GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Kuzey Atlantik Antlaşmasına Finlandiya Cumhuriyetinin Katılımına İlişkin Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:6
Birleşim:82
Tarih:30.03.2023

HDP GRUBU ADINA HİŞYAR ÖZSOY (Diyarbakır) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, Finlandiya'nın NATO üyeliğine dair tartışma ve oylama için bugün huzurlarınızda bulunuyoruz. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. Halkların Demokratik Partisinin görüşlerini açıklamaya çalışacağım.

Malum, Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinden sonra NATO'nun genişleme tartışmaları başladı. Tarihsel olarak askerî ittifaklara tarafsız kalan İsveç ve Finlandiya artan güvenlik kaygıları yüzünden NATO'ya üye olmaya çalışıyor. Bugün Finlandiya'nın NATO üyeliğinin oylanması için buradayız ama ironik bir şekilde NATO'nun genişlemesine karşı olan Rusya'nın Ukrayna'yı işgal etmesi NATO'yu güçlendirmiş, NATO hiçbir dönemde olmadığı kadar genişlik, derinlik ve nüfuz kazanmıştır. Bunun dünyaya huzur ve barış mı getireceğini, yoksa daha fazla savaş, yıkım ve ölüm mü getireceğini biz zaman içerisinde göreceğiz; o açıdan ihtiyatlı bir tavrımız söz konusu.

Birkaç noktayı dikkatinize sunmak istiyorum: Birincisi, öncelikle, Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısını hiçbir şekilde biz doğru bulmuyoruz tabii ki; Rusya bir an önce bu işgali durdurmalı, meselenin siyaseten çözümü için irade ortaya koymalıdır. Öte yandan, NATO liderleri de savaşın bitmesi ve meselenin müzakereyle çözülmesi için inisiyatif almalı. Bu savaşın net bir kazananı olmayacağını herkes biliyor. Emperyal güçlerin hırslarının gölgesinde, yıkılan kentlere, on binlerce ölüme, kızıl kıyamet durumlara şahitlik ediyoruz. Görünen o ki kimse Ukrayna savaşının bitmesini istemiyor, aksine, bu savaş üzerinden küresel ve bölgesel jeopolitikte nüfuzlarını artırmaya, güçlerini pekiştirmeye çalışan aktörler söz konusu.

İki, Ukrayna'da yaşanan savaşın vahşeti özellikle Doğu Avrupa ve Nordik ülkelerinde güvenlik kaygılarına pik yaptırmış durumda. Bu coğrafyada yaşayan halkların korkularını, kendilerini koruma çabalarını tabii ki görüyoruz, anlıyoruz.

Finlandiya Parlamentosu NATO'ya üye olma konusunda 184'e karşı 7 oyla bir irade ortaya koymuş. Finlandiya'nın Rusya'yla 1.340 kilometrelik bir sınırı var. 1939'da Rus işgaline maruz kalmış Fin halkının korkuları yersiz değil, tarihseldir; biz bunun da farkındayız. Ancak NATO'nun genişlemesinin, bu bölgelere askerî üsler ve savaş sistemlerinin yerleştirilmesinin, bölgenin iyice militarize edilmesinin hem Finlandiya hem de bölgede yaşayan diğer halkların hem hak ettiği hem arzu ettiği güvenliği getireceği konusunda emin ve iyimser değiliz.

Üç, küresel çapta köklü bir değişim yaşanıyor. NATO ve genel anlamda güvenlik sermayesi ile güvenlik bürokrasisi dünya çapında güçlenirken demokrasi, hukuk ve insan haklarını korumak için kurulan Avrupa Konseyi ile çatışma ve gerilimlerin siyasi diyalogla çözülmesi için çalışan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı gibi kurumlar her geçen gün zayıflamakta yani demokrasi, hukuk, siyaset ve müzakerenin etki ve ağırlığı azalırken kaba kuvvet, silah ve savaşın ağırlığının arttığını görüyoruz; bu çok tehlikeli bir gidişattır. AGİT ve Avrupa Konseyi gibi çok taraflı demokrasi, hukukla müzakere kurumları güçlenmeli, güvenlikçi politikalarakesinlikle teslim olunmamalıdır. Küresel silahlanma, nükleer silah yarışlarını daha önce bu dünya deneyimlemiştir; bu politikalar dünyanın arzu ettiği barışı ve huzuru getirmemiştir. Meselelerin medeni bir şeklide çözümü için saldırgan, güvenlikçi mimariler yerine güçlü müzakere mimarileri oluşturmak durumundayız.

