GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Dışişleri Teşkilatını Güçlendirme Vakfı Kanunu Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:87
Tarih:28.05.2024

İYİ PARTİ GRUBU ADINA TURHAN ÇÖMEZ (Balıkesir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Dışişleri Teşkilatını Güçlendirme Vakfı Kanunu Teklifi'yle ilgili İYİ Parti Grubu adına söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, bu kanun teklifinin daha hazırlanma süreci sorun ve hatalarla başladı. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı bu teklifle ilgili Plan ve Bütçe Komisyonunu ana komisyon, Dışişleri Komisyonunu ise tali komisyon olarak belirledi. Peki, sonra ne oldu? Dışişleri teşkilatını güçlendirmek için kurulacak olan bu Vakıfla ilgili kanun teklifi Dışişleri Komisyonunda görüşülmedi bile. Peki, niye görüşülmedi? E, hani Dışişleri Bakanlığı teşkilatının faaliyetlerini güçlendirmek içindi bu Vakıf, bu teklif? Hani temsil kabiliyeti yüksek ve donanımlı Dışişleri personeli yetiştirmekti bu teklifin amacı? O hâlde niye görüşülmüyor Dışişleri Komisyonunda? Burada her şey enine boyuna konuşulsa, tartışılsa, değerlendirilse olmaz mıydı? "Olmaz." Niye? "Gerek yok, zaten biz karar verdik, bir an önce hayata geçsin."

Değerli arkadaşlar, Meclisin itibarını korumak, millet iradesinin tecelli ettiği bu yüce makamın olması gerektiği gibi çalışmasını sağlamak, yasama ve denetleme faaliyetlerini tam anlamıyla yapabilmesini temin etmek bizlerin görevi. Teklif kamuoyunda yeterince tartışılmamış, sivil toplum örgütlerinin görüşleri alınmamış, etki analizleri yapılmamış, ilgili komisyonda bile görüşülmemiş; hızlı ve özensiz bir şekilde Meclise gönderilmiş "Alın, bunu bir an önce geçirin." denilmiş ve bir anlamda Meclise şeklî bir görevi tamamlama misyonu yüklenmiştir. Sayın Başkanın bu yaklaşımı son derece yanlıştır ve bana göre millet iradesine yapılan bir haksızlıktır.

Bakınız, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kanun yapmak suretiyle kurulan vakıf sayısı bu teklifle birlikte 6 olmuştur. Kronolojik olarak baktığımızda bunların sadece biri AK PARTİ dönemi öncesine denk gelmektedir, o da 87'de kurulan Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfıdır. Diğerleri; Yunus Emre Vakfı, Türkiye Maarif Vakfı, Antalya Diplomasi Forumu Vakfı, Türk Arkeoloji ve Kültürel Miras Vakfıdır. Bu vakıflarla ilgili süreç incelendiğinde, tekliflerin tamamında işin niteliği ve uzmanlık alanlarına göre havaleler yapılmışken burada maalesef sıra dışı ve anlaşılmaz bir yöntem tercih edilmiştir. Bu da kanunun iddia edilen amaçlarına ve ruhuna aykırıdır.

Değerli arkadaşlar, İç Tüzük madde 38 uyarınca, komisyonlar kendilerine havale edilen işlerin ilk önce Anayasa'nın metin ve ruhuna aykırı olup olmadığını tetkik etmekle yükümlüdür. Komisyon görüşmelerinde bu konu da ne yazık ki ele alınmamıştır. Anayasa'nın 123'üncü maddesi der ki: "İdare, kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir.

İdarenin kuruluş ve görevleri, merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanır.

Kamu tüzelkişiliği, kanunla veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle kurulur." Oysa görüşeceğimiz teklifin 3'üncü maddesinde Vakfın faaliyetleri düzenlenmiştir ve bu faaliyetlerin büyük bir kısmı idarenin işleyişiyle ilgili olmasına rağmen Vakfa bırakılmıştır. Dolayısıyla Anayasa'ya aykırılık teşkil edecektir.

