GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2022 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 3'üncü Tur Görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:42
Tarih:21.12.2023

SAADET PARTİSİ GRUBU ADINA SEMA SİLKİN ÜN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle, Kültür Bakanını bulmuşken burada hemen şehrimle ilgili bir hususa değinmek istiyorum.

Denizli ilimizin Pamukkale ilçesinde yüz elli yıllık Yukarı Akköy Camimiz var. 1880 yapımı bu camimiz Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu çerçevesinde koruma altında. Ahşap oymalarının yanı sıra, geleneksel kalem işi sanatımızın da en nadide örneklerinden bir tanesi bu camimiz ancak koruma altında olmasına rağmen kaderine terk edilmiş bir camimiz. Tavanından su akıyor ve bakımsızlık nedeniyle tahrip olmuş durumda. Çatısının çökme tehlikesi nedeniyle şu an ibadete kapalı. Beş ay önce camiyi ziyaret ederek yaptığım açıklamada "Bu kış caminin geçireceği son kış olmasın, bu vebalin altında kalmayın." diye hem yetkililere hem de kurumlara basın aracılığıyla ve telefonla yaptığım görüşmelerde çağrıda bulundum. Verilen yanıtta caminin mülkiyetinin belediyeye ait olduğu, Bakanlığın yani Vakıfların yasal olarak kendisine devri yapılmadan restorasyon çalışması yapamayacağı bildirildi. Belediye de birtakım kendince haklı saiklerde bulunarak restorasyonu yapmıyor arkadaşlar ve tarihî bir eserimiz göz göre göre yıkımın eşine sürükleniyor. Şimdi, Sayın Bakanımıza sormak istiyorum: Hakkında koruma kararı bulunan ancak görüldüğü üzere kaderine terk edilmiş olan bu camiyi korumak kimin görevi? Ülkemizde bu durumdaki bir tarihî eseri restore etmek için o eserin illa Galata Kulesi gibi rant sağlayan bir eser mi olması gerekiyor ya da bir tarihî esere sahip çıkmak için o eserin mülkiyetinin muhalif bir belediyede mi olması gerekiyor? 1880 yılında inşa edilen Akköy Yukarı Camisi bir Osmanlı vakfı değil midir sizce? Sayın Bakan, derdim gerçekten yaraya merhem olmaktır, çok samimiyetle şu Meclisin çatısı altından size tekrar sesleniyorum: Lütfen, bu meseleye el atın, bu güzelim camimiz zor kış şartları altında yok olup gitmesin. Bu konunun samimi bir takipçisi olarak hassasiyet göstermenizi, aksi takdirde sizin de diğer yetkililer gibi bu caminin yıkımının vebalinin altında kalacağınızı hatırlatmak istiyorum. Teşekkür ediyorum.

Şimdi, Çalışma Bakanlığımıza geçmek istiyorum. Sayın milletvekilleri, Çalışma Bakanlığı bütçemize aslında asgari ücretle başlamak istiyordum. 4 milyon hanemizi, 12 milyon insanımızı doğrudan ilgilendiren asgari ücretle ilgili, aslında istisnai bir ücretken ülkemizde maalesef esas olan, esas hâle gelen asgari ücretle ilgili cebe girmeyen, cebe girdiğinde hatta enflasyon karşısında ezilmeye başlamış olan asgari ücretle ilgili birtakım teknik değerlendirmeler yapmak istiyordum. Sonra asgari ücretin ne Çalışma Bakanlığının ne de sosyal tarafların konusu olmadığını hatırladım. Asgari ücretin bir Maliye Bakanlığı meselesi olduğundan hareketle dün Sayın Bakanımızı dinledim ve Sayın Bakanımız "Paraya ihtiyacımız yok." dedi. Ben bu sözden asgari ücrete en az yüzde 100 zam yapılacağını, bunun da yarısını Hükûmetin üstleneceğini anladım. O hâlde, 25 bin lira asgari ücret hayırlı olsun, yarısı Hükûmetten, yarısı işverenden olsun. İzahı olmayan asgari ücretin bari mizahı olsun.

Kıymetli milletvekilleri, 24 Aralık 2017 tarihinde 692 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle taşeron şirketlerde çalışan ve kamuya hizmet veren şirketlerin sürekli işçi kadrosuna geçmeleri sağlandı. O tarihten itibaren mali, sosyal, sendikal birtakım haklar bakımından düzenlemeler elbette yapıldı ama 4/D'li işçiler asla diğer kamu işçileriyle eşitlenmedi. Bu işçilerimizin en mağdur olduğu konulardan biri nakil konusu. İş Kanunu'muzun, mevcut hâliyle kurumlar arası geçişe müsaade etmediğini biliyoruz, bunun için yasa değişikliği ihtiyacı var, Meclisimize bu yasa teklifiyle gelmenizi bekliyoruz. Tıpkı memurlar gibi işçilerin de bir kurumun talebi bir kurumun da muvafakatıyla tayin hakkı elde edebilmeleri sağlanmalıdır. Ayrıca, 4/D'li işçilerin diğer işçilerle aralarındaki kurum içi tayinler konusunda da yaşadıkları ciddi farklılıklar var, hak kayıpları var. Bunun için bir kanun değişikliğine de ihtiyaç yok üstelik, bir genelgeye ya da bir toplu sözleşme seviyesinde çözüme kavuşturulabilecek bir sorun bu. Her fırsatta aile diyen bir iktidarımız var, aile bütünlüğünü yok eden bu vicdandan yoksun uygulamayı ısrarla devam ettiren iktidarımızın bu samimiyetsizliğini yüzüne vurmak istiyorum.

