GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti ile Birleşmiş Milletler Arasında Birleşmiş Milletler Kalkınma Eşgüdüm Ofisi Bölgesel Ofisinin İstanbul'da Kurulmasına İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:89
Tarih:30.05.2024

MHP GRUBU ADINA KAMİL AYDIN (Erzurum) - Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti ile Birleşmiş Milletler Arasında Birleşmiş Milletler Kalkınma Eşgüdüm Ofisi Bölgesel Ofisinin İstanbul'da Kurulmasına İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubumuz adına söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.

Sözlerimin hemen başında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak Birleşmiş Milletler Kalkınma Eşgüdüm Ofisinin bölgesel temsilciliğinin göz bebeğimiz İstanbul'da kurulmasını, Türk ve Türkiye Yüzyılı mottosuyla ifade ettiğimiz cumhuriyetimizin 2'nci yüzyılı vizyonuna uygun bir anlayış ve sorumlulukla uluslararası hak ve hukuk eksenli hizmetlere vesile olmasını dileyerek grup olarak desteklerimizi ifade etmek isteriz.

Sayın milletvekilleri, sosyolojik bir irdelemeye tabi tutulduğunda insanın bireysel tutum ve davranış özelliklerinin yansımaları ile yine insanın en temel paydaşı olduğu toplumsal yapı ya da ulusal veya uluslararası kurum ve kuruluşlar arasında belirgin bir paralellik olduğu çok açık ve net bir şekilde görülmektedir. Diğer bir ifadeyle, insanların inanılır, güvenilir veya kısaca muteber olmalarını sağlayan en önemli vasfı söylemleri ile eylemleri, teorileri ile pratikleri, bilgileri ile amelleri, dilleri ile elleri arasındaki uyumdur. Dolayısıyla, dil başka, el başka söyler ise güven, itimat ve itibar, yerini hayal kırıklığına ve güvensizliğe terk eder.

Benzer nihai mülahazalar ve değerlendirmeler, uluslararası yapı ve kuruluşlar için de geçerlidir aynı zamanda. Yakın tarihe kısa bir göz attığımızda, yaşanan çok yönlü ve çok boyutlu her türlü kaos, kriz, anlaşmazlık ve hatta savaşlar sonrası yakın iş birliği, diyalog ve çözüm odaklı uluslararası, siyasi, askerî, ekonomik, çevre ve insani boyutlu kurumların ve kuruluşların doğduğuna tanıklık etmekteyiz.

Bu bağlamda aklımıza gelen yapıların başında Birinci Dünya Savaşı sonrası Milletler Cemiyeti olarak varlık bulan ve İkinci Dünya Savaşı sonrası Birleşmiş Milletlere dönüşen ve bugün 193 ülke üyeli uluslararası en kapsayıcı yapı gelmektedir. Uluslararası ölçekte en geniş katılımlı ve bir o kadar kapsayıcı görev ve sorumluluk alanına sahip olan Birleşmiş Milletler, son zamanlarda yaşadığımız küresel sorun ve krizlerin çözümünde gerek kuruluş ve işleyiş anlamında sistemsel tutarsızlıktan ve gerekse itibar ve güven kaybından dolayı görev ve sorumluluklarını yerine getirmede maalesef sınıfta kalmıştır.

Birleşmiş Milletlerin sistemsel tutarsızlığının en somut göstergesi olarak şunu rahatlıkla ifade edebiliriz ki 193 üyeli bu uluslarüstü yapının hangi çoğunlukta karar alırsa alsın alınan bu kararın herhangi bir Güvenlik Konseyi daimî üyesi tarafından veto edilerek geçersiz ve etkisiz kılınması antidemokratik, gayrihukuki ve gayriinsani bir tavır ve tutum sergilemenin açık ve net bir ifadesidir.

Sayın milletvekilleri, işte yaklaşık sekiz aydır tüm dünyanın çıplak gözlerle tanıklık ettiği Gazze'deki her türlü insanlık suçunun işlenmesine bırakın ses çıkarıp itiraz etmek, bölgede insani yardım görevini ifa eden Birleşmiş Milletlerin kendi bünyesindeki çalışanlarını dahi korumaktan aciz olduğuna maalesef çok tanıklık etmekteyiz. Birleşmiş Milletlerin yaptığı uyarılar veya aldığı yaptırım kararlarının İsrail tarafından fütursuzca dikkate alınmaması, uygulamaya konulmaması ve bu tavrın da başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere Batılı birtakım ülkelerce yok hükmünde sayılması kurumun itibarsızlığına katkı sunmaktan başka bir işe yaramamaktadır.

