GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Cumhurbaşkanlığının, Türkiye Cumhuriyeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Arasında Stratejik Ortaklık ve Karşılıklı Yardım Anlaşması hükümlerinden kaynaklanan taahhütlerimizi yerine getirmek, ateşkesin gözlenmesi, ihlallerin önlenmesi, bölgede barış ve istikrarın sağlanması amacıyla, Türkiye'nin yüksek menfaatlerini etkili şekilde korumak ve kollamak üzere, hudut, şümul, miktar ve zamanı Cumhurbaşkanınca takdir ve tayin olunacak şekilde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Ortak Merkezin görevlerinin ifası yönünde hareket etmek üzere yabancı ülkelere gönderilmesi, bu kuvvetlerin Cumhurbaşkanının belirleyeceği esaslara göre kullanılması ile risk ve tehditlerin giderilmesi için her türlü tedbirin alınması ve bunlara imkân sağlayacak düzenlemelerin Cumhurbaşkanı tarafından belirlenecek esaslara göre yapılması için 17/11/2020 tarihli ve 1272 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı'yla verilen ve son olarak 1/11/2022 tarihli ve 1348 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı'yla uzatılan izin süresini
Yasama Yılı:2
Birleşim:21
Tarih:15.11.2023

CHP GRUBU ADINA UTKU ÇAKIRÖZER (Eskişehir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Azerbaycan ile Ermenistan arasında ateşkesin gözlenmesi, ihlallerin önlenmesi, bölgede barış ve istikrarın sağlanması amacıyla Türkiye ve Rusya arasında kurulan Ortak Merkezde görev alan Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarımızın görev süresinin uzatılması için gönderilen Cumhurbaşkanlığı tezkeresi üzerine Cumhuriyet Halk Partimizin görüşlerini paylaşmak için huzurunuzdayım. Yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Türkiye ile Azerbaycan eşine rastlanmayacak nitelikte bir kardeşlik bağına sahiptir. Büyük Önder'imiz Mustafa Kemal Atatürk "Azerbaycan'ın sevinci bizim sevincimiz, kederi bizim kederimizdir." diyerek, Azerbaycan Umum Millî Lideri Haydar Aliyev ise "Biz bir millet, iki devletiz." ifadeleriyle bu kardeşlik bağını en güzel biçimde tanımlamıştır. Azerbaycan toprakları 1994'ten 2020'ye kadar, yaklaşık otuz yıl işgal altında kalmış, tüm dünya bu hukuksuzluğa sessiz kalmıştır. 27 Eylül 2020'de başlayıp Kasım 2020'de Azerbaycan ordusunun zaferiyle sonuçlanan İkinci Karabağ Savaşı ve ardından, bu yıl 19-20 Eylül tarihleri arasında düzenlenen antiterör operasyonuyla kardeş Azerbaycan, on yıllardır Ermenistan'ın haksız, hukuksuz işgali altındaki topraklarını kurtarmıştır. Karabağ'daki yasa dışı ayrılıkçı oluşum ve buna bağlı silahlı unsurlar yok edilerek otuz yıllık işgal tamamen sonlandırılmış durumdadır. Gazi Meclisimizin kürsüsünden Azerbaycan'ımızın bu büyük zaferini, haksızlığı, hukuksuzluğu, işgali bitiren bu büyük zaferini yürekten kutluyorum.

Son üç yıllık süreçte Bakü'ye 2 kez gitme fırsatı yakaladığım için Azerbaycanlı kardeşlerimizin sevincini, coşkusunu yerinde görmekten büyük mutluluk, büyük gurur duydum. Ayrıca, ziyaret ettiğimiz yerlerde ülkemizin Azerbaycan'a verdiği tam destek nedeniyle ülkemize, insanımıza duyulan şükran hissini yerinde görmenin de tüm partilerden milletvekillerinin bulunduğu heyetlerimizde nasıl büyük bir gurur, büyük bir mutluluk yarattığını da yine yakından gözlemledim. Değerli arkadaşlarım "bir millet, iki devlet" şiarıyla gördüğümüz can Azerbaycan'ımıza, Azerbaycanlı kardeşlerimize bugüne kadar en güçlü desteği veren Türkiye ve Türk milleti bundan sonra da tüm haklarını savunabilmesi için her türlü katkıyı, desteği vermeye hazırdır.

