Konu: | 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2022 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 5'inci Tur Görüşmeleri münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 2 |
Birleşim: | 37 |
Tarih: | 16.12.2023 |
SAADET PARTİSİ GRUBU ADINA SELÇUK ÖZDAĞ (Muğla) - Değerli milletvekilleri, Değerli Başkan; "Bir insan göçerse dünyadan eğer/Sen öyle bilme ki tek bir can gider/Her sönen bakışta sayısız dilekler/Her küçük tabutta bir cihan gider." Şehriyar böyle söylüyordu. Necip Fazıl Kısakürek ise "Kader, beyaz kâğıda sütle yazılmış yazı/Elindeyse beyazdan, gel de sıyır beyazı." diyordu. Hasan Bitmez'e rahmet diliyorum. Evvel giden ahbaba selam olsun erenler, bir gün bizler de oraya gideceğiz hayırlarla, güzel amellerle.
2 bütçeyi konuşuyoruz, İçişleri Bakanlığının bütçesini ve Sağlık Bakanlığının bütçesini konuşuyoruz. "Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi/Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi." diyordu Kanuni Sultan Süleyman. İçişleri Bakanlığının hemen hemen her Emniyet teşkilatı binasında olan bir sözü vardır: "Herkesin polisi kendi vicdanıdır."
2 Bakanlığı konuşurken aynı zamanda övgüler dizdi burada bazıları, bazıları eleştirilerde bulundular. Her bakanlığın güzel özellikleri, güzel icraatları olduğu gibi eleştirilecek özellikleri de var. Adalet ve Kalkınma Partisinin milletvekilleri övgülerle bahsettiler her 2 Bakandan ve her 2 Bakanlıktan ama diğer partiler de eleştirilerini sıraladılar. Eleştiriler olacak ki siz öz eleştiri yapma erdemine sahip olacaksınız; eleştiriler olacak ki siz yapmış olduğunuz yanlışlıkları, hatalarınızı düzeltmiş olacaksınız. Ben buradan şunu söyleyeceğim, biz de burada eleştiride bulunacağız ve zülfüyâre dokunacağım birazcık ama bir yandan da şunu söyleyeceğim: Kim dinler, kim dinler mirivefadan gayrı? Biliyorum ki dinlemeyeceksiniz ama sussam gönül razı değil, konuşsam tesiri yok diyeceğim ama bir gün tesirin olacağına da inanıyorum. Benim aziz milletim mutlaka ki bunların karşılığını bir gün görecek ve gösterecektir diyerek de seslenmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri, burada konuşacağımız 2 önemli bütçeyle ilgili, aynı zamanda, bütün milletvekillerine söyleyeceğim bir şey var, özellikle iktidar partisi milletvekillerine: Cumhurbaşkanı kararıyla veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle ve olağanüstü dönemlerde de Cumhurbaşkanlığı kanun hükmünde kararnamesiyle -ki olağanüstü dönem de var, biliyorsunuz, deprem nedeniyle- ve burada bir de milletvekili çoğunluğunuzla yapamadığınız veya buradan geçiremediğiniz hiçbir kanun yok.
Şimdi bütçeyi konuşuyoruz, bu bütçe yaklaşık otuz dört gün boyunca Plan ve Bütçe Komisyonunda konuşuldu, milletvekilleri eleştirilerde ve tavsiyelerde bulundular, önergeler de sundular ama siz değil bir sayfayı, değil bir maddeyi, değil bir paragrafı, değil bir kelimeyi, değil bir noktayı, değil bir virgülü hiçbir şeyini değiştirmeden buraya getirdiniz ve biz buna da "demokrasi" diyoruz, şimdi de burada konuşuyoruz bunları. Yine, aynı şekilde, burada konuşmalarımıza, eleştirilerimize hep kulak tıkayacaksınız, hiç kulak vermeyeceksiniz; biliyoruz biz bunları ama konuşmak ve de milletvekilliğine yakışan şey yazmak milletvekilinin bir noktada görevidir diye sesleniyorum ben sizlere.
