Konu: | Cumhurbaşkanlığının, Türkiye'nin millî çıkarlarına yönelik her türlü tehdit ve güvenlik riskine karşı uluslararası hukuk çerçevesinde gerekli her türlü tedbiri almak, Libya'daki gayrimeşru silahlı gruplar ile terör örgütleri tarafından Türkiye'nin Libya'daki menfaatlerine yönelebilecek saldırıları bertaraf etmek, kitlesel göç gibi diğer muhtemel risklere karşı millî güvenliğimizin idame ettirilmesini sağlamak, Libya halkının ihtiyacı olan insani yardımları ulaştırmak, dönemin Libya Ulusal Mutabakat Hükûmeti tarafından talep edilmiş olan ve bilahare kurulan Millî Birlik Hükûmetinin de gerek duyduğunu bildirdiği desteği sürdürmek, bu süreç sonrasında meydana gelebilecek gelişmeler istikametinde Türkiye'nin yüksek menfaatlerini etkili bir şekilde korumak ve kollamak, gelişmelerin seyrine göre ileride telafisi güç bir durumla karşılaşmamak için süratli ve dinamik bir politika izlenmesine yardımcı olmak üzere hudut, şümul, miktar ve zamanı Cumhurbaşkanınca takdir ve tayin olunacak şekilde, |
Yasama Yılı: | 2 |
Birleşim: | 28 |
Tarih: | 30.11.2023 |
SAADET PARTİSİ GRUBU ADINA CEMALETTİN KANİ TORUN (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Libya tezkeresinin uzatılması hususunda grubum adına söz almış bulunmaktayım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Libya, Arap Baharı sürecinin en önemli coğrafyalarından biridir. 17 Şubat devrimi, özgürlük ve demokrasi yolunda Libya halkının attığı önemli adımlardan biri olmuştur. Tarihî, kültürel bağlarımızın, askerî ve stratejik dayanışmalarımızın olduğu kardeş Libya'nın yıllar süren Kaddafi diktatörlüğüne başkaldırmış olması, Orta Doğu ve Afrika halkları açısından yüzyılın dönüm noktalarından biri olmuştur. Her ne kadar bu süreç gerek Mısır ve Tunus'ta gerekse Suriye'de yaşananlara bakılıp "Arap sonbaharı, Arap kışı" gibi tabirlerle tahfif edilmeye çalışılsa da İslam coğrafyalarının ilk tecrübesi olmuş, değeri yıllar sonra daha iyi anlaşılacak bilinçlenmelerin ve zihniyet dönüşümlerinin de kapısını aralamıştır.
Totaliter yönetimlerin geçen yüzyıl boyunca emperyal güçlerle birlikte hareket ettikleri, gerek ABD ve Rusya'nın gerekse Baasçı yerel despotlar ve Körfez krallıklarının tüm bir coğrafyayı esaret altında tuttukları bir vakıadır. Yıllarca sindirilmiş ve suskun bırakılmış halkların Arap Baharı'yla yaktıkları intifada ateşi toplumlara özgürlük arayışlarının erdemini ve güzelliklerini öğretmiş ama aynı zamanda bunun bedelinin de ağır olacağını belleklere kazımıştır. Yol uzun ve çetin olsa da cin şişeden çıkmıştır, işte tam da bunun farkında olan ABD, Rusya, Fransa gibi küresel; İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan gibi bölgesel güçler bu baharın alevini söndürmek ve totaliter yapıları geri getirmek için var güçleriyle bölgeye hücum etmişlerdir. Nasıl ki Suriye'de yıllardır katil Esed rejiminin ve bağlı terör yapılanmalarının arkasında durmakta iseler, nasıl ki Mısır'da kendi halkını canlı yayında katletmekten çekinmeyen Sisi diktatörlüğünün önüne kırmızı halılar sermişlerse, nasıl ki Tunus'ta darbeyle Gannuşi'yi hapse atıp hareketini boğmaya çalışmakta iseler Libya'da da yıllarca Libya dışında kalıp Rusya'da askerî eğitim almış ve bir CIA ajanı olduğu tescillenmiş olan General Halife Hafter'i bu devrimin karşısına çıkardılar. Bu noktada, Türkiye'nin Libya'nın meşru Ulusal Mutabakat Hükûmetine desteği her açıdan anlamlı ve değerli olmuştur. Tıpkı Esed gibi, Sisi gibi çocuk, kadın, yaşlı demeden sivil katliamlara imza atan, arkasına Rusya, Fransa, İsrail, Mısır, hatta Yunanistan gibi ülkelerin desteğini alan, her türlü hava, kara, silah, lojistik ve asker desteğiyle beslenen Hafter güçlerinin meşru Hükûmeti tehditleri ve ilerlemeleri karşısında Türkiye'nin meşru Hükûmete verdiği destek Libya'da yeniden