GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2022 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 5'inci Tur Görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:37
Tarih:16.12.2023

SAADET PARTİSİ GRUBU ADINA CEMALETTİN KANİ TORUN (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. Sağlık Bakanlığının 2024 yılı bütçe görüşmelerinde Saadet-Gelecek Grubu adına söz almış bulunuyorum. Sayın Bakan henüz gelmediği için kendisine hoş geldin diyemiyorum.

Sözlerime başlarken salı günkü oturumda kalp krizi geçirip hayatını kaybeden Kocaeli Vekilimiz Hasan Bitmez'e Allah'tan rahmet, kederli ailesine ve bütün camiaya başsağlığı diliyorum.

Bütçe kanununun tümü üzerinde olduğu gibi Sağlık Bakanlığının komisyon görüşmelerinde de başta Komisyon üyesi arkadaşlarımız uzun uzun değerlendirmelerde bulunarak eleştiri ve tavsiyelerini dile getirmişlerdi. Ayrıca, bütçe kanununun tümü üzerine yazdığımız muhalefet şerhinde de tüm bakanlıklar için detaylı değerlendirmelerimizi iktidarın ve kamuoyunun bilgisine sunduk. Bugün burada teknik detaylardan ziyade sağlık sistemimizle muhatap olan tarafların yani sağlık çalışanlarımız ve hizmeti alan vatandaşlarımızın bazı sorunlarını ve taleplerini dile getireceğim.

Sayın milletvekilleri, Hükûmetin sağlık alanında yaptığı çalışmalar içinde en çok göz önünde olan şüphesiz şehir hastaneleridir. Bir devrim olarak lanse edilen, vatandaşlarımızın sağlık hizmetlerine erişimini kolaylaştıracağı bir sistem olarak tanıtılan şehir hastaneleri maalesef inşaatından tutun işleyişine kadar birçok konuda problemleri karşımıza çıkarmıştır. Malumunuz, şehir hastanelerinin yapımında kamu-özel iş birliği sistemi uygulanmıştır. Her fırsatta devletin kasasından yani milletin cebinden tek kuruş dahi çıkmadan büyük yatırımların gerçekleştirildiği iddia edilen bu sistem hazinemizi âdeta sömürmekte, bütçeye ciddi borç yükleri getirmektedir. İşletmecilere âdeta bir servet transferi yapılmaktadır. Yirmi beş yıl hizmet karşılığı ödeme yapılacak olan bu hastanelerin ödemeleri Türk lirası değil, dolar ve euro cinsinden yapılmaktadır. Ülkemizin içinde bulunduğu kriz ortamı dikkate alındığında maalesef yalnızca üç yıllık kira bedeliyle hastanelerin yapım maliyeti karşılanmaktadır. Aradaki yirmi iki yıllık döviz cinsi ödeme ise sağlık alanında yapılabilecek devasa yatırımların kaybedilen karşılığıdır.

