| Konu: | 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2022 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin Tümü münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 46 |
| Tarih: | 25.12.2023 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (İzmir) -Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; 2024 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi üzerine İYİ Parti grubu adına söz aldım. Sizleri saygılarımla selamlıyorum.
Sözlerimin başında Pençe-Kilit Operasyonu bölgesinde hain bir terör saldırısı sonucunda hayatını kaybeden kahraman askerlerimize Allah'tan rahmet, kederli ailelerine ve büyük Türk milletine başsağlığı diliyorum. Türk milletinin birliğine, Türk vatanının bölünmezliğine, Türk devletinin varlığına kasteden PKK başta olmak üzere tüm terör örgütlerini ve onların hamilerini lanetliyorum ve yine, bütçe görüşmeleri esnasında bu kürsüde konuşurken kalp krizi geçirerek hayatını kaybeden Saadet Partisi Kocaeli Milletvekili Hasan Bitmez'i rahmetle yâd ediyor; ailesine, sevenlerine ve camiasına sabır temenni ediyorum.
Değerli milletvekilleri, bundan tam doksan dokuz yıl evvel 9 Mart 1924 günü o dönemde Yunus Nadi'nin Başkanlığını yaptığı Meclis Anayasa Komisyonu yeni anayasa tasarısını Türkiye Büyük Millet Meclisine sundu. Bu taslağın özellikle bir maddesi vardır ki burada, Türk milletinin iradesinin tecelligâhı olan Türkiye Büyük Millet Meclisinde çokça konuşuldu, çokça tartışıldı. Zira, taslak metnin 25'inci maddesi Cumhurbaşkanına Meclisi feshetme ve seçimleri yenileme yetkisi veriyordu. 16 Mart 1924'te 2'nci Dönem İzmir Milletvekili, genç mebus Mahmut Esat Bozkurt Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu kürsüsüne geldi ve Meclis duvarındaki "Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir." sözüne işaret ederek İstiklal Savaşı'nın Başkumandanına, Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucusuna, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e verilmek istenen Meclisi fesih yetkisine alenen karşı çıktı. Daha sonra bir başka genç, İzmir Milletvekili Şükrü Saracoğlu da yine bu kürsüye gelerek şu tarihî sözleri söyledi: "Bize tarih ve hukuk bilimi açıkça gösteriyor ki bugün Millet Meclisinin kişiliğinde toplanmış olan haklarından hiçbir şey geriye doğru dönemez. Fesih yetkisini milletten başka herhangi bir başa vermek tarihte bir geriye gidiştir." Bunun üzerine cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk bu 2 genç mebusu Köşk'e davet etmiş ve mesele üzerinde saatlerce konuşup tartışmıştır. En nihayetinde Cumhurbaşkanının fesih yetkisi kabul edilmemiş ve Mustafa Kemal Atatürk, Yunus Nadi'ye şu sözleri söylemiştir: "Türkiye'mizin millî egemenliğine, özgürlüğüne böylesine sahip çıkan dürüst, dirençli, bağımsız ruhlu genç siyasetçilere çok ihtiyaç vardır." Peki, Atatürk'e fesih yetkisinin verilmesine karşı çıkan ve bunda da muvaffak olan Şükrü Saracoğlu ve Mahmut Esat Bozkurt'un akıbeti ne olmuştur? Birisi yılların Adalet Bakanı, bir diğeri ise Türkiye Cumhuriyeti'nin 5'inci Başbakanı. İşte cumhuriyet budur, cumhuriyet fazilettir. Bu sebeple, tüm iradesini bir kişiye teslim etmiş, liyakat ve cesaretle değil, sadakat ve itaatle siyasi konumlar elde etmiş sözde siyasetçiler cumhuriyeti ve onun faziletlerini idrak edemezler ve yine, işte bu sebeple, maaşlı medya tetikçileri, sarayın kadrolu şakşakçıları, yandaş sermayenin mensupları Atatürk'ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti'nin, demokrasinin