Konu: | 2023 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu ile Bağlı Cetvellerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 1 |
Birleşim: | 16 |
Tarih: | 14.07.2023 |
SAADET PARTİSİ GRUBU ADINA MUSTAFA KAYA (İstanbul) - Sayın Başkanım, saygıdeğer milletvekilleri; 2023 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu ile Bağlı Cetvellerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi'yle alakalı grubumuz adına söz almış bulunuyorum. Öncelikle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Yarın 15 Temmuz ve hain darbe kalkışmasının yıl dönümü. Şehit olan 251 vatandaşımızı rahmetle anıyorum. 3 binden fazla gazimize hayırlı uzun ömür, sıhhat ve sağlık diliyorum. Bu vesileyle 15 Temmuz ve bize anımsattıkları hakkında bazı kanaatlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. O gün burada bu Gazi Meclisin hukukunu korumak ve milletin iradesine sahip çıkmak adına iktidarıyla muhalefetiyle bu kürsünün mahremiyetini korumak için mücadele eden milletvekillerine teşekkür ediyorum.
Değerli milletvekilleri, devleti ele geçirme dürtüsü patolojik bir hastalıktır. Bu hastalığın zirve yaptığı noktayı biz 15 Temmuzda gördük. Hiçbir yapı, parti, cemaat devleti ele geçirmek gibi hastalıklı bir ruh hâliyle hareket etmemelidir. Millî bir devlet ancak hürriyet, adalet, emniyet, mülkiyet, ehliyet, liyakat, dürüstlük gibi ilkelerle beraber oluşabilir. Kim bu ilkeleri terk eder, kendince bir yol haritasıyla "Ben artık devletim." diye bir yanılgıya düşerse büyük hata yapar. Biz 15 Temmuzda bu ilkelere riayet etmeden yol yürüyenlerin hangi hâllere düştüklerini gördük. "Benden olsun, çamurdan olsun." diye verilen emaneti yandaşlarına peşkeş çekmiş ve tüyü bitmemiş yetimin hakkına böyle yapanlar girmiş olur. Partisi şu veya bu olmuş, fark etmez. Kul hakkı hem yerel hem de evrenseldir. Hak, akan suları bile durdurur. Şeffaflık ve denetlenebilir olmak, istisnasız her yöneticinin talep etmesi gereken bir mekanizmadır. İstişare etmeyen yolunu şaşırır. Milletin kendisine hizmet etmesi için verdiği makamları kendi çıkarları için kullananlar hem madden hem de manen en büyük felaketlere kapı aralamış olur. Makamlar emanettir ve her şey gibi onlar da geçicidir. Şurası bir hakikattir ki kim ne yaparsa kendisine yapar.
Saygıdeğer milletvekilleri, Saadet Partisi olarak daima dile getirdiğimiz bir gerçek var. Sorunların nedenleri yalnız başlarına anlaşılamazlar, o yüzden sorunlara mutlaka geniş bir perspektifle yaklaşılmalıdır. Siz adaleti ekonomiden, eğitimi sanayiden, tarımı sağlıktan, dış politikayı iç politikadan bağımsız düşünemezsiniz; hepsi birbirini etkiler veya tetikler, hepsi bileşik kaplar gibidir. Öncelikle yapılması gereken, adalet açığını kapatmaktır, bunu yaptığınızda bütçe açığını acı reçetelere başvurmadan kapatabilirsiniz. Herkese güven verirseniz, cari açık, dış ticaret açığı gibi dertlerle boğuşmak durumunda kalmazsınız. Seçimden önce çağ atlayan Türkiye, seçimden sonra zamlarla, vergilerle, faturayı vatandaşa kesen bir anlayışla bir yere gidemez; olsa olsa ancak günü kurtaran bir Türkiye olursunuz. Dünyaya örnek olduğunu iddia ettiğiniz bir ekonomik model ortaya koyarsınız ama bu durum heterodoks yaklaşımlarınız neticesinde milletin gerçekleriyle epistemolojik bir kopuşa dönüşür.