Değerli arkadaşlar, Dışişleri Bakanlığımız Türkiye'nin en köklü ve teşkilat yapısı itibarıyla en güçlü bakanlıklarından biridir ancak ne yazık ki 2002 yılından beri, her kurumda olduğu gibi Dışişleri Bakanlığımızda da yerleşik, köklü, güçlü gelenekler terk edilmiş, yetişmiş insan kaynakları, birikimler bir kenara bırakılmış, devlet politikalarının yerini ideolojik saikler, partizanca tutumlar, popülizm ve siyasal rant almıştır. İşte bundan dolayıdır ki bugün güney sınırımız delik deşik edilmiş, milyonlarca Suriyeli kaçak ülkemizi istila etmiştir; doğu sınırımız yolgeçen hanına dönmüş, en az yarım milyon Afganlı genç erkek sırtlarındaki metamfetamin dolu çantalarla ülkenin her yerine dağılmışlardır. Bu arada, doğu sınırımızdan üç yıl içinde 50 bin mayının temizlenmesi için de Avrupa Birliğinden 21,3 milyon dolar para aldığınızı hatırlatmak isterim.

Mavi vatan artık konuşulmaz olmuş, Doğu Akdeniz'deki sondaj gemilerimiz limanlarda çürümeye terk edilmiş. Avrupa Birliği mavi vatanı reddetmiş, buna mukabil Sevilla Haritası'nı dayatmış ve bizim deniz yetki alanlarımızın Yunanistan'a ait olduğunu söylemiştir. Buna itiraz edilmediği gibi ya da karşı durulamadığı gibi, ne yazık ki aramalara da bu dayatma neticesinde son verilmiştir. Gemileri satın alan Türkiye teknik personel ve cihazların işletmesini taşere etmiş ve bundan 100 milyonlarca dolar zarar ederken birilerinin cebi de yeşil dolarlarla şiştikçe şişmiştir. Bu işletmenin verildiği firmanın siyasi bağlantılarını ise tartışmanın bir başka konusu olarak bir başka değerlendirmeye bırakıyorum. Diyeceksiniz ki: "Bu sondaj gemilerini Karadeniz'de kullanalım." Ne yazık ki onu da yapma şansınız yok, onun için dedim limanlarda çürütüyorsunuz diye. Mesela, Abdülhamid Han sondaj gemisinin kule yüksekliği 60 metre, bu nedenle boğazları geçme şansı yok. Bu gemiyi satın alanlar ve buna aracılık edenler bu esnada neler düşünüyordu da boğazlardaki köprü yüksekliklerini hesaba katmadılar bir gün mutlaka açığa çıkacaktır. Ay yıldızlı pasaportumuz büyük ölçüde itibar kaybetmiş, artık vatandaşlarımız bırakın vize almayı, vize randevusu bile alamaz hâle gelmiştir. F-35 projesinden dışlanan ülkemiz verdiği parayı geri bile alamamış, satın almak istediği eski nesil F-16'lar için bile "Ege adaları üzerinde ve kuzey Suriye'de uçamazsınız." şartı getirilmiştir. Kuzey Suriye'de defakto bir PYD/YPG terör devleti kurulmuş, 80 bin kişilik bu yapı yıllarca sözde müttefiklerimiz tarafından eğitilmiş, donatılmış ve bugün, anayasa ve seçim hazırlıklarını tamamlayarak uzun yıllar bölgenin başına bela olacak bir devlet kurmak için ciddi mesafeler almıştır. Katil İsrail'le Gazze saldırılarını başlattığı günden son haftalara kadar, defalarca yaptığımız uyarı ve eleştirilere rağmen ticarete devam edilmiş, yüzlerce gemiyle milyarlarca dolarlık ticaret yapılmıştır. Bununla birlikte, Güney Afrika gibi bir ülke Lahey Adalet Divanına başvurmuş, İsrail'in soykırım yaptığına dair belgeleri de sunarak dava açmış ama Türkiye bu konuda bir adım atmamış, atamamıştır. Bu arada, Türkiye'den Gazze'ye giden yardımların önemli bir kısmının Refah'tan geçemediğini, El Ariş'te bekletildiğini de ifade etmek isterim.

