GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:15
Tarih:31.10.2023

HEDEP GRUBU ADINA ZEYNEP ODUNCU (Batman) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun İle Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi'nin tümü üzerine partim adına söz almış bulunmaktayım.

AKP-MHP iktidar bloku, geçmiş dönem yasama süreçlerinde olduğu gibi yeni döneme de yasama etiği ve muhalefete saygı ilkelerini açıkça ihlal ederek başlamıştır, kanun yapım sürecini planlamayarak teklifi komisyon aşamasından hızlıca geçirmeyi alışkanlık hâline getirmiştir. İktidar, yasama süreçlerinde komisyon faaliyetlerinin önemini açıkça yok saymaktadır, yasa teklifi Komisyona sunulmadan önce, Komisyon aşamasında hiçbir meslek örgütünden görüş almamıştır, ayrıca bir yasama kurnazlığı tarzı olan torba yasayı bir rutin hâline getirmiştir. Yasa teklifinin 28'inci Dönemde de bu şekilde devam etmesi kabul edilebilir değildir. Sonuç itibarıyla komisyonlar yasama yılında görüş belirtmek ve Meclis çalışmalarına dâhil olmak içindir. Bu yüzden torba yasayla önümüze getirilen çalışmaları kabul etmediğimizi bir daha buradan tekrarlamak istiyoruz. Zira birbirleriyle alakasız ve birden fazla kanunu, kanun hükmünde kararname değişikliklerini içeren torba yasalar uzmanlık alanları gözetilmeksizin getirilmektedir. Bu şekilde getirilen yasalar ihtisas komisyonlarında teklif üzerinde yeterli hazırlık yapılmasına müsaade edilmeden kısa süreler içerisinde ve tartışmalar olgunlaşmadan ivedilikle geçirilmeye çalışılmaktadır. HEDEP olarak geçmiş yasama dönemlerinde olduğu gibi bu yasama döneminde de torba yasa tekniğine şiddetli bir şekilde muhalefet etmeye devam edeceğimizi bir daha söylemek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, bilindiği gibi, 6 Şubat Maraş merkezli depremde on binlerce insanımızı yitirdik. Hâlen yaraların sarılmadığı, acıların dinmediği, felaketin kelimelerle anlatılamayacak boyutlarda olduğu bir depremdi. Önlemler alınmadığı için birçok insanımızın yaşamını yitirdiği bir deprem felaketiyle karşı karşıya kaldık. Yaşanan iki büyük depremden hemen sonra yetkili kurumlarımızla deprem bölgesine gittik, deprem bölgesindeki yaraları sarmaya çalıştık, yaşanan mağduriyetleri bire bir yerinde gözlemledik. Üzerinden uzun bir zaman geçmesine rağmen hâlen aynı mağduriyetlerin yaşandığını, yaraların sarılmadığını, elbette geçmeyecek acıların yaşandığını biliyoruz ama bir nebze olsun halka dokunulmadığını, halkın yaralarının sarılmadığını gözlerimizle gördük. Hâlâ insanlar çadırlara mahkûm, konteynerlere mahkûmsa gerçekten şu anda ülkeyi yöneten iktidarın kendini sorgulaması gerekiyor çünkü üzerinden sekiz ay geçti. İnsanların bu şekilde kendi kaderleriyle baş başa kalmasını kabul etmediğimizi buradan bir daha yineliyorum.

6 Şubatta yaşanan depremde Türkiye'nin tüm acı deneyimlerine rağmen deprem felaketine karşı hazır olmadığımız gerçeğiyle karşı karşıya kalınmıştır. AKP iktidarları tarafından depreme karşı gerekli önlemler alınmadığı gibi başta İstanbul olmak üzere kentler talana ve ranta, afet toplama alanları birer birer alışveriş merkezlerine dönüştürülmüştür. Rant, çarpık kentleşme, alınmayan tedbirler, siyasi sorumsuzluk doğal afetlerle birleşince toplum için kaçınılmaz yıkımlara sebep olmuştur. 17 Ağustos ve 6 Şubatta yaşanan yıkım da tam bu sorumsuzluk ve rantçı anlayışın sonucudur.

