Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Sierra Leone Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığı ile Vergiden Kaçınmaya Engel Olma Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 2 |
Birleşim: | 4 |
Tarih: | 05.10.2023 |
YEŞİL SOL PARTİ GRUBU ADINA ÖZNUR BARTİN (Hakkâri) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu ve ekranları başında bizleri izleyen halklarımızı saygıyla selamlıyorum.
Yeni yasama döneminin Türkiye halklarının barış, özgürlük ve demokrasi talebine yanıt olmasını diliyorum, lakin mevcut tablonun ve iktidarın uyguladığı pratiklerin bu taleplere sessiz kaldığı ve kalacağı da aşikârdır. Özellikle cezaevleri gerek uygulanan politikalarla gerekse tutsakların taleplerinin yanıtsız bırakılmasıyla yıllardır çözülmeyi bekleyen en önemli sorun alanıdır. Bir bakanlık düşünün ki yeni cezaevleri açmakla, cezaevlerinin kapasitesini arttırmakla övünüyor, bunu iktidar icraatı olarak kamuoyuyla paylaşıyor. Son açıklamaya göre 1 Ağustos 2023 tarihi itibarıyla Türkiye'de 407 cezaevinin olduğu, kapasitenin 300 bin olduğu ancak çoğu cezaevinde kapasitenin üzerinde tutuklu ve hükümlünün koğuşlarda tutulduğu bilinmektedir. Unutulmamalıdır ki doluluk oranının kapasite üzerine çıkmasının kendisi başlı başına bir işkencedir.
Değerli milletvekilleri, Türkiye'de her 100 bin kişiden 368'inin içeride olduğunu görüyoruz. Bu oranla Türkiye dünya ülkeleri sıralamasında 17'nci sırada yer alıyor. Öte yandan, cezaevi şartları sadece kapasiteyle de sınırlı değildir ve bu, onarıcı adaletin uygulanmasına da engel oluşturmaktadır. Nitekim otuz senedir cezaevinde tutulan tutsakların infazının yakılması ya da hasta tutsakların tedaviye erişimlerinin engellenmesi bunun en açık göstergesidir. Cezaevlerinin denetlenmemesi bu sorunların büyümesinde en önemli faktör olarak görülebilir. İnsan Hakları Derneğinin verilerine göre 2022 yılında cezaevlerinde 81 kişi yaşamını yitirdi, 2023 yılının ilk beş ayında ise 15 tutuklu ve hükümlü yaşamını yitirdi. Cezaevlerinde uygulanan hak ihlallerinin ve işkencelerin en nihai sonucu maalesef yaşanan ölümlerdir. Birazdan sayacağım kimi isimler sadece sayı ya da mahpus değil, bu ülkenin eşit haklarına sahip olduğuna inanmak istediğimiz yurttaşlarıydılar. İzmir Şakran 1 No.lu T Tipi Cezaevinde tutulan ve geçirdiği kalp krizi sonrasında infazı 14 Ağustos 2023 tarihinde üç ay süreyle ertelenen Yılmaz Özalp isimli hasta mahpus 1 Ekim 2023 tarihinde tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitirdi. 2 Ekim 2023 tarihinde basında yer alan haberlerden öğrendiğimiz Van T Tipi Cezaevinde tutulan kanser hastası mahpus Erhan Baştin 19 Ağustos 2023 tarihinde yaşamını yitirdi. Sıddık Durğun, Elâzığ R Tipi Kapalı Cezaevi, hasta mahpus; 11 Mart 2023'de yaşamını yitirdi. 72 yaşında, ağır demans hastasıydı, tek başına tutulduğu odada şüpheli bir şekilde yaşamını kaybetti. Hamdin Ördek, Giresun Espiye L Tipi Cezaevinde 4 Ocak 2023'te yaşamını yitirdi. 73 yaşında ve alzeimer hastasıydı, tahliyesinden altı gün sonra yaşamını kaybetti. 26 yaşındaki Duygu Koral, Kandıra 1 No.lu F Tipi Kapalı Cezaevinde 20 Mart 2023 tarihinde şüpheli şekilde yaşamını yitirdi, vücudunda darp izleri vardı. Cezaevlerinde yaşanan ölümleri araştırmak, aydınlatmak, adil bir yargı süreci başlatmak bir yana, bu ölümlerin üstü kapatılmak istenmekte ve failler cezasız bırakılmaktadır. Elbette adli soruşturmanın başlatılmaması ya da soruşturma sürecinin uzatılması cezaevlerindeki işkence olaylarının en önemli delili olarak görülmelidir. Uzun süredir Türkiye'de cezaevi yönetimleri insan odaklı değildir; herkesin üzerinde ortak akılla uzlaştığı, insan onurunu koruyan, ceza adaletini sağlayan bir program da bulunmamaktadır. Aksine, her idarenin kendi cumhuriyetini ilan ettiği cezaevleri, artık tüm dünyanın lanetlediği işkence uygulamalarıyla yönetilmektedir. Evet, Türkiye'de cezaevleri işkence merkezine ve ölüm evlerine dönüşmüştür.