Dış politikadaki o meşum U dönüşlerinizden de uzun uzun bahsetmeyeceğim. "Kardeşim Esad" dediniz, ortak Bakanlar Kurulu toplantısı düzenlediniz, sonra "Bekle bizi Emevi Camisi, geliyoruz." dediniz, bir de baktınız ki kucağınızda 10 milyon Suriyeli kaçak. Darbe girişiminin faili olarak Birleşik Arap Emirlikleri'ni gösterdiniz, sonra da adamları kırmızı halılarla karşılayıp para istediniz, şimdi de ülkenin tüm yer altı, yer üstü enerji kaynaklarının imtiyazlarını bunlara peşkeş çekmek için yasa teklifi getirmeye hazırlanıyorsunuz. Yıllarca "katil Sisi" diye siyaset yaptınız, iç politikaya malzeme ettiniz, "Asla bu adamla aynı masaya oturmam." dediniz, adamlar gitti, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'yle, Yunanistan'la bizim aleyhimize bir sürü anlaşmalar yaptı, sonra da bir 14 Şubat Sevgililer Günü koşa koşa Mısır'ın yolunu tutup "katil" "darbeci" dediğiniz adamla kucaklaştınız. "Bu can bu bedende, bu fakir bu görevde olduğu sürece o teröristi alamazsınız." dediniz, "Ver papazı, al papazı." dediniz, Trump'tan gelen bir "tweet" mesajıyla "Ben öyle demek istemedim, alın papazı." deyip adamı özel uçakla ülkesine gönderdiniz. Katiller özel uçaklarla ülkemize geldiler, bir gazeteciyi bir büyükelçilikte vahşice katlettiler ve ellerini kollarını sallaya sallaya ülkemizi terk ettiler, dediniz ki: "Bunlar insanları enayi, ahmak zannediyor." Bu sizin sözünüz benim değil. "Kamuoyunu kandıracaklarını zannettiler. Suudi gazetecinin ölümünün tüm yönleriyle aydınlatılıp aydınlatılamayacağı çocuklarımızın nasıl bir dünyada yaşayacağını belirleyecektir, belgeleri vermeyiz." diye tüm dünyaya ilan ettiniz, sonra da dava dosyasını koltuğunuzun altına alıp Cidde'nin yolunu tuttunuz "Alın, hepsi sizin olsun." dediniz ve davanın üzeri maalesef örtüldü. Çünkü para lazımdı, çünkü 140 milyar dolar borçla aldığınız ülkeyi tam 500 milyar dolar borca batırmıştınız. Elde ne var ne yoksa satmıştınız, gelecek garantili projelerle ülkenin istikbalini ipotek etmiştiniz ve kasa bomboştu, bilançosu negatifti. Kaşıkçı cinayeti gibi, Mursi'nin dramında da "Unutturulmasına izin vermeyeceğiz." dediniz ama ilk unutan ve unutturan siz oldunuz.

Değerli arkadaşlar, maalesef, teşkilat çalışanlarını, çok değerli büyükelçileri "monşerler" diyerek şikâyet ettiniz ve onları halkla karşı karşıya getirdiniz. Dünyanın her yerinde dışişleri, içişleri, savunma ve maliye 4 ana bakanlıktır, bu temel prensibi yok saydınız ve kendinize göre yeni bir düzen ihdas ettiniz. Sayın Cumhurbaşkanı görüşmelerin çoğuna Dışişleri diplomatlarını almıyor, hatta bir kısmına büyükelçilerimiz bile katılamıyor. Böyle bir sürecin ardından o büyükelçimiz bulunduğu ülkede ne yazık ki itibar ve güç kaybına da uğruyor. Mesela, Sayın Cumhurbaşkanının gittiği ülkelerde büyükelçiliğimizde brifing alması gibi önemli ve gelenekleşmiş bir uygulama vardı, artık bu terk edildi.