Bugün dünyanın gözü önünde Filistin'de yaşananların İsrail'in kanun, kural tanımaz hoyrat tutum ve davranışına özgü bir açık davranış kalıbı olduğunu çok net bir şekilde görmekteyiz çünkü İsrail, kuruluşundan bu yana Birleşmiş Milletlerin aleyhlerine aldığı her türlü kararı asla dikkate almadığı gibi, bu bağlamda ilgili bütün uluslararası sözleşmeleri de hiçe saymıştır. Bunlara Cenevre Sözleşmesi ve Lahey Adalet Divanı düzenlemeleri ve kararları da dâhildir.

Aklımıza gelen soru ise nasıl olur da Birleşmiş Milletler üyesi bir ülke böylesine kanun, kural tanımaz bir tavırdan dolayı dokunulmazlık ayrıcalığına sahip olabilir? Bu çifte standardın diğer bir boyutu da Uluslararası Ceza Mahkemesi kararları karşısında İsrail'in bir adım daha ileri giderek keyfî davranması ve bu anlamda, iddianame hazırlayan savcıları, karar alıcı hâkimleri ve onların temsil ettiği ülkeleri aba altından sopa göstererek tehdit etmeleri karşısında yine ölü balık görünümüne bürünen sözüm ona Batılı demokrasi havarisi muktedirlerin sergilediği tutumdur.

Sayın milletvekilleri, bütün bu dile getirmeye çalıştığımız hususlar ve yaşananlar karşısında bizim dikkatleri çekmeye çalışma gayretimiz duygusal bir tepkinin yansıması değil; aksine, Birleşmiş Milletler Özel Raportörü Francesca Albanese'nin bizleri dehşete düşüren açıklamalarıdır maalesef. Geçen sekiz aylık süre zarfında Filistinlilerin yaşadığı Batı Şeria'dan Kudüs'e, Gazze'ye ve son zamanlarda Refah kampına yönelik her türlü saldırı ve katliam sonrası, Genel Sekreterlik sıfatıyla Birleşmiş Milletlerin en yetkili ağzından açık ve net bir şekilde İsrail'in yaptıklarının insanlığa, uluslararası hukuka, demokrasiye, insan haklarına aykırı olduğunu mütemadiyen işitmemize rağmen uluslararası düzeyde yine kulaklar tıkalı, yine gözler kör, yine kalpler mühürlü bir şekilde davranıldığına açık ve net bir şekilde tanıklık etmekteyiz.

Biz de Gazze'de yaşanan bütün bu katliamlar karşısında her ne kadar prensip olarak kabul edilip dayatmayla uygulamaya çalışılan "Dünya, 5'ten küçüktür." gayriinsani ve gayrihukuki bir garabetine karşı, en temel insan hakkı olan yaşama hakkını fütursuzca hiçe sayan İsrail'e karşı mazlumların feryat figan sesini dinleyip sokağa dökülen milyonlarca kitlelerin haykırışına tercüman olarak dünyanın 5'ten büyük olduğunu haykırmaya ısrarla devam edeceğiz.

Tüm dünyada insanlığı ve insanca yaşama hakkını en üst değer kabul eden kitlelerce yapılan gösterilerin, yaşanan zulmü bir bakıma duymayan kulaklara duyurmaya, görmeyen gözlere göstermeye, mühürlü kalplere hissettirmeye yönelik hareketler olduğunu açık ve net bir şekilde hepimiz görmekteyiz. Çünkü anne-baba kucağında, daha koklamaya kıyılamayacak yaştaki bebelerin yanıp kül olan bedenlerinin alelacele toprağa verilmesine büyük bir acı ve elem içerisinde, gözyaşlarıyla seyirci kaldığımız Filistin topraklarında bugün gerçekten 21'inci yüzyılın en büyük ve en acımasız insanlık trajedisi, soykırımı yaşanmaktadır.

