Konu: | Kuzey Atlantik Antlaşmasına İsveç Krallığının Katılımına İlişkin Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 2 |
Birleşim: | 51 |
Tarih: | 23.01.2024 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA KÜRŞAD ZORLU (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İsveç'in NATO üyelik başvurusu hakkında tutumumuzu ortaya koymak adına söz almış bulunuyorum, bu vesileyle Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.
Konuşmama geçmeden önce Kırgızistan-Doğu Türkistan sınır hattında meydana gelen depremden dolayı -ki biliyorsunuz Orta Asya bölgesinde de çok geniş bir biçimde hissedildi- bütün Türk dünyasına geçmiş olsun dileklerimi buradan aktarmak istiyorum ve bu kapsamda, uzun süredir Türk Devletleri Teşkilatında kurulmasını çok arzu ettiğim, teklif ettiğim bir hususun da ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anlamış bulunuyoruz. Acil ve afet durum merkezinin bir an önce bu teşkilat altında kurulup bütün ülkelerle bir takım ruhuyla orada bir birliktelik kurulmasının bu tür olaylarda anlık müdahale açısından çok önemli olduğunu da bir kez daha hatırlamış bulunuyoruz.
Aynı zamanda Dışişleri Komisyonu üyesi olarak, bugün öncelikle Türk dış politikasının çok önemli üç problem alanını size, milletimizin takdirlerine sunmak istiyorum. Zira bu alanlar aslında İsveç'in üyeliğiyle ilgili ikiyüzlülüğün, kısır çekişmelerin iz düşümü ve membaı konumundadır; bunun bir defa altını çizmemiz lazım. Birincisi, küresel gelişmeler ışığında Türkiye'nin geldiği nokta ve karşı karşıya kaldığı tehditlerdir. Zira bir yandan ülkenin doğu batı dengesindeki özgün konumunu kaybetmesi bir yandan da iç ve dış destekli terör örgütlerinin farklı formlar kazanarak ilerleyişi, ülkenin potansiyel güç ve kaynaklarını geriye götürmektedir. Bunun en acı ve somut yansımaları soğuk savaş dönemi boyunca süregelen etnik, bölücü PKK terörü, Hizbullah gibi din istismarıyla ülke güvenliğini tehdit eden terör ve ne yazık ki siyasi iktidarın büyük hatalarıyla devlette vaktiyle kök salan FETÖ ve benzeri terör örgütleridir. Buna bir de sınır ötesinde YPG ve DEAŞ gibi bütünleşik terör örgütleri eklenmiştir. Bu sebeple dış politikada yapılan ağır hatalar, zikzaklar, rasyonel olmayan karar ve uygulamalar ülkemize ağır bedeller ödetmiş ve ödetmeye devam etmektedir. Buradan bir kez daha vurgulamak isterim ki Türkiye hızla akılcılık, çok yönlülük ve millî menfaatler ekseninde yürütülecek bir dış politika anlayışına yeniden kavuşmalıdır. Bahsettiğim doğrultuda ikinci önemli husus, Türkiye'nin dış politika dengesini bozan ve ülkemizin iç huzurunu, demografik geleceğini büyük bir tehdit altına alan Suriye'deki gelişmelerdir. Türkiye hem bölgesindeki güç dinamikleri arasında sıkıştırılmakta hem de bugün ağır bir sığınmacı problemiyle karşı karşıya bırakılmaktadır.
Değerli milletvekilleri, siyasi iktidar sadece milletimizin beklentisini değil, sığınmacıları da statüsüzlüğe mahkûm etmekte ve salt politik kaygılarla geri gönderme konusunda inandırıcılığı olmayan kupleler sunmaktadır milletimize ancak gelin görün ki çözüm için öncelikle sorunu meydana getirenlerin bunun varlığını kabul etmesi gerekmektedir. O hâlde milletimize bir kez daha hatırlatalım: AK PARTİ hükûmetleri, 2011 yılı Mart ayında Suriye'de başlayan hükûmet karşıtı protestoların iç savaşa dönüşmesi sürecinde muhalif gruplardan yana müdahil olma şeklinde bir dış politika benimsemiş ve tetiklenen yoğun göç karşısında tedbirsiz davranarak gerekli önlemleri maalesef almamıştır. Bugün Türk milleti gittikçe ağırlaşan bir sığınmacı sorunuyla karşı karşıyadır. Mevcut siyasi iktidarın Suriye başta olmak üzere, Afganistan, Pakistan ve Afrika ülkelerinden ülkemize gelen sığınmacılar ve kaçak yabancılar karşısındaki tutumu bir öngörüsüzlüğün ve plansızlığın ötesinde bilinçli bir siyasetin tezahürü müdür? Bunu elbette milletimiz daha iyi değerlendirecektir. Öyle ki sınırlarımızı elini kolunu sallayarak geçenlerin geldikleri devletlerle çok az sayıda geri kabul anlaşması yapmış olmamız Türkiye'ye iadeler konusunda, bizim iade yapmamız gereken durumlar konusunda da çok ciddi sorun alanları meydana getirmiştir.