Şimdi, burada Sağlık Bakanını görmüşken, Sağlık Bakanı buradayken vermiş olduğumuz soru önergelerine niçin cevap vermediğini kendisine soruyorum: Sayın Bakan, ben size 2 önemli soru önergesi gönderdim, yazılı soru önergeleri gönderdim. Bu Anayasa değişikliği yapılırken oradaki sözlü soru önergelerini kaldırdık ve ardından da dediniz ki: "Yazılı soru önergeleri devam edecektir." On beş gün de süre verildi. Peki, siz benim sorularıma cevap verdiniz mi? Vermediniz. Niçin vermediniz? Anayasa'dan büyük müsünüz siz, yasalardan büyük müsünüz siz? Niçin Anayasa'yı dinlemiyorsunuz, yasaları dinlemiyorsunuz? Siz Sağlık Bakanısınız, Türkiye Cumhuriyeti devletinin vatandaşısınız, vatandaş olarak da sorumluluğunuz var; siz aynı zamanda bir hekimsiniz, hekim olarak da sorumluluğunuz var. Ben size soru soruyorum: Turkovac aşısı kaç paraya mal oldu diyorum, cevap yok; Turkovac aşısını kaç vatandaşımız kullandı diyorum, cevap yok; Turkovac aşısı aynı zamanda kaç ülkeye hibe edildi diyorum, cevap yok; kaç paraya sattınız, kaç para döviz elde ettiniz, getirdiniz diyorum, cevap yok. Niçin cevap vermiyorsunuz?
Aynı zamanda, tıbbi cihaz tedarikçileriyle ilgili olarak da çok ciddi sıkıntılar yaşandı. Yani hangi birini söyleyeyim ki Allah aşkına; özel hastaneleri mi söyleyeyim, faturaları mı söyleyeyim, tıbbi cihaz tedarikçilerinin yaşamış olduğu o trajediyi mi söyleyeyim! Vatandaş tıbbi cihaz tedarikçiliği yapıyor ve burada sizinle anlaşma yapıyor; veriyor cihazını, parasını alacak, alamıyor ve diyorsunuz ki siz iki sene sonra: "Eğer yüzde 25 alacağından vazgeçersen ben geri kalan kısmını sana veririm." Allah aşkına, nerede kaldı özgür teşebbüs burada, nerede kaldı hür teşebbüs? Nasıl böyle bir şey yapabilirsiniz? Hem de bunu ne zaman yaptınız biliyor musunuz? Bunu "Ekonomi pik yaptı." dediğiniz zaman yaptınız "Ay'a 2 gidiş, 2 geliş yol yaparız ve milletimiz de bize inanır." dediğiniz zamanlarda yaptınız bunları. Ciddi şekilde muhalefetle beraber mücadele ettik, o tıbbi cihaz tedarikçileriyle beraber mücadele verdik. İlk zamanlar muhalefeti konuşturmak istemediler. Onlara dedim ki: Bakın, size vali demiş ki "Bu muhalefeti konuşturmayın." Toplantı yapıyorlar, valilikten izin almışlar. Dedim ki: Bak, bizleri konuşturmazsanız, burada muhalefet partilerini konuşturmazsanız hakkınızı alamazsınız; bu ülkede "Hak verilmez, alınır." deniyor, alınması için önce muhalefeti siz konuşturacaksınız. İktidar Türkiye'de genellikle bazı şeylerden korkmazlar korktuklarından; sandıktan korkarlar, oy kaybetmekten korkarlar; vicdanlarından korkmazlar -öbür taraftan başka şeyler söyleyeceğim, söylemeyeyim, fazla ileri gitmeyeyim- ve bu oydan korktukları için de muhalefeti konuşturmanız lazım. Konuşturdular ve daha sonra siz bunların, tıbbi cihaz tedarikçilerinin paralarını çok çok sonra, çok ocaklar söndükten sonra, çok kişi iflas ettikten sonra ödediniz. Allah aşkına, buna hak mı diyeceksiniz, adalet mi diyeceksiniz? Ne diyeceksiniz?