Bir başka sorun da Dışişleri Bakanlığımızın dış politikanın yürütülmesinde diğer ilgili kurumlar üzerindeki koordinatörlük rolü. Bu rol de büyük ölçüde erozyona uğramıştır. Mesela, soruyorum: Cumhurbaşkanlığı Dış Politikalar Kurulunda neden tek bir aktif veya emekli diplomat yok? Artık dış politikada diplomatlara gerek duyulmadığı için mi? Maalesef, diğer kurumlar Dışişlerini bir danışma, koordinasyon makamı olarak değil de vize, karşılama makamı olarak görüyorlar ve araç temini gibi ihtiyaçlarının giderileceği bir makam olarak değerlendiriyorlar. Bu da netice itibarıyla farklı ses ve yaklaşımların doğmasına, koordine edilmemiş, içeriği ve faydası tartışılmamış ziyaretlerin yapılmasına yol açmaktadır. Şimdi "Vakıf kurarak Dışişleri teşkilatını güçlendireceğiz, üniversite kurup personel yetiştireceğiz." diyorsunuz. Teşkilatta genel müdür altında bir memurun inisiyatif alması, evrak imzalaması, görüşmelere, brifinglere girmesi ne yazık ki artık mümkün değil. Peki, bunlar nasıl tecrübe kazanacak? Sizin kuracağınız Vakıfla mı? Siyasi sefir atamalarındaki keyfîlik, hem kurumu örselemekte hem de çalışan personelde büyük bir güven bunalımına neden olmaktadır. Yurt dışı atamaları ve Bakanlık içi görevlendirmelerde liyakat, sicil, performans gibi objektif, mesleki kriterler yerine Külliye'deki dar bir çevrenin karar verdiği bir mekanizma işlemektedir. Bu da personelde büyük bir güvensizlik ve kaygıya yol açmaktadır.

Tekrar teklife dönecek olursak kanunun temel amacının Dışişleri Bakanlığı teşkilatının faaliyetlerinin güçlendirilmesi olduğu ifade ediliyor. Gerçekten, bu kanunla teşkilatı nasıl güçlendireceksiniz? Sizin "güç" deyince aklınıza, gayrimenkul, araba alıp satmak, inşaat yapmak, ticaret yapmak mı geliyor; bu mudur anladığınız? Türkiye'nin en köklü, en birikimli, en itibarlı kurumlarından biri olan Dışişleri teşkilatını, ülkemizin ulusal çıkarlarını ve itibarını korumaktan sorumlu bu güzide kurumu emlakçılık ve oto galerisine çevirmeye ne hakkınız var? Yıllarca hem ideolojik hem de politik yaklaşımlarla bu güzide kurumu örselediğiniz yetmedi şimdi de kurumun çatısı altında müteahhitlik büroları, emlak ofisleri, oto galerileri kuracaksınız. Peki, bu Vakıfla personelin niteliklerini ve temsil kabiliyetini nasıl geliştirip destekleyeceksiniz? Madde 3'te amaçlardan birinin de bu olduğunu söylüyorsunuz. Bunca yıllık kurumsal birikimi, donanımı yetersiz buldunuz, bir kanunla kurulacak bir vakıfla bu işi halledeceksiniz, öyle mi? Sizin derdiniz yirmi iki yıldır tüketemediğiniz hariciye kültür ve gelenekleri yerine alternatif ya da paralel bir düzen getirmektir.

Personel yetiştirmek için yükseköğrenim kurumlarının kurulacağı da ifade ediliyor yasada. Bakanlığın zaten bu konuda hazır bir altyapısı var. Bakanlığın bünyesinde bulunan Diplomasi Akademisini neden güçlendirmiyorsunuz, geliştirmiyorsunuz, bunun yerine alternatif bir yapı kurmayı planlıyorsunuz? Kurulmak istenen bu Vakıfla şeffaflıktan ve hesap verebilirlikten uzak, alternatif bir yapı ortaya çıkacak ve uzun vadeli kurumu güçlendirmek yerine her anlamda zayıflatacak ve itibarına gölge düşürecektir.