En iyimser tahminle, bugün Türkiye'de yaşamaya devam eden 10 milyondan fazla kaçak, yabancı ve sığınmacı bulunmaktadır. Bu sayı Birleşmiş Milletlerin tanıdığı 193 ülkenin 91'inin nüfusundan da fazladır. AK PARTİ iktidarının yanlış politikalarıyla Türkiye dünyanın en fazla sığınmacı barındıran ülkesi hâline gelmiştir; işte, size çok kıymetli, önemli bir rekor.
Meselenin bir başka çarpıcı yanı, yakın gelecekte topraklarımızda yaşanacak nüfus değişimidir değerli arkadaşlar. Nitekim araştırmalara göre sığınmacılar için ortalama doğum oranı Türkiye'nin yaklaşık 3 katıdır. Yalnızca bu orandan hareketle bir projeksiyon yaptığımızda Suriyeli sığınmacıların 2053 yılında 35 milyona ulaşacağı öngörülmektedir. Bunlara kayıt dışı ve kaçak yabancıları da eklediğimizde otuz yıl içerisinde Türkiye'nin demografik yapısının ve Türk millî kimliğinin hayati bir tehdit altına girmekte olduğunu bir kez daha görmemiz gerekiyor.
Öte yandan, sürdürülen yanlış politikalar Türkiye Cumhuriyeti temellerini sarsmaya yönelik selefi akımların ithaline neden olmaktadır. Hanefi-Matürîdî İslam çizgisine sahip kadim Anadolu kültürü de ne yazık ki her geçen gün bu süreçte tahrip edilmektedir. Bir medeniyet çizgisinde kavrayıp sımsıkı sarılmamız gereken Türk milletinin değerler sistemi gerek demografik gerekse ekonomik buhranla imtihan edilmektedir. Gelinen noktada çok açık bir gerçek var ki siyasi iktidarın milletimizi soktuğu bu karanlık sokak ancak ve ancak Türk milletinin uyanışıyla yeniden aydınlanacaktır. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Böyle bir uyanış elbette milletine verdiği sözü unutanlarla ya da dün söylediğini bugün inkâr edenlerle değil, hür ve müstakil biçimde yine ve yeniden Türk milletinin meşalesini tutanlarla gerçekleşecektir. Bunu da elbette milletimiz çok iyi anlıyor ve hissediyor, Anadolu'da gittiğimiz her yerde bize İsveç'le ilgili sorular geldiğini sizlerin huzurlarında aktarmak istiyorum.
Saygıdeğer milletvekilleri, böylesine yoğun bir göç hareketliliği karşısında Türkiye'yi sığınmacı ağırlama merkezi hâline getiren siyasi iktidar milletimizin kaygılarını azaltmaya dönük etkin bir yerleştirme planı yapmadığı gibi şehirlerde bir kota sistemi de uygulamamıştır ve maalesef sığınmacı nüfusu tüm ülkeye ve hatta her bir semte yayılmıştır. İktidarın 2011'den itibaren müdahil olduğu ve 2015'ten sonra birtakım ideolojik saiklerle sahaya hâkimiyet kurmaya çalıştığı bu politikalar özendirici bir anlayışla İran, Irak, Afganistan ve pek çok Afrika ülkesinden bize yönelik göçleri tetikleyen ve bizi hedef ülke hâline getiren bir politikaya dönüşmüştür. Bu açıkça Türkiye'ye yönelik bir stratejik göç mühendisliğidir. Bahsettiğimiz bu süreçle birlikte ne yazık ki kamu düzenini ağır şekilde sarsabilecek ve gelecekte büyük toplumsal sorunlara yol açabilecek bir tehditle karşı karşıyayız. Milletimizin kaygısı ve bugün huzur anlayışı içerisinde güttüğü yegâne hedef de bundan kurtulabilme adınadır. Benzer bir açmaz da ülkenin yeniden yapılandırılması hedefinde belirlenmektedir. ABD'nin denetiminde bir PYD terör örgütü yapılanması varken ve o çevredeki Suriye petrolünü kontrol ediyorken yeniden imar için açılacak coğrafi bölge de ihtiyacın tümünü karşılamaktan şu an için uzak kalacaktır. Bununla birlikte, PYD/YPG konusu çözülmeden ya da bu konuda ülkemize yönelen tehditleri ortadan kaldıracak adımları hızlı bir biçimde atmadan Türkiye'nin buradaki varlığına da tamamen son vermesini İYİ Parti olarak desteklemiyoruz ve burada Türkiye'nin askerî gücünün bu terör örgütlerinin ortadan kaldırılıp atılması için kullanılmasını sonuna kadar destekliyoruz. Ancak, işte, bütün bu saydığım sorunların eşiğinde güney sınır hattımızda terör üreten bir alan oluşmuş, geçmişteki hata ve eksikliklerle bir terör devletçiği ihtimali belirmiş, ülkemizin toprakları dünyada en fazla sığınmacı barındıran ülke hâline gelmiştir. Artık, bu durum Türk milleti için taşınamaz bir yük hâline gelmiştir; milletimiz bu sorunların acilen çözümünü ve en önemlisi de çözüme yönelik makul ve somut adımların atıldığını görmek istemektedir. Sıkıntı da buradadır çünkü maalesef siyasi iktidarda bu eğilimi, bu yönelimi milletimiz görememektedir.