Değerli milletvekilleri, söz konusu kadro çalışmasıyla oluşturulan bir algının da olgusundan bahsetmek istiyorum. 900 bin taşeronun kadroya geçişi müjdesi verilmişti, gerçekten öyle mi oldu, bakalım: Kamu kurumlarında şirket personeli olup Kamu İhale Kanunu personel çalıştırılmasına dayalı hizmet alım ihalesi kapsamında çalışanlar 4/D sürekli işçi kadrosuna geçirilmiş ancak belediyelerde çalışan işçiler sivil şirketlerden belediye şirketlerine aktarılmamış yani kamu sürekli işçi kadrosuna geçirilmemiştir. Kadro kapsamına alınmak için birtakım kriterler sağlanmıştır, bu kriterleri burada saymaya maalesef vaktim yok ama işin sonucuna bakalım. Bu kriterlerden sonra kadroya geçme hakkı verilen ve verilmeyen branşlar oluşturulduğunda karşımıza yan işlerde çalışanlar kadroya alınırken esas işlerde çalışanların kadroya alınmadığı tablosu çıkmıştır. Şimdi, Karayollarında yaz gününde asfalt döken, karlı günde yolları açan emekçi kadro almamış, yapılan yolun sonunda bekleyen bayrakçı personel kadro almıştır. Hastane laboratuvarına gelen hastayı sırasıyla içeriye alan tıbbi sekreter kadro almış, kan alan, numuneyi cihazla test eden, sonucu raporlayan tekniker, teknisyen kadro almamıştır. Bu örnekleri sayfalarca sıralayabilirim ama şu an vaktimiz yok. Burada sayılan tüm işlerin gerekliliğine, tüm çalışanlarımızın emeğinin kutsallığına sonuna kadar inanıyoruz. İtirazımız kadro alanlara değil, almayan emekçilerimizedir. Bu ayrımı yapanlar ne devlet hakkından ne millet vicdanından nasiplenmişlerdir. İş barışını tehdit eden bu uygulamadan vazgeçilmesini, verilen sözün hakkıyla yerine getirilmesini çalışanlarımız adına bir kez daha talep ediyorum.

Değerli milletvekilleri, ülkemizde sadece 2022 yılında 589 bin iş kazası meydana geldi ve 1.517 insanımız hayatını kaybetti. İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası'nın Haziran 2012'den bu yana çeşitli bahanelerle az tehlikeli sınıf iş yerleri ve kamu iş yerlerinde iş güvenliği uzmanı ve iş yeri hekimi bulundurma şartı sürekli ertelenmekte, kamunun öncülük etmesi gereken, insan hayatını direkt etkileyen bir konuda sorumluluk üstlenmemesi devletin itibarına halel getirmektedir. Kamunun sorumluluğu on bir yıldır sürekli ertelenmekte, yani örneğin, özel hastanelerde iş güvenliği uzmanı çalıştırmak zorunlu ama kamu hastanelerinde değil. Yani demek isteniyor ki özel sektörde risk var ama kamuda yok; bize gelen, önümüzdeki tablo ise bunu söylemiyor. KHK'ye bağlı bir yurtta bir evladımızı asansör kazasında kaybetmedik mi? Aladağ yurt yangınında 12 evladımızı toprağa vermedik mi? Sadece bir iş güvenliği uzmanının olduğu, 7 bin kişinin çalıştığı TRT'de daha birkaç gün önce işçimizi kaybetmedik mi? ILO'nun ölümlü iş kazalarının en çok yaşandığı ülkeler sıralamasında 80 ülke arasında 9'uncu sırada olarak bu yasayı daha fazla erteleme lüksümüz olmadığını hatırlatmak istiyorum. Bizim konuşmamız gereken sorumluluk yükleyen yasaları ertelemek değildir, konuşmamız gereken denetimlerdeki yetersizliklerdir, iş güvenliği kültürünü nasıl topluma yerleştireceğimizdir, iş güvenliği uzmanlarının neden günah keçisi ilan edildikleridir. Kamunun örnek olması gerekirken özel sektörün gerisinde kalması asla kabul edilemez.

Sayın Bakanıma bir konuda -burada bulmuşken- seslenmek istiyorum: Bildiğimiz gibi, 1960'lı yıllarda başlayan iş gücü göçüyle yurt dışındaki vatandaşlarımızın ihtiyaçlarına cevap vermek üzere 1967 yılında Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımızın Yurt Dışı Teşkilatı kuruldu. Gurbetteki vatandaşlarımızın en öncelikli birimi olan çalışma hayatı ve emeklilik konularında 29 ülkede 57 birimle hizmet vermesi gereken bu alanda son sekiz yıldır ateşe ve müşavir ataması yapılmıyor maalesef. Özellikle iş yükünün ağır olduğu Avrupa ve Arap ülkelerinde görev verilen yetkisiz mahalli kâtipler vatandaşlarımızın uluslararası çalışma hukukundan kaynaklı haklarından faydalanmalarına yeterince destek olamıyorlar. Gurbetçilerimizin hak ettiği muamele sekiz yıldır devam eden bu ek hizmet eksiğinin giderilmesidir, gurbetçilerimizin hak ettiği muamele bir vekil fazla çıkarmak için oy eksiğini tamamlasınlar diye istismar edilmeleri değildir.

Sayın Bakanlarımızı burada bulduğum için kendimi şanslı hissediyorum, inşallah, belirttiğim konularda, özellikle Sayın Kültür Bakanımıza ilettiğim konuda bir sonuç alacağımızı umut ederek hepinizi, Genel Kurulumuzu saygıyla selamlıyorum. (Saadet Partisi sıralarından alkışlar)