Sayın milletvekilleri, geçen yıl da görüştüğümüz aynı tezkere ama bölgede geçen yıl ile bu yıl arasında çok önemli, çok temel bir farklılık var. Biz geçen yıl Meclisimizde bu tezkereyi görüşürken işgal önemli ölçüde bitirilmiş olmakla birlikte Karabağ'la ilgili sorunlar hâlâ ortadan kalkmış değildi, orada hâlâ silahlı güçler vardı, orada kurulmuş olan yasa dışı devlet hâlâ varlığını ileri sürebiliyordu. 19-20 Eylül tarihleri arasındaki operasyonlar sonrasında artık farklı bir aşamaya gelinmiştir. İşgal hâli tamamen sona ermiş, ayrılıkçı oluşum da kendi kendini feshetmek zorunda kalmış durumdadır.

Peki, o zaman, şimdi önceliğimiz, Türkiye'mizin, Azerbaycan'ın önceliği ne olmalıdır? Değerli milletvekilleri, Kafkaslarda barış ve istikrara hiç olmadığı kadar ihtiyaç duyduğumuz bir dönemden geçmekteyiz. Otuz yıl boyunca Azerbaycan'a, halkına, Karabağ'dan göçmek zorunda kalan 1 milyon kaçkına büyük acılar yaşatan bu işgal bittiğine göre artık hepimizin, herkesin önceliği kalıcı barış olmalıdır. Kalıcı barış Azerbaycan'ın da Ermenistan'ın da çıkarınadır ve tabii ki Türkiye'nin de çıkarınadır. Kafkaslarda barışı ve istikrarı isteyen kim varsa aslında onların da çıkarınadır ama bakın, Karabağ Zaferi'nin üzerinden üç sene geçti, hâlâ ortada bir barış yok; barış anlaşmasının imzalanması zorunluluktur.

Meclisimizden hem Azerbaycan hem de Ermenistan yönetimlerine çağrıda bulunmak isterim: Barış için aslında en uygun vakitteyiz. Ermenistan ve Azerbaycan bu tarihî fırsatı kaçırmamalıdır. Biz bu fırsatı kaçırırsak bir daha böyle bir fırsat belki yirmi belki otuz yıl sonra gelir mi, bilinmez. On yıllar sonra ilk defa şimdi bu fırsat doğdu, çok da büyük bir fırsat; barışı herkesten önce Azerbaycan istemelidir, artık cephede kazandıkları bu zaferi bir barış anlaşmasıyla taçlandırmayı en çok onlar istemeli, onlar peşinde koşmalıdır.

Evet, otuz yıllık işgalden çok çektiler -acılarını anlıyoruz- 1 milyon insan yıllarca kaçkın, göçkün durumuna düştü, binlerce insan hayatını kaybetti. Şimdi, otuz yıl sonra tüm bu hukuksuzlukların ve acıların hesabını sormak istemeleri doğaldır, normaldir ama bu barış anlaşmasını imzalayacak bir muhataba ihtiyaçları olduğunu da hem onların hem bizim aklımızda tutmamızda yarar vardır. Bu muhatap mevcut Ermenistan yönetimidir ve tabii ki barışı Ermenistan da istemelidir. Mevcut statüko yazılı bir barış anlaşmasına bir an önce dönüşemezse bölgede arzu edilmeyen gelişmelerden en fazla etkilenecek ülkelerin başında Ermenistan gelecektir. Ermenistan yönetimi ülkesini, halkını kalıcı huzura ve refaha kavuşturmak istiyorsa bunun yolu Azerbaycan'la barıştan, Türkiye'yle barıştan, iş birliğinden geçmektedir, bunu mutlaka görmek zorundadırlar.