ve hukuk devletinin yüksek faziletlerini idrak etmekte zorlanırlar. Bakanların Cumhurbaşkanı izin vermeden konuşamadığı, parti mensuplarının onurlu bir istifa hakkına dahi sahip olmadığı, yalnızca af dileyebildiği bu siyasi hareketin mensupları cumhuriyetin temel umdelerini anlayamazlar, idrak edemezler çünkü konuşmak ve tartışmak ve dolayısıyla itiraz etmek, özgür iradeye ve yüksek şahsiyete sahip olan bir cemiyetin içinde anlam ve önem kazanır. Türkiye Cumhuriyeti'dir ki tartışmayı, uzlaşmayı, istişareyi, itiraz etmeyi ve en nihayetinde, Türk milleti için, Türk vatanı için daima en güzeli, en doğruyu, en iyiyi bulmayı kendisine ülkü edinmiştir. Muhataplarımızın idrak ve muhakeme gücü noksan gelse de biz, bize emanet edileni, Türk istiklalini ve Türk cumhuriyetini özüyle, sözüyle ve ruhuyla sonuna kadar muhafaza ve müdafaa edeceğiz. Tam da bu noktada Türkiye Cumhuriyeti'nin gerçek emanetçilerine ve Türk gençlerine seslenmek istiyorum. Ben Türk gençliğini şimdi moda olduğu hâliyle "x" "y" "z" gibi bilinmezlere ve dönemlere taksim etmeyi doğru bulmuyorum. Bu sebeple onlara "Ey Türk gençliği!" diye sesleniyorum: Genç arkadaşlarım, Hükûmet o zanda olsa da öyle davransa da siz Türkiye'de kiracı değilsiniz; öz yurdunuzda garip, öz vatanınızda parya değilsiniz. Sizler bu memleketin gerçek sahiplerisiniz. Türk demokrasisinin müdafisi, Türkiye Cumhuriyeti'nin mirasçısı, Türk demokrasisinin ve bağımsızlığının yıkılmaz kalesi sizlersiniz. İstikbalden ümidi kesilmiş, umutlarını kaybetmiş ve yurt dışına gitmiş genç kardeşlerim, vatanınıza geri dönünüz, bu vatan sizin vatanınızdır. Hükûmetin aymazlıklarından yorulan gençler, adalete susayan nesiller, memleketi terk etmeyi düşünenler, kalın ve birlikte mücadele edelim, kalın ve Atatürk'ün size emanet ettiği bu büyük ülkeye sahip çıkın. Bu karanlığa ve umutsuzluğa son vermek, hedeflerinizi başarabilmek için bir kurtarıcı arayışı içinde olmanıza gerek yoktur çünkü Büyük Atatürk'ün söylediği gibi, muhtaç olduğunuz kudret, damarlarınızdaki asil kanda mevcuttur.
Saygıdeğer milletvekilleri, Mahmut Esat Bozkurt Bey haklıdır, merhum Şükrü Saracoğlu da haklıdır. Eğer idare ve irade yalnızca bir başa tevdi olunursa orada geriye dönüş mukadderattır. Nitekim, Türkiye, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle birlikte geriye düşmüştür. Ekonomide geriye düşmüş, Türk lirası değersizleşmiş, Türk milleti yoksullaşmış ve âdeta yağmalanmış, memleketin evlatları bugüne ve istikbaline dair umutlarını kaybetmiştir. Hukukta geriye düşmüş, adalet heykelinin gözünün bağı çözülmüş, terazi hep güçlüden yana tartar olmuştur. Ahlak ve vicdan yargılanmış, mahkûm edilmiştir. Bürokraside geriye düşmüş, parti devletleşirken devlet partileşmiş, sadakat ve itaat liyakat ve kabiliyeti yok etmiş, devlet kadroları âdeta paralize edilmiştir. Eğitimde geriye düşmüştür, dış politikada geriye düşmüştür, beşeriyetle olan bütün mücadelemizin her alanında geriye düşmüştür. O hâlde, içinde bulunduğumuz zaman ölçüsü bize şunu gösteriyor: An sinmek ve yenilgiyi kabullenmek anı değildir, fazla ihtiyatla muvaffak olabilmek de mümkün değildir. Bazı zamanlar vardır ki icap eden ileriye atılmak, bir daha dönmemektir, en azından geri dönmemeyi göze alabilmektir. İşte, şimdi ihtiyacımız olan budur, cesur bir ileriye atılıştır. Büyük Atatürk'ün gençlik yıllarında defterine yazdığı gibi, cesaret gösteren ve tehlikeye atılan kazanır, korkak kalp daima mağluptur.
