| Konu: | TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ İLE KAZAKİSTAN CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ ARASINDA BİLİM VE TEKNOLOJİ ALANINDA İŞBİRLİĞİ ANLAŞMASININ ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN (S. S: 108) |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 79 |
| Tarih: | 19.03.2013 |
MHP GRUBU ADINA REŞAT DOĞRU (Tokat) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Görüşmekte olduğumuz kanun tasarısı üzerinde söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Tabii, "Türk dünyası" dendiği zaman, ülkemiz için çok önemli bir konunun dile getirilmiş olması gerekir. Türk dünyası ülkemizin geleceğidir. Kazakistan devleti de bunlardan bir tanesidir.
1990'lı yıllarda Türk dünyası bağımsızlığını kazandığı zaman ülkemizdeki her insan çok farklı bir şekilde heyecanlanmış ve Türk dünyası ile ilgili ilişkilerin geliştirilmesi noktasında acaba ne yapabiliriz, neler yapılabilir şeklinde de büyük bir arzu ve istek içerisine girmiştir. Bu mealde, tabii, Türkiye Cumhuriyeti devletindeki -önce kamu sektörü başta olmak üzere- özel sektör, kamu sektörü ellerindeki bütün bilgi birikimlerini bu bölgeye taşıyarak bu bölge insanlarıyla ilişkilerin geliştirilmesinde ve bu bölgenin bütün dünyaya tanıtılmasında çok büyük etkiler içerisinde etkili olmaya çalışmışlardır. Türk dünyasında, tabii, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan gibi devletlerin hepsinin dış dünyaya tanıtımlarında, bilhassa büyükelçiliklerin açılmasından tutun da dış işlerinin geliştirilmesi noktasına kadar her türlü ilişkilerin artırılarak geliştirilmiş olduğunu söylemek mecburiyetindeyiz. Yani Türk dünyası 90'lı yıllardan itibaren Türkiye Cumhuriyeti devletinin en önemli bir dış meselesi, dış konusu hâline gelmiştir.
Tabii, bu aşamada, çok önemli şeyler yapılmış olduğunu da söylemek mecburiyetindeyiz. Özellikle bir TİKA kurumunun kurulmuş olması bu manada çok önemlidir. Gerçi, şu anda TİKA'nın kuruluş amacının dışında çok farklı yönlere doğru gitmekte olduğunu da görüyoruz. TİKA, Türk dünyasıyla ilişkilerin geliştirilmesinde, yani Kazakistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Özbekistan, Azerbaycan gibi ülkelerle ilişkilerin geliştirilmesi, özellikle de bağımsızlığını kazanmamış olan diğer yerlerdeki, hem Orta Asya'daki hem Orta Asya dışındaki yerlerdeki Türk dünyasıyla ilişkilerin geliştirilmesi noktasında kurulmuş olan bir kuruluş olmasına rağmen, maalesef, son yıllarda, özellikle AKP iktidarı zamanında yön değiştirmiş ve Afrika ve özellikle diğer Uzak Doğu ülkelerine açılmış olduğunu da görüyoruz. Gerçi açılmış olması? Tabii, oralara yardım edilebilir ama esas görevi, Kazakistan başta olmak üzere Türk dünyasındaki birçok ülkeye bilfiil giderek oradaki insanlarla Türkiye Cumhuriyeti devleti arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin o bölgelere bilgi birikimlerini aktarması ve o bölgelere bilgi birikimlerini getirmesi noktasındadır. Bu noktada çok ciddi manada bazı eksikliklerin olduğunu görüyoruz. Yani sonuçta, Türk dünyası ile ilgili ilişkiler mutlaka her yönlü olarak geliştirilmelidir.