Peki, bu işletmeciler bu yüksek ödemeleri alıyor da hastalarımıza düzgün bir hizmet sağlıyorlar mı? Cevabımız tahmin edeceğiniz gibi hayır. Sayıştay raporlarından anlıyoruz ki işletmeciler yapmadıkları merdivenin parasını alırken fazladan kullandığı depoların parasını ödemeden düşmüyor. İşletmecilerin sözleşmeye göre tıbbi cihazların yedek parçalarını almaları gerekiyor ancak onlar almadığı için Bakanlık almak zorunda kalıyor. İşletmeciler iklimlendirme ücretlerini piyasa cinsinden değil kamu konutları cinsinden ödüyor. Neresinden tutarsanız elinizde kalan bir finansal takiple karşı karşıyayız. Sonuç olarak, yapılan bu sözleşmelerin kamu yararını ihlal ettiği bir hakikattir. Bakanlığımızın işletmecilerle anlaşarak bu hastaneleri bir an önce devletleştirmesi gerekmektedir. Sorun sadece maliyet mi? Elbette değil. Şehir hastaneleri sağlık hizmet standartlarını artırmak için yola çıkarken maalesef ortaya çıkan durum tam aksi olmuştur. Vatandaşın ayağına götürülmesi gereken hizmetler hem mesafe olarak uzaklaştırılmış hem de hizmetin alınması karmaşık hâle gelmiştir. Bu nedenle, hizmet kalitesi bileşenlerinden biri olan hizmete ulaşım konusunda ileriye değil geriye gidilmiştir. Semtlerde vatandaşların ulaşım ve işleyişine alıştığı hastaneler kapatılmış ve şehir hastanesi kampüsüne toplanmıştır yani kapasite artırılmamış, yalnızca transfer edilmiştir. Planlamanın gerçekçi ve vizyoner bir perspektifle yapılmaması, kullanım arttıkça sorunları beraberinde getirmiştir. Şehrin birçok noktasından hastaların erişimi için ulaşım ağları yetersiz kalmaktadır. Hastane kampüslerinde şimdiden otopark sorunu baş göstermiştir. Tesisin çok büyük olması nedeniyle zaten hasta olan vatandaşların diğer bölümlere ulaşma konusunda ciddi bir efor sarf etmeleri gerekmektedir, bu da tedavi süreçlerine zarar vermektedir. Şehir hastanelerinde çalışan sağlık çalışanları hastanelerin büyüklüğü sebebiyle yıpranmakta ve verimli hizmet verememektedir. Konsültasyon için doktorların kampüs içinde bir yerden bir yere kendi aracıyla gittiği bile vaki olmaktadır. Özellikle sabah ve akşam saatlerinde yanlış ve eksik planlama sebebiyle araç trafiği yaşanmakta, hastaneye giriş ve çıkış çok uzun süreler alabilmektedir. Bu sıkıntıların çözümü için hastane kampüslerindeki planlamaların gözden geçirilmesi, hasta yoğunluğunu azaltmak amacıyla atıl bırakılan, hatta bir ara arazileri işletmecilerin hizmetine sunulmaya niyetlenilen hastanelerin yenilenerek vatandaşın hizmetine sunulması gerekmektedir.

Değerli milletvekilleri, sağlık alanında vatandaşların belki de en çok muhatap oldukları birim aile sağlığı merkezleridir. Asli görevi koruyucu ve birinci kademe sağlık hizmeti vermek olan bu merkezlerin yanlış politikalarla tanı ve tedavi boyutu ön plana çıkmaktadır. Açılış ve işleyişleri sözleşmeyle yapılmakta olan bu merkezler âdeta kısmen özelleştirilmiştir. Kamu kurumlarıyla hiyerarşik bağı kopartılan bu aile sağlığı merkezleri, sağlık hizmet sunumundaki yükleri azaltmak bir yana bambaşka sorunlar ortaya çıkarmaktadır. ASM'lerin kiraları, temizlik, medikal malzeme gibi masrafları ve personel giderleri orada çalışan doktorlara yapılan cari ödemeden karşılanmaktadır. Kamunun getirdiği standartlara uymak kaydıyla bu cari ödemeyi ASM doktorları kullanmaktadır. Ancak bu cari ödemelere gelen artışlar memur maaş zammı oranında olmakta, hatta son dönemde gelen seyyanen zam bu ödemelere yansıtılmamıştır. Kiraların, malzeme giderlerinin ve asgari ücretin artışı düşünüldüğünde, bazı yerlerde artık doktorlar giderlerin bir kısmını maaşlarından karşılamak durumunda kalmaktadırlar. Burada yaşanan bir haksızlık da şudur: Bazı ASM'ler kamunun mülkiyetinde iken bazıları özel mülktür. Kamu mülkiyetinde olan ASM'lerde çalışan doktorlardan yapılan kira kesintisi, kiracı olan ASM'lere göre çok daha aşağıda kalmaktadır. Bu cari ödeme krizi bir an önce çözülmelidir, enflasyon oranında bir telafi artışı sağlanmalı veya bazı ödemeleri Bakanlık üstlenmelidir.

