GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyinin Kurulmasına İlişkin Nahçıvan Anlaşmasında Değişiklik Yapılmasına Dair Protokol'ün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:2
Tarih:03.10.2023

İYİ PARTİ GRUBU ADINA BİLAL BİLİCİ (Adana) - Sayın Başkan, kıymetli milletvekilleri; yüce milletimizi ve Gazi Meclisi saygıyla selamlıyorum. Grubum adına 3'üncü madde için söz aldım.

Irkçılık; yeni bir kavram olmamakla birlikte ırkçılık, 21'inci yüzyılın en büyük sınamalarından biri hâline gelmiştir. İslam karşıtlığı ise bilhassa 11 Eylül olayları sonrasında dünya genelinde hızla yayılmıştır. Son yıllarda popülizmin yükselişi ve buna bağlı olarak göçmen karşıtlığının artmasıyla özellikle Avrupa'da İslam karşıtlığının şiddete varacak şekilde evrildiğini görüyoruz. Avrupalı Müslümanların ve keza Amerika'daki Müslümanların hayatlarını korku içerisinde sürdürdüğünü gözlemlemekten büyük bir üzüntü ve kaygı duyuyoruz. Dünyaya insan hakları dersi vermekten geri kalmayan Batı'nın yükselen İslam karşıtlığına yönelik hiçbir caydırıcı tedbir almadığını görüyoruz. Tarihte Avrupa'daki demokratikleşme sürecinde Fransız Devrimi'yle önemli etkisi olan ve milyonlarca Müslüman vatandaşı bulunan Fransa'da Cumhurbaşkanı Macron'un "İslam krizde, aydınlanmış İslam yaratılması gereklidir." gibi açıklamaları sorunun ciddiyetini net bir şekilde ortaya koyuyor. Bu tarz açıklamalar, Avrupa'daki halkı İslam karşıtlığına itiyor ve aşırı sağ partileri de daha sert açıklamalar yapmaya teşvik ediyor.

ABD'ye baktığımızda ise durum Avrupa'dakinden pek farklı değil. Nefret söylemi kullanan grupların sayısının son dört yılda 1,5 kat arttığını görüyoruz; 2014'te bu sayı 784 iken 2018'de 1.020 olmuştur. Ayrıca aynı şekilde nefret suçu sayısında da bir sıçrama görülmektedir; nefret suçları sadece ABD'de 2014'ten 2017'ye kadar yüzde 30 artış göstermiştir.

İnsan Hakları Evrensel Bildirisi her insanın doğuştan özgür olduğunu, insanlık onuru ve hakları bakımından eşit bulunduğunu ve herkesin bu bildiride yer alan haklara ve özgürlüklere -özellikle ırk, renk ve ulusal köken gibi sebeplerle- hiçbir ayrımcılık yapılmaksızın sahip olduğunu açıkça belirtir. Aynı şekilde, BM uluslararası sözleşmeyle her türlü ırk ayrımcılığının tasfiye edilmesine dair, ırk ayrımcılığının tasfiye edilmesi için alınacak tedbirleri içerir. ABD, Avrupa ülkeleri ve Türkiye bu sözleşmeye taraf devletler arasında yer almaktadır. BM Medeniyetler İttifakı girişimi de ayrımcılığın önlenmesi için önemli bir platformdur. Buna ilaveten, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 14'üncü maddesinde de "Sözleşmede tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal ve diğer kanaatler, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet, servet ve doğum başta olmak üzere herhangi bir başka duruma dayalı hiçbir ayrımcılık gözetilmeksizin sağlanmalıdır." denilmektedir. Ne var ki dünyaya demokrasi ve insan hakları dersi veren Batılı ülkeler bu sözleşmeleri ve oluşumları hiçe saymaktadır.

Şunu da burada belirtmek isterim ki İslam karşıtlığı maalesef sadece Batı'ya has bir olgu değildir. İsrail, Kudüs'ün İslami kimliğini yok etmeye yönelik adımlar atmaya devam etmekte ve Müslümanların ibadet özgürlüğünü kısıtlama yönünde tedbirleri almayı sürdürmektedir. Bu çerçevede, Mescid-i Aksa'ya yönelik sistematik saldırıların kabul edilmesi de mümkün değildir. Buna ilaveten Rohingya Müslümanlarına uygulanan zulüm ve Uygurlu kardeşlerimizin maruz kaldıkları ayrımcı muamele İslam karşıtlığının da göstergesidir. Türkiye'nin girişimleriyle Yeni Zelanda'nın Christchurch kentinde düzenlenen saldırının yıl dönümü olan 15 Mart günü BM Genel Kurulu tarafından İslamofobiyle Mücadele Uluslararası Günü olarak kabul edilmiştir; bu, önemli bir adımdır.

