GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2022 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 6'ncı Tur Görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:38
Tarih:17.12.2023

DEM PARTİ GRUBU ADINA SEVİLAY ÇELENK ÖZEN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, ekranları başında Meclisimizi izleyen değerli yurttaşlar; ben, söz hakkımı AKP iktidarları döneminde genel olarak üniversitelerin durumu ve YÖK üzerine kullanacağım.

Her şeyden evvel, YÖK, 12 Eylül darbe rejiminin bir kurumudur, üniversite özerkliğinin sonunu getirmiş bir kurumdur. Bilim üretenlerin işini, özgürlüğünü ve hatta yaşamını yitirmek gibi bir risk, kaygı ve baskı altında hissetmeden çalışmaları, evrensel ölçütlerde, nitelikli, bilimsel üretimde bulunmaları, YÖK, YÖK'ü var eden darbe zihniyeti ve bugün bu Kurulu sürdüren yine darbeci zihniyetin umurunda bile değildir. Yani bu Kurulun üyeleri üniversite, bilim özgürlüğü ve özerkliğini sahiplenmekten, bu en basit, en temel kavrayıştan yoksundur. YÖK'ün de bu Kurulun kırk yıllık hayatının yarısında iktidar olan AKP'nin de üniversite nosyonundan ve üniversitenin ne olduğundan haberi bile olmadığını söylediğinizde size sayılardan söz ederler. Hemen AKP döneminde 75 devlet, 57 vakıf üniversitesi kurulduğunu, toplam 132 üniversite açıldığını konuşurlar ve bu sayılar onlar için her şeyin yerine geçer. Oysaki yüz yıllık cumhuriyet tarihinin neredeyse yirmi iki yılında, çeyreğinde iktidardadırlar, zaman geçmiştir, nüfus -birkaç kez söylendi bugün- kaç katına çıkmıştır; bu sayısal artış çok doğal bir gelişimdir ve içi boş bir gelişmeden başka bir şey de ifade etmemektedir. Evrensel ölçütlerde bir üniversite eğitiminden söz edilemeyen, bu anlamda liseye bile denk düşmeyen üniversitekondularla övünmemizi isterler. Ayrıca, Türkiye'de 2002 yılından sonra açılan 14 üniversitenin kapatıldığını da hatırlamamızı istemezler, üniversitelerde kendi elleriyle yarattıkları cemaat, tarikat yapılanmalarını hatırlamak demek olacaktır bu; bundan da söz etmezler ve bu yapılanmalarla üniversiteyi nasıl mahvettiklerini de söylemezler, bu sayılar da söylemez. Bazı birimleri bundan yüz altmış dört yıl evvel kurulmuş Ankara Üniversitesinin başına gelenler budur. Barış bildirisine imza atan 100'den fazla öğretim üyesi Ankara Üniversitesinden bir gecede ihraç edilmiştir. 19'uncu yüzyılda 1859'da bazı birimleri kurulmuş olan, 20'nci yüzyılda ve 21'inci yüzyılda da devam eden bu köklü üniversitenin başına gelen şey... 1973 yılında kurulan Dicle Üniversitesinin başına gelen, Artuklu Üniversitesinin başına gelen, Ege Üniversitesinin başına gelenler ciltler dolusu kitap tutar, sadece ihraçlar da değildir bu. Türkiye'nin üniversite eğitiminde yüz akı olan ODTÜ'nin başına gelen ve Boğaziçinin başına gelmekte olanlar... Bunlar, gerçekten de bir düşman ülkede üniversite eğitiminin kazanımlarına yapılmaz, yapılamaz. Keşke vakit olsa da bütün ayrıntılarıyla tek tek kürsülere ne yapıldığını, tez çalışmalarına ne yapıldığını, arşivlere ne yapıldığını anlatabilsem. Rektör seçimleri, dekan seçimleri, üniversite bilim kurullarına, akademik kurullara temsilen bile olsa öğrencilerin gelebilmeleri imkânı çoktan tarihe karışmıştır. Atamalar cumhuriyetinde, tek adam rejiminde bunların hiçbirine yer yoktur. Şimdi, işte, küçük taşra şehirlerine kurdukları, ahbap çavuş ilişkileriyle akademik kadrolarını doldurdukları ve akademik ünvanları ardı ardına verdikleri akademisyenler, akademik yükseltmelerde jürilerde yer alarak üniversitenin geleceğini belirliyorlar. Bu üniversitelerde, bu apartmankondularda hızla kadroları alarak başka nitelikli üniversitelere transfer oluyor ve orada yine akademinin geleceğini, üniversiteler arası kurul üyeliklerini de alarak belirlemeye başlıyorlar.