Bakınız, geçmiş dönemlerde, Kazakistan Devlet Başkanı -2005 senesinde- Nursultan Nazarbayev, çok önemli bir konuyu dile getirmiştir. Asya ülkeleri güvenlik iş birliği toplantıları esnasında özellikle kendisi çıkarak demiştir ki: "Avrupa Birliği gibi Türk dünyasında da bir Türk birliği oluşturulmalıdır." Türk birliği fikrini ilk defa -gerçi geçmişte de bunlar çok ortaya atılmıştır, söylenmiştir ama- bir devlet başkanının ağzından, dünyanın her tarafında önemli ses getirmesi noktasında, Türk birliğinin kurulması ve Türk birliğinin geliştirilmesi noktasında söylemiş olduğu, Nursultan Nazarbayev'in söylemi bence çok önemli bir söylemdir. O söylemden sonraki zaman aşımında çok fazla ciddi manada gelişmeler, ilerlemeler olduğunu söylemeyebiliriz ama en azından söylenmiş olması ve özellikle ülkemizin Batı'ya yöneldiği "Avrupa Birliği, Avrupa Birliği" denilmiş olmasına rağmen, Avrupa Birliği kapısından bir türlü girilmemiş olması ve Avrupa Birliğinin artık Türkiye Cumhuriyeti devletinin aleyhine birtakım kararlar almış olduğu da düşünülürse dolayısıyla Türk birliğinin ne kadar önemli olduğu bir kez daha göz önüne getirilmelidir. Ancak enteresandır, Türk birliğiyle ilgili şu ana kadar Nursultan Nazarbayev'in söylemiş olduğu o söylemler sadece yine onlar tarafından savunulur hâle gelmiş, ancak arkası da gelmemiştir.
Gerçi, şurası da bir gerçektir ki, dünya artık Orta Asya'yı farklı yönde de görmektedir. Orta Asya, enerji kaynaklarının yoğun bir şekilde bulunduğu bir bölgedir. Bütün dünyanın gözü, başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere İngiltere'siyle, Fransa'sıyla herkesin gözünün buralarda olduğu ve buralara çok ciddi manada çeşitli yatırımlar şeklinde oralara girilmekte olduğu da görüldüğü zaman ne kadar önemli bir konum olduğunun ifade edilmesi gerekmektedir.
İşte bu mealde, Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak o bölgelerle ilişkilerin geliştirilmesi ve Türk dünyasıyla ilgili ilişkilerin daha fazla olması gerekmektedir. Ancak gördüğümüz kadarıyla bu ilişkilerin çok farklı boyutlarda olduğunu, bir Avrupa Birliği veyahut Afrika ülkeleriyle yapılan ilişkilerin geliştirilmesi yanında bu bölgelerle ilgili ilişkilerin çok fazla geliştirilmemiş olduğunu da görüyoruz.
Değerli arkadaşlarım, tabii Türk dünyasında çok ciddi yatırımlarımız vardır; özellikle Kazakistan'daki Ahmet Yesevi Üniversitesi, Kırgızistan'daki Manas Üniversitesi çok önemlidir. Buralara sahip çıkılması gerekmektedir. Yani bu bölgelerdeki özellikle Türkiye Cumhuriyeti devletinin, işte Türk dünyasındaki Azerbaycan'dan tutun da, Kırgızistan, Kazakistan'daki okulları başta olmak üzere birçok yapmış olduğu yatırımlara, hizmetlere sahip çıkılması gerekmektedir.
Bakınız, şu anda Azerbaycan'ın Bakü şehrinde Türkiye Cumhuriyeti devletinin Millî Eğitim Bakanlığına bağlı okulları vardır; fakat enteresandır, o okulları gidip ziyaret etmiş olduğumuz zaman o okullarda çok ciddi manada sıkıntılar olduğu da görülmektedir. Okulların fiziki konumu çok yetersizdir, laboratuvarları çok yetersizdir, okullarda okuyan öğrenci sayısının çok fazla olmasına, öğrencilerin oturacak yer neredeyse bulamamasına -sınıflar çünkü çok kalabalıktır- rağmen oraların ilgisiz olduğunu görüyoruz.
Ben buradan bir kez daha seslenmek istiyorum ki özellikle Kazakistan ve Azerbaycan'daki Türk dünyasında da değil, diğer yerlerde de çeşitli okullarımız var. Mutlaka ve mutlaka Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı o bölgelere, o okullara oralara ulaşmalı ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin elindeki her türlü imkânlar oraya taşınmalıdır.
Bakınız, 4+4 Projesi içerisinde, FATİH Projesi içerisinde Türkiye Cumhuriyeti devletinde okullara bilgisayarlar dağıtılıyor. Peki, o bilgisayarları acaba Azerbaycan'daki, işte, Makedonya'daki, Kosova'daki veya Kazakistan'daki Millî Eğitim Bakanlığına bağlı olan okullara neden dağıtmıyoruz? Yani dolayısıyla, ayrıca, oralarda Türk Dünyası Araştırmaları Vakfına bağlı çeşitli okullar da vardır. O okullarda da Türk çocukları okumaktadır yani aynı zamanda, Türkiye Cumhuriyeti devletinden oraya giden insanların çocukları okurken ayrıca o bölgenin kendi çocukları da bu bölgede okumaktadır. Yani oralardaki okullara da bu bilgisayarlar dağıtılabilir.