Değerli arkadaşlar, iktidarın bu emlakçılık ilgisi nereden geliyor diye merak ettim. Sanırım bunun AK PARTİ'nin geçen yıl Washington'da satın aldığı binalarla bir ilgisi var. Bu binalardan ilki için AK PARTİ tam 4 milyon 55 bin dolar para ödedi. Şu gördüğünüz bina Washington'da, AK PARTİ'nin kendi adına almış olduğu bina ve bunun için tam 4 milyon 55 bin dolar para ödendi. Anlaşılan bu bina küçük gelmiş AK PARTİ'ye, "Yerine bir tane daha alalım." demişler, bu yıl bir tanesini daha aldılar. Eskiden bu bina Fransız Büyükelçiliği olarak kullanılıyormuş. Bu da AK PARTİ'nin yeni aldığı bina Washington'da, buyurun; Washington'da almış olduğu bina, buyurun. Gördünüz değil mi? Bu, Birinci Dünya Savaşı'nda stratejik bir merkez olarak kullanılmış tarihî bir bina; bir özelliği daha var, Beyaz Saray'a yakın. "Saray" deyince arkadaşların yüreği kabarıyor, dayanamıyorlar, gidip bu binayı almışlar.

SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Beyaza boyasınlar.

TURHAN ÇÖMEZ (Devamla) - Peki, ne kadar ödemişler biliyor musunuz? Tam 6 milyon 94 bin 650 dolar yani AK PARTİ'nin Washington temsilcisi olarak uygun gördüğü bu 2 binaya alım satımla birlikte 11 milyon civarında para ödenmiş, 350 milyon liradan bahsediyorum. Peki, Washington'da kaç seçmen var? 6 bin. AK PARTİ ne kadar oy almış? 600. 600 oy için harcadığı paraya bakın. Ha, daha bu da bitmedi; 5 milyon lira civarında bunun bir vergisi var ve şu anda inanılmaz bir restorasyon yapıyorlar ve bunun için korkunç da bir para harcıyorlar. Şimdi, başka bir şey daha var. Peki, bu binayı AK PARTİ buradan gidip satın mı aldı, arkadaşlar mı gönderdi? Hayır. Bunun emlak komisyonculuğunu kim yaptı biliyor musunuz? Sıkı durun, Dışişleri Bakanlığımızla anlaşmalı bir firma yani Türkiye'nin lobi ve hukuk işlerini takip etmekten sorumlu ve sizin vergilerinizden toplanmış ülkemizin 1,5 milyon doları cebine boca ettiğimiz Washington'daki firma satın aldı. Yani bu ülkenin paralarını boca ettiğiniz, sözüm ona devletin resmî kurumlarıyla anlaşmalı olan bu firma gitti AK PARTİ'nin emlak komisyonculuğunu yaptı. Bu örnek bile aslında Türkiye'nin şu anda görüşülmekte olan bu yasayla ne hâle düşürülmek istendiğinin açık bir göstergesi. Buna dair şüphesi olan arkadaş varsa ben para transferleri nasıl yapıldı, binalar nasıl alındı, görüşmeler nasıl yapıldı, tapu kayıtlarını, hepsini vermeye hazırım ve bütün bunları Türkiye'nin kamuoyu gündemine getiren gazeteci Yılmaz Polat'a da teşekkür ediyorum.

