GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti ile Birleşmiş Milletler Arasında Birleşmiş Milletler Kalkınma Eşgüdüm Ofisi Bölgesel Ofisinin İstanbul'da Kurulmasına İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:89
Tarih:30.05.2024

DEM PARTİ GRUBU ADINA MEHMET RÜŞTÜ TİRYAKİ (Batman) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Birleşmiş Milletler Kalkınma Eşgüdüm Ofisinin Türkiye'de bölgesel ofis kurmasına dair bir uluslararası sözleşmeyi görüşüyoruz. Bunun dışında da Bosna Hersek'le ilgili bir uluslararası sözleşme var. Yine, bir başka uluslararası sözleşme görüşmelerini sürdürüyoruz.

Genel olarak bu konuda şunu söylemek isterim: Grubumuzun bu uluslararası sözleşmelere dair tavrı açık ve net. Türkiye'nin uluslararası ilişkilerini kültürel anlamda, siyasal anlamda, hukuksal anlamda, ekonomik iş birliği anlamında geliştirecek sözleşmelere bugüne kadar "evet" dedik, bundan sonra da "evet" demeye devam edeceğiz ama karşı çıktığımız uluslararası sözleşmeler ve tezkereler var. Özellikle silah, özellikle sınır ötesi operasyonlar gibi sonuçları doğuracak tezkerelere ve uluslararası sözleşmelerin onaylanmasına, bu tür girişimlere bugüne kadar "hayır" dedik ve "hayır" demeye devam edeceğiz.

Şimdi, Türkiye'nin imzaladığı çok sayıda uluslararası sözleşme var, onlarca ülkeyle binlerce uluslararası sözleşme imzaladı Türkiye Cumhuriyeti hükûmetleri, Cumhurbaşkanları, Başbakanları ve Bakanları. Dışişleri Komisyonlarında görüşülüyor bu uluslararası sözleşmeler, daha sonra uygun bulma kanunuyla Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülüyor, kabul ediliyor ve daha sonra yürürlüğe giriyor.

Şimdi, bu uluslararası sözleşmelerden bir kısmı diğerlerinden biraz daha farklı bir statüye sahip. Nasıl? Temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşmeler ile diğer uluslararası sözleşmeler arasında bir nitelik farkı var. Neden temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşmeler diğerlerinden farklı? Çünkü bunların kanunlara aykırı olduğu iddia edilemiyor, temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşmelerin kanunların da üzerinde olduğu kabul ediliyor, hatta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi açısından Anayasa'nın bile üzerinde olduğu kabul ediliyor. Siz bir Anayasa hükmünü gerekçe olarak gösterseniz bile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Anayasa'ya değil Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne bakıyor. Hatta bir uluslararası sözleşme ile Türkiye'nin iç hukuktaki bir kanunu -fark etmez; bu, Ceza Yasası olabilir, Borçlar Yasası olabilir, Medeni Yasa olabilir, hiç fark etmez- arasında bir çelişki olduğu takdirde, Anayasa'nın 90'ıncı maddesi uyarınca, Anayasa'nın amir hükmü uyarınca ceza kanunları, Medeni Kanun, Borçlar Kanunu gibi kanunlar değil, uluslararası sözleşmeler esas alınacak. Bu temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşmelerden bir tanesi de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve biraz önce de söylediğim gibi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi iç hukuktaki bütün kanunların üzerinde olan bir sözleşme. Peki, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin muhatabı kimler? Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin muhatabı devletler yani bu sözleşmeyi uygulamakla görevli olanlar, yükümlü olanlar devletler. Bu sözleşmeye devletler imza atıyorlar ve devletler bu sözleşmeyi uygulamakla yükümlü tutuluyorlar. Peki, bu sözleşmenin uygulanıp uygulanmadığını kim denetleyecek? Avrupa Komisyonunun bir yargı yetkisi tanıdığı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi var, uygulanıp uygulanmadığını denetleyecek olan da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve devletler aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuruluyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne aykırı davranılıp davranılmadığı konusunda bir karar veriyor.