Değerli milletvekilleri, cezaevinde ölümcül hastalıkları olan birçok hasta mahpus bulunmaktadır. İHD'nin verilerine göre cezaevlerinde 651'i ağır hasta olmak üzere 1.517 hasta tutuklu ve hükümlü bulunmaktadır. Bu hasta mahpusların tahliyeleri de yine resmî bilirkişi kurumu olan Adli Tıp Kurumunun verdiği "cezaevinde kalabilir" raporlarıyla engellenmekte ve birçok hasta mahpus cezaevlerinde yaşamlarını yitirmektedir. Sadece 2022 yılında 36 mahpus cezaevlerinin ağır şartları nedeniyle yakalandıkları hastalıklardan dolayı vefat etmiştir. Elbette cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerini saymakla bitirmek mümkün değildir. Ancak yoğun bir şekilde yaşanan hak ihlallerinden biri de keyfî bir şekilde uygulanan infaz yakmalarla tahliyelerin engellenmesi, umut hakkının ihlal edilmesidir. İdare ve Gözlem Kurulu kararlarıyla 2022 yılında en az 105 hükümlünün infazı yakılmıştır. Birçok kişinin infazı ise defalarca yakılmıştır; bunlardan Berrin Sarı, Hanım Yıldırım, Dilan Oynaş'ın infazı 5 defa yakılırken ismini sayamadığımız birçok hükümlü daha benzer hukuksuzluklarla karşı karşıya kalmıştır ve kalmaktadır.
Değerli milletvekilleri, Anayasa değişikliğinin tartışıldığı şu günlerde biliyoruz ki iktidar Anayasa'ya uymamaktadır. Anayasa'nın 90'ıncı maddesiyle uluslararası sözleşmeler iç hukukun da üstünde kabul edilmiştir. Ancak kendi Anayasa'sına dahi uygun davranmayan Türkiye Cumhuriyeti devleti yaşama hakkı başta olmak üzere işkence görmeme hakkı, ifade ve örgütlenme özgürlüğü hakkı, ayrımcılığa maruz kalmama hakkı gibi birçok temel haklar konusunda da maalesef ki son derece kötü bir noktadadır. Cezaevlerinde sivil kurumların denetim yapmalarına izin verilmiyor, her gün ölüm haberleri geliyor. Bırakın sivil denetim izinlerinin verilmesini, bunu dillendiren kişiler tutuklanıyor, dernekler kapatılıyor. Hatta yeni bir kurum daha var ki Adalet Bakanının dahi bu kurumun yanlış kararlarına itiraz edemeyeceğini biliyoruz, Cezaevi İdare ve Gözlem Kurulları. Bu kurullar âdeta her cezaevinde kendi egemenliklerini ilan etmiş durumdadır. İşkenceye gözaltılarda, toplantılarda, gösterilere müdahalelerde ve cezaevlerinde devam edilmektedir. Uluslararası sözleşmelerle ve iç hukukla yasaklanan bir yöntem olmasına rağmen işkencenin devam ettiğini görmek kabul edilemez. İşkencenin belgelenmesi de ayrı bir sorun oluşturmaktadır. Çünkü ülkedeki yargı sistemi sadece Adli Tıp Kurumu raporlarını delil olarak kabul etmektedir. Yani işkencenin ancak bir resmî bilirkişi kurumuyla belgelenmesi gerekmektedir. Oysa ki beden üzerindeki işkenceyi raporlaması gereken resmî bir devlet kuruluşu olan Adli Tıp Kurumu yıllardır işkence suçunu işleyen faillerin aklandığı bir kurum olmuştur. Dolayısıyla adalet sisteminin köklü bir değişikliğe ihtiyaç duyduğunu, onarıcı adaletin tesis edilmesi gerektiğini, hasta tutsakların sağlık hakkına erişimlerinin gecikmeksizin sağlanması gerektiğini ve başta İmralı'daki mutlak tecridin, iletişimsizlik hâlinin ülke gündeminden çıkarılması gerektiğini vurgulamak istiyorum. Çünkü İmralı'da Sayın Öcalan'ın beraberindeki 3 hükümlüye yönelik sürdürülen tecridin etkileri öncelikle diğer cezaevlerine ve daha sonrasında tüm topluma sirayet etmiş durumdadır. Çok iyi bilinmelidir ki Türkiye'de Kürt sorunu başta olmak üzere, yaşanan diğer tüm sorunların, sosyal ve siyasal krizlerin başlıca nedenleri arasında İmralı'daki tecrit bulunmaktadır. Evet, iktidarın kriz, baskı ve korku iklimiyle ömrünü uzatmaya çalıştığını çok iyi biliyoruz. Demokratik siyasete, muhaliflere, temel hak ve özgürlüklere yönelik artan baskı ve saldırılar, partimize, yöneticilerimize, Kürt siyasetçilere yönelik artan siyasi soykırım operasyonları bunun en açık örneğidir. Bizler, tecridin kırılmasına, Kürt sorununun demokratik çözümüne, halkların bir arada eşit ve özgür yaşamasına ilişkin mücadelemizde ısrarcı ve kararlıyız.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Lütfen, tamamlayalım.
ÖZNUR BARTİN (Devamla) - Umuyoruz ve diliyoruz ki bizler, bu Meclis, bu dönem bu sorunların çözümünün sağlayıcısı ve yeni yaşamın zeminini oluşturanları oluruz.
Kurulu selamlıyorum. (Yeşil Sol Parti sıralarından alkışlar)