11 ilimizi direkt olarak etkileyen 6 Şubat 2023 depremi üzerinden sekiz aydan fazla süre geçmiş olmasına rağmen hâlâ hasar tespit durumu çalışmaları yapılmadığı gözlemlenmektedir. Kısa süre içinde çok fazla sayıda yapı üzerinde ve mahkeme kurullarında bilirkişi olmayan personelin genel olarak gözlemsel yaptıkları tespitlerle zoraki, kısa sürelerle oluşturdukları raporlar söz konusu yapıların hasar durumlarının tam olarak tespit edilmemesine sebep olmuştur. Hak sahiplerinin itirazları incelenmeden mahkemelerin direkt çözüm yeri olarak sunulması bu süreci daha da uzatacaktır. Ağır hasarlı olarak tespit edilen yapılarda yıkım işlemleri tamamlanmamış, yıkım kararı alınan bu yapıların bir kısmında yurttaşlar hâlen ikamet etmeye devam etmektedir.

Deprem bölgesinde Cumhurbaşkanına açılış yaptırmak için birkaç köy projesi dışında tamamlanan çalışma bulunmamaktadır. Birçok ilçe ve köyde henüz çivi dahi çakılmamıştır. Nereye yapılacağı belli olmayan yüzlerce köy bulunmaktadır. İlk raporları sağlıklı yapılmadığından yer seçimleri sürekli değiştirilen köyler bulunmaktadır. Rezerv konut alanı olarak yine aynı yerleşim yerlerinde bulunan parseller üzerinde yapılabileceği belirtilmiştir. Oysaki daha önceki yerleşimler jeolojik, jeofizik ve benzeri herhangi bir etüt yapılmadan o günün şartlarında oluşturulmuştur. Bugün ise teknoloji gelişmiş, her türlü etüt yapılabilecek imkânlar varken yine aynı yerleşim yerinde yapılaşmayı sağlamak yeni yıkımların önünü açmaktır. Yeni yerleşim yerlerinin teknik olarak bu işin uzmanları tarafından gerekli etüt, tespit, deney ve analizler yapılarak tespit edilmesi gerekmektedir. Tüm bunlar göz önünde bulundurulduğunda süreçlerin mahkeme yoluyla hızlı bir şekilde çözülmesinin önünü açmak kesin bir çözüm değildir. Sahada daha sağlıklı bir şekilde sorunların tespit edilmesi, depremzedelerin hassasiyetlerinin de göz önünde bulundurularak ivedilikle yerinde karar verilmesi daha kalıcı bir çözüm olacaktır.

Şunu bu şekilde anlatabiliriz: 11/6/2023 tarihinde Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Sayın Mehmet Özhaseki "Adana'da 2.438, Adıyaman'da 23.640, Diyarbakır'da 2.361, Gaziantep'te 12.607, Hatay'da 34.129, Kahramanmaraş'ta 30.310, Kilis'te 2.628, Malatya'da 25.302, Osmaniye'de 6.856, Şanlıurfa'da 3.000 olmak üzere toplamda 143.271 köy evi yapılacak." demiştir ancak henüz 30.000 civarı köy konutunun ihalesi yapılmamış ve bu ihale edilen köy konutlarının yarısına bile başlanılmamıştır. Dolayısıyla konut yapımının önündeki engel hasar tespit çalışmaları veya mahkeme süreçleri değildir, ivedilikle sahada gerekli çözümlerin üretilmesi gerekmektedir.

TBMM'de depremle ilgili Komisyon kuruldu, yüzlerce sayfalık deprem raporu hazırlandı. Bu raporda o kadar fazla konu olmasına rağmen afetlerle ilgili en son yapılacaklar arasında yer alan kentsel dönüşümü ilk öncelik almamızın sebebi nedir, Meclisin bunu açıklaması gerekiyor.