Değerli milletvekilleri, Türkiye'de siyaset kurumu, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi düzeninde ittifakların âdeta esiri olmuştur. Öyle bir düzen ki partiler istedikleri için değil zorunda kaldıkları için ittifak yapıyor, seçmen de arzu ettiği için değil mecbur kaldığı için oy veriyor. Ortada duran bir gerçek var; bu ittifak sistemi milletimizi iki yumruk arasında sıkışmaya mahkûm etmiştir. Böyle bir siyasi düzende seçimler artık vatandaşlarımızın hür iradesini yansıtan kolektif tercihler değil âdeta bir nüfus sayımı mahiyetinde gerçekleşmiştir. Biz siyasi iktidarın ve muhalefetin, rakiplerinin bir gölgesi olduğu, iktidar ve muhalefetin yarışarak değil, birbirlerini besleyerek varlıklarını idame ettirdikleri bu düzeni kabul etmiyoruz. Belki o sebeple, vatandaşlarımızın mutsuz ve umutsuz olduğu, siyaset kurgulayıcılarının ise hâlinden memnun bulunduğu bu müesses nizama karşı durduğumuz için hem iktidarın hem de muhalefetin gadrine uğruyoruz. İYİ Parti olarak birilerinin siyasi kariyer basamaklarını tırmanması amacıyla kurulmadık, biz İYİ Parti olarak o yahut bu siyasi partinin çıkarlarını tahkim etmek için de kurulmadık; biz, 50+1 düzeninde matematiksel denklemi eşitleyen bir rakam olarak değil, Türkiye Cumhuriyeti devletini yönetmeye namzet olan bir siyasi hareket olarak bu ülkede siyaset sahnesine çıktık. Bu sebeple, Türkiye'de bugün tartışılacak olan bir konu varsa bu, İYİ Partinin hür ve bağımsız siyasi mücadele azmi değil, 50+1 meselesidir. Tartışılması gereken mesele, bütün siyasal mekanizmayı o "+1"e mahkûm eden ucube Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin ta kendisidir.
Değerli milletvekilleri, Sayın Erdoğan'ın Türk milletinin önüne ısrarla getirmeye gayret ettiği Anayasa tartışmalarının mahiyetine ve gayesine dair konuşmanın vakti de artık gelmiştir. Ben, Anayasa tartışmalarına bugünün geçici ve yapay kutuplaşmalarının açtığı o küçük pencereden değil, tarihsel ve yapısal bir nazariyeden bakmak gerekliliğine inanıyorum. Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmetinin yeni anayasa hevesini anlayabilmek için evvela geriye dönüp bakmaya, bizi bu noktaya getiren olayların akışını anlamaya mecburuz. Bir an için, Sayın Erdoğan'ın kendisini Büyük Orta Doğu Projesi eş başkanı zannettiği ve ilan ettiği dönemlere gidelim. 7 Ağustos 2003 tarihinde dönemin Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, Washington Post gazetesinde o meşhur makalesini yayınlamıştı. Bildiğiniz üzere, bu ünlü makalede "Büyük Orta Doğu Projesi kapsamında Türkiye'nin de aralarında bulunduğu 22 ülkenin sınırlarının değiştirilebileceği" ifadesi yıllarca konuşuldu ve tartışıldı. Aslında bu tartışma, yanlış anlaşılma üzerinden yapılmıştır çünkü Rice'ın bu makalesinde tam olarak ifade ettiği "22 ülkenin sınırlarının değiştirilmesi" değil, "22 ülkenin sınırlarının dönüştürülmesi"dir. Nitekim, Orta Doğu'da, son yirmi yılda fiziki sınırlar değişmemiştir ancak o sınırların siyasi ve demografik yapısı emperyalizm eliyle dönüştürülmüştür. 