Bugün tartıştığımız mesele, Hükûmeti bir o yana bir bu yana savuran ve yüksek perdeden sözler sarf ederken bir anda irtifa kaybına sebep olan 3'üncü zemin de şüphesiz ekonomik bağımsızlık ülküsüne aykırı tutum ve yönelimlerdir. Tarihin acı sayfalarının bizlere sunduğu gerçek şudur ki: Tam bağımsızlık, siyasi bağımsızlığın yanında ekonomik bağımsızlığı sağlamamızı zorunlu kılmaktadır. Bugün ülkemiz de derinleşen bir yoksulluk, gelir dağılımında adaletsiz bir kopuş ve ağır bir dış borç yüküyle karşı karşıyadır. İktidarın son dönemdeki hatalı kararlarıyla birlikte milyonlarca emekçimizin geliri açlık ve yoksulluk sınırıyla terbiye edilirken yine milyonlarca emekli yaşamsal ihtiyaçlarını bile karşılayamaz hâle getirilmiştir.
Bakın, daha geçtiğimiz günlerde Merkez Bankası Başkanının ve Merkez Bankasının bu sebeple içerisine sokulduğu iddia ve tartışmalar ortadadır. Hem bizlere hem de dış dünyaya en fazla güven ve istikrar vermesi gereken bir kurum âdeta dedikodu üretim merkezi hâline getirilmiştir, bunu üzülerek söylüyorum bir milletvekili olarak. Bu somut örnek bile, cumhuriyet tarihimizin en büyük ekonomik krizlerinden birini yaşarken mevcut siyasi iktidarın nasıl bir çözümsüzlük girdabında olduğunun işaretidir. Milletçe bir kez daha tecrübe ediyoruz ki dış politika, iç politika çıkarlarının gölgesinde kalmışsa ve üstelik bir de hareket kabiliyetiniz tıkanmış ise ülkenin ufku da kazanımları da daralmaktadır.
Bakın Kutadgu Bilig'te vezir tarafından hükümdara adının yüklendiği anlam sorulduğunda hangi cevabı veriyor: "Güneşe bak küçülmez, bütünlüğünü muhafaza eder; parlaklığı hep aynı şekilde kuvvetlidir ve güneş doğar, bu dünya güneş sayesinde aydınlanır; aydınlığını ise bütün halka eriştirir, kendinden hiçbir şey eksiltmez." İşte, o güneşin adı adaletin ve doğruluğun güneşidir. Üzülerek ifade etmek istiyorum ki bugün ise ne bu soruyu soracak bir vezir vardır ortada ne de adaletin güneşi kalmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; işte, bu genel tabloyu ortaya koyduktan sonra, siyasi iktidarın İsveç'in NATO üyeliği konusundaki söz ve eylemlerini kavramak sanırım daha kolay olacaktır. Biz, İYİ Parti olarak, ülkemizin güvenlik mimarisi bakımından NATO'nun genişleme sürecini önemli bulsak da Türkiye'nin onuru, saygınlığı ve çıkarları bizim için her şeyden önemlidir. İsveç'in NATO'ya başvurduğu Mayıs 2022 ve ardından Madrid Zirvesi'nden bu yana maalesef ciddi bir yol katedilememiştir, bunun en büyük sebebi de az önce sıraladığım koşulların etkisiyle siyasi iktidarın hatalarını başka yollarla telafi etme ve dış politikayı, iç politikaya malzeme yapma stratejisidir. Daha önce muhataplarımızla varılan mutabakat Türkiye-NATO ilişkileri açısından olumlu olsa da büyük ölçüde -şu an itibarıyla bize sunulan adımları dikkate aldığımızda- temennilerden ibarettir.