Bununla ilgili, Millî Eğitim Bakanlığıyla, geçen dönem, yani daha eski Millî Eğitim Bakanıyla bizzat görüşmüş olmamıza rağmen bir yönde ilerleme olmamıştır. Yeni Millî Eğitim Bakanından bu yönde beklentimiz vardır. Yani Türk dünyasındaki okulları, en azından gitsinler, yerlerinde ziyaret etsinler. Oralardaki çocuklar nasıl okuyor? Oralardaki sıkıntılar nedir? Oralardaki fiziki konum, laboratuarların durumları nedir? Onların yerine gidilerek bizzat takip edilmesi ve çocuklarımıza sahip çıkılması gerekmektedir. Sahip çıkmazsanız ne olur? Çok şeyler olur. O okullar kapanma durumuyla karşı karşıya kalır.
Bakınız, Turan Yazgan, işte, yakın bir zamanda vefat etmiştir. Turan Yazgan Hocamızın Kazakistan'da, Kırgızistan'da, Azerbaycan'da, kendisinin bizzat kendi gücünü ortaya koyarak kurmuş olduğu okulları vardır. O okullara mutlaka sahip çıkılması gerekmektedir. Turan Yazgan'ın ölümüyle beraber o okulların kapanmaması gerekmektedir. Yani şunu söylemek isterim ki Millî Eğitim Bakanlığı hem kendi okullarına sahip çıkmalı hem de parasını bizim ödemiş olduğumuz bir Kazakistan'daki Ahmet Yesevi Üniversitesine, yine Kırgızistan'daki bir Manas Üniversitesine de mutlaka sahip çıkmalıdır. Oralarda yeni yeni bölümler açılırken en azından, oralarda neler yapılıyor şeklinde birtakım çalışmaların yapılması gerekir diye düşünüyorum.
Oradaki arkadaşlarımızı, orada çalışanları yakinen tanıyoruz, bizler de gittiğimiz zaman o bölgelere özellikle ziyaretlerde bulunuyoruz ama Türkiye Cumhuriyeti devletinden gelecek olan ziyaretlerin, özellikle yeni atanan Millî Eğitim Bakanının o bölgelere ziyaretlerinin herhâlde ben daha farklı bir ses getireceği kanaatindeyim. Yani şu anda sahipsiz konuma doğru itilmektedir. Bu sahipsizlik sadece Türkiye Cumhuriyeti devletinin değil, oradaki çocuklarımızın da bir acziyetini ortaya koymaktadır. Devlet olarak mutlaka o bölgelere gidilmeli ve sahip çıkılmalıdır çünkü o çocuklar, bizim çocuklarımızdır. O çocuklar nasıl Türkiye Cumhuriyeti devletinin geleceği ise, o bölgedeki Kazakistan'ın geleceğinde etkilidirler, Kırgızistan'ın geleceğinde etkilidirler, Azerbaycan'ın geleceğinde etkilidirler. Ondan dolayı da Manas Üniversitesine, Ahmet Yesevi Üniversitesine, özellikle Azerbaycan'daki Millî Eğitim Bakanlığına bağlı okullara mutlaka çok kısa bir zamanda çeşitli birtakım imkânların ortaya konulması noktasında oralara ulaşılmasının doğru olduğu kanaatindeyiz.
Tabii, bunların yanında, Türk dünyasında hâlâ bir ortak alfabe konusu çözümlenememiştir, ortak tarih kitapları, ortak edebiyat kitapları hâlâ maalesef çözümlenememiştir. Bu noktalarda da çok ciddi adımlar atılması gerekmektedir sayın milletvekilleri. Bu yönlü olarak da geçmiş dönemlerde çok ciddi çalışmalar yapılmış, o yapılan çalışmaların hepsi bir noktada akamete uğramış ve akabinde de yapılan çok fazla bir şey olmamasından dolayı da şu anda bekler konuma gelmişlerdir ama ortak alfabenin ne kadar ihtiyaç olduğunu, ortak tarih kitaplarının, ortak edebiyat kitaplarının ne kadar önemli olduğunu da buradan bir kez daha söylemek isterim.