Taşra üniversitelerinde bilim ortamı oluşturmak, üniversite ortamı oluşturmak gibi bir amaçları gerçekte yoktur. Bir yandan köylerde, ilköğretimde ilkokulları kapatıp taşıma sistemini getiriyorlar -ki hiç yapılmaması gereken bir şeydir ama- üniversiteleri de küçücük illere taşıyarak orada eşitsiz eğitimle her şeyin dışında kalmış gençlerin durumlarını mutlaklaştırmak ve orada tutmak istiyorlar. Oralarda üniversite ve bilim gelişemez.

Üniversitenin tahribatı, insan hakları merkezlerinin, ana bilim dallarının, kadın çalışmaları merkezlerinin ve ana bilim dallarının darmadağın edilmesini de içeriyor. Üniversitelerin toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarına yön vermek üzere titizlikle ve yetkin isimlerin çalışmalarıyla hazırlanmış olan Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi'nin iptali ve bu konudaki tutum belgesinin bir gecede kaldırılması da Millî Eğitim Bakanlığının Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Geliştirilmesi Projesi'ni bitirmesi de unutulup gitti. Kadın sorunları ve çalışmaları alanında, yurt içinde ve uluslararası alanda, akademi içinde ve dışında verilmiş muazzam bir mücadele sonucunda yaratılmış ulusal ve uluslararası birikim tarumar edildi. Bize gelip üniversitede kadın akademisyen sayısının arttığını söylüyorlar, yüzde 50'ye vardığını söylüyorlar ama biz şunu da biliyoruz: Nerede kadın sayısı hızla artıyorsa, bazı meslekler aslında bir anlamda kadınlaştırılıyorsa böyle bir yapı içinde, aslında o mesleğin de bir sorunu vardır, yoksa erkek iktidarı bu alanları kolay kolay onlara terk etmez.

OHAL dönemi KHK'leriyle yaşanan üniversite tasfiyesiyle, ihraçlar ve erken emekliliğe ya da istifaya sürüklemelerle üniversitelere çok ağır bir darbe vurulmuştur. Bir de nedir, niyedir, bilmiyoruz; üniversiteyi bölme, toplumu bölme, ortadan ikiye bölmek gibi üniversiteyi bölmeyi icat etmişlerdir; işte, Gazi Üniversitesinden bozarak, bölerek ortaya çıkarılan Hacı Bayram ve 13 diğer üniversite buna örnektir. Bu bölmelerden hiçbir kamusal yarar elde edilmediği gibi, yine bu üniversitelerin kazanımları sona erdirilmiştir.

En önemlisi de elbette öğrencilerle ilgili... Öğrencilere geçmeden önce, dün hayata veda eden Antonio Negri'nin bir sözünü hatırlatmak isterim -ünlü siyaset bilimci, ünlü filozof Antonio Negri'yi dün kaybettik- bir kitabında diyor ki: "Öğrencileri borçlandırdığınız zaman üniversiteyi bitirdiklerinde kendilerine önerilen işleri derhâl kabul ediyorlar ve hayatlarını, aslında istemedikleri işlerini bazen düşmanlarına satmak zorunda kalıyorlar." Türkiye'de durum bu bile değildir, öğrenciler borçlandırılıyor ama üniversiteyi bitirdikten sonra onlara iş filan teklif eden yok.