Tabii, Batılı dost ve müttefiklerimiz ve diğer tüm aktörlerin Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki kalıcı barışı teşvik edecek tutum içinde olmalarında, girişim geliştirmelerinde de büyük fayda var. Maalesef bazı ülkeler Ermenistan'ı ve Ermenistan içindeki çeşitli grupları kışkırtarak kalıcı barış anlaşmasına engel olmaktan hiç çekinmemektedir. Bu Batılı dost ve müttefiklere hatırlatmak isteriz ki Rusya'nın Güney Kafkaslardaki askerî ve siyasi mevcudiyetini her koşulda sürdürmek isteyeceği saklı, gizli bir vaka değildir ama bu isteklerinin kontrol altında tutulmasının yolu bölgedeki krizlerin ve potansiyel kriz konularının hakkaniyetli biçimde çözüme kavuşturulmasından geçmektedir. O nedenle Kafkaslarda istikrarın sağlanmasının Azerbaycan-Ermenistan barışını sağlamaktan, barışa katkı, destek vermekten geçtiğini hepimizin akılda tutmasında fayda vardır.

Normalleşme ve barış sürecinde yapılması gereken bir başka önemli adım da Nahçıvan ile Azerbaycan arasındaki ulaştırma bağlantılarının bir an önce sağlanmasıdır. Bu alanda atılan bazı ilerlemeler memnuniyet verici olmakla birlikte henüz nihai tam sonuç alınabilmiş değildir, Türkiye bu bağlantının hayata geçirilmesi için hem Ermenistan hem de Rusya nezdinde ağırlığını koymalıdır.

Son olarak, Karabağ Zaferi sonrasında Azerbaycan'a bilinen merkezler tarafından maksatlı olarak yöneltilmek istenen mesnetsiz ve haksız eleştiriler karşısında Türkiye Azerbaycan'ın yanında olmalıdır. Özellikle bölgeye giren Birleşmiş Milletler misyonunun tarafsız gözlemlerinin, raporlarının dünya kamuoyuna anlatılması noktasında parlamenter diplomasimize önemli görev düşmektedir.

Sayın milletvekilleri, bu duygu ve düşüncelerle, tezkereye olumlu oy kullanacağımızı bildirirken Azerbaycan'da görev yapacak askerî unsurlarımıza başarılar diliyorum. Vatanımızın korunması ve dünya barışı için sınırlarımızda ve dünyanın birçok bölgesinde görev yapan kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarımıza, jandarmamıza, polisimize görevlerinde başarılar diliyorum. Görevlerini başarıyla tamamlayarak, sağlıkla yurdumuza dönmeleri en büyük dileğimizdir.

Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel, dün grup konuşmasında bahsettiği gibi, seksen yıllık devlet geleneği gereği bugün ilk ziyaretini Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne gerçekleştirdikten sonra en kısa zamanda can Azerbaycan'ı da ziyaret edecektir. Her zaman "tek millet, iki devlet" anlayışıyla baktığımız Azerbaycan'la bundan sonra da iyi ilişkiler içinde olmaya devam edeceğiz. Can Azerbaycan'ı, Devlet Başkanı Sayın İlham Aliyev'i, şanlı Azerbaycan ordusunu ve tüm Azerbaycan halkını yürekten selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, biz bugün Azerbaycan'ımızın büyük bir hukuksuzluğu, mağduriyeti bitiren zaferiyle mutluluk duyarken, coşku duyarken bir başka büyük mutluluğun da yıl dönümünü yaşamaktayız. Tarih sahnesinden yok edilmek istenen Kıbrıs Türkü kardeşlerimizin vatanı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'miz bugün 40'ıncı yaşını kutlamakta. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'mizin kuruluşunun 40'ıncı yıl dönümünü ve kardeş Kıbrıs Türk halkının 15 Kasım Cumhuriyet Bayramı'nı yürekten kutluyorum. Gelecek yıl temmuz ayında da Kıbrıs Barış Harekâtı'mızın 50'nci yıl dönümünü kutlamaya hazırlanıyoruz. Kıbrıs Türkünün haklı davasının mimarları merhum Doktor Fazıl Küçük ve Rauf Denktaş ile adaya kalıcı huzur getiren Kıbrıs Barış Harekâtı'nın mimarları merhum Bülent Ecevit ve Necmettin Erbakan ve bu uğurda katkı sunan tüm devlet adamlarımızı, Kıbrıs Türkü için can veren tüm şehitlerimizi minnetle ve şükranla anıyoruz. Hayatta olan Kıbrıs gazilerimize saygılarımızı sunuyor, sıhhatli bir yaşam diliyoruz.