Kıymetli milletvekilleri, son dönemde bilhassa Avrupa'da artan İslam karşıtlığı ve hoşgörüsüzlükle mücadele konusunda tüm uluslararası platformlarda gereken tepkiyi en güçlü şekilde ortaya koymaya devam etmeliyiz. Bunu sadece İslam dünyasıyla dayanışma için değil, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın refahı ve güvenliği için de yapmalıyız. Zira hem ABD'de de hem de Avrupa'da yaşayan vatandaşlarımızın sistemli bir şekilde Türk karşıtlığına ve İslam karşıtlığına maruz kalmasına son vermemiz gerekmektedir. Bu doğrultuda, öncelikli olarak İslam dünyasının artan tehditler karşısında birlik ve beraberlik içinde hareket etmesi şarttır. İsveç'te Kurban Bayramı'nın ilk gününde düzenlenen Kur'an yakma eylemi sonrasında İslam İşbirliği Teşkilatı İcra Komitesinin olağanüstü toplanması bu açıdan önemlidir. Aynı şekilde, BM Genel Kurulunda kabul edilen bir kararla kutsal kitaplara yönelik şiddetin uluslararası hukukun ihlali olarak tanınması ve bu tür eylemlerin şiddetle kınanması da önemlidir. İslam dünyasının önümüzdeki dönemde bu tarz nefret suçlarına yönelik olarak da daha güçlü bir duruş sergilemesi gerekmektedir. Kınamanın ötesine geçemeyen açıklamalar, bu eylemelere göz yuman ülkeleri caydırmaktan uzaktır. Bu doğrultuda somut tedbirler alınması elzemdir. Nitekim, son aylarda İsveç'te değil, bu tür eylemler Danimarka ve Hollanda'da da gerçekleşmiştir. Kur'an yakma eylemleri Avrupa'da âdeta veba gibi yayılmaktadır. İşin acı tarafı ise polis, Kur'an yakma eyleminde bulanan kişileri korurken söz konusu eyleme tepki gösteren duyarlı vatandaşları gözaltına almaktadır; bu durumun izahatı da yoktur. Geçtiğimiz günlerde İsveç makamlarının Kur'an yakma eylemlerin de polis konuşlandırılması, zırhlı araç tahsis edilmesi gibi nedenlerden dolayı devlet bütçesine ilave yük getirdiğini açıklamaları bu duruma gösterdikleri samimiyeti ortaya koymaktadır. İsveç makamları hâlâ bu eylemlerin en başta kendi ülkelerine zarar verdiğini ve toplumun huzurunu bozduğunu anlamamakta ısrar etmektedir. İsveç hâlâ üzerine düşen yükümlülüğü yerine getirmemektedir. En gelişmiş demokrasiler arasında yer aldığı iddia edilen İsveç, nefret suçu teşkil eden bu eylemlere müsaade etmeye devam etmektedir.

Değerli milletvekilleri, tüm bu nefret söylemleri ve eylemlerinin arkasında bunları oy ve çıkar uğruna normalleştiren siyasiler ve menfaat peşinde olan bazı basın yayın organları olduğunu da unutmamak gerekir. Batı medyası İslami terörden bahsederken Hristiyan teröründen bahsetmemektedir. Bir Müslüman Batı'da suç işlediğinde suçun niteliğine bakılmadan hadise bir terör saldırısı olarak nitelendirilmektedir. Burada sağduyulu siyasetçilere, kanaat önderlerine, din adamlarına ve medyaya büyük rol düşmektedir. Ayrımcılığı ve nefreti körüklemek suçtur. Bir kutsal kitabı yakmak da ifade özgürlüğü değildir, apaçık nefret suçudur. Bunun tüm kesimlerce iyi anlaşılması ve anlatılması gerekmektedir.

Hepinizi saygıyla selamlıyor, hayırlı akşamlar diliyorum. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)