Dört, her NATO ülkesi, bütçesinin en az yüzde 2'sini biliyorsunuz, savunma gideri altında, yoğunlukla silahlanmaya ayırmakla mükelleftir. NATO'nun silah pazarına girecek olan Finlandiya ve İsveç her yıl silahlanmaya on milyarlarca dolar harcayacak. Finlandiya NATO üyesi olmamakla birlikte, zaten uzun zamandır bütçesinin yüzde 2'sinden fazlasını savunma giderlerine aktarıyordu. Avrupa'da genel olarak silahlanma için ayrılan bütçeler astronomik rakamlara ulaşmıştır. Bir örnek vermek gerekirse geçen sene uzun dönemdir yüzde 2'lik o harcamaya direnen Almanya bile 100 milyar euro gibi bir parayı yıllık savunma bütçesine ayırmıştır. Bunun nasıl büyük bir bütçe olduğunu şöyle söyleyelim: Türkiye çok kötü bir deprem yaşadı biliyorsunuz, 100 milyar dolar civarında paraya ihtiyacımız var bütün bu coğrafyanın yeniden imarı için. Düşünebiliyor musunuz, bizim depremin tahribatını gidermek için ihtiyaç duyduğumuz bütün parayı sadece bir yıl savunma gideri olarak silaha yatıracak Almanya; bu kadar büyük bütçelerden bahsediyoruz. Güneydoğu Avrupa gibi Kuzeydoğu Avrupa'nın da NATO üsleri ve silahlarıyla doldurulması Rusya'yı daha da tehditkâr bir pozisyona itebilir, silahlanma karşılıklı olarak artabilir. Rusya'nın ABD'yle yapmış olduğu Nükleer Silahların Sınırlandırılması Anlaşması'ndan çekilmesi dünya için büyük bir tehlikedir. İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyeliğine, Rusya, Polonya ve Litvanya arasında bulunan Kaliningrad bölgesine nükleer silah yerleştirerek cevap verebilir. Bunlar hep olabilecek riskler.

Biz HDP olarak silah ve savaş politikalarına değil, büyük ekonomik krizlerin beklendiği günümüzde eğitim, sağlık, çevre, iklim, istihdam gibi alanlara kaynakların ayrılması gerektiğini düşünüyoruz. Bir savunma paktından çok daha hırslı ve saldırgan misyon ve hedefler tanımlayan NATO... Örneğin, bundan kastım, Afganistan, Libya'nın paramparça edilmesi ve şu an ekonomik olarak rekabet edemedikleri Çin'in hedef tahtasına oturtulması -muhtemelen önümüzdeki beş on yılda gerilimler oraya kayacak- bu ve benzeri bağlamlarda birçok maddi kaynak heba edilecek ve yeni askerî çatışma ve gerilimlerin zemini oluşacaktır.

Önemli bir konu da şudur: Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmeti Finlandiya ve İsveç'in NATO üyeliğini veto etme hakkını bir şantaj ve tehdit aracına maalesef dönüştürdü. Biz bunu tasvip etmiyoruz, defalarca söyledik. Bu ülkelerdeki -İsveç ve Finlandiya'daki- Kürt ve muhalif yazar, siyasetçi, gazetecilerin "terörist" adı altında Türkiye'ye iade edilmeleri karşılığında NATO üyeliklerine "evet" deme pazarlığını çirkin, yanlış ve hukuksuz buluyoruz. Türkiye'de zaten "hukuk" diye bir kurum kalmamıştır, bunu biliyoruz ama AK PARTİ Hükûmeti özellikle İsveç'i hem kendi ulusal hukukunu hem de uluslararası hukuku çiğnemeye zorlamaktadır. Yani "İltica hakkı almış insanları iade edin." diyor. AKP Hükûmetinin talepleri karşısında kıvranan İsveç Hükûmetinin içine girdiği pozisyon ibretlik ve tam anlamıyla acınası bir durumdur.

Suriye'de bir ölüm kalım savaşı, bir onur savaşı veren ve IŞİD'e karşı insani değerleri savunurken on binlerce gencini toprağa vermiş Kürtlerin kazanımları ile siyasal statü taleplerini çeşitli pazarlıklar ile boğmaya çalışan AKP Hükûmeti tarihe iyi harflerle yazılmayacaktır. İsveç, AKP Hükûmetinin Suriye'de Kürtlerin kazanımlarına karşı yürüttüğü savaş politikalarına ortak olmamalıdır. Suriye Kürtleri çok onurlu bir mücadelenin sahipleridir, dünyanın Suriye'de mücadele eden Kürtlere ödenmemiş kocaman bir borcu varken Kürtlere karşı kurulan pazarlık masaları en hafif tabiriyle çirkin ve kabul edilmezdir. Bu vesileyle AKP Hükûmetini Rojava'ya yönelik hasmane tutumunu değiştirmeye, dünyayı da bu düşmanca politikaların parçası olmamaya davet ediyoruz.

