Konu: | Turist Rehberliği Meslek Kanunu ile Seyahat Acentaları ve Seyahat Acentaları Birliği Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 2 |
Birleşim: | 71 |
Tarih: | 16.04.2024 |
DEM PARTİ GRUBU ADINA ZÜLKÜF UÇAR (Van) - Sayın Başkan, öncelikle teşekkür ediyorum.
Ben bu Mecliste bulunan Sayın Genel Kurulu, değerli halklarımızı ve zindanlarda esir tutulan bütün siyasi tutsakları selamlayarak geçmiş bayramlarını da kutluyorum.
Sayın Genel Kurul, değerli halklarımız; sizleri tekrardan saygıyla selamlıyorum. Turist Rehberliği Meslek Kanunu ile Seyahat Acentaları ve Seyahat Acentaları Birliği Kanunu'nda değişiklikler öngören kanun teklifinin geneli üzerinde söz aldım.
İktidar tepeden inme yasa tekniğinde ısrarcı olmaya devam ediyor. Yasa sürecinde turizm sektörünün temsilcileriyle görüşülmemiş, emekçilerin talepleri esas alınmamış ve sermayenin azami kâr arayışı tek ölçüt olarak kabul edilmiştir. Demokratik yasa tekniği bakımından toplumun ilgili kesimlerinin yasa yapma sürecine dâhil edilmesi bir zorunluluktur ancak toplumla arasında derin fay hatları oluşturan bu iktidarın demokrasi ve emek hassasiyeti olmadığı açıktır; asıl dertleri sermaye sahiplerini ve zenginleri memnun etmek, yandaşlarına daha geniş bir kâr sahası açmaktır.
Türkiye'de uzun yıllardır turizm sektörü başlıca kâr araçlarını toprak rantı, ormanlık alan talanı, sahillerin gasbı ve emek sömürüsünden almaktadır. Kıyılar ve sahiller halkın ücretsiz yararlanacağı kolektif mülkiyet alanlarıdır. Buna rağmen, mevcut iktidar anlayışından referans alan sermaye sahipleri halka kapatılan sahillerden fahiş ücretlerle büyük kârlar edinmektedir. Yine türlü hilelerle çöktükleri ormanlık alanları talan ederek kâr uğruna ekokırım faaliyetlerine devam etmektedir. Eldeki kanun teklifi sermayeyi dizginlemek, ekolojik tahribata ve sahillerin gasbına sınır koymak yerine emekçilerin hakkına bir kez daha göz dikmiştir.
Kanun teklifinde göze çarpan ilk olgulardan biri iktidarın sermaye yanlısı, emek karşıtı perspektifidir. Turizm şirketlerinin kâr imkânı gözetilirken turizm emekçilerinin iş sahasını daraltan bir teklifle karşı karşıyayız. Mevcut çalışma koşulları itibarıyla turist rehberleri başta olmak üzere turizm emekçileri onlarca sorunla boğuşmaktadır; güvencesiz iş şartları, düşük ücret, kayıt dışı çalıştırma, uzun iş günü süreleri, istikrarlı olmayan iş imkânı ve daha pek çok sorun. Kanuni düzenleme yapılacaksa öncelikli konu emekçilerinin yaşadığı bu sorunlardır. Peki, iktidar ne yapıyor? Eldeki teklifle emek karşıtı siyasetin ardına düşmüş ve emekçilere hayatı dar etmenin yollarını arıyor. Turist rehberlerinin en az 1 yabancı dil bilme zorunluluğunu fiilen kaldırarak ucuz iş gücü bulmada sermaye sahiplerine geniş bir alan açıyor. Her tur aracında 1 turist rehberinin bulunması zorunluluğunu ortadan kaldırarak sermaye sahiplerine kâr olanağı yaratıyor. Turizm emekçisi rehberler işsizler ordusuna itiliyor. Turist rehberi olma şartları esnetiliyor. Mesleği nitelik kaybına uğratmanın ve işçiler arası rekabeti artırmanın yolunu açarak sermayenin elini kuvvetlendiriyor. Öyle görünüyor ki kanun teklifine iradesi yansıyan tek kesim turizm sektörünün iktidar yandaşı zenginleri.
Bu kanun teklifiyle sermaye-iktidar ortaklığının sömürü, talan ve rant arayışının sonu ve doyma noktası olmadığına şahitlik ediyoruz. Öyle görünüyor ki emekçinin binbir zorlukla kazandığı açlık sınırındaki ücretine bile göz dikmiş olan bu ortaklık ülkenin bütün kaynaklarına çökmeye yeminli. Özetle ifade etmek gerekir ki iktidar bir kez daha sermaye sahiplerinin ve zenginlerin memnuniyet tekliflerini hazırlamış ve yurttaşın emeğine göz diken bir düzenin hizmetine sunmak istemiştir. Bu teklif turizm emekçilerinin sorunlarını daha da ağırlaştırmak ve zenginleri daha da zengin etmek amacından ibarettir. İktidar bir kez daha halkın değil, zenginlerin gündemine selam göndermiştir. Emeği yok sayan ve daha da yoksullaştırmayı öngören bu teklifi kabul etmiyor ve iktidarı sosyal adaleti önceleyen bir siyasete davet ediyoruz.