2003 Irak işgali ve sonrasında 2005 Irak Anayasası'yla Irak devleti resmî olarak bölünmüş, kuzeyde kukla bir Kürt devleti kurulmuş ve Irak'ın kuzeyinde sınırlar görünürde aynı kalsa da siyasi ve demografik yapı dönüştürülmüştür. 2011 Suriye iç savaşı sonrasında merkezî Hükûmetin kuvvetleri Suriye'nin kuzeyinden çekilmiş, bölgede oluşan güç boşluğu PKK-PYD/YPG tarafından doldurulmuştur ve gelinen noktada, bugün Suriye'nin kuzeyinde fiziki sınırlar değiştirilememiştir ancak o sınırların fiilî yapısı tamamen dönüştürülmüştür. Emperyalizm ve PKK iş birliğiyle bölgede yapılan stratejik göç mühendisliği sonucunda Suriye'nin kuzeyinde terör devletinin demografik altyapısı oluşturulmuş, hâlihazırda bölgede Amerika Birleşik Devletleri eliyle 100 bin kişilik bir PKK ordusu beslenmektedir. Büyük Orta Doğu Projesi kapsamında bugün Filistin'in de sınırlarının demografisiyle birlikte tüm dünyanın gözleri önünde dönüştürüldüğüne şahit oluyoruz. Sayın Erdoğan yıllar evvel "Ben BOP eş başkanıyım." derken aslında yanılmıştı çünkü Türkiye, bölgemizi hızla yeniden şekillendiren bu Büyük Orta Doğu Projesi'nde masada bir aktör değil, tıpkı Irak gibi, Suriye gibi ve Filistin gibi menüde olan bir ülkedir.
Yakın tarihin akışını tahlil etmeye devam edelim. BOP eş başkanı Sayın Erdoğan'ın iktidara gelmesi ve Condoleezza Rice'ın Büyük Orta Doğu Projesi'ni ilanından sonra Türkiye'de neler olmuştur? Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetleri döneminde, ilk önce 2006'dan itibaren Ergenekon kumpas davalarıyla sivil direnç alanları, daha sonra Balyoz kumpas davalarıyla askerî direnç alanları yok edilmiştir. 2007 yılında Atatürk döneminde hazırlanmış ve özenle hazırlanmış İskân Kanunu Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmeti tarafından değiştirilmiştir ve iktidar eliyle, İskân Kanunu'nun içerisinden mahallelerde, ilçelerde ve illerde yüzde 10 yabancı kotası kaldırılmıştır, Türkiye hukuki olarak demografik bir istilaya hazır hâle getirilmiştir. Eğer o gün Büyük Atatürk'ün İskân Kanunu'nda yabancılara yüzde 10 kotası kaldırılmamış olsaydı bugün Türk şehirleri böylesine büyük bir demografik işgale maruz kalmayacaktı. Daha sonra, 2010'a gelindiğinde Hükûmet Türkiye'nin Suriye sınırındaki mayınları aniden temizlemeye karar verdi. Tesadüf o ki Hükûmetin, Suriye sınırındaki mayınları temizlemesinden bir yıl sonra Suriye iç savaşı başladı ve Türkiye'ye yönelik büyük bir kitlesel göç Suriye toprakları üzerinden cennet vatanımıza doğru harekete geçti. İç savaşın başlangıcında "Şam'da cuma namazı kılacağız." diyen Sayın Erdoğan ve Hükûmeti 2015 yılına geldiğimizde Türkiye'yi açık ara dünyada en fazla sığınmacı barındıran ülke konumuna getirmiştir. Suriye sınırımızdan hiçbir kontrol mekanizması olmadan, kitleler hâlinde Suriyeli sığınmacılar ülkemize girerken 2016 yılında Hükûmet, Avrupa Birliğiyle geri kabul anlaşmasını imzaladı ve o tarihten itibaren Türkiye'den Avrupa'ya hiçbir sığınmacının geçişine müsaade etmedi.