bir diktatörlük inşa etmeye çalışanların gücünü kırmış, etkilerini zayıflatmıştır. Libya'nın birliğinin, meşru Hükûmetin ayakta kalmasının, inşa edilecek demokratik ve anayasal bir sistemin gerçek manada savunucusu Türkiye olmuştur. Türkiye böylelikle küresel güçler karşısında hem direnen ve düşmemesi gereken bir kaleyi korumaya gayret etmiş hem de Doğu Akdeniz'deki çıkarlarını koruma altına almanın gayreti içinde olmuştur. Yunanistan, Mısır, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve İsrail'in Doğu Akdeniz'de, Hafter güçlerinin de Libya'da hâkimiyeti ele geçirme çabalarına karşın Türkiye, Libya Hükûmetiyle iki önemli anlaşma imzalamıştır; bunlardan biri deniz yetki alanlarının sınırlandırılması, diğeri güvenlik ve askerî iş birliği anlaşması olmuştur. Nitekim, ülkemizin başta Akdeniz'deki çıkarlarının korunması olmak üzere bölgesel ve küresel bağlamda nüfuzunu etkili kılması aynı zamanda Libya gibi ülkelerin istikrarına bağlıdır. Bu bağlamda, Libya'da askerî danışmanlıktan kalıcı üs kurulmasına kadar bütün çabaların önemli olduğu açıktır. Türkiye'nin Libya'da askerî gücünü kullanarak masada asla alamayacağı başarılar elde ettiği vakıadır. Eğer Türkiye Libya'ya müdahale etmemiş ve meşru Ulusal Mutabakat Hükûmeti güçlerini organize etmemiş olsaydı başlattığı darbe girişimiyle Trablus'un iç mahallelerine kadar dayanan darbeci Hafter Trablus'u ele geçirmiş olacak, Ulusal Mutabakat Hükûmetini de tarih sahnesinden silmiş olacaktı; Trablus'un düşmesi Türkiye'yi Akdeniz ölçekli jeopolitik rekabette daha da zayıf ve yalnız bir pozisyonda bırakacaktı.
Türkiye'nin Libya'daki kazanımları kalıcı kılması ve stratejik kazanımlara dönüştürmesi pek çok açıdan önemlidir. İlk öncelik Libya'nın istikrara kavuşturulmasıdır, bu hedefin gerçekleştirilmesi ise sahada yakalanan başarının diplomatik zeminde sürdürülmesiyle mümkündür. Bunun için son yıllarda yaptığı hataları tekrarlamayan bir iktidar ehliyetine ihtiyaç vardır. O politikaların bir kısmı bizi Avrupa Birliğinde yalnız bırakıp Rusya'ya mahkûm ederken bir kısmı da 15 Temmuzun popüler ikliminde sarf edilen sözlerin yutulup Libya denkleminin çözümünde olmazsa olmaz olan Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır gibi ülkeler karşısında âciz bir pozisyona itmiştir. İzlenen yanlış siyasetler, Doğu Akdeniz'deki yalnızlığımızı artırdığı gibi, yalnızlıktan kurtulmak için İsrail gibi tarihî misyonu ve jeopolitik amaçları belli olan ülkelerle neredeyse iş birliğine kadar taşıyacaktı. Yani Libya'da elde edilen başarılı siyasetlerin korunması aynı zamanda hem bölgesel hem de küresel anlamda izlenen siyasetlerin iç tutarlılığıyla alakalıdır. Türkiye'nin güvenlik ve deniz yetki alanları anlaşmalarına ilişkin adımları atarken Libya'da Birleşmiş Milletler tarafından da tanınan meşru Hükûmeti muhatap alması, Hafter'e destek veren ülkelerin içinde bulundukları gayrimeşru oyunu ifşa etmesi açısından önemli olmuştur. Öyle ki Mısır ve Rusya, az evvel zikrettiğimiz gibi, askerleri ve uçaklarıyla bizzat yabancı olarak müdahale hâlindeyken Türkiye'yi kastederek dış müdahalelere karşı olduklarını açıklamaları maskelerini düşüren bir talep olmuştur. Aynı ülkelerin kendi suçlarını görmezden gelmeleri bir yana, Sudan'daki askerî yönetimin binlerce paralı askeri Hafter'e yardıma gönderilmesini, Birleşik Arap Emirlikleri'nin ve Mısır'ın uçaklarının Trablus'u bombalamasını, Birleşik Arap Emirlikleri'nin askerî üslerini, Fransa'nın Hafter'e verdiği desteği görmezden gelmeleri ve Libya'da terörden bahsederken IŞİD gibi terör yapılarını Libya'da fitne ve terör unsuru olarak kullanmaktan çekinmemeleri bu ikiyüzlülüğün sonuçlarıdır. Yoksa hiç kimse bu ülkelerden tıpkı Gazze'de olduğu gibi bombalanan evlerden yükselen çığlıkları duymalarını beklememelidir.