Sayın Genel Kurul, Türkiye'nin geleceği hakkında birçok işaret içeren bir yerel seçimden çıktık. Halk yaptığı tercihlerle Türkiye'nin geleceğine dair iradesini ortaya koyarken devlet özellikle Kürt halkına yönelik ayrımcı, kronik siyasetinde ısrar etmeye devam etti. Sahte seçmenler, Van'da kurulan siyasi pusu, YSK gaspları gibi birçok uygulama ile kolonyal devlet eğilimi tecelli etti. Devletin Kürt halkına dönük bu idare anlayışı bilinen bir olgu. Nitekim dönemin Meclis Başkanı Abdülhalik Renda ve Dâhiliye Vekili Cemil Uybadın Şark Islahat Planı'na da kaynak olan raporlarında kürdistan topraklarının yönetimi için açıkça müstemleke tarzı idareyi öneriyordu. Kürt halkını yok sayan ve Türkleştirmeye çalışan zihniyete dair öneri onlarca farklı bürokrat ve sömürgeci aydın tarafından defalarca ifade edilmişti. Sorunun özünü anlamak, nihai çözümü bulmak bakımından bu veriler kilit önemdedir çünkü kısmi ve süresel yumuşamalara rağmen devletin Kürt halkı için esas aldığı hâkim anlayış ve yönetim tarzı yüzyıldır aynı şekilde ilerliyor. Hukuktan ekonomiye, kültürel gelişimden siyasete kadar bütün sosyal yaşamda Kürt halkına bu sömürgeci eğilim dayatılıyor. Kürt halkının kendilik ısrarı ve kimlik talebi her türlü şiddet aygıtı ve ahlak dışı, hukuksuz saldırılarla bastırılmaya çalışılıyor. Kürt halkına biat etmeyi dayatan bu siyaset iflas etmiştir, müflis sömürgecilik demokratik yaşam iradesi karşısında tuzla buz olmuştur.
Sayın Genel Kurul, Van'da Kürt halkına kurulmak istenen siyasi pusu girişimiyle sömürgeci idare tarzı bir kez daha deşifre oldu. Van halkının iradesine sahip çıkışı ve Türkiye halklarının dayanışmasıyla boşa düşürülen bu oyun, ayrımcı ve inkârcı idare biçiminin son görünümüdür. Bakınız, sömürgeci idarelerde hukuk esas olarak kolluk üzerinden işler; yakalayan, tasnif eden, karar veren, infazı takip eden, kısacası bütün hukuki sürece nüfuz eden kolluk gücüdür çünkü kolonyal bakışta hâkim ve savcıya inisiyatif verme riskine yer yoktur. Van'da gasp girişiminin protesto eylemleri boyunca bu gerçekliğin en somut ve çıplak hâline bütün bir ülke olarak şahitlik ettik. Yakalamadan tutuklamaya kadar bütün süreci polis yürüttü. Kimin gözaltına alınacağına, gözaltı süresinin ne kadar olacağına, kimlerin tutuklanacağına bizzat polis karar verdi. Halkın büyük feraseti tarafından boşa düşürülen hile girişimi sonrası asırlık devlet refleksi işkence, gözaltı ve tutuklamayla açığa çıktı. Özgürlük İçin Hukukçular Derneği Van Şubesi, Van Barosu ve İnsan Hakları Derneği Van Şubesi tarafından yayınlanan rapora göre, plastik mermi, gaz ve tazyikli suyla halka saldıran kolluk tarafından en az 264 kişi darbedilerek, işkence edilerek gözaltına alındı, 30'u tutuklandı. En temel anayasal hakkını kullanmak isteyen halka izin vermek bir yana, toplantı ve gösteri hakkı terörize edilerek engellendi. Her türlü hukuk kuralı çiğnenerek evrensel ve anayasal gösteri hakkı örgüt üyeliği kapsamında soruşturma konusu yapıldı. Normal şartlarda skandal kabul edilecek uygulama Kürt halkına karşı olağan devlet uygulamasına dönüştürülmüştür. Tutuklanan herkesin derhâl serbest bırakılması bir zorunluluktur. Zira, ne kolluğun gözaltı işlemi ne savcının tutuklama talebi ne hâkimin tutuklama kararı hukuki gereklilikleri karşılamaktadır. Usul ve esasa dair bütün hukuk kuralları fütursuzca ayaklar altına alınmıştır. En temel demokratik haklarını kullandıkları için insanların tutuklanması olağan hukuk düzeni bağlamında izahı olmayan bir gerçekliktir. Bütün bu tutuklamalar Kürt halkına yönelik olağanüstü hukuk uygulamasına dayanmaktadır. Bütün Van halkı şunu çok iyi biliyor: Bu tutuklamaları Van halkı tarafından boşa düşürülen hilenizin rövanşı olarak uyguladınız. Bu gözaltılar ve tutuklamalarınız siyasi talimata dayanıyor, hukuki hiçbir temeli bulunmuyor. Tek derdiniz iradesine sahip çıkan yurttaşları teslim almaktır, insanlardan intikam almak, onları hukuk dışı yollarla cezalandırmaktır. Başta söylemiştik, hukuk bu ülkede Kürt yurttaşa yönelik koruma vasfı taşımıyor aksine, Kürt halkının kimlik ve hak talebine karşı bir saldırı aygıtı rolündedir ve bu işlevi görmeye devam ediyor.