Size tek bir rakam vereceğim ve bütün gerçekliği ortaya koyacak. 2015 yılında Suriye'den gelerek Türkiye üzerinden Avrupa'ya geçen sığınmacı sayısı 880 bindi. 2016 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmeti, Avrupa Birliğiyle bu rezil geri kabul anlaşmasını imzaladıktan sonra, bir yıl içinde Türkiye üzerinden Avrupa'ya geçen sığınmacı sayısı 880 binden 30 binlere düşmüştür. Sadece bu veri bile Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmetinin Türkiye'yi nasıl da bilerek ve isteyerek hendek ülke hâline getirdiğinin açık bir kanıtıdır. Modern dünya tarihinde sınırlarından girişin tamamen serbest, çıkışın ise yasak olduğu tek ülke, tek ulus devlet Türkiye Cumhuriyeti devleti olmuştur. Tüm bunlar yetmezmiş gibi, Türkiye, bir de Afganistan'dan, Pakistan'dan, Irak'tan, İran'dan ve muhtelif Avrupa ülkelerinden memleketimize yönelik büyük bir kaçak göçün hedefi hâline getirilmiştir. "Ben BOP eş başkanıyım." diyen Sayın Erdoğan ise "Afganistan'dan, Pakistan'dan, Irak'tan Türkiye'ye gelenler hicret ediyor." diyerek bu kaçak göçü engelleme makamında öylece oturup vatanımıza yönelik kitlesel göçü âdeta teşvik etmiştir.
Sonuç itibarıyla, bugün dünyada 193 ülke var ve Türkiye'de bulunan sığınmacı ve kaçak sayısı bu 193 ülkenin 98'inin nüfusundan daha fazla. Türkiye'nin demografik yapısının dönüştürülmesi, açıkça bir istilaya maruz bırakılması bir tesadüf eseri değil, Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmetinin bilinçli politik tercihlerinin doğal bir sonucudur. Evet, Türkiye'nin fiilî sınırları son yirmi yılda değiştirilmedi ama tıpkı Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanı Rice'ın BOP'ta ifade ettiği gibi demografik yapımız ve 1.289 kilometrelik güney sınır hattımız maalesef dönüştürüldü. Çünkü emperyalistler, numaralı cumhuriyetçiler, Türkiye'ye ve Türk millî kimliğine düşmanlık edenler şunu çok iyi biliyorlar ki Türkiye'nin demografik yapısını tahrip etmeden, Türk millî kimliğini ortadan kaldırmadan Atatürk'ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti devletinin temel ilkeleri yok edilemez. Onun için Türk millî kimliğine düşmanlık ettiler, onun için bu güzelim ülkeyi hendek ülkeye çevirdiler, onun için cennet vatanımızı bir cinnet vatanı hâline getirdiler, onun için ülkemize yönelik demografik istilaya müsaade etmekle kalmayıp ayrıca bir de onu teşvik ettiler. Ama biz milletimize söz veriyoruz, bu bir namus sözüdür: Emperyalistlerle, ikinci cumhuriyetçilerle, Türk milletinin içerideki ve dışarıdaki hasımlarıyla sonuna kadar mücadele edeceğiz ve asla mücadeleden vazgeçmeyeceğiz. Atatürk'ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti devletine, Türk millî kimliğine ve Türk vatanına yönelik tüm bu tehditlere asla ve kata müsamaha göstermeyeceğiz.
