| Konu: | İNSAN HAKLARI VE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ BAĞLAMINDA BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 90 |
| Tarih: | 10.04.2013 |
BDP GRUBU ADINA MURAT BOZLAK (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü Bağlamında Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı'nın geneli üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına konuşmak üzere söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle Sayın Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, görüşmekte olduğumuz 445 sıra sayılı Kanun Tasarısı kamuoyu tarafından dördüncü yargı paketi olarak bilinmektedir. Üçüncü yargı paketiyle yapılan kısmi iyileştirmelerden sonra, Hükûmetin, kısa süre içerisinde Parlamentonun gündemine dördüncü yargı paketini de getireceğini söylemesiyle dördüncü yargı paketinde çok ciddi iyileştirmelerin olacağı kanaati yaygınlaşmış, dördüncü yargı paketinin getirilişinin barış süreciyle de çakışmasıyla milyonlarca insan ciddi bir beklenti içerisine konulmuştur.
Tasarının başlığına konulan "insan hakları ve ifade özgürlüğü" belirlemesi bu beklentiyi daha da güçlendirmiştir. Oysa, tasarının barış süreciyle uzaktan yakından ilgisi olmadığı gibi, tasarının içeriği tasarının başlığı ile de tezat teşkil etmektedir. Tasarının başlığına konulan "insan hakları ve ifade özgürlüğü" belirlemesi, ister istemez, tasarı ile Türkiye'deki insan hakları ihlallerinin önüne geçileceği, düşünce ve ifade özgürlüğünü kısıtlayan yasaların ortadan kaldırılacağı kanaatini oluşturmaktadır.
Tasarı bir bütün itibarıyla ele alındığında, kamuoyunda oluşan bu beklentiye cevap teşkil etmediği gibi, insan hakları ihlallerinin önüne geçen, düşünce ve ifade özgürlüğünü sağlayan bir tasarı olmaktan da çok uzaktır.
Tasarının temel amacı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Türkiye aleyhine verdiği kararları asgariye indirmek, Türkiye'nin uluslararası toplumdaki insan hakları ihlalleri ve ifade özgürlüğü bağlamındaki olumsuz görünümünü düzeltmeye yöneliktir. Zira, Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde aleyhine yapılan başvurular açısından 2'nci, başvuruların kabulü ve ihlal kararlarıyla sonuçlanması noktasında da 1'inci ülke konumundadır.
Değerli milletvekilleri, insan hakları ve özgürlükler bağlamında yasa yapma sürecinde Barış ve Demokrasi Partisi dışındaki muhalefet partileri ve iktidar partisine hâkim olan genel anlayış, "Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin getirdiği bir yükümlülük yok ise veya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Türkiye aleyhine verdiği bir ihlal kararı yok ise niye kanun yapıyoruz?" şeklindeki anlayıştır.
Bu tasarıya ilişkin olarak Hükûmete hâkim olan anlayış da ne yazık ki budur. Bu yaklaşım son derece yanlış bir yaklaşımdır. Yasalar, sadece uluslararası sözleşmelerin getirdiği yükümlülükler için yapılmaz; yasalar, esas itibarıyla, toplumsal sorunların çözümü, toplumsal ihtiyaçların giderilmesi, hak ve özgürlüklerin tam anlamıyla sağlanması için yapılır. Başka bir deyimle, yasalar, halk için yapılır, sadece devletin menfaatlerini korumak için yasa yapılmaz. Bu yanlış anlayışa katılmadığımızı özellikle belirtmek istiyorum.
Tasarı, propaganda suçuna ilişkin kısmi bir iyileştirme dışında, ifade özgürlüğünün ihlaline yol açan diğer yasal düzenlemelerde bir değişikliği öngörmemektedir. Tasarı, mevcut hâliyle ifade özgürlüğü hakkını güvence altına almamaktadır.
Keza, tasarının kısmi iyileştirmeler içeren kimi maddeleri de hemen arkasından getirilen ek fıkralarla etkisiz hâle getirilmiştir.
Son dönemlerde örneklerine sıkça rastladığımız evrensel hukuk değerleriyle bağdaşmayan zihniyet bu tasarıda da ne yazık ki kendisini göstermektedir. Bundan önce çıkarılan İnfaz Yasası'nda belirtilen "toplum güvenliğini tehlikeye sokmak", Terörizmin Finansmanı Yasası'yla öngörülen "makul sebepler" gibi her türlü yoruma açık, soyut ve hâkimlere keyfî davranma yolu açan yaklaşım, bu tasarıda da "meşru göstermek", "övmek" gibi hukuka uygun olmayan muğlak ve her yöne çekilebilecek esnek kavramlarla karşımıza çıkmaktadır.