Bu anlayışın bir güncel örneğini de iki gün önce Şemdinli'de yaşadık. Askerler durdurdukları köylüleri önce tehdit ediyor, hakarete maruz bırakıyor, ardından keyfî bir biçimde silah kullanıyor çünkü aynı asker, sınırsız saldırı gücüyle donatıldığını, işleyeceği suçların cezasız bırakılacağını biliyor; pervasızlığın sebebi budur. Hukuk Kürt halkına saldıranın meşruiyet aracı, kolluğun koruma kalkındır. Devlete hâkim olan aklın şu hakikati görmesi gerekiyor artık: Yüz yıl boyunca denemediğiniz şiddet ve işkence yöntemi kalmadı, Kürt halkını asimile etmek ve kimlik kaybına uğratmak için başvurmadığınız hile kalmadı, hegemon güçlerin kapısının önünde bekleyip vermediğimiz taviz kalmadı. Takrir-i Sükûn Kanunu, Şark Islahat Planı ve benzeri birçok metinle giriştiğiniz kürdistanı Kürtsüzleştirme, göç ettirilen Kürtlerin topraklarını Türkleştirerek hâkim olma politikanız işlemedi. İstiklal mahkemelerinde aldığınız idam kararları, hapishanelerde yaptığınız işkenceler, Kürtlere işkence yasası olarak yarattığınız Terörle Mücadele Kanunu ve onlarca güvenlik paketiniz işlemedi. Şunu kabul edin: Bu halkın iradesini teslim alma planlarınızın tamamı boşa düştü, Kürt halkı kendi olma amacından vazgeçmedi; büyük direndi, direnmeye devam ediyor.
Şimdi, bütün bu hileli tarihe sahte seçmenler ve YSK'ye yaptırdığınız gasplarla tekrar can vermeye çalışıyorsunuz. Şırnak, Bitlis, Kars ve birçok yere binlerce askerî seçmen taşıdınız, hayatı boyunca bu kentleri görmek bir yana belki şehrin ismini bile bilmeyen askerle Kürt halkının iradesini gasbettiniz. Bu hileler Şark Islahat Planı'nın modern sömürge taktiği olarak yeniden horlatılmasıdır. O gün sahte yurttaşlarla yapmak istediğinizi bugün sahte seçmenlerle bir kez daha denemiş oldunuz. Kars'ta yaklaşık 1.000 oy farkla kazandığımız seçimi 4.180 sahte seçmenle gasbettiniz. Yaklaşık 4.000 oy farkla kazandığımız Şırnak'ta 6.541 sahte seçmenle seçimi gasbettiniz. Aynı şekilde Bitlis'e yığdığınız sahte seçmenler ve iptal ettiğiniz 2.000 oyumuzla seçimi gasbettiniz. Kürt kentlerini askerlerle doldurmanıza rağmen halkın iradesini yenemediniz. Sahte seçmenleriniz ve binbir çeşit hileleriniz sizi kurtarmaya yetmedi. Halktan tamamen kopmuş, hakikatle bağını yitirmiş bu iktidar anlayışı elbette kaybetmeye mahkûmdur. Sorun Kürt politikasıyla sınırlı değildir. Bütün Türkiye halkları için yoksulluk ve adaletsizlik üreten bir iktidar hâli var ortada. Halk ekmek kuyruğunda beklerken soluğu ilk fırsatta Maldivler'de alan, halk açlık sınırında yaşarken ıstakozlu sosyal medya paylaşımı yapan bu anlayış elbette kazanamazdı.