Buraya gelmişken şunu da ifade etmek istiyorum: Bakın -biraz önce Grup Başkanımız da bu konuya değindi- biz Sayın Genel Başkanımızın çağrısıyla bir genel görüşme çağrısında bulunduk, oylarınızla reddedildi. Her fırsatta bu konuyu en yüksek perdede, hep birlikte, büyük bir açıklıkla konuşalım istedik ve şu ana kadar Dışişleri Komisyonunun son toplantısında bize Dışişleri Bakanlığı yetkilisinin sunduğu bilgiler dışında bizleri, Meclisimizi, milletimizi aydınlatacak bir bilgi verilmemiştir ve oradaki bilgileri de Komisyon üyesi olarak ben buradan tekrarlamak zorundayım çünkü aldığımız kararın dayanakları burada çok önemli bir hâl alıyor. Şu ana kadar istediğimiz teröristlerden maalesef herhangi bir iade İsveç tarafından gerçekleştirilmemiştir. Burası neden önemli? Çünkü başta Sayın Erdoğan olmak üzere, dönemin Adalet Bakanı ve farklı yetkilileriniz "Bu konuda bir adım atılmadan biz bu konuda asla bir adım atmayacağız." demelerine rağmen bugün geldiğimiz bu sıfır noktasında maalesef milletimize sunduğunuz yeni bir mucize mi, yeni bir başarı öyküsü mü bunu anlamakta zorlanıyoruz. Haklı gerekçe ve çekincelerimizi kararlı, tutarlı ve iyi bir diplomasiyle uygulamak varken elimizdeki bu meşru imkân bir kez daha iktidarın hatalı tutumuyla kaybedilmek üzeredir. Buradan sormak istiyorum: İsveç terör suçlularının iadesi konusunda bugüne kadar hangi adımları atmıştır, Türkiye'nin taleplerine hangi cevabı vermiştir? Biliyorum bir yetkilimiz yok ama bunu merak ediyoruz, bir kez daha soruyoruz: Bugüne kadar resmî olarak kaç kişinin iadesi istenmiş ve olumlu cevap verilmiştir? Komisyonda aldığımız cevap maalesef sıfırdı arkadaşlar. Biz onun için zaten orada "Hayır." oyu kullanarak bir süre daha Türkiye'nin bu tezlerini hayata geçirebilmesi için karşılıklı zamana ihtiyacımız olduğunu ortaya koymuştuk. İsveç'te millî değerlerimize yapılan bu saldırılara karşı yasal mevzuatında bir düzenleme yapma iradesi yetkili makamlarca açıklanmış mıdır? Kur'an yakma eylemleri; bunların devam etmeyeceğinin garantisi bize hangi yasal mevzuatta sağlanmıştır? ABD'yle ilişkiler ise bambaşka bir boyuttadır, ABD Başkanı Biden'a İsveç'in terör örgütlerine olan desteğini soran Sayın Erdoğan neden Sayın Biden'a başta Suriye olmak üzere, ABD'nin teröre verdiği desteği sormaktan imtina etmektedir? Sorduysa bunu milletimiz neden bilmemektedir? Bununla birlikte, F-16'lar konusunun Türkiye açısından önemli olduğunun altını çizmek isteriz, elbette önemli buluyoruz çünkü biz milletimizin menfaatlerinden yanayız ancak F-35 konusu ve buradan yaşanan kayıp, Suriye'nin kuzeyindeki durum ve diğer ambargolar ortada dururken bunlar sanki hiç olmamış gibi ikili ilişkilerin İsveç sosuna batırılması -açık söylüyorum- Türk milletiyle alay etmek demektir. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) İsveç konusunda karşımızda var olan tutum tıpkı Rahip Brunson, Deniz Yücel faciası ve Kaşıkçı davasında olduğu gibi milletimize karşı kurulmuş bir kıskaç siyasetinden ibarettir. En başından beri bizim önerimiz, söz konusu katılım protokolü Meclisimize sevk edilmeden önce mutlaka bahsettiğimiz kaygılarımızı giderecek somut ve gerçekçi bir çerçeveye kavuşturulması yönünde olmuştur.