Cumhuriyet Halk Partimiz bugün Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ndeki törenlerde en üst düzeyde, Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel tarafından temsil edilmekte ve Kıbrıs Türkünün haklı davasına bağlılığımız ve dayanışma mesajlarımız en üst düzeyde iletilmektedir. Ben de Gazi Meclisimizin bir ferdi olarak KKTC devletini ve kardeşimiz Kıbrıs Türklerini selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Barış Harekâtı'nın 50'nci ve KKTC'nin kuruluşunun 40'ıncı yıl dönümünü kutladığımız şu günler belki de hepimiz açısından bir durum muhasebesi yapmayı gerektirmektedir. Öncelikle, uluslararası toplumun tüm ambargolarına, yasaklamalarına, haksızlıklarına rağmen kırk yıldır bu cumhuriyeti demokrasi içinde yaşatmak bir başarıdır. Bu nedenle, KKTC'yi, kurucularını ve bugüne kadar görev alan devlet adamlarını ve tabii ki aziz Kıbrıs Türk halkını yürekten tebrik ediyoruz. Tabii ki bugüne kadar KKTC'nin hep yanında olan tüm cumhuriyet hükûmetlerimize de emekleri, çabaları için teşekkür etmek isterim. Ancak değerli arkadaşlarım, tüm dünyaya meydan okuyarak yaptığımız Barış Harekâtı'ndan elli yıl, KKTC'nin kuruluşundan kırk yıl sonra geldiğimiz noktada maalesef onu dünyaya tanıtmak konusunda başarılı olabilmiş değiliz. Birleşmiş Milletler ve diğer uluslararası platformlarda yapılan konuşmalarda, atılan nutuklarda hep dünyanın Kıbrıs Türkünü, Kıbrıs davasını, KKTC'yi tanımasından bahsediyoruz ama bu konuda somut bir ilerleme sağlanabilmiş değil. Türkiye'nin en yakın olduğu ülkelere KKTC'yi tanıtmayı başarabilmiş değiliz. Bu konuda son dönemde Azerbaycan adımlar atıyor. Sayın İlham Aliyev'in KKTC Cumhurbaşkanıyla Bakü'de görüşmesi önemlidir, kültürel bir program çerçevesinde bir buluşma olsa da bunun tüm dünyaya "KKTC Cumhurbaşkanıyla görüşme" olarak duyurulması önem taşır ama yeterli değildir; ortada, bir tanıma hâlâ yoktur. Bu iyi niyetli adımların mutlaka siyasi, diplomatik adımlarla takviye edilmesi, desteklenmesi gerekir. Sadece Azerbaycan'dan değil, bölge ülkelerinin en zor dönemlerinde tüm dünyayı karşımıza alma pahasına yardımlarına koştuğumuz Katar'dan, Libya'dan, Pakistan'dan, Bangladeş'ten ve tüm Türk ve İslam âleminden de tanıma konusunda hiçbir adım gelmemiş olması KKTC ve ülkemiz adına büyük bir başarısızlıktır, üzüntü kaynağıdır.