Değerli milletvekilleri, kentsel dönüşüm son yirmi yıldır ülkemizde siyasi iktidarın inşaat temelli ekonomik büyüme zihniyeti çerçevesinde neoliberal piyasa ekonomisiyle yoğrulmuştur. "Kentsel dönüşüm" adı altında yapılan uygulamalar geniş halk kesimlerini, kentin tarihî, kültürel ve doğal değerlerini hiçe sayarak pervasızca biçimlendirilmiştir. En çok da ormanlar, su havzaları, dereler gibi ortak doğal kullanım alanları bu dönüşümün kurbanı olmuştur. Siyasal iktidar, kentsel dönüşümün uygulayıcısı olarak kanunlar, kanun hükmünde kararnameler, özel imar izinleri, emsal artışları, Toplu Konut İdaresinin (TOKİ) tekelleşmesi, çevresel etki değerlendirmesi muafiyetleri gibi bir dizi yasa, kanun ve yönetmelik aracılığıyla yapılan projelerle "kentsel dönüşüm" olgusunu kavramsal olarak, halk gözünde "rantsal dönüşüm" olarak çevirmiştir. Kentsel dönüşüm, bütünlüklü bir planlamanın sonucu olmaktan giderek uzaklaşmakta, yeni bir imar faaliyetine dönüşmektedir. Oysa konu, parçalı bir anlayışla değil, kent bütünlüğü çerçevesinde ele alınmalıdır. Bölgenin risk öncelikleri kategorize edilerek hazırlanmış master planları çerçevesinde uygulanmalıdır. "Yık-yap" anlayışının ve rant eksenli düzenlemelerin ortaya çıkardığı yoğunluk artışları, ulaşım başta olmak üzere yeni altyapı sorunları yaratmaktadır. Güçlendirilerek korunacak yapılar dahi "yık-yap" anlayışı nedeniyle yıkılmaktadır. Deprem riski az olan bölgelerde, deprem korkusu üzerinden yeni yapılaşma alanları açılmak istenmektedir. Bu bağlamda riskli alan ilanları bilimsel araştırmalar temelinde belirlenmemekte, yeşil alanlar, sosyal dokular, yoğunluğu az olan yerleşimler acımasızca yok edilmektedir. Kentsel dönüşüm yasası, kamuya ait arazilerin ve boş alanların tüketilmesiyle birlikte, siyasal kurumu finanse eden özelliğe sahip inşaat sektörü için yeni arsa üretiminin aracı hâline getirilmiştir. Bu kapsamda deprem tehlikesi, mevcut yapı stokunun deprem güvenliğinin olmaması da inşaat sektörüne dayalı ekonomik düzeni sürdürebilmek için kullanılmıştır. Riskli alanların belirlenmesi ve yapı stokuna yönelik yıkım kararlarına bir meşruiyet alanı sağlamak için kentsel dönüşüme "deprem odaklı kentsel dönüşüm" denilerek yeni bir algı yaratılmıştır. Ayrıca, kentsel dönüşüm ve kentsel yenileme çalışmaları bir ihtiyaç nedeniyle değil, daha çok gayrimenkul piyasasının talepleri doğrultusunda gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Siyasal iktidar tarafından şimdiye dek çıkarılan imar aflarıyla kıyı alanları, tarım arazileri, meralar, orman alanları, dere yatakları, içme suyu havzaları ile tarihî, doğal, arkeolojik sit alanları üzerine inşa edilen kaçak ve mevzuata uygun olmayan bina ve tesislere ayrıcalıklı imar hakları verilerek her biri bir kent ve çevre suçu niteliğinde olan yapılar yasallaştırılmıştır.

2003 yılından beri kentleri depreme dayanıklı hâle getirmek, deprem yaralarını sarmak amacıyla toplanan yaklaşık 70 milyar TL'lik deprem vergisi ise "örtülü ödenek" adı altında başka alanlara harcanmıştır. 2012 yılında yürürlüğe giren 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun'la deprem zararlarını azaltmaya yönelik olarak sunulan kentsel dönüşüm projeleri asıl olarak rantsal dönüşüme hizmet etmiştir. Jeolojik, jeoteknik etütler sonucunda imara uygun olmayan alan olarak ilan edilmiş bölgeler dahi "kentsel dönüşüm" adı altında yapılaşmaya açılarak daha da tehlikeli hâle getirilmiştir. Özellikle diğer alanlara göre deprem riski çok daha az olan ancak rant değeri yüksek alanlar riskli ilan edilerek siyasi iktidara yakın müteahhitler ve sermayedarların rant alanına dönüştürülmüştür. Uzun yıllar bir arada ve ortak yaşama kültürü bulunan mahallelerde yaşayan insanlar zor kullanılarak cüzi kira yardımlarıyla yerlerinden edilmiştir. Bunlardan örnek olarak vermek istersek şöyle söyleyelim: İstanbul'da "kentsel dönüşüm" adı altında rant alanına dönüştürülmek istenen mahallelerden biri Tozkoparan Mahallesi'dir. Daha önce de bu örneği vermiştik ama burada bir daha yinelemek istiyoruz çünkü şu anda risk alanı olmayan alanlarda bir yıkım söz konusu ve o yüzden bunların kayıtlara geçmesi gerekiyor. Ranta açılmak istenen mahallede hiçbir sözleşme ve güvence verilmeden halk tapulu mülklerinden çıkarılmaktadır. Kentsel dönüşüm uygulamalarının yürütüldüğü yerlerden biri de İstanbul'un Beyoğlu ilçesi Fetihtepe Mahallesi 3550 ada bölgesidir. Bölgede yapılmak istenilen uygulamaya dair planlar yerel mahkemeler ve Danıştay tarafından iptal edilmiştir. Mahkeme kararlarına rağmen 2016 yılında gerekli etütler ve incelemeler yapılmadan Fetihtepe'nin de içinde yer aldığı Beyoğlu'ndaki 6 mahalle riskli alan ilan edilmiştir. İktidarın önceki icraatlarına bakıldığında, getirilen bu düzenlemenin de rant yasasına dönüştürülme ihtimali yüksektir.

