Konu: | Kuzey Atlantik Antlaşmasına İsveç Krallığının Katılımına İlişkin Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 2 |
Birleşim: | 51 |
Tarih: | 23.01.2024 |
DEM PARTİ GRUBU ADINA NEVROZ UYSAL ASLAN (Şırnak) - Değerli milletvekilleri, muhalif siyasiler, gazeteciler, kadınlar, Kürtler ve ötekiler yüz yıldır haklı taleplerine karşılık zindanlarla, cezaevleriyle sınandılar. Özellikle devletin asli kurucu unsuru olan Kürtler inkâr, imha ve asimilasyona tabi tutuldu. Bu nedenle, Kürtlerin haklı mücadelesini yürütenler için bu cezaevleri bir nevi toplama kampına dönüştürüldü; sesleri, inançları ve değerleri insanlık dışı işkencelerle sınandı. Diyarbakır zindanı bu uygulamalarla dünyanın en şöhretli cezaevlerinden biri oldu ancak özgürlük, eşitlik ve barış isteyenlere uygulanan işkenceler karşısında insanlık onurunun kazanması için direnenler hiçbir zaman bu kötülüğe geçit vermediler, kötülüğün en saf hâliyle bu cezaevlerinde karşılaşanlar büyük direnişlerle tarihe geçti.
İşte, bugün de aynı mücadele devam ediyor. Bugün işkencecilerin isimlerini okullara veren zihniyet, adaletsizliğin, hukuksuzluğun, yoksulluğun dibe vurduğu ülkede hayal satmaya çalışıyor; adaletsizliğe, hukuksuzluğa karşı çıkanları ise toplama kamplarına dönüştürülmüş olan cezaevleriyle tehdit etmeye devam ediyor. Bugün Kürtler ve Kürt sorununun demokratik, eşit, özgür biçimde çözümü için mücadele edenler, yaşına, cinsiyetine, engelliliğine, hastalığına bakılmaksızın hukuka ve vicdana aykırı bir biçimde cezaevlerinde tutuluyorlar, kumpas dosyalarıyla tutuklanıp ayrımcı kanuni düzenlemelere dayanılarak, hatta kimi zaman doğrudan talimatlarla cezalandırılıyorlar. Diğer yandan, dost-düşman ikilemiyle toplum kutuplaştırılırken savaş politikalarıyla devam eden gencecik gençlerin ölümleri üzerinden iktidar devşirilmeye çalışılıyor.
Değerli milletvekilleri, daha dün 1.330 avukatın Adalet Bakanlığı bünyesindeki Diyarbakır'daki müdürlüğe yapmış olduğu İmralı'yla görüşme resmî başvurusu, adliye önünde yapmak istediğimiz açıklama, pankartta "Tecrit uygulanıyor." sözünden dolayı yüzlerce kolluk gücüyle engellenmeye çalışıldı. Peki, bu ülkede tecrit yok mu? İşkence yok mu? Cezaevlerinde hukuka aykırılıklar yok mu? Bu ülkede Kürt sorunu hukukla, adaletle, barışla çözüldü de bizim mi haberimiz yok? Tekçi, inkârcı savaş politikalarınız yüzünden gencecik yaşta gençleri ölüme göndermiyor musunuz? Bu ölümler dursun, Kürt sorunu demokratik yöntemlerle çözülsün, tecrit kalksın diye şu an 100'den fazla cezaevinde 58'inci gününe giren açlık grevleri yok mu? Hepsi var, gayet iyi biliyorsunuz, bunlara iktidarınız sürsün diye susuyorsunuz.