ASM'ler güvenlik tedbirlerinin olmadığı merkezlerdir. Son dönemde yaşanan şiddet olayları da göz önüne alındığında, doktorların temin edemeyeceği bu hizmeti Bakanlık bir an önce sağlamalıdır. ASM'lerde sözleşme esaslarını takip için sağlık müdürlükleri denetimler yapmaktadır. Bu denetimlerde muhatap bulma açısından bir doktorun idari hekim sıfatıyla belirlenmesi istenmektedir. Bu idari hekimin, diğer doktorlarla aynı özlük haklarına sahip olmasına rağmen üzerine ciddi bir sorumluluk yüklenmekte, bu da kimsenin göreve talip olmaması sonucunu doğurmaktadır. Bu konuda da bir düzenleme yapılarak idari hekimlerin özlük haklarında bir iyileştirme yapılması gerekmektedir.

Sağlık sistemimizin sürekliliği, şüphesiz kaliteli bir tıp eğitimine, ülke olarak bu alanda ilerleme sağlamamıza ve doktorlarımızın uzmanlık alanlarına yönelip burada yapacakları çalışmalara bağlıdır. Tıp fakülteleri ülkemizde uzun yıllar öğrenci tercihleri açısından hep üst sıralarda olmuştur. Doktorluk mesleğinin sorumluluklarının getirdiği saygınlık sınavlarda en başarılı öğrencilerin bu alana yönelmesini sağlamıştır. Ancak son yıllarda toplumda, bazı başka alanlarda olduğu gibi, sağlık alanında karşılaştığımız şiddet başta olmak üzere her türlü sorun, bu sürekliliği devam ettiremeyecek bir seviyeye doğru ilerlemektedir. Üniversite tercihlerinde tıp fakültesinin yerini mühendislik gibi çalışma ortamı açısından genel olarak daha az sorun yaşanan ve kazancın daha yüksek olabileceği bölümler almakta, öğrenciler doktorların muhatap oldukları zorluklarla karşılaşmak istememektedir. Bu da tıp eğitiminde başarılı olabilecek özelliklere sahip öğrencilerin caydırılması nedeniyle sağlık hizmetlerinde kaliteyi düşürecektir. Üniversite tercihini tüm zorluklara rağmen tıp fakültesinden yana kullanan öğrenciler, diğer tüm üniversite öğrencileri gibi barınma ve geçinme kaygısı çekmektedir. Bu öğrencilere özellikle tıbba teşviki artırma açısından -Sağlık Bakanlığının eskiden, 80 öncesinde uygulanan bir burs sistemi vardı- çalışma karşılığı burs sisteminin getirilmesi faydalı olacaktır.

Bunların yanında, maalesef, tıp fakültelerinin en büyük problemi, çok kıymetli öğretim üyelerini teker teker kaybetmeleridir. Sayın Bakan her ne kadar Komisyonda meslektaşlarımızın mesleklerini yapmak için yurt dışına gitme sebeplerini tespit etmiş ve Komisyonda bunu tüm sağlık çalışanlarını rencide edici bir tarzda göstermişse de -el hareketi- ben burada doktorların çalışma alanlarındaki sıkıntılarından bahsederek hem tıp fakültesinin tercih edilmemesini hem de doktorların uzmanlık alanlarına yönlenirken karşılaştıkları bazı sorunları sizlerle paylaşacağım.

