Konu: | Türk Ticaret Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 2 |
Birleşim: | 85 |
Tarih: | 22.05.2024 |
DEM PARTİ GRUBU ADINA HAKKI SARUHAN OLUÇ (Antalya) - Sayın Başkan, sayın vekiller; ekranları başında bizleri izleyen halklarımızı ve sizleri saygıyla selamlıyorum ve cezaevlerinde bizleri izleyen arkadaşlarımıza, Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ şahsında yürekten selamlarımızı gönderiyorum. Her ne kadar cezaevlerine selam göndermemize kızanlar olsa da burada biz yine de bunu yapıyoruz.
Dün Kobani meseleleri tartışılırken Sayın Zengin "Aslında 6-8 Ekimde ne oldu, bunu tartışmamız lazım." dedi ve sonra "Vahim hadiseler oldu." diye devam etti. Gerçekten doğru, 6-8 Ekimde vahim hadiseler oldu ve bizler de defalarca bu hadiselerin neden olduğunun ve kimlerin yaptığının açığa çıkması için araştırma komisyonu kurulmasını talep ettik, defalarca. 11 defa bu Genel Kurula önerge indirdik ve her seferinde bu önergeler reddedildi; 11 defa indirdik, üstelik de dava süreci başlamadan bu önergeleri indirdik. Yani Kobani, 6-8 Ekim yaşanır yaşanmaz buna dair talebimizi dile getirdik ama hep reddedildi. Bu retlerin sonucunda ne oldu sayın vekiller? Gerçek failler bugüne kadar gizlenmiş oldu, gerçek failler. Aslında siz buna hizmet ettiniz. Ölümlerin çoğunun failleri bir şekilde devletle bağlantılı olduğu için onlar korundu, bizler hedef gösterildik; mesele bu, birinci olarak bunu söylemek istiyorum.
Vahim olaylar oldu ve bizler o olayların durması için uğraştık. Bakın, bir kez daha bu kürsüden bir tarihsel gerçeği açıklıyorum, defalarca da burada konuştuk bunu: Günün İçişleri Bakanı Efkan Ala ile bizim o dönem Meclis İdare Amirimiz olan Sırrı Süreyya Önder, vekillerimiz İdris Baluken ve Pervin Buldan, Eş Genel Başkanımız Selahattin Demirtaş'ın önerisiyle İçişleri Bakanlığında o gece sabaha kadar bu gelişmeleri, vahim olayları durdurmak için çalıştılar, birlikte sabahladılar. Bakın, Efkan Ala, şimdi sizin milletvekiliniz, aynı zamanda Genel Başkan Vekiliniz; aksi bir şey varsa gelsin, açıklasın. Sırrı Süreyya Önder, Meclis Başkan Vekilimiz; aksi bir şey varsa gelsin, açıklasın. Ben, burada bu gerçeği bir kez daha vurguluyorum. "Kontrol edilemeyen güçler" lafı işte o zaman ortaya çıktı, o koşullarda dile getirildi. 6-8 Ekim 2014 Kobani olaylarından sonra, dört buçuk ay sonra, bu iki isim dâhil olmak üzere, ikili heyet yani bir tarafta devletin, iktidarın ve Hükûmetin heyeti, bir tarafta bizim partimizin heyeti, 28 Şubat 2015'te Dolmabahçe'de oturdular, ortak fotoğraf verdiler ve açıklama yaptılar.
Şimdi, Sayın Zengin, elinizde bir liste var, dün açıkladınız, bugün de söylediniz "Şu kadar ilde, bu kadar ilçede; şu kadar yağma, bu kadar hasar..." falan, evet. Bakın, siz hukukçusunuz, kararı da okuduğunuzu varsayıyorum, görmüşsünüzdür. Arkadaşlarımız bu davada bu iddiaların tamamından beraat etti, tamamından beraat etti; herhangi bir ölümden sorumlu tutulmadılar, talan ve yağmadan sorumlu tutulmadılar, bu kararla azmettirici olmadıkları ortaya çıktı, şiddet eylemi çağrısından veya şiddete teşvikten ceza verilmedi. Algı operasyonu yapıyorsunuz hâlâ, algı operasyonu yapıyorsunuz. "Müşteki" diye getirdikleriniz "Biz, bu insanlardan şikâyetçi değiliz." dedi. "Gizli tanık" diye bulduklarınızın tamamının söyledikleri yalan çıktı, açık tanıklar da fos çıktı.