Şimdi, bir başka sorun daha var. Yasa geçtiği zaman Dışişleri Bakanlığımızın emlakçılığını kim yapacak? Tabii, onunla ilgili de Bakanlığın bir sorununun olmayacağını düşünüyorum çünkü Bakanlıkta bu konuda son derece mahir ve becerikli yetişmiş elemanlar var. Mesela, genç bir Bakan Yardımcısı var Dışişleri Bakanlığında: Yasin Ekrem Serim. Adam Kıbrıs'ta devasa gayrimenkul şirketlerine sahip; göstereceğim şimdi "kralın rezidansı" diyor, bakın, göstereceğim çünkü bununla ilgili önemli bir açıklama yapacağım. Kıbrıs'ta devasa şirketlere sahip beyefendi, genç yaşında sahip olmuş; aile boyu. Babası eskiden örtülü ödeneğin başındaydı ve bu şahsın, Türkiye'nin dış politikasına yön vermekten sorumlu bu şahsın Halil Falyalı'yla ticari ilişkileri var, alım satım işleri var, ortak şirketleri var.

HÜSMEN KIRKPINAR (İzmir) - Yuh olsun!

TURHAN ÇÖMEZ (Devamla) - Daha yetmedi, daha yetmedi; bakın, şu görmüş olduğunuz adresten, bu şahsın Kıbrıs'taki bu binalarından İngiltere'ye akılalmaz paralar transfer edildi, korkunç paralar transfer edildi, hepsini teker teker takip ettim. Bu paralarla bu zat İngiltere'de milyonlarca liralık gayrimenkul aldı. Nereden buldun bu parayı, vergisini ödedin mi, nasıl transfer ettin? Peki, sen Kıbrıs'ta bu ne olduğu belli olmayan adamlarla iş birliği yapıp bu paraları İngiltere'ye transfer ettin, bu ülkenin dış politikasına nasıl yön vereceksin? İngilizlerle masaya oturup nasıl onlarla pazarlık yapacaksın? (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar) Daha bitmedi, daha bitmedi. Bu becerikli arkadaş, İngiltere'de bu devasa mülklerini satın aldığı şirketini nerede kurdu biliyor musunuz? Şüpheniz varsa hepsini göstereyim, belgeleri burada. Türkiye'nin başına bela olan 5'li çetenin en mahir isimlerinden birinin muhasebecisinin ofisinde. Bakın, görüyor musunuz, kimler kimlerle beraber? Bu ülkenin dış politikasına yön verecek olan, bu ülkenin en güzide kurumlarından birinde Bakan Yardımcısı olan bir şahıs, Kıbrıs'tan, bu gördüğünüz devasa binalardan paraları transfer ediyor Birleşik Krallık'a, orada sarayın dibinde inanılmaz mülkler alıyor ve kurduğu şirket bu ülkenin 200 milyar dolarını alıp götürmüş 5'li çetenin en önemli isimlerinden bir tanesine ait. Şimdi diyorsunuz: "Kimler kimlerle beraber!" Diyordu ya Sayın Erdoğan: "Kimler kimlerle beraber!" Buyurun işte; kimler kimlerle beraber! Bir taraftan mafya, bir taraftan Dışişleri Bakanlığı bürokratı, bir taraftan 5'li çete, bir taraftan Kıbrıs, bir taraftan İngiltere. İşte bunun için diyoruz ki yapmayın. Türkiye'nin kurumsallaşmış olan bu yapısını heba etmeyin, bunu hırpalamayın, bunu örselemeyin. Gelin, bu yasaya "hayır" deyin ve Türkiye'nin bu güzide kurumunu tekrar eski, tekrar itibarlı yapısına kavuşturalım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Çömez, lütfen tamamlayın.

TURHAN ÇÖMEZ (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkanım.

Bu yaptığım açıklamalarla ilgili bir tereddüdü olan, bir şüphesi olan varsa -zamanım yetmediği için belgelerin hepsini gösteremedim- kuliste gelirler, bütün belgeleri kendisine veririm. Ama bu devran bitecek, hiç kimsenin endişesi olmasın. Hiç kimse bütün bunları yapıp elini kolunu sallaya sallaya bu aziz millete hesap vermeden çekip gideceğini zannetmesin. Gün gelecek, bütün bunların hesabı tek tek sorulacak.

Saygılar sunuyorum. (İYİ Parti ve Saadet Partisi sıralarından alkışlar)