Bakınız, sadece son bir yılda tek bir derneğe yapılan başvurularla ilgili bir açıklama yapıldı ve "Avrupa standartlarına uygun" diye övündüğünüz cezaevlerinde 4.904 hak ihlali, en az 34 kişi yaşamını yitirmiş, hukuka aykırı bir biçimde üç yıldır uygulamaya konulan keyfî biçimde özgürlüğü elinden alınan 245 kişinin kurul kararları verilmiş. Cezaevlerinde bu keyfî, hukuka aykırı uygulamalara maruz kalan mahpuslar bunun yönetmelik, kanun, hukukla ilgili olmadığını biliyorlar, hukuk uygulansa mevcut tablonun çok farklı olacağını da biliyorlar; tam da bu nedenle kanun yapımından uygulama aşamasına kadar bu sürecin tamamının düşman ceza hukukundan, bu düşman ceza hukukunun da Kürt sorununun çözümsüzlüğünden, Kürt sorununun çözümü noktasında da en temel barış ve çözüm muhatabının Sayın Öcalan olduğu gerçeğini kamuoyuna duyurmak istemektedirler. Barış sesini duyurmak için fiziksel olarak imkânları ve koşulları elinden alınan mahpuslar, bedenlerini barış sesine dönüştürerek açlık grevine girdi. Bedenlerini barış sesi yapan mahpusların haklı taleplerini yerine getirmek yerine, cezaevlerinde şu anda elli sekiz gündür insanlık dışı muameleler had safhaya ulaştı. Oysaki cezaevinde olan bir kişi, hukuken geçici bir biçimde, hukuka uygun bir karar neticesinde insani infaz koşullarında tutulmalıdır. Mahpusların onurları, yaşam hakları, sağlık hakları başta olmak üzere insani tüm değerleri devletin sorumluluğundadır; ulusal mevzuatımıza göre de bu böyledir, uluslararası sözleşmelere göre de bu böyledir ancak hukuk tanımaz iktidarın yasal hakları dahi ellerinden alınan ilk kesim olan mahpuslara dönük her gün yeni hak ihlalleriyle karşı karşıya kalıyoruz. Bu protestoya, açlık grevine katılan mahpuslardan işkenceye varan uygulamalarla öç alınmakta, bunlar cezalandırılmakta. Ne mi yapılıyor? Bizim en azından avukatlar ve aileler üzerinden tespit edebildiğimiz kadarıyla, birçok cezaevinde açlık grevinde olan kişilerin her gün yapılması gereken kilo, şeker, tansiyon, satürasyon, sağlık kontrolleri yapılmamakta; ya doktor tarafından yapılmamakta ya da gardiyanlar hafta sonu bunu gerçekleştirmekte. Bununla ilgili somut olarak Ahlat T Tipi ve Gaziantep T Tipinden İnsan Haklarını İnceleme Komisyonuna da başvurularımız var.
Yine, "Açlık grevinde olan bir kişinin iaşesi verilmez." diye bir şey yok. İaşesi verilir ama nasıl verilir? Açlık grevinde olan bir kişi için tuz, şeker, karbonat, meyve suyu, ayran, yoğurt gibi kişinin talebine uygun bir biçimde günlük yeteri kadar iaşe verilir ancak birçok cezaevinde ya bu iaşeler verilmiyor ya da yeteri kadar verilmeyerek kişinin açlık grevi olan süreci daha da aç kalmaya, daha çok büyük hasara sebep vermekte. Yine, birçok cezaevinde açlık grevinde olan bir kişinin alması gereken başta B1 ve B12 vitamini olmak üzere destek vitaminler ve destek sağlık destekleri verilmemektedir.
Bakınız, Van F Tipi Kapalı Cezaevinde, Tekirdağ 2 Nolu F Tipi Kapalı Cezaevinde, Marmara'nın hemen hemen tüm cezaevlerinde açlık grevine girenlerle ilgili disiplin soruşturmaları başlatıldı ve haberleşme, iletişim araçlarından yoksun bırakma, kültürel ve spor etkinliklerinden alıkoyma ya da hücre cezaları, bir aylık etkinlikten alıkoyma cezaları verildi. Tek bir örnek, Gaziantep İslâhiye T Tipi Kapalı Cezaevinde Uğur Ürün, Hiccet Umui, Ümit Özen, İlhami İşçi on günlük süreli dönüşümlü açlık grevi süreçlerinde kendilerinin rızası dışında, disiplin cezası olmadan tekli hücrelere alındıklarını ve bu süre boyunca ilk bir hafta ailelerle telefon haklarının gasbedildiğini, on günlük grev süresi boyunca su, tuz, şeker ve limon verilmediğini, gerekli vitaminler ve sağlık kontrollerinin yapılmadığını, grev bittikten sonra kişinin yemeğe tekrar dönmesi için verilmesi gereken haşlama, çorba gibi sulu yemeklerin verilmediğini ve kişilerin normal iaşeye zorunlu bırakıldığını söyledi.