Tabii, Türk dünyasında çok ciddi sorunlar vardır. Bakınız, şu anda Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı, işte Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye'ye ulaşan, özellikle Azerbaycan petrollerinin ve doğal gazlarının Türkiye'ye ulaştırılmış olduğu çok önemli bir hattır. Bu hat, Türk dünyasının bir noktada bağımsızlık göstergesidir ama bu hatta mutlaka Kazakistan petrollerinin de katılması gerekmektedir. Kazakistan Aktau bölgesindeki o petrol kaynaklarının, doğal gaz kaynaklarının eğer o bölgelerden alınıp bu Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı vasıtasıyla eğer bu bölgelere aktarılmazsa korkarım önümüzdeki zaman dilimi içerisinde bu BTC dediğimiz Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı kapanma durumuyla bile karşı karşıya kalabilir.
Nabucco Projesi başta olmak üzere birçok proje, Türk dünyasının esas kaynaklı ve bağımsızlığını temelleştirecek olan, yüzyıllara sâri olacak ve çok güçlü konuma getirecek olan projelerdir yani siz Aktau petrollerini, Türkmenistan petrollerini o bölgelerde sadece kendi kaderine bırakır, Rusya'nın eline bırakır, Çin'in eline bırakırsanız o zaman Türk dünyasına iyilik yapmamış olursunuz.
Şu anda Trans Hazar hatları diyoruz, bakınız, Türkistan'ın elinde çok ciddi manada petrol kaynakları vardır, doğal gaz kaynakları vardır ama trans Hazar hatları hâlâ kullanılamamıştır. Ne olmuştur? Türkistan o bölgelerdeki petrol ve doğal gazların hepsini ya Çin'e satma durumuyla karşı karşıya kalmıştır veyahut da Rusya onların elinden almaktadır. Dolayısıyla, "Enerji koridoru olacağız." diyen Türkiye Cumhuriyeti devleti maalesef enerji koridoru olmaktan maada, onun dışına itilmeye, enerji koridorlarının dışına doğru sürüklenmeye başlanmıştır. Ruslar, özellikle Orta Asya'daki doğal gaz hatlarını trans Hazar değil de trans Karadeniz hattı şeklinde geçirerek Anadolu'dan yani bizim Türkiye Cumhuriyeti devletinin sınırlarından geçmeyen, Bulgaristan'a uzanan bir hat hâline getirmişlerdir. Bu da ülkemizin maalesef aleyhinedir ve bunu da biz neredeyse kabul eder konuma geliyoruz.
Tabii, Türk dünyasında sadece bunlar değildir, bakınız, geçmiş dönemlerde özellikle Stalin'in Ahıska Türklerine yapmış olduğu ve beraberinde yine Kırım Türklerine yapmış olduğu mezalimler hâlâ devam etmektedir. Şu anda, Türk dünyasında bulunan Ahıska Türkleri Kazakistan'da da vardır, Azerbaycan'da da vardır, yine Kırgızistan'da da vardır, Fergana Vadisi'nde de vardır. Ahıska Türkleri, gerçi Kazakistan sınırları içerisinde, kendilerine göre bir yaşam içerisinde, belli bir standarda ulaşmışlardır ama Rusya'nın çeşitli bölgelerinde, başta Krasnodar olmak üzere çok ciddi sıkıntılarla karşı karşıyadırlar. Mutlaka Ahıska Türklerine -yani Kazakistan'dakiler başta olmak üzere- hepsine sahip çıkılması gerekmektedir.
Ahıska Türkü özellikle Gürcistan'daki Ahılkelek bölgesine dönmek istiyor. Biz bunu müteaddit defalar buradan gündeme getirmiş olmamıza rağmen, maalesef Hükûmetten herhangi bir noktada, bu noktada çok ciddi adımların atılmış olduğunu da görmedik. Hâlbuki geçmiş dönemlerde Kırım Tatarları Kırım'a dönerken, TİKA marifetiyle, o bölgeden çeşitli topraklar alınmış, evler alınmış ve Kırım Tatarlarına verilmişti. Gerçi sayısı fazla olmayabilir, 3-4 bin civarında orada toprak alınmış, ev alınmış, en azından bu da o bölgeye dönüşü cazip hâle getirmiş ve insanlar, Kırım Türkleri kendi bölgelerine, öz vatanlarına dönebilmişlerdir. Ancak aynı tabloyu biz maalesef Ahıska Türklerine uygulayamadık ve Ahıska Türkleri de şu anda -Vatan Cemiyeti vasıtasıyla- vatan özlemleriyle dünyanın çeşitli yerlerinde perişan bir şekilde yaşamaktadırlar. Özbekistan'daki işte Fergana Vadisi'ndeki olaylar göz önüne alınabilirse yine Krasnodar'daki Vassilio isimli Sovyet valisinin Ahıska Türklerine ağır baskıları göz önüne alınabilirse ne kadar büyük sıkıntılar içerisinde oldukları görülmektedir.