Bu tasarı yasalaşsa bile, tutuklu milletvekillerinin, belediye başkanlarının, siyasetçilerin, gazetecilerin, avukatlar, kısacası, eylemleri değil, düşüncelerinden dolayı cezaevlerinde tutuklu bulunanların durumunda herhangi bir değişiklik olmayacaktır. Oysa "İnsan hakları ve ifade özgürlüğü" diye başlayan bir tasarının düşüncelerinden dolayı cezaevinde bulunanlara ilişkin bir düzenleme içermemesi, bu duruma bir iyileştirme getirmemesi ciddi bir eksikliktir.
Değerli milletvekilleri, tasarının 5'inci ve 6'ncı maddeleri ile Terörle Mücadele Kanunu'nun 6'ncı ve 7'nci maddelerinde değişikliğe gidilmektedir. 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nda düzenlenen suçların tamamı 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nda yaptırıma zaten bağlanmıştır. Yine, 3713 sayılı Kanun'la düzenlenen özel soruşturma usulleri 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile düzenlenmiş bulunmaktadır. Ayrıca, terörle mücadele için gerekli yetki ve imkânları Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu'nda da düzenlenmiş durumdadır. 3713 sayılı Yasa ile düzenlenen özel infaz rejimi hem Türk Ceza Kanunu'nda hem de 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'da da hüküm altına alınmıştır. Terörle Mücadele Kanunu bir ihtiyaçtan değil, dönemin Adalet Bakanının da ifade ettiği gibi, siyasi ortam gerektirdiği için çıkarılmış bir yasadır. Terörle Mücadele Kanunu'nda değişikliğe gitmek yerine kanunun bir bütün olarak kaldırılmasından yanayız. Eğer amaç insan hakları ihlallerini önlemek, düşünce ve ifade özgürlüğünü sağlamaksa Türk Ceza Kanunu'ndaki insan hakları ve ifade özgürlüğüne aykırı maddelerin ortadan kaldırılması gerekir. Bunları yapmayıp zaten Türk Ceza Kanunu nedeniyle gereksiz olan Terörle Mücadele Kanunu'nda kısmi değişikliğe gidilmesi doğru bir yol ve yöntem değildir.
Tasarının 5'inci maddesi ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 6'ncı maddesinde değişikliğe gidilmektedir. Yapılan değişiklikle suçun oluşumu için, cebir, şiddet ve tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterme veya övme veya bu yöntemlere başvurmayı teşvik etme koşulları getirilerek propaganda suçu tanımlanmaya, yargının, mevcut hükmü geniş yorumlayan ve ifade özgürlüğünü ortadan kaldıran uygulamasına bir sınırlama getirilmeye çalışılmıştır. Ancak, aynı fıkranın devamında, "meşru gösterme" veya "övme" suç olarak kabul edilmiş, yapılmak istenen kısmi iyileştirme de böylece ortadan kaldırılmıştır. Zira, "meşru gösterme", "övme" gibi kavramlar hukuki değil sosyal kavramlardır ve hâkime geniş takdir yetkisi tanıyan kavramlardır. Somut olmayan bu kavramların yargı tarafından bu madde bağlamında ifade özgürlüğüne müdahaleye yol açacak şekilde kullanılması mümkündür.
Değerli milletvekilleri, tasarının 6'ncı maddesiyle, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 7'nci maddesinde değişikliğe gidilmiş, suçun oluşumu cebir ve şiddet unsuruna bağlanarak kısmi bir iyileştirme yapılmıştır. Ancak burada da, yine "meşru gösterme" ve "övme" suç sayılarak yapılmak istenen kısmi iyileştirme ortadan kaldırılmıştır.
Maddenin (b) bendiyle, toplantı ve gösteri yürüyüşleri sırasında gerçekleşmese dahi, örgüte ait amblem, resim veya işaretlerin asılması ya da taşınması, slogan atılması, ses cihazıyla yayın yapılması, örgüte ait amblem, resim ya da işaretlerin üzerinde bulunduğu üniformaların giyilmesi suç kapsamına alınarak suçun kapsamı alabildiğince genişletilmiş, âdeta yeni bir suç ihdas edilmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin içtihatlarına göre, toplumu veya bazılarını rahatsız edebilecek ifade ve düşüncelerin de ifade edilme hürriyeti vardır ve bundan dolayı da kimse cezalandırılamaz. Oysa, maddenin (b) bendinde yapılan düzenlemeyle, slogan atılması, ses cihazlarıyla yayın yapılması, resim ve işaretlerin taşınması suç olarak kabul edilmekte ve beş yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılması öngörülmektedir.
Kürt halkının binlerce yıllık kadim tarihinin ve kültürünün ürünü olan renkleri, elbiseleri, geçmişte, "örgütü simgeliyor" diye cezalandırılırken (b) bendiyle aynı cezalandırma mantığı devam ettirilmek istenmektedir.