Sayın milletvekilleri, bütün bu yaşananlar hususunda yüreğe az da olsa su serpen bir gelişme bağlamında, birtakım adımların farklı kurumlarca atıldığına da memnuniyetle tanıklık etmekteyiz. 20'nci yüzyılın en büyük soykırımlarından biri olarak tarihe geçen, 1995 yılında Bosna'nın Srebrenitsa kasabasında Birleşmiş Milletler gözetimindeki bir kampta 8 bin masum Müslüman Boşnak'ın katledilmesi sonucu gerekli hukuki süreci başlatıp yaşananların bir soykırım olduğunu ve her 11 Temmuzun da bu soykırımı anma günü olarak kabul edilmesini karara bağlayan Uluslararası Ceza Mahkemesi, İsrail'in bugüne kadar yaptıklarına bigâne kalmamış ve gerekli hukuki adımları atarak bebek katilleri Netanyahu ve Galant aleyhine birtakım yaptırım kararları teklifinde bulunmuştur.

Şöyle hafızalarınızı tazeleme adına hatırlatmakta yarar görüyorum: Hatırlarsanız 1995 yılında Sırp teröristlerince, işgalcilerince Bosna'da müthiş bir soykırım yapıldı. Birleşmiş Milletler kontrolünde ve gözetiminde bir kampa sığınan Müslüman nüfus, öncelikle bir ayrıma tabi tutuldu ve özellikle seçilen genç erkekler bir yere götürülerek Birleşmiş Milletlere bağlı güvenlik birimlerinin kontrolü altında büyük bir katliama maalesef maruz bırakıldılar. Kaçmaya çalışanların ise dağlarda, ormanlarda takip edilmesiyle aynı soykırımın devamına hep birlikte tanıklık ettik.

Bende şöyle bir anısı var: Öğrencilik yaptığım o yıllarda yurt dışına gelen Bosnalı göçmenlerden elde ettiğimiz video kasetlerini özellikle Batılı muhataplarımıza gösterme amacıyla seyrederken dahi hıçkırıklara boğulduğumu unutamıyorum çünkü soykırım yapıldığı esnada -ben soydaş diyeceğim çünkü neden olduğunu ifade edeceğim belki birazdan- orada başlarına fes giydirilip avuçlarına haç çizilerek katledildiklerini ben bizatihi o kasetlerden izledim ve Sırpça şunu söylüyorlardı aynen Ivo Andric'in Drina Köprüsü romanında ifade ettiği gibi: "Siz Türkleştiniz, bizi sattınız, dolayısıyla sizin katliniz artık bizim için zorunluluktur." Hâlbuki o romanda da ifade edildiği gibi, o coğrafyada Türk olmak, Müslüman olmaktı. Tabii, o katliamın bugün artık tescillenip 11 Temmuzun, her yıl 11 Temmuzun bir katliam günü olarak yâd edilmesinin, az da olsa, kanayan yaramıza, sızlayan yüreklerimize bir küçük su serptiğini özellikle vurgulamak isterim.

Sayın milletvekilleri, bu kararlar arasında özellikle Uluslararası Ceza Mahkemesi Savcısı Kerim Han tarafından her ikisine de yani bugün İsrail'in gerçekten fütursuzca Filistin topraklarına yönelik, sabi sübyana yönelik acımasız katliamının iki müsebbibi olan Netanyahu ve Galant'a yönelik birtakım kararlar alındığına ya da gündeme getirildiğine tanıklık etmekteyiz. İşte bunlardan bir tanesi -bana göre cesur yüreklerden bir tanesi- Ceza Mahkemesi Savcısı Kerim Han'ın her ikisinin de yakalanması gerektiğini mahkemeden talep edeceğini ifade etmesiyle Batı tarafından yani muktedir 5'liyi oluşturan bazı ülkelerce çok fazla hüsnükabul görmemekle birlikte, tam tersine bu davada alınacak her karar sahibiyle ilgili birtakım yaptırımlardan uzak durulamayacağı resmî ağızlardan ima ve itiraf edilmiştir. Bu yaptırımların özellikle Amerika Birleşik Devletleri tarafından somut bir eyleme dönüşmesi noktasında, İsrail karşıtı karar alıcıların kendilerinin ve yakınlarının ABD'ye girişlerinin yasaklanması veya kendilerinin ve yakınlarının varsa vizelerinin de iptal edilmesi gibi antidemokratik birtakım uygulamalara başvurulacağı tehdidi gözlerden kaçmamaktadır.