Yine, Bolu F Tipi Kapalı Cezaevi ve birçok cezaevinde greve girenlerin tüm kişisel kitapları, mektupları, eşyalarına el konuldu. Yine, birçok cezaevinde, maalesef ki bilhassa Silivri 2 Nolu L Tipi Cezaevinde infaz koruma memurlarının açık grevinde olan mahpuslara dönerek "Fırında sıcak börek var, yer misin?" şeklinde psikolojik şiddet uyguladığını; yine, gardiyanların açlık grevi talebine dönük olarak kötü muamele ve tehditlerde bulunduklarına dönük başvurular oldu.
Yine, Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevinde mahpusların talebi olmasına rağmen B12 vitamini ve muadili olarak verildiğini, revirden verildiğini ama B1 vitamininin asla verilmediğini, grevi bitenler için sadece beş günlük olması gereken diyetin bir günlük olarak patates haşlaması şeklinde verildiğini iletti. Yine, B1 vitaminiyle ilgili -bugün İnsan Haklarını İnceleme Komisyon Başkanımız da buradaydı, kendisine ulaşmaya çalıştık, maalesef ulaşamadık- B1 vitamininin verilmemesi sorunu birçok cezaevinde hâlâ devam ediyor.
Peki, soruyoruz: Açlık grevi bir protesto şekli değil midir? Bir olaya, bir konuya, bir politikaya, tam da iktidarın yürütmüş olduğu politikalara karşı dikkat çekmek için başvurulan barışçıl, şiddetsiz bir direniş biçimidir. Cezaevinde olan mahpusların itirazla, hukukla, dilekçelerle, başvurularla bu kürsüden bizlerin onların sesi olarak ifade etmeye çalıştığımız ve siyaseten ifade etmeye çalıştığımız talepleri sonuç vermediği için bugün 100'den fazla cezaevinde süreli ve dönüşümlü açlık grevleri devam etmekte.
Açlık grevi, özetle, düşünceyi açıklama ve yayma meşru yollarından biridir, ifade özgürlüğü kapsamındadır; ulusal mevzuatımızda da Anayasa'da da uluslararası sözleşmelerde de güvence altına alınmıştır. Güvence altına alınan bu hakka, bu protesto şekline, bu ifade özgürlüğünü kullanma biçimine müdahale edilemez. Açlık grevinin temelinde hayatına son verme değil, tam tersine insanca, vicdana uygun, insanlık onuruna yaraşır bir biçimde yaşamı sağlama amaçlanmaktadır. 27 Kasımdan beri Türkiye'deki cezaevlerinde süregelen açlık grevindeki talep ise Öcalan'a özgürlük, Kürt sorununa çözümdür. Hukuka uyma, barışa ve çözüme çağrıyı amaçlamaktadır. Anayasa ve uluslararası sözleşmeyle korunması gereken bu protesto ve ifade özgürlüğü biçimine karşı iktidarın en başından beri elli sekiz gündür sistematik bir biçimde devam ettire geldiği hukuk dışı uygulamaları tek tek sıraladım ki bunlar, bize ulaşanların çok az bir kısmı, burada sayamadığımız onlarca başvuru var. Oysaki bu hakkı kanunen korumak, yükümlülüğünü yerine getirmek varken "Nasıl olur da bu hakkı, bu talebi engellerim."in çabasının yaşandığını görüyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayın, lütfen.
NEVROZ UYSAL ASLAN (Devamla) - İfade yöntemi olarak, bir barışçıl yöntem olarak açlık grevi suç değildir, talepleri de suç değildir, disiplin cezasına ya da suç ihdasına konu edilmesini kabul etmiyoruz. Ulusal ve uluslararası yargı makamlarının kararlarında da ceza infaz kurumunda yer alanların bir ifade yöntemi, biçimi olarak açlık grevine girmesinin, disiplin ve güvenliği tehlikeye düşürmeyen barışçıl bir protesto türü olduğu için cezalandırılmayacağına dair onlarca karar vardır. Asıl sorgulanması gereken bu insanlık dışı muamelelere bulaşanlar, tecritte ısrar eden politik akıldır.
Bugün NATO'yu ve İsveç'i konuşuyoruz, asıl Türkiye'deki krizleri, ekonomik, hukuk, diplomatik, mülteci krizleri, NATO'ya hangi ülkenin girip girmeyeceğini değil çatışmalara karşı barışçıl bir çözüm yolunu, Kürtlerin muhataplarıyla nasıl çözeceğine dair ancak bir akılla bunu sağlayabiliriz. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)