Değerli milletvekilleri, işte, Atatürk'ün kurduğu Türk devletine ve oluşturduğu Türk millî kimliğine yönelik işaret ettiğim bu somut tehditler şimdi "yeni anayasa" adı altındaki çalışmalarla son safhaya geçmiştir. Bir dönem Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Başdanışmanı olan Hüseyin Tanrıverdi'nin başında bulunduğu paramiliter örgüt SADAT 2019 Aralık ayında bir anayasa taslağı hazırlayarak kamuoyuyla paylaşmıştır...
SELÇUK ÖZDAĞ (Muğla) - Adnan Tanrıverdi.
DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (Devamla) - ...devletin yasama-yürütme-yargı erklerinden siyasi parti faaliyetlerine, ekonomi politikalarından sosyal hayata kadar her bir mecranın yeniden düzenlendiği bir anayasa taslağından bahsediyorum ve SADAT'ın hazırladığı bu anayasa taslağında Türk Bayrağı yerine başka bir bayrak öngörülmüş, başkent İstanbul olarak belirlenmiş ve devletin resmî dili Arapça olarak tayin edilmiştir. Geçmişte de söyledim, şimdi tekrar ediyorum: Bu anayasa taslağını hazırlayanların eğer deli ise tımarhaneye, yok akıllıysa hapishaneye gönderilmesi gerekirdi ancak anayasal düzeni yıkmaya teşebbüs eden bu meczuplar hep taltif edildiler, mahpusa atılanlar ise "Milliyetçi paylaşımları vardır." gerekçesiyle yine Türk milliyetçileri oldu. Evvela Türkiye'nin demografik yapısı dönüştürüldü ve Türk millî kimliği doğrudan hedef alındı, şimdi de "yeni anayasa" adı altında oluşturulan fiilî durum hukuki çerçeveye kavuşturulmak isteniyor. Sayın Erdoğan'ın şu ana kadar yaptığı açıklamalara göre yeni anayasanın içeriğine dair söylediği iki önemli husus vardır; birinci husus: Sayın Erdoğan "Milletin çeşitliliğini yansıtacak bir anayasa yapacağız." demiştir. Etnik kimliği, dini, mezhebi, yaşam tarzı, hayat felsefesi, eğilimleri ne olursa olsun bu devletin sınırları içinde tek bir millet vardır, o da Türk milletidir. Çeşitlilik türlü yemeğinde olur, bu topraklarda millet tektir, adı da Türk'tür. O büyük Türk milletinin varlığını, birliğini, egemenliğini, istiklalini, onurunu, şerefini temsil eden tek bir bayrak vardır, o da şanlı Türk Bayrağı'dır. O şanlı Türk Bayrağı'nın temsil ettiği tek bir devlet vardır, o da iftiharla söylüyoruz ki Türkiye Cumhuriyeti devletidir. Türkiye'yi evvela Orta Doğu ve Güney Asya'dan getirilen yabancılarla doldurduktan sonra "millet çeşitliliği" gibi ucube kavramlarla Türk milletinin varlığına meydan okursanız, eğer Türkiye Cumhuriyeti devletinin Anayasa'sının ilk 4 maddesine, cumhuriyetin temel ilkelerine, Anayasa'nın 66'ncı maddesinde ifadesini bulan "Türklük"e dokunmaya kalkışırsanız işte tam o noktada Türk milletinin meşru direnme hakkı doğar. Amaç Anayasa'nın değişmez maddelerini değiştirerek Türkiye'yi çok uluslu bir Anadolu devletine dönüştürme hevesi ise herkes iyi bilsin ki yıldırım olur üzerinize yağarız, yanardağ oluruz ve Türkiye Cumhuriyeti devletine kafa tutup meydan okuyanların karşısında patlarız. Şunu bir an bile aklınızdan çıkarmayın: Büyük Türk milleti, anayasal düzenin değiştirilmesine ve Anadolu'da çok kimlikli, çok uluslu bir devlet düzenine asla müsaade etmeyecektir.