Türkiye'nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne dair serüveninin otuz beş yıllık bir geçmişi var. bu otuz beş yıllık süre derken bu yargılama yetkisini tanıdığı süreden bahsediyorum; yoksa, sözleşmeyi imzaladığı süre daha eski, yargı yetkisini otuz beş yıldır tanımış durumda. Bu otuz beş yıllık sürenin başında, 90'lı yıllarda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Türkiye'ye bakış açısında çok olumsuz bir yön vardı. Nasıldı bu olumsuz yön? Türkiye'de etkin iç hukuk olmadığını söylüyordu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi OHAL bölgesinde. Yani "Olağanüstü hâl bölgesinde herhangi bir yurttaş temel hak ve özgürlükleri ihlal edildiğinde, bir mahkemeye başvurduğunda sonuç alamaz, doğrudan bana başvurabilir. Etkin iç hukuk yolunu tüketmesine gerek yok." diyordu. Bu süre içerisinde bunun biraz aşıldığını söyleyebiliriz ama şimdi Türkiye çok daha kötü durumda. Onun nedenini de size anlatacağım. Nedeni şu: Türkiye şu anda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını uygulamayan ülke. Peki, Türkiye dışında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını uygulamayan ülkeler var mı? Var, bunlar Rusya ve Azerbaycan. Rusya'nın durumu malum, zaten Avrupa Komisyonuyla ilişkilerini kesmek üzere ve Avrupa Komisyonu kararlarını neredeyse tanımıyor. Diğer ülke Azerbaycan, 2017 yılında Mammadov'la ilgili bir kararı uygulamamıştı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yaptırım kararlarından sonra, 2018 yılında Mammadov'u tahliye ettiler ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarını o günden bugüne yerine getiriyorlar.

Dolayısıyla şu anda Avrupa Komisyonu üyesi olup, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yargılama yetkisini kabul etmiş olup Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını uygulamayan tek ülke Türkiye ve bunu da başaran Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmeti. 1990'lı yıllarda, o en kötü yıllarda bile, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin "Türkiye'de etkin iç hukuk yolu yoktur." dediği yıllarda bile Türkiye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarını uyguluyordu veya uygulamaya çalışıyordu ama şimdi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını uygulamayan tek ülke konumundadır Türkiye.

Şimdi, bu o kadar önemli bir mesele ki -yani şöyle sanılmasın- "Ya ne olmuş 3 tane mahkeme kararını uygulamadık diye? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yüzlerce karar veriyor ve biz bunların içerisinden sadece birkaç tanesini uygulamadık." denilebilir, böyle söylenebilir ama önce şunu unutmamak gerekir: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin en fazla ihlal kararı verdiği ülkelerin neredeyse başında geliyor Türkiye yine Rusya'yla birlikte. Yani siz "Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni uygulamıyorsunuz, sözleşmeye saygı duymuyorsunuz, sözleşmeye aykırı fiiller içerisindesiniz." diye en çok karar verdiği ülkelerin başında geliyor. Bu yetmiyor, bir de Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarını tanımıyor.

Türkiye yalnız Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını tanımayan, uygulamayan bir ülke değil aslında. Ya, bu o kadar ciddi bir sorun ki sadece birkaç tane karardan bahsetmiyoruz çünkü Türkiye'de Anayasa Mahkemesi kararları da uygulanmıyor. Hatta ben size daha fazlasını söyleyeyim, Türkiye'de mahkeme kararlarının bile önemli bir bölümü uygulanmıyor ya da uygulanmış gibi yapılıp uygulanmaması için her yön deneniyor. İdari yargıdan size bir örnek vereyim: Bir vatandaş, bir sendika, bir kurum bir tane genelgenin hukuka aykırı olduğunu iddia etti; ve iptali için dava açtı, o genelgeyi idari yargı iptal etti. Anında Adalet ve Kalkınma Partisi o genelgenin üzerinde -mevzuat hükmü hangisiyse- bir düzenleme yapıp o mahkeme kararını hiçleştiriyor yönetmelik değişikliğiyle. Diyelim ki Danıştaya başvurdu birisi, o yönetmeliğin iptalini istedi. Hemen bir kanun değişikliği yapıyor Adalet ve Kalkınma Partisi ve o yönetmelikle ilgili olarak verilmiş kararın ortadan kaldırılması için bir işlem yapıyor. Veya bir ÇED raporu düşünün, bir mahkeme bir ÇED kararını iptal etti. Küçücük rötuş değişiklikleriyle o mahkeme kararının boşa çıkarılması için her şey yapılıyor. Yani sadece Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları değil, sadece Anayasa Mahkemesi kararları değil, Türkiye'de artık yargı kararları da uygulanmıyor; yargı kararlarının boşa çıkarılması için her işlem yapılıyor, Türkiye'de maalesef genel durum budur.