Değerli milletvekilleri, siyasi iktidar İsveç'in üyelik konusunu seçim sürecinde bir propaganda aracı olarak kullanmış, pek çok başlığı konuyla ilişkilendirmiş ve gerek iç kamuoyunda gerekse muhataplarımız nezdinde bu beklentileri de artırmıştır. Bu ikircikli tutum karşısında adım adım ve rasyonel biçimde yürütülmesi gereken diplomasi süreci ne yazık ki bağlamından koparılmıştır. Bu durum, bahsettiğimiz bu koşullarda siyasi iktidarın da adımlarını maalesef bir oraya, bir buraya savurma eylemi taşımaktadır. Hatta 15 Aralık 2023 tarihinde Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan ilgili kabul sürecinin Komisyondan geçtiğini ve Komisyonunun Kongreyle görüşme hâlinde olduğunu bile açıklamıştır, bu açıklama bile meselenin ne ölçüde ciddi yürütüldüğüne dair kuşkularımızı artırmıştır. O dönemde ben burada hatırlarsanız Meclis kürsüsünden bunu aktarmıştım, hemen ardından Dışişleri Komisyonu toplandı ve bildiğiniz gibi bizim karşı oyumuza rağmen Komisyonda kabul edildi.
İYİ Parti ilkesel olarak Türkiye'nin güvenliğine katkı sağlayacak gelişmelerin değil, Türkiye Cumhuriyeti devletine ve Türk milletine yapılabilecek her türlü dayatmanın karşısındadır. Türkiye, NATO ve İsveç arasında hazırlanmış olan mutabakat metni de geleceğe yönelik bir temenniler manzumesinden ibarettir. İşte, bu sebeplerle, İYİ Parti, Komisyon aşamasında İsveç'in NATO'ya üyeliğine "hayır" oyu kullanmıştır.
İYİ Partinin talepleri çerçevesinde İsveç'in NATO üyeliğine onay verilmesi açısından şimdi sıralayacağım maddelerin milletimizin takdirlerine sunulacağını ifade etmek istiyorum, daha önce de bunu kamuoyumuza aktarmıştım.
1) İsveç, Türkiye'nin iadesini istediği teröristleri makul ölçülerde iade etmeli ve bu sürecin devamına yönelik bir eğilim ortaya koymalıdır, şu ana kadar hiçbir iade gerçekleşmemiştir.
2) Kutsal kitabımız Kur'an-ı Kerim'e yönelik saldırıları önleyecek yasal tedbirlerin geliştirilmesi de daha somut adımlar atılmasını gerektirmektedir.
3) Amerika, Suriye'nin kuzeyindeki PKK-YPG'nin siyasi ve terörist oluşumlarına desteğini kesmeli ve PKK-PYD'yle mücadelede NATO'nun desteği mutlaka alınmalıdır.
4) Türkiye'deki Suriyeli sığınmacıların kısa sürede Suriye'ye dönüşüne yönelik projeye ve bu kapsamda Suriye'nin kuzeyinde yapılması gereken yeniden inşa projelerine NATO ve AB ülkelerinin fon oluşturması da sağlanmalıdır. Bu size uzak hedef bir ilke olarak gelebilir ama öyle değil, bu koz elimizden alındıktan sonra karşımıza gelecek yakın gelecekteki bu problemi çözmek için maalesef bu kozu artık kullanamaz hâle geleceğiz ve milletimize de biz bunu çıkıp elbette o gün tekrar anlatacağız.
5) Türkiye'nin F-16 uçağı ve F-16 modernizasyon kitlerini satın alma taleplerine müttefiklik ilişkisinin sürebilmesi için acilen onay verilmelidir. Şu an ABD Başkanı Biden ile Erdoğan arasındaki telefon görüşmesinden başka bir somut taahhüt ve ilerleme varsa lütfen siyasi iktidarın yetkilisi bunu çıksın açıklasın.
6) Ege Denizi ve Doğu Akdeniz'deki dengeleri bozacak şekilde Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti aleyhinde verilen askerî destekler de mutlaka yeniden gözden geçirilmeli ve hakkaniyetli bir seviyeye taşınmalıdır.
Milletimiz adına takipçisi ve savunucusu olduğumuz bu adımlar kapsamında makul ve kabul edilebilir adımlar atılmadığı takdirde en başından bu yana sürdürdüğümüz tutarlı çizgimizi koruyacağımızı ve "hayır" oyu vereceğimizi Türk milletine beyan ederken yüce Meclisinizi saygıyla selamlıyorum. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)