"Siz" diyorum çünkü partiniz bu davaya müdahil oldu, karşımızda yer aldınız sayın vekiller. Bu yargılama sürecinde bu kürsüden defalarca dile getirdik, ben konuştum; evrensel, demokratik hukuk ilkelerine aykırı bir yargılama süreci var dedik, adil yargılama yok dedik. Nitekim, sonunda ortaya hukuksuz bir karar, evrensel hukukla izah edilemeyecek bir sonuç çıktı ama bu hukukun da bir adı var: "Düşman hukuku." Neden mi? Hukukun üstünlüğü değil üstünlerin hukukunun geçerli olduğu bir yargılama yapıldı. Çete lideri çıkan bir hâkimin kabul ettiği bir iddianameyle yargılandık ya, çete lideri çıktı o hâkim, ağır ceza hâkimi! Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı Aralık 2020'de verildi, tanımadınız; aynı zamanda yok saydı bunu, Anayasa'nın 90'ıncı maddesini çiğnedi bu mahkeme; bütün bunlarla karşı karşıya kaldık.
Yani davayı özetleyecek olursak Kobani kumpas davası, iddianamede tüm sanıkların 31 ilde işlenen 37 cinayet ve 5 bin adet şiddet olayından azmettirici -TCK 38- olarak sorumlu tutulmasıyla başladı, avukatlar ve siyasetçiler azmettirme iddiasını hukuken çökertti, duruşma savcısı TCK 38'i bir kenara bırakmak durumunda kaldı. Bu kez müşterek fail -TCK 37- oldukları yani şiddet eğilimlerini birlikte gerçekleştirdikleri iddiası öne sürüldü, siyasetçiler ve avukatları esas hakkındaki savunmalarda bu iddiayı da hukuken çökertti; neticede, mahkeme de sanıkları tüm cinayet ve şiddet eylemi iddialarından beraat ettirdi.
Yani, Özlem Hanım, 6-8 Ekim 2014'te yaşanan 5 binden fazla suç iddiasından beraat ettirdi mahkeme arkadaşlarımızı. Oysa, bu dava, Demirtaş'ın ve HDP MYK'sinin 37 kişinin katili, Yasin Börü'nün katili ilan edilmesiyle başlamıştı; bunu anlattınız bütün topluma. Demek ki Demirtaş, Yüksekdağ ve HDP MYK'si Yasin Börü'nün ve diğerlerinin ölümde hiçbir hukuki sorumluluk taşımıyormuş, kimsenin de katili değillermiş, hiçbir şiddet olayına da karışmamışlar. Yani kısacası, ne bir şiddet eyleminden ne şiddeti teşvikten ne de destekten ceza verildi. Ama sonra ne oldu? Suça yardım etme olan TCK'nin 39'uncu maddesini uygulayarak MYK üyelerine ve eş başkanlarına cebir fiili olmaksızın TCK 302'den ceza yağdırıldı. Siz hukukçusunuz, biliyorsunuz, 302'de cebir fiili olmadan ceza verilmez ama 302'de cebir fiili olmadan ceza verildi ve gerçekten, Türkiye'de hukuk tarihine örneği bulunmayan bir karar geçti; ilk kez cebir fiili olmaksızın bir "tweet" atmaktan dolayı TCK 302'den ceza verildi. Aslında olay ne? İfade özgürlüğünden ceza verildi. O "tweet" çünkü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından da "İfade özgürlüğüdür." diye karara nakşedildi.
Açıkça siyasi bir amaçla hareket edildi; bunu anlatmaya çalışıyorum. Bu nedenle siyasi intikam davasıdır bu dava. Kürt'e düşman olan bir hukukla karşı karşıyayız. Kürt halkının demokratik siyaset alanındaki temsilcilerini, sözcülerini tasfiye eden bir davaydı bu. Bu bağlamda, sadece siyasi bir davadan söz etmiyoruz, siyasi bir intikam davasından söz ediyoruz. Kararlar, iktidar ortakları tarafından, Cumhur İttifakı tarafından miting meydanlarında ve grup toplantılarında zaten defalarca ilan edildi. Hedef siyasi tasfiyedir; demokratik siyasette ısrar edenlere ceza verildi, Kürt halkına ceza verildi, barışçı olana ceza verildi, "Sorunlarımızı silahsız ve şiddetsiz, diyalog ve müzakereyle çözelim." diyenlere ceza verildi çünkü Kürt sorunu barışçı ve demokratik bir yolla çözülmek istenmiyor, esas mesele bu. İktidar, şiddeti siyasete tercih ettiğini gösterdi; işte, bu zihniyet değişmelidir. Müzakere etme geleneği olmayan bir siyaset anlayışıyla karşı karşıya bulunuyoruz; bu zihniyet değişmelidir.
