamak suretiyle bu meseleleri çözeceğini varsayan bir yarım akıl var bu şeyin içerisinde.
Şimdi, yine, bu bölümde Nusratiye Mahallesi'yle ilgili bir şey var. Bakın, burası daha öncesinde bir orman alanıyken yanmış ve bu sebeple de 2/B uygulamasının dışında kalmış fakat Komisyon diyor ki, Komisyon toplantılarında da söylendi: "Ya, biz buraya gittik, baktık kardeşim; buranın yandığına ilişkin bir şey bulamadık. O sebeple biz burayı 2/B kapsamına alacağız yani buradaki kadastro çalışmasını yeniden yapacağız." Yani önceki kadastro çalışmasını saymıyor. Şimdi, eğri oturup doğru konuşalım; değerli arkadaşlar, bunun geri planında olan şey şudur: Burada olağanüstü bir arazi rantı var ve bu arazi rantından faydalanmak için bu yapılıyor. Yerelde de konuştuğumuz bazı muhtarlar da dâhil olmak üzere onların ifadeleri bu yönde. Dolayısıyla, buradaki bu 2/B uygulamasına yönelik olarak kadastronun yenilenmesi öyle bir kapı aralıyor ki benim köyümde de böyle bir yer var kardeşim, yangın mangın da çıkmamış, hadi bir de onun için yapalım... Yani bu bir defa delindiğinde bunu bir yerde tutmak mümkün değil. Yapılmış kadastro caridir, o sebeple devam etmek gerekmektedir. Böyle yırtma yapıştırma yapar gibi kanunlarla bir köye, bir bölgeye ilişkin kanunlar çıkartmanın sonu yok çünkü bu olumsuz bir emsal teşkil edecektir.
Yine, burada önemli bir mesele, iki yıl ekilmeyen toprakların kiralanması. Ben sizin dayattığınız sözleşmeli tarıma karşıyım ya da sözünü ettiğiniz biçimde planlı tarıma karşıyım ve toprağımı ekmedim; hadi bunları bir kenara bırakalım da kâr edemiyorum, zarar ediyorum, o sebeple toprağımı ekmedim. Ne yapacaksınız? Benim toprağıma el koyacaksınız ve bunu kiralayacaksınız. Bir defa, devlet bunu yapacağına önce kendi elindeki, hazinenin elindeki toprağı topraksız köylülere bilabedel kullanım karşılığında vermelidir, onları topraklı hâle getirmelidir ve kendisine şu soruyu sormalıdır: Bir toprak niye iki sene ekilmez kardeşim? Niye ekilmez; insanlar kâr elde edemediği için ekilmez, yerinden yurdundan memnun olmadığı için ekilemez. İşte, bu soruyu kendine sormayan iktidar, böyle inzibati tedbirlerle güya gıda güvenliğini artıracakmış. Güvenlik demişler, onu da yanlış yazmışlar, gıda güvencesi denilecek orada. Gıda güvenliği başka bir şey, gıda güvencesi başka bir şey, onu da yanlış yazmışsınız yani. O sebeple yani burada 40 milyon dönüm Türkiye'de toprak haczedilmiş durumda. İktidarın uğraşması gereken şudur üretimi artırmak istiyorsa: Çiftçinin üretim araçları hiçbir kayduşartta haczedilemez, toprağına el koyamazsın, borcu olsa da koyamazsın, traktörüne el koyamazsın kardeşim; bunları söyleyebilmektir ama onlar bildikleri gibi yapıyorlar ve çiftçinin kâr edeceğini garantilemekten ziyade yaptıkları şey "İki sene ekmezsen kardeşim, gözünün yaşına bakmam, ben bunu başkasına kiralarım." biçiminde oluyor; bu, vicdani değil.
Bir başka mesele: TKDK'de geçici olarak çalıştırılan kısmi zamanlı uzmanlar idari uzman statüsüne alınıyor. Alınıyor ama orada 254 kişilik destek personeli var ki bu arkadaşların KPSS sınavını başarıyla vermiş olmaları ve kurum sınavını da kazanmış olmaları sebebiyle bir üstünlükleri, bir artıları var. Bu insanların idari uzman olarak değerlendirilmesi gerekiyorken bunlara hiç kimse selam bile vermiyor. Dolayısıyla, burada, Anayasa'nın eşitlik ilkesine de ciddi bir aykırılık söz konusu. Vicdana, adalete de uymayan bir tarafı var bu işin, bunun kabul edilebilmesi mümkün değil değerli arkadaşlar.