Maddeye eklenen (b) bendiyle, toplantı ve gösteri yürüyüşleri sırasında gerçekleşmese dahi örgütün üyesi veya destekçisi olduğunu belirtecek şekilde "örgüte ait amblem, resim ve işaretlerin asılması; veya taşınması; slogan atılması; ses cihazlarıyla yayın yapılması; örgüte ait amblem, resim ve işaretlerin üzerinde bulunduğu üniformaların giyilmesi" hükümleri ile toplantı ve gösteri yürüyüşleri dışında da her türlü eylem ve söylem suç kapsamında değerlendirilmiş olup, bu kıstas, düşünce ve düşünceyi ifade hürriyeti açısından ciddi bir ihlal anlamına gelmektedir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü dışında da takılan poşu, giyilen şalvar, sarı, kırmızı, yeşil renklerden oluşan bir fular bundan böyle suç olarak değerlendirilebilecek, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezasıyla da cezalandırılacaktır.
Tasarıyla getirilen düzenleme, maddenin eski hâlinden daha sert bir uygulama alanı oluşturmakta ve yargı erkinin keyfiyetine de yol açmaktadır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ifade özgürlüğü hakkını düzenleyen 10'uncu maddesinin ikinci paragrafında, düşüncenin sınırlandırılmasında dokuz ölçüt belirlenmiştir. Sözleşme bu ölçütleri, ulusal güvenlik, ülke bütünlüğü, kamu emniyeti, suç işlenmesi ve düzensizliğin önlenmesi, genel sağlığın korunması, genel ahlakın korunması, gizli bilgilerin açığa vurulmasının önlenmesi, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, yargı organlarının otorite ve tarafsızlığının sağlanması olarak sıralamıştır. Bu sayılan ölçütler dışındaki nedenlerle düşünceler sınırlandırılamaz. Getirilen düzenleme, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin standartlarına da uymamaktadır. Dolayısıyla, ifade özgürlüğü alanında yeni sorunlara yol açacak bu tür kısmi düzenlemeler yerine Terörle Mücadele Kanunu'nun tümden kaldırılması, Türk Ceza Kanunu'nun ilgili maddelerinin de yeniden düzenlenmesi daha doğru olur diye düşünüyorum.
Değerli milletvekilleri, tasarının 7'nci maddesiyle işkence suçlarında zaman aşımının işlemeyeceğinin öngörülmesi olumlu ancak yetersiz bir düzenlemedir.
İşkence bir insanlık suçudur. Tartışmasız insanlığa karşı bir suç olan işkence suçu hangi tarihte işlenirse işlensin, zaman aşımı yeni, eski tüm işkence suçlarında kaldırılmalıdır.
Zaman aşımı, işkencenin yanı sıra, kamu görevlilerinin sorumlu olduğu gözaltında kayıp, yargısız infaz gibi yaşam hakkının ağır ihlalini oluşturan suçlar bakımından da kaldırılmalıdır. Hâlen binlerce faili meçhul cinayet dosyası, faillerinin tespit edilmediği gerekçesiyle peş peşe zaman aşımına uğramaktadır.
Özellikle, 1990'lı yıllarda, yargısız infazlar, faili meçhul cinayetler, gözaltında kaybetme olayları toplumda derin acılara ve travmalara yol açmıştır. Demokratikleşme ve toplumsal barışı yeniden tesis etmek için bu ağır ihlallerin bir daha asla yaşanmaması gerekmektedir. Bunun yolu da faillerinin saptanıp cezalandırılmasından geçmektedir.
Değerli milletvekilleri, tasarının 9'uncu maddesiyle, Türk Ceza Kanunu'nun 220'nci maddesinin (8)'inci fıkrasında değişikliğe gidilmiş, Türk Ceza Kanunu'nun 220'nci maddesinde problem olan (6)'ncı ve (7)'nci fıkralar es geçilmiştir.
Türk Ceza Kanunu'nun 220'nci maddesinin (6)'ncı ve (7)'nci fıkraları, örgüte hiyerarşik anlamda tabi olmayanları örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt üyesi gibi cezalandırmayı öngören hukuk mantığına ters düşen fıkralardır.
Türk Ceza Kanunu'nun 220'nci maddesi ile ilgili olarak, hem Türkiye hem de uluslararası kamuoyunun çok önemli eleştirileri olduğu bilinmektedir. Yapılan yeni düzenleme ise, maddeye ilişkin yapılan eleştirilerin görmezden gelindiğini göstermektedir. (6)'ncı ve (7)'nci fıkralar hukuka aykırı hükümler içermekte, bu fıkralar herkesi potansiyel bir suç öznesi hâline getirmektedir. Demokratik taleplerini dile getiren, görüşlerini paylaşan kişileri "Örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen.", "Örgütün hiyerarşik yapısına dâhil olmamakla birlikte, örgüt adına suç işleyen." diye tanımlayarak binlerce kişinin ceza almasına neden olan bu fıkralar, demokratik bir ülkenin yasaları asla olamaz. Yapılması gereken, herkesin cezalandırılmasına sebebiyet veren, barışçıl eylemleri dahi cezalandırmaya yol açan Türk Ceza Kanunu'nun 220'nci maddesinin bir bütün itibarıyla ortadan kaldırılmasıdır.