Şimdi, özel hastaneler... "Devlet hastanelerinde sıra yok." diyorsunuz, devlet hastanelerinde sıra var. Ben bazen devlet hastanelerine gidiyorum çocuklarımla ve eşimle, hiç kimliğimi söylemeden gidiyorum ben oraya ama oradan bizleri özel hastanelere sevk ediyorlar, sıra veriyorlar bizlere altı ay sonraya, yedi ay sonraya. -vatandaşlar bizleri arıyor- bir yıl sonraya sıralar veriyorlar. Ya, bu devletten büyük mü bu özel hastaneler? Büyük, büyük; Devlet hastanelerinin sayısı azalırken özel hastanelerin sayıları çoğalıyor. Eskiden özel hastanelere gittiğimiz zaman şunu yapıyorlardı: Faturayı getiriyorlardı bizim önümüze, bakıyorduk; karınca gibi yazılarla da yazıyorlar, eğer yaşınız biraz ileri gittiyse, sağlık sorununuz da varsa, göz probleminiz varsa okuyamıyorsunuz, gözlüğünüze başvuruyorsunuz ve bakıyorsunuz ki hiç yapılmayan şeyi yazmışlar oraya. Benim başıma geldi, itirazlarda bulundum, dilekçeler yazdım Sağlık Bakanlığına, o hastaneyi şikâyet ettim, o hastane benimle uğraşmak istedi. Vallahi, ben hayatım boyunca korku nedir tatmadım ki ben herkese meydan okurum, "challenge" yaparım, hakkı tutup kaldırmak... Çünkü Akif benim rol modelimdir, o öyle söylüyordu, "Hakkı tutar kaldırırım!" diye sesleniyordu. Şimdi de özel hastanelerin faturaları... Gidiyoruz, bize hiçbir şey imzalattırmıyorlar. Ya, niye imzalattırmıyorsunuz? Ben tedavi olduğumu bileyim; neye girdim, ne tedavi oldum ben, kaç para tuttu; bunu bileyim. Tabii, devlet ödüyor nasıl olsa, vur abalıya! Bu devletin malı deniz, öbür taraftan istediğin kadar soyacaksın öyle mi? Bu devlet bize emanet, bu devlet vatandaşlara emanet, bu devlet bürokratlara emanet, bu devlet Türkiye'nin siyasetçilerine emanet, milletvekillerine emanet! Peki, niye bu emanete ihanet ediyorsunuz? Bir şey söyleyeceğim, o da ağır gidecek; Peygamber'imiz "Söylerse yalan söyler, emanete ihanet eder, söz verirse sözünde durmaz." diyor; karşılığını siz biliyorsunuz, söylemek de istemiyorum.
Gelelim İçişleri Bakanlığına. Şimdi, değerli milletvekilleri, bu İçişleri Bakanlığı çok önemli bir bakanlık; Sağlık Bakanlığı bir noktada canımızla ilgilenirken bu İçişleri Bakanlığı da canımız ve malımızla ilgileniyor, can ve mal güvenliğimizi bunlara teslim ediyoruz. 600 bin kişilik koskocaman bir teşkilat polisiyle, jandarmasıyla, bekçisiyle; bu insanlara biz diyoruz ki: "Bizim can ve mal güvenliğimizi koruyun." Ve ardından da şöyle sesleniyoruz... Aynı zamanda, Jandarma bunlara ait, sınırlarımızın güvenliği de bunlara ait ama nedense bir bakıyorsunuz...
Sayın Erdoğan Roma'da Biden'la bir konuşma yapıyor, Biden'la konuşmayı yaparken yanında Dışişleri Bakanlığının hiçbir yetkilisi yok. Tercümanlığı kim yapıyor? Bir hanımefendinin kızı yapıyor. Efendim, daha önce Trump da bu hanımefendinin Teksas şivesiyle İngilizcesini çok takdir etmiş, ondan dolayı bu hanımefendi yapacakmış. Yahu, siz devlet kademelerini niye kaldırıyorsunuz? Dışişleri Bakanlığının yetkilileri yok mu?
ASUMAN ERDOĞAN (Ankara) - Kıskanmayın, eğitimli insanları kıskanmayın.
SELÇUK ÖZDAĞ (Devamla) - Bir şey söylediniz, buyurun, dinliyorum sizi.
ASUMAN ERDOĞAN (Ankara) - Dedim ki bir hanımefendiyle ilgili böyle konuşmayın, o kızcağız emeğiyle bir yere gelmiş birisi; bu şekilde konuşma hakkınız yok. O sizin evladınız da olabilir.
ADEM YILDIRIM (İstanbul) - "Niye rahatsız etti seni?" dedi.
BAŞKAN - Evet, evet; karşılıklı konuşmayalım.
SELÇUK ÖZDAĞ (Devamla) - Ben isim vermedim, bakın, isim vermedim.
BAŞKAN - Sayın Özdağ, Sayın Özdağ...