Değerli milletvekilleri, tıp fakültesinin ardından eğitimlerine devam etmek isteyenler, tıpta uzmanlık sınavına girip kendilerine bir alan seçerek bu alanda uzmanlaşmayı tercih etmektedir. Mesleğe pratisyen hekim olarak devam etmek isteyen hekimler ise acil servislerde, ilçe sağlık merkezlerinde ya da aile sağlığı merkezlerinde çalışabilmektedir. Uzman olmak isteyenler zorlu bir sınavın ardından aldıkları puanlarla birçok bölüm tercih edebilmektedir ancak aldığımız sonuçlara göre hem çalışılan ortamlar hem de hastayla iletişim açısından riskli ve iş yoğunluğu yüksek olan cerrahi bölümlere tercih gitgide azalmakta iken hastayla diyaloğun daha az olduğu, iş yükü daha hafif bölümlere rağbet artmaktadır. Ast-üst ilişkisinde sorunların da yaşandığı bazı cerrahi bölümlerde puanların çok düşmesine rağmen açıkta kalan kontenjanlar olmaktadır. Bu konu, Bakanlığımızın üzerinde durması gereken en önemli konuların başında gelmektedir. İleride çok tehlikeli bir hâl alacak olan bu çarpıklığın iki temel sebebi vardır: Biri, toplumda hekimin yaptığı işe saygınlığın azalmasıyla hekimlerin birer hedef hâline gelmesine yol açan söylemler ve yayınlar, diğeri de ücret politikasındaki dengesizliktir. İktidarın bir an önce "Giderlerse gitsinler." politikasından vazgeçmesi ve sağlık çalışanlarına ve sağlık mesleklerine iadeiitibar için gerekli çalışmaları yapması gerekmektedir. Eğitimli orta sınıfa karşı her alanda yapılan ayrımcılığın terk edilmesi gerekmektedir. Toplumda sağlık hizmetlerinin uygulanmasını sekteye uğratan ve toplumun kendisine zarar vermesiyle sonuçlanan "sağlıkta şiddet" konusu incelenmeli ve kabul edilemez bir durum olduğu kamuoyuna izah edilmelidir. Şiddete maruz kalma ihtimali olan diğer kurumlarda alınan önlemler gibi hastaneler için de caydırıcı önlemler alınmalı, gerekirse her hastane için asayiş birimlerinden gerekli destek talep edilmelidir.

Geçtiğimiz günlerde yaşanan sporda şiddet olaylarına nasıl tüm toplum merak ve hassasiyetle yaklaştıysa aynı hassasiyet sağlık alanında da gösterilmelidir. Üzülerek söyleyeyim ki sahada saldırıya uğrayan hakem değil de saha doktoru olsaydı bu kadar ses getirmeyecekti.

Maalesef Hükûmet, meslek grupları arasındaki ücret adaletini tüm ücretlileri yoksullukta eşitleyerek sağlamaya çalışmaktadır. En düşüğü hak ettikleri refahı temin edebilecek düzeyde olmakla beraber, pratisyen, asistan, uzman ve akademisyen maaşları kademeli olarak düzeltilmelidir. Örneğin, bir asistan pratisyen hekimle aynı veya daha az maaş aldığı takdirde onun uzmanlığa yönelmesini beklemek hata olacaktır.

Yapılan operasyonlarda risk unsuru göz önüne alınarak bir ücret düzenlemesi getirilmeli ve her alanda uzman istihdamı teşvik edilmelidir. Üniversitelerde akademisyenlerin almış olduğu maaşlar ve teşvikler uzman doktorlara göre az olduğu için bu şartlarda hem hasta bakmak hem operasyonlara girmek hem de öğrenci eğitmek hocalarımız için çok zor olmaktadır. Muayenehanelerin kapatılmasıyla ek gelir imkânı kalmayan akademisyenlerin istifa edip özel muayenehane ve özel hastanelerde aldıkları maaşın 10 katı ücretleri alabildikleri düşünüldüğünde burada bir düzenleme yapılması gerektiği açıktır.