Bazı verileri sizlerle paylaşmak istiyorum. Biraz önce Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı bazı veriler kullandı, o verilerin de geleceğe dönük önemli katkıları olacağını ifade etti ancak şu anda dış ticaret açığı yüzde 29,3 artarak 43 milyar 340 milyon dolardan 56 milyar 22 milyon dolara yükseldi. İhracatın ithalatı karşılama oranı 2022 Ocak-Mayıs döneminde yüzde 70,2 iken, 2023 yılının aynı döneminde yüzde 64,7'ye geriledi.
Ve aynı zamanda, bu gerçeklerin yanında, biz bu iktidarın bundan önce çok vaatlerde bulunduğunu gördük. Mesela 2011 seçimlerine giderken 2023 hedeflerinin ne olduğunu gayet iyi biliyoruz. 2011 seçimlerinde dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri olacağımızı iddia etmişti 2023 yılında. 2 trilyon dolarlık bir millî gelire ulaşacağımızı söylemişti bu iktidar. Kişi başına düşen millî gelirin 25 bin dolar olacağını iddia etmişti. 500 milyar dolarlık bir ihracat hedefinin olduğunu söylemişti ve konuşmalarda sürekli işsizliğin yüzde 5'e düşeceğine dair pembe tablolar hayalleri süslemişti. "Enflasyon ve faiz tek haneli olacak." diye ufuklar çizilmişti. Şimdi, can alıcı soru şudur: 2011'de ortaya koyduğunuz hangi hedeflere ulaşabildiniz? Bütün bu propagandalar sadece oy almak için değildir tabii. Peki, 2023 yılına geldiğimizde bunca hedefi, bunca iddiayı ortaya attınız, şimdi geldiğimiz noktayı nasıl hâlâ başarı olarak değerlendirebiliyorsunuz? Bu hedeflerin tutma ihtimali olmadığını görünce Ağustos 2016'da kurduğunuz Varlık Fonuyla ülkenin ne kadar değeri varsa, dün getirdiğiniz torba yasa gibi, hepsini Varlık Fonu torbasına doldurdunuz. Son yapılan açıklamalara göre 2017 yılında Varlık Fonuna devredilen İzmir Alsancak Limanı'nın satılması da gündemdeymiş, Körfez ülkelerinden sermaye gruplarıyla görüşmeler yapılıyormuş. "Babalar gibi satarım." anlayışının bu ülkeye verdiği zararı hâlâ anlayamadınız mı? Sat, sat, sat, nereye kadar? Bir yerde durmayı düşünmüyor musunuz? Varlık Fonuna devredilen değerlerimiz pazarlanmak için sıra bekliyor, satıştan elde edilen gelirlerin de bir yaraya merhem olduğu yok. Kendi ülkemizde yabancı, kendi evimizde kiracı olma yolunda son sürat gidiyoruz. Demedi demeyin, bu gidişin sonu uçuruma yuvarlanmaktır. Erbakan Hocamızın deyimiyle, toprak ayağımızın altından kayıyor. Hâlâ uyanmayacak mısınız? Zenginin daha zengin, fakirin daha fakir olmaya devam edeceği uyguladığınız bu ekonomik modelle, 2002 yılında yola çıkarken desteğini aldığınız toplumsal kesimleri gelir dağılımı adaletsizliği kıskacında getirip bıraktınız. Şimdi, o toplumsal kesimlerin bazıları siz giderseniz sosyal yardımları kesileceği endişesiyle hâlâ yanınızda durmaya devam ediyor. Bu size herhangi bir rahatsızlık vermiyor mu? Sayın Bülent Arınç 2015 yılında "İsrafın önünü alsak sizden vergi almamıza gerek kalmaz." demişti. Sizler ise hâlâ "İtibardan tasarruf olmaz." diyerek yola devam ediyorsunuz. Bakınız, hepinizin de yakinen tanıdığı Profesör Doktor İzzet Özgenç Hocanın, Varlık Fonuyla alakalı bugün bir paylaşımı oldu, muhakkak görürsünüz. İzzet Özgenç Hoca, Varlık Fonuyla ilgili "Türkiye Varlık Fonunun işleyişinin en tehlikeli olan yönü, kamuya ait hangi şirket hisselerinin ne kadarının hangi borca karşılık hangi yabancıya rehin olarak verildiği hususundaki bilginin kamuyla ve özellikle Türkiye Büyük Millet Meclisiyle paylaşılmamasıdır -yani bizimle paylaşılmamasıdır- bir dış borca karşılık üzerinde ipotek tesis edilen kamu arazisinin mülkiyetinin bazen vaktinde ödenmemesi sebebiyle el değiştirme ihtimali vatanın bölünmezliği ilkesiyle nasıl bağdaştırılabilir?" diyor ve Varlık Fonuyla alakalı bugüne kadar yapılan o girişimlerin ne anlama geldiğini de net olarak ifade ediyor.