Siyasi baskılar yüzünden İsveç ve Finlandiya'da sığınma hakkı elde etmiş ya da ilticaya başvurmuş Kürtlerin hayatı ve güvenliği üzerinden pazarlıkların yürütülmesi de ayrıca utanılması gereken bir durumdur. İsveç ve Finlandiya halklarının güvenlik kaygılarını anlıyoruz ancak zaten baskı ve işkencelerin her türlüsüne maruz kaldıkları için Türkiye'yi terk etmek zorunda kalıp sizin ülkenize sığınan Kürtleri çirkin pazarlıkların malzemesi yapmayın diyoruz. Bu noktada rahmetli dayım Sıraç Bilgin'i de anmak isterim, bir tıp doktoruyken Kenan Evren'in faşist darbesinden kaçtı, İsveç'e sığındı, sonra orada öldü, bu ülkeye gelemedi, cenazesi orada kaldı. On yıl önce ölen dayımın iadesini istemiş Hükûmet, bunun da kayıtlara geçmesini istiyorum yani dirisine rahat vermedi bu ülke, cenazesine, ölüsüne bile rahat vermek istemiyor; tıp doktoruydu, kimseyi falan da öldürmemişti, evet, Kürt siyasetinin içerisindeydi ama o kadardı.

Son olarak, HDP yayılmacı bütün askerî anlaşmalara karşı ilkesel bir duruşa sahiptir. Şimdiye kadar ve istisnasız bir şekilde, bu Mecliste onaylanan hiçbir askerî anlaşmayı desteklememiş olmakla biz gurur duyuyoruz; bu bizim için ilkesel bir tutumdur. Dünyada yeterince savaş ve silah vardır; yeterince kan akmıştır, hâlen de akmaktadır. Onun için, tüm kaynak ve çabalarımızı barış, demokrasi, özgürlük ve eşitliğe ayıralım diyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Zamanımı tam olarak kullandım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Sayın Başkan, bir dakika verirseniz başka bir konuyla da bağlamak istiyorum.

BAŞKAN - Tamamlayın lütfen.

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Kıymetli arkadaşlar, Ahmet Topkaya Adana Kürkçüler F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevinden bana yazmış. Biz HDP milletvekilleri olarak birçok cezaevinden mektuplar alıyoruz orada yaşanan baskılara dair fakat söz verdim yani bu mektubun içeriğini söyleyeceğim, fazla zamanım yok. Ahmet Topkaya cezaevinde yaşadığı sıkıntıları anlatmıyor, işkence falan anlatmıyor. Ben Mecliste Amedspor-Bursaspor'la ilgili bir konuşma yapmıştım, Amedspor'la ilgili; o konuşmamı izlemiş, o konuşmamın üzerine mektup yazmış. Benim burada size gösterdiğim o formanın aynısından -Amedspor forması- cezaevinde kendisinin de varmış; cezaevi idaresi bu formaya el koymuş, kendisine vermiyor. Defalarca başvuru yapmış "Amedspor formasını istiyorum." diye...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Başkanım, hemen bitiriyorum. Muhtemelen son konuşmamı da yapıyorum.

BAŞKAN - Buyurun, bitirin lütfen.

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Dolayısıyla şunu söylüyor, diyor ki: "Forma, Amed Kadın Futbol Takımı'nda bir önceki sezon top oynayan Hevidar adlı kadın oyuncunun formasıdır. Yine beyaz renkli, benzer; bunlar Futbol Federasyonunun onayladığı yani resmî formadır, Amedsporun formasıdır." Yani Kürkçüler Cezaevinin idaresine buradan sesleniyorum: Yahu, Amedsporun formasının nasıl bir tehlikesi olabilir cezaevinde? Bakın, buraya kadar böyle bir mektup yazmış. Ben buradan hem cezaevi yönetimine hem de Adalet Bakanlığının ilgili yetkililerine sesleniyorum; zaten Amedspora yapılan çirkinliklerin haddi hesabı yok, en azından, cezaevinde olan bir insanın Amedspor formasını teslim edin diyoruz. Bunun, gerçekten, burada konuşulması bile utanç vericidir. Umarım ilgili yetkililer bir an önce bu konuda da gerekeni yaparlar.

Genel Kurulu saygıyla sevgiyle selamlıyorum.