ASUMAN ERDOĞAN (Ankara) - Gurur duymanız lazım.
SELÇUK ÖZDAĞ (Devamla) - Şimdi size cevap vereceğim.
BAŞKAN - Sayın Özdağ, Sayın Özdağ, lütfen karşılıklı konuşmayalım; Genel Kurula hitap edin.
SELÇUK ÖZDAĞ (Devamla) - Sayın Başkan, bir dakika lütfen.
Şimdi cevap vereceğim.
Bakın, burada "Sayın Özdağ..." demenize gerek yok, Hanımefendi bana bir şey sordu; ne söylüyorsunuz, buyurun, dinliyorum dedim; burası hür kürsü. Ne diyordu 17'nci yüzyılda Voltaire? Şöyle söylüyordu: "Fikirlerinize katılmıyorum ama sizin bu kürsüde fikirlerinizi söylemeniz için canımı bile veririm." Şimdi dinleyeceksiniz; isim vermedim ben burada, Dışişleri Bakanlığının bir yetkilisi yok mu dedim. Bir kere, önce, manasız suallerin lüzumsuz cevabını vermekten de utanç duyuyorum.
Değerli milletvekilleri, şimdi, bakıyorsunuz, Roma'da Biden'la konuşuyor ve diyor ki -oradan ne konuştukları belli değil- "Efendim, biz bunu Dışişleri Bakanlığının arşivine koyduk." Ne koydunuz, biliyor muyuz? Bilmiyoruz, yirmi beş yıl sonra ortaya çıkacak. A, bade harabül Basra. Neler konuşmuşlar neler, bilmiyoruz ki. Ardından da bir bakıyoruz, Afganistan'da bir rejim değişikliği, bir iktidar değişikliği oluyor; insanlar akın akın geliyorlar, Van'dan, İran'dan Türkiye'ye giriyor Afganlılar, giriyorlar. Kim bunlar? Kadınlar var mı yanında? Yok. Gençler, çocuklar var mı yanında? Yok. Babalar, yaşlılar var mı? Yok. Bunlar giriyorlar ülkemize ve ardından da hiç kimse bunların bir göz taramasını, bir parmak izlerini almadan, isimleri bile belli olmadan benim ülkemde cirit atıyorlar. Yahu, hani Avrupa Birliği ülkeleri bizi kıskanıyordu? Onlar böyle mi yapıyorlar Afganlılara, Suriyelilere, Afrika'dan gelenlere? Tabii, böyle yapmazlar. Sayın Erdoğan Birleşmiş Milletlerde görüşmeyi yaptıktan sonra İtalya Başbakanı ne demişti? "Bizim ülkemiz asla göç deposu, göçmenler deposu olmayacak." demişti. İtalyan Başbakanı kadar olamayacak mıyız biz? Biz bunları söyleyeceğiz.
Sonra ne oluyor? Bunlar giriyorlar. Muhalefet diyor ki: "Olmaz böyle bir şey!" Türkiye'de herkes bir şeyler söylemeye başlıyor, bu sefer diyorlar ki: "Biz bunları gönderdik." Ne kadarını gönderdiniz? Rakama dikkat çekiyorum, "300 bin kişiyi geri gönderdik." Ya, niye aldınız, niye gönderiyorsunuz? Yazık değil mi bu memleketin parasına? Yazık bu memleketin parasına! Niye aldınız, hani sınırlarımızdan kuş uçmazdı? Sabık Bakan -burada mı, bilmiyorum, biraz önce buradaydı- öyle söylüyordu, "Bu dünyanın en önemli sınırlarına sahibiz." diyordu ve ardından da bu insanları, 300 bin kişiyi gönderdi. Kim söylüyor? Sayın Cumhurbaşkanı söylüyor. 300 bin kişi kaç uçakla gider, kaç uçakla gider? 300 bin kişi bin uçakla gider. Peki, bir uçak kaç paraya gidip geliyor biliyor musunuz? 280 bin dolara. Hesaplayın, 300 bin dolar diye hesaplayın, binle çarpın, ne kadar para yaptığını bir hayal edin, tasavvur edin, tahayyül edin şöyle bir. Değerli milletvekilleri, Değerli Bakan, değerli Hükûmet yetkilileri; niye geldiler bunlar, niye gittiler bunlar? Ardından, bu insanlar aynı şekilde ülkemize geldikten sonra, yine sizin de demeciniz var "Şu kadar kişiyi gönderdik." diye. Bunlar ülkemize gelirlerse öyle hemen gönderilmiyor; bunlar bir yerlere yerleştiriliyor, yemekleri veriliyor, elbiseleri değiştiriliyor, günlerce ülkemizde kalıyor, uçaklar tedarik ediliyor veya arabalar tedarik ediliyor, bunlarla ilgili de ciddi problemler meydana geliyor.