Bakınız, Ahıska Türklerini Türkiye Cumhuriyeti devleti kabul etmeyince Krasnodar bölgesinden 5 bin ailenin Amerika'ya taşındığını, Amerika'ya gitmiş olduğunu da söylemek durumundayız. Yani Ahıska Türkü ne yapmıştır? İşte, kendisi Türkiye'ye gelememiş, onların Türkiye'ye gelmemesi neticesinde oluşan o durumu Amerika Birleşik Devletleri değerlendirmiş ve Amerika'ya götürmüşlerdir. Ancak, götürmüşler de ne yapmışlardır? 5 bin tane o Ahıska bölgesine gitmesi gereken aile Amerika'nın çeşitli yerlerine dağıtılmış, neredeyse her eyalete birer ikişer tane aile şeklinde dağıtılmışlardır ve ne olmuştur? Ahıska Türkleri tamamen kaybedilme, entegrasyon içerisinde asimilasyon yapma şeklinde bir konuma düşürülmüşlerdir. Dolayısıyla Ahıska Türküne buradan bir kez daha sesleniyorum: Ahıska Türkleri kendilerine yardım edilmesini beklemektedirler, öz vatanlarına gelmek istemektedirler. Onlara çifte vatandaşlık hakkından tutun da diğer birtakım imkânların verilmesiyle beraber o bölgelere geçmeyi kabul ettikleri ve o bölgeye geçecekleri de göz önüne alınırsa desteğin ne kadar önemli olduğu ortaya çıkmaktadır.
O mealde de Kırım Türklerine destek olunmalı, aynı şekilde Ahıska Türklerine de sahip çıkılmalıdır.
Tabii, bunların yanında özellikle son zamanlarda Türk dünyasının -işte başta Kazakistan olmak üzere- en önemli sorunlarının başında Karabağ sorunu gelmektedir. Karabağ'da da yine maalesef Türkler kaybetmişlerdir, Ermeniler Karabağ'ın işgaline hâlâ devam etmektedirler. Çeşitli görüşmeler yapılmaktadır, Minsk grubunda görüşmeler yapılmaktadır veya çeşitli görüşmeler yapıldığı ifade edilmesine rağmen maalesef yine herhangi bir gelişme olmadığı da göz önündedir.
Karabağ'da, Karabağ'ın etrafındaki yedi tane Azerbaycan kentinde insanlık dramı yaşanmaktadır değerli milletvekilleri. Bu manada da mutlaka o bölgeye sahip çıkılması ve o bölgedeki insanların dramlarının unutulmaması gerekmektedir. Birleşmiş Milletler başta olmak üzere insan haklarından bahsediliyor, dünyanın çeşitli yerlerindeki insan hakları dile getirilirken acaba Azerbaycan'ın Karabağ'ındaki, Karabağ'ın etrafındaki yedi tane Azerbaycan kentindeki, yine Hocalı'daki yapılan katliamlar acaba niye gündeme getirilmiyor? Şu anda o bölgeden gönderilen insanlar, başta Azerbaycan olmak üzere, Orta Asya'nın çok çeşitli yerlerinde, Kazakistan'da da vardır, bir milyona yakın insan, Azerbaycan Türkü -onlara "kaçkın" diyorlar- maalesef vatansız bir şekilde, topraksız bir şekilde evlerini, arazisini her şeyi bırakmış bir şekilde, perişan bir şekilde çeşitli reyonlarda yaşam mücadelesi vermektedirler. İşte "uygar dünya" dediğimiz STK'lar (sivil toplum kuruluşları) acaba o bölgelere neden elini uzatmıyor veyahut da oradakiler insan değil mi diye insanın aklına geliyor.