Sayın Zengin, dediniz ki dün: "Türkiye Büyük Millet Meclisi sizin için tarihî bir yer." Külliyen yanlış bir ifade, reddediyoruz. Bu kürsüde yaptığımız bütün konuşmalarda -benim yaptığım konuşmalar ve arkadaşlarımın konuşmaları- açıklamalarımızda, yayınladığımız parti belgelerimizde çok açık ve net bir biçimde bu ifadenin tam tersini savunduk.
ÖZLEM ZENGİN (İstanbul) - Sizin konuşmalarınız için söylemedim.
HAKKI SARUHAN OLUÇ (Devamla) - Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümü için yer Ankara'dır dedik, Meclistir dedik ve demeye devam ediyoruz. Bu çözümün gerçekleşmesi için yasal ve anayasal her türlü düzenlemeyi tartışmak istediğimizi defalarca vurguladık. Muhalefet ve iktidarla birlikte bu konuyu konuşmaya ve tartışmaya hazır olduğumuzu defalarca anlattık, elimizi uzattık ama cevabını böyle alıyoruz. Sizler yargıyı kullanarak bizleri tasfiye etmeye çalışıyorsunuz. Kapatma davasıyla bu süreci sürdürüyorsunuz. Bizlere "bölücü" derken esas bölücülüğün bu tasfiyeci anlayışta yattığını görmüyor musunuz? Kürt'e düşman hukuku uygulamanın ayırımcılığını görmüyor musunuz? Bizler konuşarak, müzakere ederek çözemeyeceğimiz sorunumuz yoktur derken sizler tasfiye için çabalıyorsunuz.
Şimdi, bakın, bir noktaya değinmek istiyorum son olarak. Sayın vekiller, bugün bir normalleşmeden söz ediliyor, önemli elbette çünkü toplumsal kutuplaşmanın ve siyasal kutuplaşmanın bu kadar yoğun olması, yargı dâhil bütün alanlarda anormalliğin yaşanmasına yol açıyor ama belli ki bu "normalleşme" denilen süreç, DEM PARTİ'yi ve Kürtleri kapsamıyor; Türkiye'de demokrasi, adalet ve barış isteyenleri, toplumsal uzlaşmayı önemseyenleri kapsamıyor. Bu koşullarda demokratik ve özgürlükçü bir Anayasa yapma samimiyetinden ve güvencesinden bahsedebilir miyiz?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun, toparlayın.
HAKKI SARUHAN OLUÇ (Devamla) - Toparlıyorum efendim.
Bu koşullarda demokratik ve özgürlükçü bir anayasa yapma samimiyetinden ve güvencesinden bahsedebilir miyiz? Bu ülkenin ve toplumun demokratik bir anayasaya ihtiyacı var, hem de 1982 yılından beri buna ihtiyacı var. Defalarca söyledik, hâlen de söylüyoruz ama bunun politik iklimini yaratıyor musunuz? Kobani tasfiye kararlarıyla mı bu politik iklimi yaratacaksınız, parti kapatma davalarıyla mı "Dokunulmazlıkları kaldıralım." çağrılarıyla mı bu politik iklimi yaratacaksınız? Bu inandırıcı bir şey mi?
Bir kez daha vurgulayalım ve bir kez daha bizlerin toplumsal uzlaşmadan, müzakere etmekten ve demokratik siyaset alanını genişletmekten, korumaktan ve geliştirmekten yana olduğumuzu vurgulayalım. Elimizi muhalefete de iktidara da uzatıyoruz.
Ama şunu da söylemek istiyoruz ki bu son hukuksuz cezalardan dolayı ensemizi karartmıyoruz, mücadele azmimizi düşürmüyoruz ve böyle olduğunu düşünenler varsa yanılıyorlar. Bu kötü haberi de onlara vermiş olayım.
Teşekkür ederim. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)