Değerli milletvekilleri, bununla ilgili olarak da suç örgütleriyle mücadele veren bir bakanımız var. Evet, bu suç örgütleriyle mücadele etmesinden dolayı kendisine teşekkür ediyoruz.
Sayın Bakan, bu suç örgütleriyle mücadeleye Bakanlığınızda mı başladınız yoksa İstanbul Valiliği döneminizde mi başladınız? İstanbul Türkiye'de 17 milyon nüfuslu bir şehir, siz orada Valiydiniz. Peki, bu terör örgütleriyle beraber suç örgütlerinin en çok olduğu şehirler neresi? İstanbul, sahillerimiz, burası. Siz, orada, bunlarla ilgili mücadele verdiyseniz sizi alkışlıyorum ama şimdi kalkıyorsunuz... Bu kadar baron, bu kadar çete, bu kadar bilmem ne, bu kadar uyuşturucu; bunlarla mücadele güzel de peki bu insanlar, bu uyuşturucu baronları, çeteleri ne zaman geldiler? Bunlar uzaydan mı geldiler? Bunlar ufoyla mı geldiler? Değildi ki bunlar uzaylı falan, Türkiye'de bulundular; yabancılar ve Türkler, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları. Peki, bunların açmış olduğu tahribatları... Kaç yıldır bunlar buralarda? Bunlar yaklaşık yedi sekiz senedir buralarda cirit atıyorlar. Bugün 500 bin çocuğumuz uyuşturucu müptelası, 500 bin; resmî rakam söylüyorum. Türkiye'de bu baronların, bu çetelerin açmış oldukları yaralar... Ya, vatandaşa çöktüler, mallarını aldılar, psikolojilerini bozdular, ailelerini tahrip ettiler, boşanmalar meydana geldi. Hani sosyal devlettik biz ve aynı zamanda vatandaşımızın can ve mal güvenliğini sağlayacaktık, güvenli bir Türkiye inşa edecektik? Sayın Bakandan önceki Bakan CHP'nin bakanı mıydı, Gelecek Partisinin bakanı mıydı, İYİ Partinin bakanı mıydı, MHP'nin bakanı mıydı? Değildi ki. Bu Bakan yine aynı şekilde bu iktidarın bakanıydı.
Peki, Türkiye'de -bugüne kadar yakalananlar, bu baronlar ve çetelerle ilgili- siyaset kurumu olmadan, bürokrasi desteği olmadan, yargı desteği olmadan bir mafya cirit atabilir mi? Uzun yıllar hapishanelerde kaldım ben, 12 Eylül döneminde yedi buçuk sene hapishanede kaldım; bu mafyalarla yattım, bu babalarla yattım; Türkiye'nin tüm sol örgütleriyle, İslami örgütleriyle veyahut da cemaatleriyle, ülkücü hareketlerle, onlarla beraber kaldım; Allah aşkına siyaset kurumundan yardım almadan, yargıdan yardım almadan kim Türkiye'de nefes alabilir ki veya bu suç işlerini yapabilir ki! Yapamaz. Peki, şimdiye kadar hangi yargı mensubu bu konuyla ilgili tutuklandı, gözaltına alındı veya tahkikata maruz kaldı? Türkiye'de hangi Emniyet yetkilisi bunlarla ilgili olarak bir tahkikata maruz kaldı? Var mı böyle bir şey? Yok ki. Varsa söylesinler, desinler ki: "Evet, bu bu bu yargı mensupları; bu bu bu Emniyet yetkilileri, kolluk güçleri; bürokrasiden bu bu bu insanları, aldık biz çünkü bunların arkalarında bunlar vardı." Peki, bunların hepsi sizin döneminizde doğmadılar, bunlar yine iktidarınızda neşet ettiler, neşvünema buldular, bire on verdiler, bire yüz verdiler, bire bin verdiler; ardından ne oldu? Geriye dönüp baktığınız zaman, onlarla ilgili hiçbir işlem yok.