Bakın, bir adım atılıyor ama gerisi getirilemeyince akim kalıyor. İşte, geçen yıl KKTC'nin Türk Devletleri Teşkilatına gözlemci üye alınmasına hepimiz sevindik, arzu ederdik ki isminde "Türk" bulunan bir devlet bu Teşkilata asil üye alınsın, maalesef oldurulamadı. "Olsun, bir adımdır." dedik, iktidarı bunun için tebrik ettik ama bu sembolik adımın bile gerisini getirmekten aciz durumda olduklarını görmekten de büyük üzüntü duyuyoruz.

İşte, geçen yıl gözlemci üye yaptık ama bir yıl sonraki zirveye Kazakistan "Ben davet etmiyorum." deyince ne yaptınız? Evet, soruyorum, ne yapabildiniz? Kazakistan'ı neden ikna edemediniz, neden KKTC bayrağı orada temsil edilmedi, neden KKTC'nin lideri oraya gidemedi? Bunların hesabının millete verilmesi lazım. Az önce "Azerbaycan-Ermenistan barışı için çağrıda bulunuyorum Bakü'ye." demiştim, şimdi Kıbrıs Türkünün haklı davası için yine Azerbaycan'a çağrıda bulunuyoruz: Artık Karabağ işgali de son bulduğu için çekinmenize, korkmanıza gerek yok, Kıbrıs Türkünü tanıyın, KKTC'yi tanıyın. Başta Azerbaycan olmak üzere tüm dost ve kardeşlerimizden KKTC'ye daha açık, daha görünür destek verme çağrısında bulunuyoruz. KKTC'ye direkt uçuşları bir an önce başlatmaları; ekonomik, siyasi ve diplomatik ilişkileri kurmaları çağrısında bulunuyoruz. KKTC spor takımları üzerindeki izolasyonu artık yok etmeye davet ediyoruz. Bakın, lafa gelince mangalda kül bırakmayan bu iktidar Konya'da kendi ev sahipliğinde düzenlediği İslami Dayanışma Oyunları'nda dahi KKTC'li sporcuları yarıştıramadı, KKTC bayrağını koyduramadı. Başka bir ülkede değil, Konya'da dahi bunu yapamadınız.

Değerli milletvekilleri, işin bir başka boyutu daha var "KKTC'yi tek tanıyan ülkeyiz." diyoruz ya, aslında o konuda da tanıyormuş gibi yapmaktan vazgeçip gerçekten tanımalıyız. Ne demek istiyorum? KKTC'nin seçilmiş iktidarlarına, milleti temsil eden partilerine saygılı davranmamız gerekir; sanki bizim bir vilayetimizmiş gibi bir üslupla değil, emir kipiyle değil, devletten devlete ilişkinin gerektirdiği bir üslup içinde yürütülmesi gerekir bu ilişkinin. Türkiye'nin bir görüşünü, politikasını eleştirdi diye kırk yıldır iyi kötü yaşattığımız KKTC demokrasisinin vazgeçilmez unsuru olan muhalefeti dışlamaktan vazgeçmeliyiz. KKTC'den gelen gazetecileri, muhalifleri sınırdan her haksız, hukuksuz çevirişimiz aslında KKTC'nin tanınması davasına zarar vermektedir. Sağıyla, soluyla hepsi Kıbrıs Türk halkını oluşturmaktadır, hepsini kucaklamalıyız. "Bütün kararlar Ankara'dan alınıp Kıbrıs'ta uygulatılıyor." algısını yaratmaktan kaçınmalıyız. Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti adada ayrı bir devlet olduğunu öncelikle kendisi görmeli, tanımalıdır. Değerli milletvekilleri, tekrar ediyorum: Tanıtma konusunda iğneyi kendimize batırmalıyız. Yirmi iki yıllık AKP iktidarının belki de en çok eleştirilecek yanı şudur: 2004 yılında Annan Planı'na Kıbrıs Türkleri tereddütsüz "evet" dedi; Rumlar ise barışa "hayır" dediler, buna rağmen hiçbir yaptırımla karşılaşmadıkları gibi Avrupa Birliğine tam üye yapıldılar. Evet, Avrupa Birliği stratejik bir hata yaptı, bunu görmezden gelmiyoruz ama işte bu vahim hata sonrasında Türkiye'yi yöneten AKP iktidarının hiçbir etkili adım atmamış olması, bugün içinde olduğumuz yalnızlığın en temel sorumlusudur. Hem Rumların üyeliğine "Eyvallah." dediniz hem de Kıbrıs Türkleri üzerindeki ambargoların kalkacağı sözünün yerine getirilmesi için hiçbir şey yapmadınız. Söyleyin, hangi ambargoyu hangi yaptırımı kaldırtabildiniz? Hiçbirini.

