Konu: | 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2022 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 1'inci Tur Görüşmeleri münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 2 |
Birleşim: | 42 |
Tarih: | 21.12.2023 |
DEM PARTİ GRUBU ADINA ONUR DÜŞÜNMEZ (Hakkâri) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, saygıdeğer halkımız ve cezaevlerinde direnen yoldaşlarımız; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri, malumunuz, Dünya Adalet Projesi 2023 yılının Hukukun Üstünlüğü Endeksi'ni yayınladı. Türkiye'nin ne yazık ki hukukun üstünlüğü konusunda yıllardan beri hızlı bir şekilde düşüşte olduğu biliniyor. Totalde 0,41 puanı bulunan Türkiye bu skorla 142 ülke arasında 117'nci sırada bulunuyor. Bu ne demek, biliyor musunuz? Hem bölgesel hem de küresel ortalamaların altında kalmak demek.
Sayın milletvekilleri, malumunuz, ülkede ciddi bir ekonomik kriz vardır. Bağımsız ve demokratik bir yargı erki, sağlıklı bir ekonomi sisteminin de direğidir. Yargıya güven, istikrarlı ekonomik kalkınmanın ön şartıdır. Adalete, yargıya güven söz konusu değilse ekonomi de yok olmaya mahkûmdur. Ekonomide dönüşüm ve reform yapılması gerektiğini hepimiz söylüyoruz. Ülkede çok büyük bir güçler ayrılığı, denge ve denetleme sorunu bulunmaktadır. Hem yasama hem de yargı, yürütmenin etkisi altındadır. Bağımsız ve tarafsız olması gereken yargı çok uzun zamandır siyasallaşmıştır. Yargı kararları gündelik siyasi hesapların parçası hâline getirilmiş; hâkim ve savcıların yer ve yetki teminatları gasbedilerek verdikleri, verecekleri kararların kontrol altına alınması amaçlanmıştır. Siyasallaşan yargının başını da elbette ki Yargıtay çekmektedir. Talimatla hareket eden, hızlıca kararlar vererek siyasi pozisyon almaktan çekinmeyen bir Yargıtayla karşı karşıyayız.
Yine, en son yaşanan Can Atalay kararındaki AYM-Yargıtay krizi genelde adalet sisteminin, özelde Yargıtayın geldiği noktayı çok net ifşa etmiştir. Bu yaşanan son yargı krizi ve diğer hukuk garabetleri öyle gösteriyor ki kurulan yeni rejim için hukuk çok ciddi bir tehlike teşkil etmekte, bu yüzden yargıyı yıllardır dizayn etmeye çalışıyorsunuz.
Sayın milletvekilleri, ülkede hukukun üstünlüğünü, adaleti zedeleyen, belki de var olan hukuk garabetini arşa çıkaran bir başka sorun da cezaevleri ve koşullarıdır. İnsan hakları alanlarında çalışmalar yapan STK'lerin hak ihlalleri raporları okunduğunda görülecektir ki Türkiye Cumhuriyeti devleti altına imza attığı uluslararası sözleşmeler başta olmak üzere kendi iç hukukunu da uygulayamaz bir durumdadır. Anayasa'nın 90'ıncı maddesiyle uluslararası sözleşmeler iç hukukun da üstünde kabul edilmiştir. Ancak kendi anayasasına dahi uygun davranmayan Türkiye Cumhuriyeti devleti yaşama hakkı başta olmak üzere işkence ve kötü muameleye maruz kalmama hakkı, ifade ve örgütlenme özgürlüğü hakkı, ayrımcılığa maruz kalmama hakkı gibi çok temel haklar konusunda maalesef ki son derece kötü bir noktadadır. Cezaevlerinde çok yoğun hak ihlalleri gerçekleşmektedir. Özellikle ceza infaz politikasının son derece ayrımcı olduğunu yıllardır çok yakından izliyor ve kamuoyuna da anlatmaya çalışıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti devleti yargısının infaz politikası ayrımcıdır. Siyasi mahpuslar maalesef ki adli mahpuslara göre cezalarının çok daha fazla bir oranını yatmaktadır. Ziyaret ettiğimiz, bizlere mektup gönderen mahpusların cezaevlerinde yaşadıkları sorunlar genel olarak şöyledir: Tutukluların yaptığı şikâyet ve başvurulara infaz koruma memurları ve idare tarafından cevap verilmediği, hücre içerisinde kameraların tutukluları izlediği, hijyen ortamının olmadığı, temel ihtiyaçları olan başta su ihtiyacı gibi ihtiyaçların karşılanmadığı veya özellikle de bu ihtiyaçların fahiş fiyatlara satıldığı, kapalı ve açık görüşlerin kısıtlı olduğu, spor ve havalandırma faaliyetlerinin olmadığı, dergi, gazete ve kitap gibi iletişim araçlarına izin verilmediği, çıplak arama, ağız içi arama ve kelepçe dayatıldığı, hastane sevklerinin yapılmadığı, hasta tutuklulara sevk sırasında zorluklar çıkarıldığı, hakaret ve tehditlere maruz kaldıklarının yanı sıra cezaevi idaresinin tutuklulara keyfî hücre cezaları verdiği gibi sorunlar dile getirilmiştir. Hapishanelerde yüzlercesi ağır, binlerce hasta mahpus bulunmaktadır. Mahpuslar yasal durumları nedeniyle ayrımcılığa tabi tutulmaksızın ülkedeki sağlık hizmetlerinden yararlanma imkânına sahip olmalı ve genel sağlık sisteminde mevcut olan tüm tıbbi, cerrahi ve psikiyatrik olanaklara ulaşma ve yararlanma olanağından da eşit şekilde yararlanmalıdır. Peki, böyle oluyor mu? Tabii ki hayır.
Yine, her yerde olduğu gibi cezaevlerinde de Kürtçeye yönelik ayrımcılığın, tahammülsüzlüğün olduğunu biliyoruz. Cezaevlerinde Kürtçe yayınlara, kitaplara, gazetelere izin verilmemektedir. Oysa hem ulusal hukukta hem de uluslararası hukukta dile yönelik ayrımcılık kesin olarak yasaklanmış, dolayısıyla bu engellemeler ayrımcılık yasağının da ihlali niteliğinde olup bu ihlallere derhâl son verilmelidir.
Tutukluların infazının yakılarak tahliyelerinin önüne geçildiğini ve koşullu salıverilme haklarından yararlanamadıklarını biliyorsunuz. Mevzuatın düzenlediği bir şeyi bugün idare iyi hâlli olmama koşulu olarak değerlendirebilmektedir. Hapishanelerde bağımsız ve tarafsız kişiler tarafından oluşmayan, hiçbir hukuksal formasyonları olmayan bu kurulların verdiği kararların hukuki bir dayanağı bulunmamaktadır.
Bu kadar adaletsizlik içerisinde yaptığınız olumlu bir şeye de değinmek istiyorum. Sürem çok az kaldığı için bir cümleyle geçeceğim. Geçtiğimiz günlerde Mecliste noter huzurunda çekilen kurayla personel alımı yapıldı. Bu olumlu yaklaşımın yaygınlaşması gerektiğini düşünüyoruz.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)