Mesela bir ilimizde -bana gelen bir bilgi- KBB alanında istifalar sonunda sadece 2 akademisyen arkadaşımız kalmış, onlar da yarın öbür gün istifa ettiğinde herhâlde dışarıdan tayinle gidecek ama bu durum birçok üniversitede, şu anda özellikle Anadolu üniversitelerinde geçerli bir durum. Şimdi, sizlere soruyorum: Bu arkadaşlarımız da giderse o üniversitelerde eğitim kim tarafından verilecek? Pratisyen hekimlerimiz ise mezuniyetlerinin ardından acil servislerde zorlu görevler yapmaktadır. Hastanelerde acil hizmetlerin çok yoğun olması, sistemin normal işleyişinde sorunlara işaret eden önemli bir göstergedir. Acil servisler konusunda Bakanlığın yapacağı bir çalışmayla, buradaki yoğunluk azaltılabilir. Türkiye sosyal bir devlettir, hastaların her an hastaneye ulaşımı elbette önemli bir hizmettir ancak hastanelere ücretsiz ulaşım ile verilen hizmetin verimliliği maalesef ters orantılı çalışmaktadır. Burada Bakanlıktan beklentimiz, acil servislere acil olmayan sebeplerle yapılan başvuruların önüne geçmesidir. Sarı ve kırmızı alan hastalarının buralardan ücretsiz faydalanmasını ancak yeşil alan hastalarının bir ücrete tabi tutulması veya hasta danışma hatlarını aktif hâle getirerek acil servislerdeki yoğunluğun ve acil olmayan başvuruların azaltılması düşünülebilir. Bu sayede sağlık çalışanları rahatlatılarak, hastaların daha verimli bir hizmet alması sağlanabilir.

Sayın Bakan, kıymetli milletvekilleri; konuşmamın bu bölümünde, vatandaşlarımızın sağlıklarını koruyabilmek ve sağlık sistemimizi geliştirebilmek adına bazı tavsiyelerimizi ve sağlık çalışanlarımızdan gelen spesifik talepleri Genel Kurula arz edeceğim. Öncelikle, sağlık sisteminin temel taşı olan sağlık çalışanı vatandaş ilişkisinin daha verimli yürütülmesi ve artan nüfusumuzla paralel büyümeyen sağlık imkânlarımızı göz önüne aldığımızda bu yükü hafifletmek için okul öncesinden başlayarak sağlık okuryazarlığını aktif hâle getirmeliyiz. Bu sayede, kademeli olarak düzenlenen sağlık sistemimizin yapısından vatandaşımız da haberdar olacak ve basamaklara riayet ederek sağlık sisteminin sürdürülebilirliği artacaktır.

AK PARTİ Hükûmeti önceki dönemlerde çok sayıda insanımızın ciddi hastalıklara yakalanmasına ve bir kısmının da hayatını kaybetmesine sebep olan sigara bağımlılığı konusunda ciddi adımlar atmıştı ancak maalesef, elimizdeki veriler, 2010'dan bu yana sigara kullanımının erkeklerde yüzde 2,3, kadınlarda ise yüzde 3,2 arttığını göstermiştir. Erkeklerin neredeyse yarısı tütün mamullerini kullanmaktadır. Elektronik sigara ve türevlerinin ise kullanımına dair elimizde net bir veri yoktur. Elektronik sigara kullanımının, küçük yaştaki çocuklara sigara satışının ve dumansız alanların ciddi denetimiyle sigarayla mücadelenin tekrar canlandırılması halk sağlığı açısından hayati bir öneme sahiptir.

Ülkemizde kronik hastalıklardan diyabetin 20 yaş ve üzerinde görülme sıklığı yüzde 15 ve akciğer kanseri görülme hızı da 100 binde 13,5'tur. Nüfusumuzun beşte 1'i obeziteyle, her 3 kişiden 1'i de yüksek tansiyonla mücadele etmektedir. Bu hastalıklarla mücadele için diş hekimleri ve eczacılar gibi, vatandaşlarımızın sık müracaat ettiği, sağlık meslek mensuplarının da bu mücadelede mobilize edilmesi ve sorumluluk üstlenmeleri sağlanmalıdır.