Tabii, konu şu oluyor: Türk'te olduğu zaman, maalesef, insan haklarının hepsinin durduğunu ve Türklerin bir konusu gündeme geldiği zaman da her şeyin bir tarafa bırakılmış olduğunu da maalesef üzülerek görüyoruz. Bunları kabul etmiyoruz. Azerbaycan Türkü, özellikle Azerbaycan'ın işgal edilmiş toprakları mutlaka göz önüne getirilmelidir. Türkiye Cumhuriyeti devletinin Dışişleri Bakanlığı başta olmak üzere Avrupa Birliğiyle ilgili bakanlıklar ve tüm siyasi kuruluşlar, tüm sivil toplum kuruluşları dünyanın her tarafındaki mahfillerde bu konuyu mutlaka gündeme getirmeli ve unutturmamalıdırlar.
Bakınız, Hocalı katliamının hâlâ şu ana kadar failleri yakalanmış değildir, failleri sorumlu değildir. Ama enteresandır, Hocalı katliamının yapan o birtakım insanlar bir devletin devlet başkanıdır, bir devletin millî savunma bakanıdır. Yani insanlık suçu işlenmiştir ama o insanlık suçunun hesabı, maalesef, sorulmamıştır.
Tabii, aynı tabloyu Doğu Türkistan'da da görüyoruz. Şu anda gene Türklerin yaşamış olduğu Doğu Türkistan'ın Sincan Uygur Bölgesi'nde de Türklere karşı çok ciddi saldırıların ve asimilasyonların yapılmakta olduğunu, maalesef, görüyoruz. En küçük bu hadiseler Çinliler tarafından büyütülmekte ve Türklere yoğun saldırılar olmaktadır ve akabinde de Türkler öldürülmekte, suçsuz yere hapislere atılmakta ve insanlar katledilmektedir. Hatta enteresandır, Çinliler nükleer denemelerini özellikle Türklerin yoğun şekilde yaşadığı Sincan Uygur Bölgesi'nde yapmaktadırlar. Nükleer denemeleri o bölgelerde yaparken neredeyse gelecek nesillere sâri birtakım hastalıkların ortaya çıkmasına da bir noktada sebep olmaktadırlar. Bunları da bizim şiddetli bir şekilde telin etmemiz gerekmektedir. Yani siz nükleer denemeler yapacaksanız bula bula sadece Türk dünyasında veyahut da işte Doğu Türkistan'da Sincan Uygur Bölgesi'ni mi buluyorsunuz? Hatta, orada bir aile doğum yapacağı zaman ona birtakım kısıtlamalar getirilmekte, özellikle Türklere karşı yoğun baskılar yapılmaktadır.
Ayrıca, tabii Türklerin hakkını dünyanın her tarafında savunan çok önemli bir lider vardır Rabia Kadir Hanımefendi. Rabia Hanım maalesef enteresandır dünyanın her tarafında Doğu Türkistan halkının hakkını korurken Türkiye'mize kabul edilmemektedir, bu da çok yanlış bir hadisedir. Buradan Dışişleri Bakanlığı yetkililerine sesleniyoruz. İşte, geçtiğimiz aylarda Japonya'da Doğu Türkistan Türkleriyle ilgili uluslararası çok büyük kongre yapılmıştır. Japonya Hükûmeti kendisi bizzat desteklemiş ve Rabia Hanım başta olmak üzere Doğu Türkistan liderlerinin hepsini bu bölgeye çağırmış ve bu bölgede Doğu Türkistan'ın problemleri dile getirilmiştir. Ancak, Rabia Hanımefendi dünyanın her tarafına girmesine rağmen enteresandır sadece Türkiye'ye girememektedi; bu da Türkiye'nin ayıbıdır, Dışişleri Bakanlığının ayıbıdır. Türkiye Cumhuriyeti devleti mutlaka bu konuda bir şeyler yapmalıdır; Doğu Türkistan halkına da sahip çıkmalıdır, Azerbaycan Türküne de sahip çıkmalıdır, Ahıska Türküne de sahip çıkmalıdır, Kazakistan'da bulunan Türk kardeşlerimize, Ahmet Yesevi Üniversitesine sahip çıkmalıdır, Kırgızistan'daki Manas Üniversitesine sahip çıkmalıdır. Manas'taki insanlarımız, Manas Ata'nın çocukları şu anda çok zor şartlar altında yaşam mücadelesi vermektedir. En azından, oraya ulaştığımız zaman, oraya gittiğimiz zaman bir çok sorunları da beraberinde hem görülmesi hem çözülmesi noktasında çok büyük mesafeler alacağımızı düşünüyorum.
Türk dünyası sonuçta ülkemizin geleceğidir, Türk milletinin geleceğidir.
Türk milletine sahip çıkalım, Türk dünyasına sahip çıkalım diyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)