Son olarak, iki önemli şey var. Bu bir torba kanun, ben de bu torbaya 2 tane önemli madde eklemek isterdim doğrusunu isterseniz. Kabul edilmeyeceğini bildiğimiz için buraya bu öneriyi yapmıyoruz. Bunlardan bir tanesi, EYT düzenlemesi. EYT bir biçimiyle geçti fakat EYT'nin geçmiş olduğu biçimi hâlâ toplumda ciddi bir eşitsizlik ve haksızlık üretmeye devam ediyor. Özellikle deprem mağdurları yani deprem sebebiyle, çalıştıkları hâlde sigorta girişleri yapılamayan 150 bin civarında insan var. Bu insanlar diyorlar ki: "Ya, deprem oldu, gördünüz memleketin hâlini. Bu koşullarda biz nasıl o zamanlar, 1999 depreminde sigorta işleriyle uğraşsaydık, sigortamızı yaptırsaydık?" O sebeple, 5510 sayılı Yasa'ya mutlaka bir ek yapılması gerekir ve 31/12/1999 tarihi ve öncesinde EYT düzenlemesinin içerisine bu adaletsizliği ve vicdansızlığı ortadan kaldırmak için mutlaka bir ek maddenin konulması gerekir.
Bir başka mesele, yine son derece önemli, 1416 sayılı Kanun çerçevesinde yurt dışına yüksek lisans ya da doktora amacıyla gönderilen kardeşlerimizin meselesi. Şimdi, bunlar yüksek lisanslarını -burs alıyorlar devletten- ve doktoralarını kendilerine ait olmayan, kabahati kendilerinde olmayan bazı sebeplerle -böyle sebepler var- çeşitli nedenlerle geç bitirmelerinden kaynaklı olağanüstü bir tazminatla karşı karşıyalar. Bursu almaya başladığında -örnek olsun diye söyleyelim- dolar 2 lirayken, euro 4 lirayken şu anda dolar 19 küsur lira, euro 21'e doğru gidiyor; bu koşullarda, bu kur farkı sebebiyle bu çocukların bu yükün altından kalkmaları mümkün değil. Bakın, 100 milyon dolarlık bir büyüklükten bahsediyoruz, 12 bin kişi bundan etkileniyor ve o kadar ciddi bir sıkıntı var ki bu alanda arkadaşlar, size de muhtemelen bu konuda sosyal medyadan, şuradan buradan pek çok bildirim geliyordur. Yani bu, 1.200 civarında tazminat dosyasına tekabül eden, dediğim gibi 100 milyon dolarlık bir şey. Bu kur durduğu yerde durmadı. O zaman alınmış olan burslar kur farkı sebebiyle şu anda ödenebilir değil ve şunun altını tekrar çizmek istiyorum: Bu gecikmenin bir kısmı bunların sorumluluğunda da değil; ha, olabilir de, olabilir de ayrı mesele ama zamanında bitirmemiş olmaktan kaynaklı bir biçimde yüksek lisans ve doktora eğitimi görmüş olan bu insanların bu tazminatı ödemeleri hukuki değil, vicdani değil, ahlaki değil; böyle bir şey olmaz. O sebeple bu konuda da mutlaka bir düzenlemenin yapılarak bu torba yasanın içerisine eklenmesi gerekir.
Sonuç olarak şunu söylemek istiyorum: Tarıma bakış mutlaka kamusal bir perspektifle olmalı. Tarım, üzerinden devasa paraların kazanılacağı bir sektör olarak, tek başına böyle bir sektör olarak görülmeye başlandığı andan itibaren tarımı, yoksul çiftçiyi, köylüyü piyasanın olağan dalgalanmalarına, kapitalizmin kurallarına ve onun insafına terk etmiş olursunuz; yirmi bir yıldır bu memlekette yaşanan budur. Çiftçi yaşının şu anda 55'lere gelmiş olması, 26 milyon hektar tarım toprağının 23 milyon hektara düşmüş olması, kırsalın tasfiye olmaya başlaması, küçük ölçekli çiftçi hayata tutunamıyorken uluslararası...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayın sözlerinizi.
RIDVAN TURAN (Devamla) - ...tarım tekellerinin bu memleketi soyup soğana çevirmesi artık, artık canını burnuna getirmiş durumda insanları yani çiftçi güven anketi ve memnuniyet anketlerine bakın, bu gidişattan memnun olan kimse yok. O sebeple kooperatiflere dayanan ve küçük ölçekli çiftçilerin desteklenmesine dayanan, onların, kooperatiflerde örgütlenmesini temel alan, kamucu, kendi ülkemizde kendimize yeteceğimiz planlamaları demokratik ve sosyal biçimde yapan bir yeni tarım aklına ihtiyaç var. Bu tarım aklı olmadığı koşullarda gıda güvencesinin -çok önemlidir- gıda güvenliğinin ve gıda egemenliğinin oluşturulabilmesi mümkün değildir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
RIDVAN TURAN (Devamla) - Tarım denen şey eğer bu üç temel aygıtın, aparatın üzerine kurulu değilse yaptığımız şey tarım değil uluslararası sermayeyi desteklemektir.