Üniversite mezunu işsizliği, üniversite öğrencilerinin işsizliği büyük bir yaradır. Üniversiteden bu kadar öğrenci mezun oluyor ve yıllar geçiyor, hiçbiri bir işe giremiyor fakat öğrencilerin kendi yaşamlarıyla, kendi haklarıyla ilişkili taleplerini kriminalleştirmekte de AKP'nin üstüne yok. Öğrenci muhalefeti AKP döneminde korkunç yöntemlerle bastırılmıştır ve bu bastırmadan elbette ki en büyük pay her zaman olduğu gibi Kürt öğrencilere, Kürtçeyle ilgili talepleri olan öğrencilere, haklarıyla ilgili talepleri olan öğrencilere, kimlikleriyle ilgili talepleri olan öğrencilere yönelmiştir.

Şu anda cezaevlerinde kaç tutuklu öğrenci olduğunu bilmiyoruz ama 70 bine yakın bir rakamdan -en son- söz edildiğini hatırlıyorum. Tabii ki sadece tutuklu olan öğrenciler, kovuşturmaya uğrayan öğrenci muhalefeti Kürt öğrencilerden ibaret değildir. AKP, öğrenci muhalefetini, en berbat darbeci iktidarlardan bile berbat yöntemlerle hep bastırmıştır, bastırmaya devam ediyor.

Oysaki öğrenci muhalefeti tarihin her anında ve dünyanın her yerinde vardır. Antik Yunan'a gitseniz, orada da öğrenci muhalefetini görürsünüz. Üstelik AKP'yi iktidara getiren etmenlerden bir tanesi de başörtüsü için haklı bir mücadele veren öğrencilerin muhalefetidir. Ondan da yararlanmıştır, ondan da nemalanmıştır, onu da istismar ederek o öğrenci muhalefeti kendilerine ait olduğu için bugün bile dillerinden düşürmüyorken bugün öğrenci muhalefetini boğmak istemektedir.

Söz edilecek o kadar çok şey var ki hangisinden söz edelim... Öğrenciler bütün bu sistem altında göç ediyorlar. En çok Amerika Birleşik Devletleri'ne, İngiltere'ye, Fransa'ya, Almanya'ya göç ediyorlar ama Macaristan'a Bulgaristan'a Polonya'ya da göç ediyorlar; eğitim için gidiyorlar ve geri dönmek istemiyorlar. Bize de buralardan göçle geliyorlar, daha çok Orta Doğu'dan, Asya'dan, Afrika'dan; biz bu gelenleri de koruyamıyoruz. Kontrolsüz bir biçimde getirdiğimiz, YÖS sınavıyla yani YGS'den farklı bir sınavla aldığımız bu öğrenciler ırkçı nefretin hedefi hâline geliyorlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayın Sayın Milletvekili.

SEVİLAY ÇELENK ÖZEN (Devamla) - Gabonlu öğrenci Dina'yı ve cezasızlığı, onun taksirli cezasızlığını hatırlayalım.

Barış imzacıları -bundan her fırsatta söz ettiğim için bugün bıraktım ancak- ihraç edilirken 2.200 barış imzacısının nasıl bir kısmı ihraç edilip bir kısmına hiçbir şey yapılmadıysa bugün geri dönüşlerde de aynı sorunlar yaşanıyor. Geri dönen çok sayıda barış imzacısı aslında geri dönemiyor. Kimisine yürütmeyi durdurma, kimisine başka bir karar veriliyor ve hepsi aslında aynı şeyi, "Bu Suça Ortak Olmayacağız" bildirisini imzalamıştır sokağa çıkma yasakları döneminde.

Daha konuşacak çok şey var ama AKP züccaciyeye giren fil gibi üniversitenin içine dağılmıştır, fil masumdur. AKP cam işçiliğinin ne kadar güç, ne kadar ince bir işçilik olduğunu bilmeden züccaciyeye dalar gibi üniversiteye dalmıştır. Bunu affetmeyeceğiz ve geri dönecek, bütün arkadaşlarımız geri dönecek. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)