Şimdi, yirmi yıl sonra döndünüz, "iki devletli çözüm" diyorsunuz. Evet, doğrudur ama KKTC'nin kurucu Cumhurbaşkanı merhum Rauf Denktaş'ı aynı bu sözleri söyledi diye sağlığında dışlayan, ölüm yatağında yalnızlığa mahkûm eden yine sizlerdiniz. Rahmetli Denktaş'ın tek bildiği vardı, ne diyordu hep? "Rumlar asla bir federal çözüm istemez, Kıbrıs Türkünü kendi devletleri içinde eritmek isterler, o yüzden tek çıkışımız iki devletli çözümdür. Kıbrıs Türkünün devleti olan KKTC'nin tanınmasıdır." diyordu. Peki, siz ne diyordunuz Denktaş için hatırlıyor musunuz? Gitsin, kendi memleketinde konuşsun diye kovmaktan beter ediyordunuz, o ise büyük olgunlukla "Ben asla Türkiye'yle karşı karşıya gelmem." diyerek kenara çekildi; şimdi, siz onu mumla arar durumdasınız. İsmini anmasanız da anısını korumasanız da Denktaş'ın fikirleri kılavuzunuz olmaya başladı.

Değerli milletvekilleri, başarısız olduğunuz bir diğer husus ise kendi ayakları üzerinde duran bir Kıbrıs Türk toplumu yaratamamış olmaktır. Tabii ki bu konuda uluslararası ambargoların, tanınmamış olmanın etkisi yadsınamaz ama 85 milyonluk Türkiye olarak KKTC'deki üretimi teşvik ederek ülkemizi KKTC'nin dünyaya açılış pazarı yapamamış olmamız da hepimiz için üzerinde düşünmemiz gereken bir büyük eksikliktir, bir büyük ayıptır.

Tüm bu durum değerlendirmesi ışığında Kıbrıs Türkünün varoluşunun simgesi olan KKTC'ye 40'ıncı yaşın kutlu olsun diyoruz. Eksik de olsa bu bölgede Türkiye'den sonra demokrasisiyle örnek bir devlet var ortada. Bu devleti yaşatmak, başta KKTC vatandaşlarının, sonra da orayı bugün Sayın Özgür Özel'in dediği gibi "yavru vatan değil, kardeş vatan" olarak gören biz Türkiye Cumhuriyeti'nin temel görevidir. Anavatan ve garantör olarak Türkiye, Kıbrıs Türklerine her alandaki desteğini sürdürmelidir. KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Ersin Tatar'ın ortaya koyduğu ve AK PARTİ iktidarlarının zikzaklar sonrasında yirmi iki yılda ancak gelebildiği 2 devletli çözüm arayışı, çok geç kalınmış olmakla birlikte en doğru, en isabetli, adada huzuru, barışı bozmayacak çözüm yoludur. Bu doğrultuda Kıbrıs Türklerinin özden gelen haklarının tescili ve KKTC'nin tanınmasına yönelik çabalara desteğimizin süreceğinden kimsenin kuşkusu olmamalıdır.