Bakınız sayın milletvekilleri, Sayın Başkanım; şu anda önemli bir veriyi sizlerle paylaşmak istiyorum -tabii ki hepiniz bu verilere vâkıfsınız- "şu anda millî gelirin yüzde 67'sini yüzde 10'luk toplumsal kesim harcıyor; yüzde 90 ise yüzde 33'ü paylaşmaya çalışıyor." Böyle bir ekonomik modelin ayakta kalması, gelir dağılımında adaletin sağlanması mümkün mü? Açlık sınırının 10.500 liraya, 10.300 liraya çıktığını görüyoruz, yoksulluk sınırının 33 bin lira olduğunu görüyoruz ama dün, biz torba yasada 7.500 liraları, 8 bin liraları, 9 bin liraları emekliye reva gördük ve 10 bin liranın altında, 10.300 liranın altındaki, açlık sınırında insanları yaşamaya mahkûm ettik; bu mu başarı, bu mu ekonomideki başarı modeli?
Ayrıca, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminde Meclisin bütçeyle ilgili söyleyecek çok da sözü yok. 2023 yılının başında bütçe onaylandığında yani 2022 yılı sonu itibarıyla onaylandığında -sizler de biliyorsunuz ki- Parlamento bir araya gelse, 600 milletvekili "Biz bu bütçeyi kabul etmiyoruz." demiş olsa Sayın Cumhurbaşkanının tekrar size dönüp "Niçin kabul etmediniz?" sorusunu sormayacağı çok açıktı. Çünkü Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle beraber, biz, hep beraber Cumhurbaşkanlığına verdiğimiz yetkiyle bütçe gibi önemli bir konuda denetleme mekanizması görevimizi bile geride bıraktık.
Saygıdeğer milletvekilleri, büyük bir deprem felaketi yaşadık; doğru, bunu kabul ediyoruz, Allah tekrarından korusun, 11 ilimiz, 14 milyona yakın vatandaşımız çok büyük sıkıntılar çekti, 50 binden fazla insanımız hayatını kaybetti; hepsine rahmet diliyoruz ama şunu da gördük ki acil bir eylem planımız yok. Ben 7 Şubat itibarıyla Antakya'da bulunan bir arkadaşınızım, Antakya'da nelerin yaşandığını söylesem inanın, burada, iktidarıyla muhalefetiyle fark etmez bütün arkadaşlarımız gözyaşlarına boğulur. Bizzat ben, bütün duyguları, bütün sinirleri alınmış bir şekilde yaşamak durumunda kaldım ama ben Antakya'nın dışına çıktığımda sırada bütün insanlarımızın, Anadolu'nun, Türkiye'nin bütün illerinden insanlarımızın böyle katarlar hâlinde Antakya'ya giriş yapmaya, deprem bölgesine giriş yapmaya çalıştıklarını gördüm. Kabul edelim, ortada bir acil eylem planımız olmadığı için maalesef, bizler, burada yanlış bir sürece hep beraber girdik.