Sayın milletvekilleri, Gazze'de yaşanan bu insanlık trajedilerine ekonomik, lojistik, stratejik ve askerî destek sağlayan, başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere Batılı ülkelerden aldığı cesaretle hukuk tanımazlık hoyratlığı içerisine giren İsrail'in, kuruluşundan beri aslında aynı tehditkâr ve nobran tavrını sürdürdüğünü bugün Batılı kaynakların itiraflarından açık ve net bir şekilde anlamaktayız. Bu duruma en son bir örnek vermek gerekirse geçen hafta bir İngiliz gazetesinin manşetlerinde ortaya atılan iddialar, çok açık ve net bir şekilde cevap niteliği taşımaktadır. Çünkü yazıda anlatılanlar, İsrail istihbaratına Netanyahu tarafından verilen talimatlar doğrultusunda İsrail'in geçmişten bugüne bölgede yaptığı her türlü gayriinsani, antidemokratik, gayrihukuki birtakım eğilimlerinin dikkatle incelenmesi noktasında muhalif saydıkları Batılı gazetelere yönelik birtakım yaptırımlarla hatta bir adım daha ileri giderek Uluslararası Ceza Mahkemesi savcılarına ve ailelerine yönelik birtakım tehditlere varıldığı bütün bu ifade edilen haberlerin merkezindeydi. Bunun en somut örneğini 2017 yılında İsrail'in Filistin'e yönelik gerçekleştirdiği cinayetleri gündeme getirenlerin yakın istihbarat takibine alındığının ve tehdit edildiğinin aynı yetkililerce ifade edildiğini biz biliyoruz, hatırlıyoruz.

Saygıdeğer milletvekilleri, işte bu yüzden ilkesel bağlamda yaşanan her türlü uluslararası kaos, kriz ve anlaşmazlıklara çözüm üretme noktasında büyük görev ve sorumluluk üstlenen uluslarüstü bu yapıların 5 muktedirin güdümünde, tamamen taraflı ve ön yargılı bir şekilde mazlumu daha da mazlum, zalimi daha da zalimleştirecek birtakım adımlar atmasını biz kabul edilemez buluyoruz ve bunu maşerî vicdanların sesi olarak da dün olduğu gibi, bugün de en yetkili ağızdan ifade edildiği gibi "Dünya sizden büyük, dünya 5'ten büyük." haykırışıyla itirazımızı mazlumların yanı başında sergilemeye çalışıyoruz.

Öte yandan, bu bağlamda son birkaç grup toplantısında saygıdeğer Genel Başkanımız açık, sarih ve net bir şekilde grubumuz adına şöyle ifade buyurdular: "Bu kurum, artık güvenilirliğini ve itibarını kaybetmiştir. Dolayısıyla, önümüzde bütün dünya kamuoyuna ifade etmekle yükümlü olduğumuz iki önemli seçenek vardır: Ya bu tür kurumlar yeniden rehabilite edilip, lağvedilip yerine daha demokratik, daha insan haklarından yana, adaleti ve hukuku hâkim kılacak bir yapıda yeni bir oluşum oluşturmak ya da aynı şekilde yok hükmünde saymaktan geçtiğini çok açık ve sarih bir şekilde ifade ettiler. Çünkü ben bugün Gazze'de bütün bu yaşananlar ışığında geldiğimiz nokta ve hissiyatımızın Erzurumlu mütefekkir ve gönül insanı Alvarlı Efe'nin veciz ifadesinin tıpkısıyla aynısı olduğunu vurgulamak istiyorum. Ben de onun tarihe not düşen gazelinden bir bukle paylaşarak diyorum ki: "Meyletmezem ki gayrısına tövbeler olsun canan canan/Şol yüzleri dost, özleri düşmandan usandım." İnanın, bugün bütün bu yaşananlar karşısında şol yüzleri dost, özleri düşmandan usanacak duruma geldik.

Bu duygu ve temennilerle yüce Meclisi, aziz milletimizi ve hassaten Gazze'de iman dolu göğüslerini serhatleştiren kahramanları saygıyla selamlıyorum, ölenleri de rahmetle anıyorum.

Saygılar sunuyorum. (MHP, AK PARTİ ve İYİ Parti sıralarından alkışlar)