Son yıllarda sezaryen doğumlarda dikkat çekici bir artış olmuştur. Doğumlar arasında sezaryen oranı yüzde 60, ilk doğumda sezaryen oranı yüzde 31 olmuştur. Dünya Sağlık Örgütü tarafından önerilen oran ise yüzde 10-15 iken ülkemizde bu oran çok yüksektir. Özellikle, özel hastanelerde yüksek olan sezaryen doğumlar konusunda Bakanlığın önlem alması ve normal doğumun teşvik edilmesi gerekmektedir.

Covid-19 krizi göstermiştir ki ilaç alanındaki çalışmalara önem verilmesi bir beka konusudur. İlaç alanında devlet eliyle yatırımlar yapılmalı, yerli yatırımlar teşvik edilmelidir.

Sağlık hizmet sunumunda hastalarımızla sürekli birlikte olan, bire bir ilgilenen hemşirelerimizin özlük haklarında iyileştirmeler yapılmalıdır. Lisans mezunu hemşirelere 3600 ek gösterge verilmesi sevindirici olmakla birlikte, farklı kurumlarda denk kadrolarla birliğin sağlanması gerekmektedir. Hemşirelerin eğitim dönemlerinden başlamak üzere branşlaşmaları verimlilik açısından çok önemlidir. Branş uzmanı hemşirelerin yetiştirilerek rotasyonların sıklığının azaltılması düşünülmelidir. Doktorlarımızın mesleklerini yaparken doçent ve profesör kadrolarıyla çalışma imkânları varken akademik kariyer yapan hemşirelere yalnızca uzman kadrosu açılmakta, bu da akademik kariyerin önünü kapatmaktadır.

Sağlık çalışanlarımız ek ücret ödemelerinin, taban ve teşvik ödemelerinin adil yapılmakla birlikte, emekliliklerine de yansıyacak şekilde düzenlenmesi gerekmektedir. Aynı zamanda, birinci basamak sağlık tesislerinde çalışan sağlık çalışanlarımız da bu haklardan mahrum kalmakta, bu adaletsizliğin giderilmesi beklenmektedir.

Bakanlıklarımızın neredeyse tamamında misafirhane, konukevi gibi sosyal tesis imkânları bulunmaktayken Sağlık Bakanlığı bu konuda maalesef sınıfta kalmıştır.

Bunun yanında, en çok kadın personelin istihdam edildiği ve nöbet sisteminin uygulandığı bir bakanlığın bünyesinde kreş ve bakımevi gibi imkânların sağlanması oldukça önemlidir. Eşlerin her ikisinin de sağlık çalışanı olduğu durumlar düşünüldüğünde çocuklarını emniyetli alanlara bırakarak daha sağlıklı bir hizmet verecekleri göz önüne alınmalıdır.

Büyükşehirlerde, özellikle İstanbul, Ankara gibi büyükşehirlerde kiraların aşırı yüksekliği sağlık personelinin büyükşehirlerden kaçmasına sebep olmaktadır. Özellikle sağlık sisteminin verilmesinde kritik görevler üstlenen sağlık personeline büyükşehirlerde lojman ve uygun kira düzeyinde ödemeler ile TOKİ konutlarında bazı avantajlar sağlanmalıdır. Aksi takdirde, yakın vadede büyük şehirlerde kamuda çalışacak personel bulmakta zorlanacağız. Bu ve bunun gibi çok sayıda sorunun çözümü için iktidarın hamle yapması beklenmektedir. Sayın Bakandan meslektaşlarım ve tüm sağlık çalışanları adına sağlık gibi telafisi mümkün olmayan bir alanda çok geç olmadan bu adımların atılmasını talep ediyor, bugüne kadar atılmış adımlar için teşekkür ediyorum.

Bu duygularla Genel Kurulu saygıyla selamlıyor, Bakanlık bütçesinin hayırlara vesile olmasını diliyorum. (Saadet Partisi ve CHP sıralarından alkışlar)