Değerli milletvekilleri, bugün bir asker gönderme tezkeresini görüşüyoruz. Bir ülkenin dünya arenasındaki gücünü belirleyen unsurlarından biri tabii ki askerî caydırıcılığıdır ama bunun yanına demokrasisinin kalitesini, hukuk devletinin gücünü, teknolojik rekabete açık üretimi koyarsanız dünyada ancak saygın bir yere sahip olabilirsiniz. Ancak yirmi iki yıllık AKP iktidarı döneminde demokrasi ve özgürlükler alanında her geçen yıl itibarımız gerilemekte. İşte hukukun üstünlüğü alanında Türkiye 173 ülke içinde 148'inci sıradadır, Rusya'dan bile gerideyiz. Her ay 50 gazetecinin; haberleri, sosyal medya paylaşımları nedeniyle hâkim karşısına çıktığı, gözaltına alınıp tutuklandığı ülkemiz, basın özgürlüğü sıralamasında 180 ülke arasında 165'inci durumda. Geçen hafta Avrupa Birliğinin genişleme raporu yayımlandı. Aralık ayında Ukrayna, Moldova ve Bosna Hersek için tam üyelik müzakerelerinin açılması kararı gündemde. Bu durumda, daha önce Balkan ülkelerinin genişleme perspektifinin gerisinde bırakılan ülkemiz, şimdi Ukrayna, Moldova ve Bosna'dan da geriye düşecek. Türkiye'nin artık AB'ye katılım meselesini ülkemizin demokratikleşmesi için hayati bir fırsat olarak görüp ona göre hareket etmesi gerekiyor.

AB'nin değerleme raporlarını beğenmeyebilir, eleştirebilirsiniz ama bizim kendimize çekidüzen vermemiz gereken konular orada yer almakta; her gün evrensel ilkelerden nasıl uzaklaşıyoruz, o değerlendirme var orada. Kısacası, Türkiye'deki demokratik standartlarda, hukuk devleti ilkesinde, insan haklarında, hukukun bağımsızlığında ciddi geri gidiş olduğu vurgusu yapılmakta. Mesela, yargı için "Türkiye evrensel ve Avrupa'nın kabul ettiği yargı standartlarından uzaklaşmıştır." diyor. Bu, sadece demokratik açıdan bir uyarı değil, aynı zamanda ekonomik bir anlam var: "Türkiye'ye giderken 2 kere düşün, 3 kere düşün." demektir yabancı yatırımcılara. Rapora taraflı, haksız, çifte standartlı tepkisini gösteren iktidarın, tarihte örneği görülmemiş yargı kriziyle karşı karşıya olduğumuz şu günlerde bu konuyu yeniden değerlendirmesinde fayda vardır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun, tamamlayalım lütfen.

UTKU ÇAKIRÖZER (Devamla) - Bakın, Yargıtay 3. Ceza Mahkemesinin Anayasa'yı, hukuku yok sayan son kararıyla dünyaya yanlış mesaj veriyoruz. Anayasa ihlalini ortadan kaldırmak için adım atması gerekenler de krize dâhil olarak daha da büyütüyor. Günlerdir bu kürsüde milletvekillerimiz bu hukuk garabetine dikkat çekiyor. Altı gündür bu Genel Kurulda yirmi dört saat nöbetteyiz. Dışarıda barolar, akademisyenler "Bu bir devlet krizidir." diyor. Anayasa'mızın başında yer alan hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkesinden saptığımız algısı yaratacak bu yanlıştan bir an önce dönülmelidir. Seçilmiş Milletvekili Can Atalay ve Hataylılara, millet iradesine yapılan altı aylık hak gasbı artık son bulmalıdır.

Tüm bu kara tablodan kurtulmamız için elbette demokrasi, elbette hukuk devleti diyoruz. İçeride demokrasiyi güçlendirmezsek, hukuku siyasetten bağımsız hâle getirmezsek, basın özgürlüğünü güçlendirmezsek, insan haklarına saygı duymazsak dışarıda da istediğimiz itibarı elde edemeyiz. Cumhuriyetimizin 2'nci yüzyılına girdiğimiz bu dönemde yol haritamız çok açık, çok nettir: Büyük Önder'imiz Atatürk tarafından konulmuş dış politika ilkelerine dönmektir diyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)