Değerli Genel Kurul, YSK'nin hukuksuz kararları da Van'daki tutuklamalar da devletin Kürt halkına işkenceci ve inkârcı hukuk uygulamasından kaynağını buluyor. İstiklal mahkemelerinden 49'lar davasına, DDKO yargılamalarından 80 darbesi işkence uygulamalarına, İmralı'da devam eden mutlak tecrit sisteminden Kobani kumpas davasına kadar süren hukuk uygulaması da bu süreci işaret ediyor. Kobani kumpas davası bu hukuksuzluk zincirinin son halkasıdır. Yargılama süreci sömürgeci idare tarzına uygun olarak hukuk alanında yürütüldü. Devletin kendi koyduğu hukuk normlarının asgari gereklerine dahi riayet edilmedi. Tutukluluk süresi dolan yoldaşlarımız dünyanın gözü önünde rehine olarak tutuldular. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları siyasi talimatlarla boşa düşürüldü. AYM bu yargı oyununun meşruiyet organı olarak sürece eklemlendi. Özetle, hayalî bağlantılar, tanıklar ve delillerle dikilen hukuk kılıfı binbir sökük altında bir paçavraya dönüştü. Kumpas davasında sanık kürsüsünü dayattığınız arkadaşlarımız aslında her zaman yargılayan taraftı. Dava boyunca Sebahat Tuncel, Gültan Kışanak, Ayla Akat Ata, Selahattin Demirtaş ve bütün yoldaşlarımız heyetin karşısında yüz yıllık tekçi, inkârcı ve ırkçı rejimi yargıladı. Siz onları hapsederek fikirlerini esir alacağınızı sandınız ancak yargılama boyunca bütün yaratıcı ve üretken düşünceleriyle Kürt halkının meşru mücadelesini anlattılar ve devletin ana kodlarındaki Kürt karşıtlığını deşifre ettiler. Bu bilgelik karşısında açıklanacak kararın bir hükmü de artık kalmamıştır. Esaretin dayatıldığı mücadele azmi yenilmedi, tarih bunu yazacak. Zulüm karşısında Sebahat Tuncel kazandı, Gültan Kışanak kazandı, Ayla Akat Ata kazandı, Selahattin Demirtaş kazandı, Figen Yüksekdağ kazandı, direnen Kürt halkı ve yoldaşları kazandı. Evet, Kobani kumpas davasından çıkacak karar yoldaşlarımıza kaybettirmeyecek ancak Türkiye'ye kazandırabilir, adil ve hukuka uygun bir karar Türkiye halklarının bir arada ve özgürce yaşaması için umutları yeniden yeşertebilir, Kürt sorununun çözümü için ilk adım olabilir, onurlu barış ve demokratik çözümün kapılarını aralayabilir, savaş ekonomisinin sonunu getirerek Türkiye halklarının adil bir toplum özlemini, sosyal refah ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlayabilir ve elbette yıllar boyu sürdürdükleri hukuksuz uygulamalarla toplumdan kopuk hâle gelen iktidara yeni bir şans yaratabilir; nitekim demokrasi, uzlaşı kültürü ve adalet bu toprakların en acil ihtiyacıdır.
Değerli milletvekilleri, Türkiye halklarının karşı karşıya bulunduğu bu hukuksuzluk cenderesine karşı aralıksız direnen siyasi tutsaklar 4 Nisanda açlık grevi eylemlerini boykot eylemine çevirdiler. Bu kapsamda aile ve telefon görüşmelerine çıkmama kararı alan tutsaklar İmralı'da ağırlaştırılmış olan tecrit şartlarını somutlaştırma ve hepimize durumun vahametini anlatma iradesi gösteriyorlar. Kürt sorununun çözümü ve İmralı tecridinin kaldırılması taleplerinin karşılanması, özünde Türkiye'nin birçok sosyal ve ekonomik sorununun çözümünü de beraberinde getirecektir. Bu sebeple tutsakların sesine kulak vermek, onların iradesini güçlendirmek ve nihai çözüm adına inisiyatif geliştirmek her birimizin ortak görev ve sorumluluğudur.
Sayın Genel Kurul, değerli milletvekilleri; halk son seçimde bütün partiler için yol haritasını çizmiştir. Hakikati kabul etmek, çözümsüz yol ve yöntemleri terk etmek, onurlu barış ve demokratik çözümde birleşmek yegâne yoldur. Bu yolun haklılığını görmek için ülkece yeterince deneyim kazandık. Şimdi cesaret zamanı, halkın çözüm iradesini sahiplenmek ve demokratik yaşamı inşa etmek zamanıdır. Halkın barış talebine kulak vermek, çözüm iradesi geliştirmek en çok da mevcut iktidar bakımından zorunludur. Toplumla uyumlu ve istikrarlı bir siyasi gelecek açısından iktidarın da en büyük şansı bu olacaktır.
Teşekkür ederim. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)