Değerli milletvekilleri, Sayın Erdoğan'ın şahsi istikbaline bağlı olarak kafasında tasavvur ettiği bu yeni anayasa girişiminin bir diğer özelliği de 50+1 kuralını tartışmaya açmasıdır. Tüm yetkilerin bir kişinin iradesinde toplandığı, yürütme erkinin hem Anayasa'yı hem yargıyı tahakküm altına aldığı böyle bir siyasi düzende başka nisaplar aramak makamın meşruiyetini sona erdirmek anlamına gelir ki bu, Türkiye'yi yarı otoriter bir düzenden tam teşekküllü bir diktatörlüğe sürüklemek demektir. Tartışılması gereken Cumhurbaşkanının yüzde kaç oyla seçileceği değil, Türkiye'yi her geçen gün tek adamlığa sürükleyen Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin bizatihi kendisidir ve Türkiye daha fazla zaman kaybetmeden bu hilkat garibesi rejimden kurtulmalıdır.
Değerli milletvekilleri, 2024 merkezî bütçesiyle görülmektedir ki cumhuriyetin 2'nci yüzyılına yol aldığımız tarihin önemli bir eşiğinden geçerken Türkiye Cumhuriyeti'nin 100'üncü yılı sürüklenmiş olduğu krizlerle kuşatılmış, ekonomik, sosyal ve siyasi zorlamaların gölgesi altında kalmıştır. Bu bütçe 100'üncü yılı idrak ettiğimiz şu tarihî dönemde 2'nci yüzyıla giren Türkiye Cumhuriyeti'ne yakışan bir bütçe ve maliye politikasını ihtiva etmemektedir. Bu bütçe sivil toplum kuruluşları, uzmanlar ve toplumun her kesimine yönelik şeffaf ve katılımcı bir bütçe yaklaşımıyla hazırlanmamıştır. Bu bütçe eğitim, sağlık ve sosyal yardımlar gibi sosyal politika alanlarına erişen bir bütçe olma vasfından da uzaktır. Bu bütçe kadın, genç, çocuk, yaşlı, engelli vatandaşlarımızın, emeklinin, işçinin, esnafın, memurun, en nihayetinde toplumun tüm kesimlerinin sorunlarını çözecek hedeflerden yoksundur. Bu bütçe yoksulluğu, yasakları ve yolsuzlukları bitirmeyi ilke edinecek bir siyasi anlayışa da sahip değildir.
Devletin bütçesi hepimizin namusudur. İYİ Parti Grubu olarak hiçbir zaman bütçeyi sadece bir mali araç olarak görmemiş, onu aynı zamanda büyük Türk milletinin emaneti olarak kabul etmişizdir. Bu mesuliyetle milletimizden alınan her bir kuruşun takibini yapmak ve her kuruşun hesabını sormak yüce Türk milletine borcumuzdur.
Bu gerekçelere dayanarak, devletin güvenlik güçlerinin bütçeleri hariç olmak üzere 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi'ne aleyhte oy kullanacağımızı büyük Türk milletine arz ederim.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Dervişoğlu, lütfen tamamlayın.
DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (Devamla) - İYİ Parti olarak bugüne kadar Hükûmetin yanlış politikalarına karşı tenkitlerimizi, başta bütçe olmak üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine sunduğu yasa tekliflerine düştüğümüz şerhleri, aldığımız kararları ve tüm yasama faaliyetlerini daima yüce Türk milletinin menfaatleri doğrultusunda icra ettik. Biz iç siyasette ne o partiden ne de bu partiden tarafız, uluslararası arenada ise ne Amerika'dan ne de Rusya'dan yanayız; biz yalnız ve ancak Türk milletinden ve Türkiye Cumhuriyeti devletinden tarafız.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun, tamamlayın lütfen.
DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (Devamla) - İYİ Parti olarak çıktığımız bu yolda yegâne istikametimiz; milliyetçi, demokrat ve kalkınmacı umdelerimizi iktidara taşıyarak Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu o büyük Türk çağını başlatmaktır. Yeni bir Türk mucizesi doğmalıdır, doğacaktır; belki yarın, belki yarından da yakın.
Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.