Değerli milletvekilleri, ülkemizin dış borcu 500 milyar dolara yaklaşmış durumda ama bu iktidarın döviz ihtiyacının nasıl karşılanacağına dair kapı kapı borç aramaktan başka yapacağı bir şey yok. Yüzde 7 ile 10 arasında döviz bazında borçlanan iktidar doğmamış çocuklarımızı borçlandırırken tek ve öncelikli meselesinin neye mal olursa olsun, ülkeye dolar girişini sağlamak olduğunu gizleyemiyor. Bu yol, adı konulmamış bir Düyun-ı Umumiye'dir çünkü Osmanlı'yı bitiren bu süreçte ortalama yüzde 5'le borçlanma yapılmıştı. AK PARTİ iş başına geldiğinde 2002 sonunda ülkenin dış borcu 124,9 milyar dolardı, toplam borç 221 milyar dolar civarındaydı. Daha dün, çok değil, daha dün Rusya ve Ukrayna arasındaki savaşta ara bulucu rolüne soyunan, hatta Nobel'e aday gösterilen politikalar bugün yüz seksen derece değiştiyse bunun sebebi borç bulabilmek adına Batılı finans kaynaklarına ulaşma gayreti değil midir? Ayrıca 15 Temmuzun finansörü ilan edilen Birleşik Arap Emirlikleri hakkında atılan manşetler hâlâ zihinlerdeki yerini korurken bugün Bakanların koltuklarına oturamadan haftalık âdeta para bulma turları düzenlediği Birleşik Arap Emirlikleri ziyareti böyle bir arayışın sonucunda gerçekleşmemiş midir? "Bu can bu bedende..." diye başlayan cümleleri duymaya alışan kulaklarımız faiz konusunda da geri adım atılmasına pek şaşırmadı ancak diğerlerinden farklı olarak iktidarın faiz kararıyla birlikte en çok zararı inancımızın temel kavramlarından biri olan nas görmüştür. Acı olan da şudur ki, dün faiz indirilirken alkışlayanlar ile bugün "Ne yapalım kardeşim, oyunu kuralına göre oynuyoruz." diyerek faiz artırımına makul gerekçeler uydurmaya çalışanlar aynı kişilerdir.
Enflasyonla mücadele konusunda ise her şey belirsizdir. Orta vadeli program uygulanmak için değil algıları yönetmek için yayınlanan dokümanlara dönüşmüştür. 2023-2025 yılları için 21,57; 24,62; 25,77 olarak belirlenen dolar kuru hedefleri daha şimdiden 26 lirayı bulmuştur. 2023 yılında yüzde 25'lere ineceği söylenen enflasyonun bu orana inmesinin mevcut şartlar içerisinde mümkün olmadığı çok açıktır.
Saygıdeğer milletvekilleri, dün burada kürsüde gösterildi ama küresel çapta yaşanan olumsuzlukların ülkemizde şu anda ekonomik olarak krize neden olduğunu iddia eden Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı muhtemelen bu gerçeği de görmüştür: Bakınız, otuz küsur aydan beri dünyada gıda enflasyonu düşerken şu anda Türkiye'de gıda enflasyonu artıyor. Evet, bir şampiyonluğumuz var; bu şampiyonluğumuz, gıda enflasyonunda OECD ülkeleri arasında 1'inciyiz. Yani bu gerçek mutlaka bir yerde bir hatanın, bir yanlışın olduğunu ortaya koymuyor mu?
Saygıdeğer milletvekilleri, Sayın Başkanım; siyasi partiler iktidar olmak için kurulurlar ancak iktidarda kalmak adına "Amaca giden her yol mübahtır." diyen Machiavelli'i bile mezarında ters çevirecek işler yapmak, maddi manevi veballer yüklenmek demektir. İktidar doğruyu bilip eğriyi yapmaya devam ettiği sürece ve bazı toplum kesimleri de doğruyu bilip eğriye kılıf uydurmaya devam ettiği müddetçe ülkemizin düze çıkması mümkün değildir.