Riskli yapılara ilişkin dönüşüm sürecinde yapılan işlemlerin gerçekleştirilebilmesi için aranan üçte 2 çoğunluk şartı salt çoğunluk olarak değiştirilerek yarıdan fazlasının oy vermesi durumunda diğer hak sahiplerinin onayı aranmayacaktır. Mevcut uygulamada bir yerin rezerv alanı olabilmesi için üzerinde yapı olmaması ve meskûn mahal dışında yer alması gerekiyordu. Yeni düzenlemeyle rezerv yapı alanı tanımındaki "yeni yerleşim alanı olarak" ifadesi yasadan çıkarılarak meskûn mahal dışı şartı kaldırılmaktadır. Böylece, şehir merkezindeki değeri yüksek yerler dâhil olmak üzere, gerekli görülen bütün yerler rezerv yapı alanı ilan edilecektir. Rezerv yapı alanı ilan edilen yerler dönüşüm için boşaltılıp yerine binalar yapılabilecektir. Yeni düzenlemeyle rezerv alanı ilan edilen yerlerde artık yapıların riskli olup olmadığına bakılmaksızın elektrik, su, doğal gaz kesilebilecek; verilen tüm kamu hizmetleri durdurulabilecek. Mevcut uygulamada sadece riskli alanlarda, yapılarda bu hizmetler durdurulabiliyordu; mülk sahipleri riskli yapı kararlarını engellemek için başka şehir ya da ülkelere gittiğinde o binalarda tespit yapılamıyordu. Bu düzenlemeyle mülk sahiplerinin evde olma şartı aranmayacak. Teklife göre, kentsel dönüşüm kararları ile hasar tespit raporlarına yönelik açılan davalarda ilk inceleme ve savunma süreleri kısaltılmıştır. İvedi yargılama usulü nedeniyle özellikle deprem bölgeleri ve kentsel dönüşümün uygulandığı alanlar için şimdiye kadar yapılan uygulamalarda meydana gelen sıkıntıların daha fazla yaşanması muhtemeldir.

Yasa teklifinin bir diğer tehlikeli yanı da dar gelirli ve borçlu yurttaşların mülkiyet hakkına yöneliktir. Teklifle hacizli tapulara sahip vatandaşlar eğer haczi ödemezse dönüşüm sonucu kendisine verilecek yapıda sadece oturma hakkına sahip olacak, oturacak başka yeri olanlar ise evlerinden tahliye edilecektir. Teklife göre, dönüşüm sonucunda yoksul veya dar gelirli olarak kabul edilenlere verilecek konutların hak sahibinin dönüşümden önceki taşınmazının tapu kaydında yer alan ipotek, haciz, intifa hakkı gibi haklar ve şerhler tapuda sadece hak sahibinin hissesi üzerinden devam ettirilecek. Hak sahibinin üzerine kayıtlı ikamet edebileceği konut, nitelikli başka bir gayrimenkulü yok ise hak sahibine; hak sahibi evli ise hak sahibi ve eşine bu konutta oturma hakkı tanınacak.

Yeni döneme yeni torba yasa teklifleriyle başlayan AKP-MHP iktidarı yasama tekniğini de daha şimdiden ortaya koymuştur. Bizler Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi olarak halklarımız, emekçiler, kadınlar, gençler ve emeklileri doğrudan ilgilendiren barınma ve kent hakkı üzerine getirilen düzenlemelerin yangından mal kaçırırcasına torba yasa teklifi olarak getirilmesine asla razı gelmeyeceğiz. Bu hukuksuzluğa karşı en güçlü şekilde muhalefet etmeye devam edeceğiz. Torba kanunlarıyla bir yere varılmayacağını çok iyi biliyoruz. Türkiye'de yasamanın komisyonlardan geçerek, gerekli toplumsal STK'lerin görüşleri alınarak gerekli yasaların oluşması gerektiğini bir daha buradan söylüyoruz çünkü Meclis bunun için vardır. Halkların söyledikleri ve halkların iyiliği açısından yapılması gereken bir noktada olmamız gerekiyor.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HEDEP sıralarından alkışlar)