Şimdi ben İçişleri Bakanına dönüyorum, Sayın Bakan, size bir soru: Siz bu kadar güzel operasyonlar yapıyorsunuz, teşekkür ederiz ama İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanlıkları başka bir partiye geçtikten sonra, özellikle İstanbul Büyükşehir Belediyesinde Belediye Başkanı teftiş kuruluna incelemeler yaptırmaya başladı, hemen müdahale etti sabık Bakan "Olmaz, bunları sen soruşturamazsın; senin teftiş kurulun, senin müfettişlerin değil benim müfettişlerim, benim teftiş kurulum inceleyecek." dedi. Kaç sene geçti aradan? Üç sene geçti. Sayın Bakan, samimiyet testinizdir, sizin turnusol kâğıdınızdır, buyurun işte; bu dosyaları yargıya intikal ettirdiniz mi? Bu dosyaları yargıya intikal ettirdiyseniz söyleyin, hangi dosyalar olduğunu söyleyin.
Ve buradan Mansur Yavaş'a da sesleniyorum: Sizin şu ana kadar yargıya intikal ettirdiğiniz onlarca dosyayla ilgili ne işlemler yapıldı, açıklayın Mansur Yavaş bunları, lütfen açıklayın.
Yargı açıklasın bunları, Yargıtay açıklasın ve Adalet Bakanı açıklasın, bu kişilerle ilgili hangi işlemlerin yapıldığını söyleyin. O zaman biz de size dönelim ve ardından, evet, siz tarafsız bir İçişleri Bakanısınız, objektif davranıyorsunuz diyerek -çok rahat bir şekilde- sizi alkışlarla taltif edelim, hayırla yâd edelim.
Gelelim başka bir konuya. Şimdi, Türkiye'de kayyum atamaları var. Ben, bizler Gelecek Partisini kurduktan sonra kayyum atamalarına karşı çıktık, öncesinde de karşı çıktık. Ben burada milletvekilliği yaparken, iktidar sıralarında milletvekilliği yaparken, 3 dönem milletvekilliği yaparken milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasını istemedim, karşı çıktım, parti içerisinde başka bir ses verdim. Aynı zamanda şunu söyledim: Gazeteciler tutuksuz yargılanmalıdır, basın mensupları tutuksuz yargılanmalıdır. Partinin yetkilileri "Hayır, tutuklu yargılanmalıdır." derken, "Dokunulmazlıklar kalkmalıdır." derken, bununla Anayasa'nın o dokunulmazlık maddesine yeni bir fıkra eklerken ben bunlara karşı çıktım değerli milletvekilleri.
Ben teröre karşıyım. Türkiye'de kim eline silah alıyorsa, ister şu görüşten ister bu etnisiteden ister bu mezhepten kim silah alıyorsa eline, onunla mücadele etmek Türkiye Cumhuriyeti devletinin kolluğunun görevidir. Demokratik ülkelerde zor kullanma hakkı yalnızca ve yalnızca devlete aittir ve o devlet de hukukla tadat edilir, hukuk çerçevesinde bu mücadeleyi yapar. Bunu yaparken de zaman zaman çizginin dışına çıkan mensuplar olursa onlar hakkında derhâl gereğini yapar. Efendim "Bu, terör örgütüdür.", efendim "Bu şudur." Türkiye Cumhuriyeti devletinin vatandaşları terör örgütü üyeliğinden yargılansalar bile, tutuklu değil hükümlü olsalar bile eğer biz modern devletsek, bir hukuk devletiysek onların can ve mal güvenliğini sağlamak Türkiye Cumhuriyeti devletinin namus borcudur, can güvenliğini sağlamak şeref borcudur; o, istediği kadar terörist olsun, bunu yapmak bizim vazifemizdir. O, teröristlik yapmış, yargılanmış, cezaevine girmiş, tutuklanmış, hüküm giymiş olsun onun can güvenliğini sağlamak bizim görevimizdir.