Değerli milletvekilleri, değerli arkadaşlar; şimdi, asıl size bir beka sorununu göstermek istiyorum. Hani, bizim bekayla ilgili, özellikle iki seçimden beri yapmış olduğumuz beka söylemi üzerinden politik manevralar var, propagandalar var ya... Bakın, şimdi, asıl beka problemi burada: 2021 yılında orta gelir grubumuz yüzde 70 imiş, şu anda orta gelir grubumuz yüzde 20'ye düşmüş, toplumun yüzde 60'ı düşük gelirli hâle gelmiş ve biz yaptığımız zamlarla, uyguladığımız vergilerle bu en alt kesimdeki insanlarımızın omuzlarına yeni yükler yüklüyoruz, yeni sorumluluklar yüklüyoruz ve bunu bizim kabul edebilmemiz mümkün değil, buna "evet" diyebilmemiz mümkün değil.
Bir başka veriyi de ifade etmek istiyorum o da hani sürekli şehirlerin kalkınmış olmasından vesaire bahsediliyor. Bakınız, Almanya ile Türkiye'nin ortalama nüfusları 90 milyon diyelim. Bu 90 milyon aşağı yukarı nüfus yapısını değerlendirirken bazı verileri bize veriyor. Almanya'nın en kalabalık şehri Berlin, nüfusu 4 milyon; Türkiye'nin en kalabalık şehri İstanbul, nüfusu 20 milyon ve biz tarımda uyguladığımız kotalar sebebiyle, şekere, fındığa, tütüne, uyguladığımız kotalar sebebiyle insanlarımızı Anadolu'dan büyük şehirlere istif ediyoruz. Anadolu'yu yaşanabilir olmaktan çıkarıyoruz. Anadolu'yu, İç Anadolu'yu tatil köylerine çevirmiş durumdayız. Bu bize aynı zamanda ekonomik olarak farklı zorlukları da beraberinde getiriyor. Şu anda bizler diyoruz ki İstanbul'da -Allah korusun- bir deprem riski var. Allah aşkına, İstanbul'u bilenler, milletvekillerimiz var içimizde İstanbul'da, Allah korusun, bir deprem olduğu takdirde insanlar birbirine yardım etmek için çabalasa dahi ulaşabilme imkânı mevcut yapılaşma içerisinde var mı? Mevcut şekilde insanların birbirine gidip de yarasına merhem olma ihtimali var mı? Böyle bir durumda biz neden hâlâ bu ekonomik modelin başarılı olduğunu iddia ediyoruz, neden hâlâ bu ekonomik modelle ülkenin kalkınacağına inanıyoruz?
Peki çözüm... Aklı, mantığı, vicdanı, bilimi ve hak ölçüsünü esas alan bir doğru ekonomik anlayışla problemlerimizin üstesinden gelebiliriz. Üretimi ve istihdamı önceleyerek politik enflasyonu bu şekilde kontrol altına alabiliriz. Bir hak ölçüsü olan paranın değerini koruyarak hayat pahalılığına son verebiliriz. İnsan kaynağımız başta olmak üzere ülkenin tüm imkân, kaynak ve potansiyelini doğru ve verimli kullanabilir, içine sürüklendiğimiz borç ve faiz sarmalından insanlarımızı çekip çıkarabiliriz. Sadece siyasal sadakati değil, gerçek anlamda ehliyet ve liyakati gözeterek adalete, hukuka olan güven duygusunu yeniden tesis edebiliriz. Tek akılla değil, ortak akılla hareket ederek, istişare mekanizmasını güçlendirerek, işi bilenleri, sorunun muhataplarını bu soruna, bu sürece dâhil ederek sorunlarımızın üstesinden gelebiliriz. Yanlışları nasıl örteriz değil, nasıl çözeriz mantığıyla biz bu sorunların üstesinden gelebiliriz.
2023 yılının kabul edilen ilk bütçesinde de yoktu, bu bütçede de yok; bu bütçede köylü yok, bu bütçede işçi yok, bu bütçede memur yok, bu bütçede emekli yok, engelli yok, öğrenci yok, inşaat işçisi yok, bu bütçede yüzde 60'lık düşük gelir sahibi insanlarımız yok. Bu bütçe yine servet transferinin, gelir dağılımındaki adaletsizliklerin devam edeceğine dönük işaretleri bize veriyor diyor, Sayın Başkanı, siz değerli milletvekillerini ve Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (Saadet Partisi ve CHP sıralarından alkışlar)