Değerli milletvekilleri, ülkemizde askerlik hizmeti zorunlu bir hizmettir, vicdani ret hakkı da ne yazık ki tanınmamaktadır. Vicdani ret hakkının tanınmaması nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Türkiye aleyhine verdiği ihlal kararının yanında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi vicdani ret hakkının tanınması yönünde bir kanun değişikliğinin bir an önce yapılması gerektiği hususunda da Türkiye'yi uyarmıştır.
5237 sayılı Kanun'un 318'inci maddesinde yapılan değişiklik Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi açısından yeterli sayılacak düzeyde bir değişiklik olmayıp, yapılması gereken, 318'inci maddenin ortadan kaldırılmasıdır. Ülkemizde insan hakları ihlallerinin yoğun bir biçimde devam ettiği, düşünce ve ifade özgürlüğü bağlamında da demokratik standartları tam olarak yakalayamadığımız, hem insan hakları ihlalleri konusunda hem de düşünce ve ifade özgürlüğü konusunda sınıfta kaldığımız bir realitedir.
İnsan hakları ihlallerinin yaşanmaması için, düşünce ve ifade özgürlüğünün gerçek manada hayat bulması için yapılması gereken bu tasarıdaki değişiklikler değildir. Tasarıdaki kısmi değişiklikler bu sorunumuzu ne yazık ki çözmeyecektir. Bugün, bu ülkede, düşüncelerinden dolayı milletvekilleri zindanlarda tutulmaktadır, halk iradesi hapsedilmiştir. Milletvekilleri içeride tutuklu iken hangi ifade özgürlüğünden bahsedebileceğiz? Keza, belediye başkanları, belediye meclis üyeleri, il genel meclis üyeleri, siyasetçiler başta olmak üzere, binlerce insanın düşüncelerinden dolayı zindanlarda tutulduğu bu süreçte hangi ifade özgürlüğünden bahsedebiliriz? Gizli dinleme ve takip, gizli soruşturma, gizli tanık süreçleriyle zanlının neyle suçlandığını kovuşturma safhasına kadar bilmediği yargılama usulüyle işleyen, bağımsızlığı ve tarafsızlığı konusunda her yurttaşın tereddüt geçirdiği yargıyla ve yargı içerisinde de öne çıkan özel görevli mahkemelerin gölgesinde düşünce ve ifade özgürlüğünün sağlanabileceğini kim düşünür?
Savunma makamına sanık makamı gibi yaklaşıldığı, savunma görevlerini yerine getiren avukatların, salt bu nedenle suçlandığı ve görevlerini yapamaz hâle getirilip cezaevlerine doldurulduğu bir ortamda hangi ifade özgürlüğünden bahsedebiliriz?
Üniversitelerde yaptıkları demokratik eylemler suç olarak görülüp, hapse atılan, öğrenim hakları ellerinden alınan öğrencilerin olduğu bir ortamda hangi özgürlüklerden bahsedebiliriz?
Muhalif basının terörist yaftasıyla susturulduğu, gazetecilerin içeri atıldığı, basın açıklamalarının suç sayıldığı bir ortamda hangi ifade özgürlüğünden bahsedebiliriz?
Değerli milletvekilleri, insan hakları ihlalleri ve ifade özgürlüğü alanında yaşanılan olumsuzlukların temel nedenlerinden biri de Kürt sorununun çözümsüzlüğünden kaynaklanan ve otuz yılı aşkın bir süredir devam eden çatışmalı süreçtir. Ülkemizde büyük acıların yaşanmasına neden olan çatışmalı sürecin bitmesi için emek sarf eden, çaba sahibi olan, bundan sonraki süreçte de katkı sunacak herkese teşekkür ediyorum. İnanıyorum ki, çatışmalı süreç sona erip barışın hâkim olduğu ortamda, insan hakları ihlalleri ve ifade özgürlüğü noktasında gerçek anlamda yasal düzenlemelere gidilecektir. Terörle Mücadele Yasası ve özel görevli mahkemeler uygulamasına ancak o noktada son verilecektir, birçok haksızlığın da önüne o noktada geçilecektir. Anayasa ve yasalarda yapılacak değişikliklerle, Türkiye, eşit, özgür koşullarda birlikte yaşayan insanların demokratik ülkesi olacaktır.
Bu duygu ve düşüncelerle sayın Genel Kurulu bir kez daha saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)