Peki, kayyum atamalarıyla ilgili söyleyeyim ben. Evet, Türkiye'de hiçbir belediye, asla, terör örgütlerine veyahut da yolsuzluğa prim vermemelidir, rüşvete prim vermemelidir, israfa prim vermemelidir, ihaleye fesat karıştırmamalıdır; bu, ister A partili belediye olsun, ister B partili olsun; olmamalıdır. Peki, olmuşsa ne olmalıdır? Hukuk ve idare, hukuk ve iktidar asla çifte standartlı davranamaz, eğer burası modern bir hukuk devletiyse yargı çifte standartlı olamaz; zengine başka, fakire başka; Kürt'e başka, Türkmen'e başka; Laz'a başka, Çerkez'e başka; Sünni'ye başka, Alevi'ye başka muamele edemez. O nedenle yargı perisinin gözleri kapalıdır, o nedenle elinde bir terazi vardır doğruyu tartsın diye. Bakıyorsunuz, burada bir kayyum ataması -1960 Anayasası'nda yok bu- 1982 Anayasası'na getirilmiş, konulmuş, İçişleri Bakanlığına böyle bir yetki verilmiş ve ardından da diyorsunuz ki: "Bu 12 Eylül Anayasa'sını kaldıralım, bu darbe anayasasını kaldıralım." Darbe anayasası durmuyor, değişti zaten, üçte 2'sini değiştirdiniz. 12 Eylül Anayasası değişti diyorum ama 12 Eylülün ruhu birilerinin içine kaçmış vaziyette. O Anayasa'da böyle bir madde var, İçişleri Bakanına böyle bir yetki verilmiş. Evet, doğrudur, bu soruşturmayı yapalım; evet, birisi hakkında bir işlem mi yapacağız, hukuk devreye girsin, İçişleri Bakanlığının Teftiş üyeleri devreye girsin, müfettişler devreye girsin, Teftiş Kurulu devreye girsin. Orada terör örgütüyle iltisaklıysa terör örgütüne belediyenin imkânlarını; Ankara'nın, İstanbul, Mardin, Diyarbakır, Manisa'nın, Muğla'nın imkânlarını...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Özdağ, lütfen sözlerinizi tamamlayın.
SELÇUK ÖZDAĞ (Devamla) - Çok çabuk geçti be Başkan.
BAŞKAN - Ateşli konuşuyorsun.
SELÇUK ÖZDAĞ (Devamla) - Partinin bana bir saat vermesi lazım efendim.
Değerli milletvekilleri, sözlerimi şöyle tamamlamak istiyorum: Bu kayyum atamaları doğru değildir. Gelin, hukuku işletelim, kim terörle iltisaklıysa, kim Türkiye'de ihaleye fesat karıştırıyorsa onlara aynı işlemi yapalım ama Anayasa'ya dayanarak bir belediyeye kayyum atayıp başka bir belediyede başka bir muamele, Ankara Belediyesinde -geçmişte 8 belediyede- İstanbul'da veya Balıkesir'de veya başka belediyelerde farklı muameleler yapmak doğru değildir. Gelin, bunu hukuk devleti içerisinde yapalım. Hızlı bir şekilde yargı devreye girsin ama hangi yargı? Bağımsız, objektif ve tarafsız yargı girsin. Ardından da "HDP'li belediyeler kalmadı." dedi geçenlerde, onlar da geceleyin HDP'liyse eğer... Şimdi DEM'li oldunuz, yanılmıyorsam DEM PARTİ oldu. Ben teröre sonuna kadar karşıyım, bununla ilgili de mücadele vermeye devam edeceğim. Ülkemizde, ülkemizin sınırlarında, üniter yapının içerisinde bir özerkliğe, bir muhtariyete asla fırsat vermeyeceğiz ve vatandaşlarımızı eşit vatandaş yapmak için hukuk devletini kullanacağız.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
SELÇUK ÖZDAĞ (Devamla) - Son cümle olarak şöyle söyleyeyim: Eğer sizin partinize Adalet ve Kalkınma Partisine katılıyorsa akşamki HDP'li bir belediye başkanı, sabahleyin zemzemle yıkanmış bir kişi oluyor, muhterem ve mübarek vatandaş oluyor; bunları da kabul etmiyorum.
BAŞKAN - Peki, Sayın Özdağ, teşekkür ediyoruz.
SELÇUK ÖZDAĞ (Devamla) - İçişleri Bakanlığının bütçesine "ret" oyu vereceğiz ve aynı zamanda da Sağlık Bakanlığının bütçesine "ret" oyu vereceğiz.