Öte yandan, Türkiye ile Libya arasında hidrokarbon kaynaklarının araştırılması, sondajı ve çıkarılması hakkında muhtıra imza edilmesi çok önemli bir gelişme olmuştur; Libya'nın hava kuvvetleri kabiliyetinin geliştirilmesi ve daha önce imza edilen askerî iş birliği anlaşmasının uygulanması da öyle.
Bunlara ek olarak, vizelerin 16-55 yaş aralıkları hariç kaldırılması, Libya'daki Türk işçileri açısından önemli olan sorunları çözmek için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlıkları arasında koordinasyon toplantıları yapılması, merkez bankaları arasında akreditasyon işlemlerinin kolaylaştırılması, sağlık alanında yapılan iş birliği, bir özel Türk hastanesinin Trablus'ta hizmete girmesi, Libya güneyinde kara yollarının rehabilitasyonunun bir Türk şirketine verilmiş olması da önemli ve değerli iş birlikleridir.
Sizlerden beklentimiz, yeter ki bu hastane ve kara yolları işlerini de Türkiye'dekilere benzetmemenizdir. İleride, en azından, bu kardeş ülkeyle aramızda bu konularda sorunların çıkmaması en büyük beklentimizdir. Yeni Dışişleri Bakanımızın bu konularda hassas olacağına dair hüsnüzannımız bakidir. Bütün bunlar bir yana, Türk askerinin Libya'da olmasının ülkenin batısındaki silahlı grupların psikolojik olarak uzlaşı içinde kalmalarına vesile olduğu da bir gerçektir.
Sonuç olarak, Türkiye'nin ülkedeki mevcudiyetinin geri çekilmesi gereken yabancı unsurlar kapsamında görülüp çeşitli Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarından NATO ve G7 zirvelerine kadar farklı forumlarda bu çağrıların tekrarlandığı hatırlanırsa bu baskılara asla boyun eğilmemesi gerektiği de ortadadır. Uluslararası hukuk açısından meşruiyeti asla sorgulanmayacak olan bu pozisyon, hiçbir hâl ve şartta terk edilmemelidir.
Türkiye, Libya'nın yeniden inşası, kurumlarının yapılanması gibi unsurları içerecek yeni dönemde mutlaka diplomasi masasında yer almalıdır; bunun gerçekleşebilmesi için de sahada olmak zorundadır. Bu bağlamda, Gelecek Partisi olarak tezkereye "Evet." diyoruz. "Evet." demekle beraber, Türkiye'nin de gerek Doğu Akdeniz'de gerek bölgede gerekse Avrupa Birliğiyle ilişkilerde içine girdiği sıkışmışlıktan kurtaracak yeni bir dış politika vizyonuna ihtiyacı olduğunun altını bir kez daha kalın bir şekilde çiziyoruz.
Kardeş Libya halkının ihtiyaçları ortadayken bu meseleleri detaylarıyla görüşmeyi başka bir oturuma bırakıyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (Saadet Partisi sıralarından alkışlar)