Yıllar önce Türkiye Barolar Birliğinin düzenlediği bir uluslararası sempozyum vardı, sanırım Bilkent Oteldeydi, Bilkent Üniversitesi kampüsüne yakın bir yerde; idari yargıyla ilgili bir oturuma katılmıştım. Panelistlere panelin sonunda sorular soruldu. Bir meslektaşımız, bir avukat arkadaşımız panelistlerden birisine -Alman bir akademisyendi- sordu: "Almanya'da eğer bir mahkeme kararı uygulanmazsa ne yapıyorsunuz?" Konuşmacı anlamadı, tekrar ettirdi, hani "Ben anlamadım." dedi. Soruyu soran kişi bir daha sordu, dedi ki: "Mahkeme kararını uygulamazsa idare, ne yapıyorsunuz?" Anlamayınca, bir daha tekrar etti "Ya, işte, mahkeme kararını idare uygulamazsa ne yaparsınız?" dedi. "Yani nasıl bir mahkeme kararı uygulanmaz?" dedi. Bir mahkeme kararı nasıl uygulamaz, bunu kavrayamadı. İşte, Türkiye öyle bir ülke. Yargı kararlarının uygulanmaması Türkiye açısından olağan ve emin olun, yargı kararlarının uygulanmamasını, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının uygulanmamasını, Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanmamasını bu ülkenin siyasi aktörleri savunuyor. Ya, savunuyorlar bunu! Hani sadece susabilirsiniz, bunu eleştirebilirsiniz, bu anlaşılır bir şey. Çıkıp herkes Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının uygulanmamasını savunuyor. Anayasa Mahkemesinin kararlarını boşa çıkarmak için Yargıtayın bir tane dairesi çıkıp bambaşka bir karar veriyor. Türkiye'de hukuk sistemi işte böyle içinden çıkılamaz bir hâle sokulmuş durumda.

Şimdi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine ve sözleşmesine dönecek olursak, daha büyük bir talihsizlik var, burada çokça tartıştık bunu. Bakın, Türkiye sadece Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını uygulamayan bir ülke değil, aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi sadece Türkiye'yle ilgili 17'nci maddenin ihlali yönünde karar verdi yani "Türkiye'de mahkemeler hukuksal değil siyasi kararlar veriyor. Yargı yetkisini Hükûmet, devlet kötüye kullanıyor." dedi; 17'nci madde ihlalleri. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kurulduğu günden bugüne 17'nci maddenin ihlali yönünde karar verilmiş davalar -tek ülke- Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti aleyhine açılmış davalardır; hem Osman Kavala başvurusunda bu kararı verdi hem de Demirtaş başvurusunda 17'nci maddenin ihlal edildiğine karar verdi.

Şimdi, AİHM'i çok eleştiriyorsunuz "Siyasi kararlar veriyor." falan diyenleriniz de var, özellikle iktidar cenahında ama unutmayın, Türkiye'de, sonuç alamadığı dönemde, partinizin kurucuları, en önemli aktörleri, Cumhurbaşkanları -son 2 Cumhurbaşkanı da zamanında iç hukukta sonuç alamadığı için- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurmuştu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden adalet istemişti. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden o gün adalet istendiğinde nasıl karşı çıkılmadıysa, doğru yapıldıysa bugün de insanların Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurmasına, Türkiye'de bulamadığı adaleti orada aramasına saygı duymak gerekir.

Şimdi, iki tane karar var. Yani -biraz önce de söyledim- hangi konularda ihlal kararı verdi ve bu kararlar uygulanmadı? 2 tane önemli karar var; bir tanesi Kavala'yla ilgili verilmiş karar, biri de Demirtaş kararı. Şimdi, bu 2 kararın uygulanmamasının nedeninin siyasi olmadığını kim söyleyebilir? Adalet ve Kalkınma Partisi adına söz kuran, siyaset üreten, bu partinin Genel Başkanı dâhil olmak üzere, meydan meydan dolaşıp Gezi'yi propaganda malzemesi yapmadı mı? Hâlâ Gezi üzerinden bir siyaset yürütmüyor mu? Meydan meydan dolaşıp, televizyon televizyon, kanal kanal dolaşıp Kobani davası üzerinden siyaset yürütmedi mi bu siyasi iktidar? Yürüttü. Bunu bir kampanyaya çevirdi yani bu yargılamanın kendisini hem bir kampanyaya çevirdi hem de haksız olduğunu Anayasa Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ortaya koyduktan sonra da maalesef bu kararların gereğini yerine getirmedi.

Son olarak bir şey daha söylemek istiyorum, daha sonra bitireceğim. Şimdi, Kobani davası önemli bir davaydı, geçen hafta boyunca arkadaşlarımız çokça tartıştı ama bu yargılamayla ilgili ben size 3 tane önemli konuyu söyleyeyim. Bakın, Türkiye özel yetkili mahkemeleri çok gördü; istiklal mahkemelerini gördü, sıkıyönetim mahkemelerini gördü, devlet güvenlik mahkemelerini gördü, CMK 250'nci maddeyle görevli özel yetkili mahkemeleri gördü, TMK 10'uncu maddeyle görevli özel yetkili mahkemeleri gördü ama AKP'ye kadar özel yetkili heyet yoktu. Sadece bir dosyaya bakan heyetler var şu anda Türkiye'de. Bir mahkeme düşünün, 22. Ağır Ceza Mahkemesi, bu 22. Ağır Ceza Mahkemesinin 2 tane heyeti var. Bir tane heyet o mahkemedeki diğer bütün dosyalara bakıyor; 50 dosya, 100 dosya, 500 dosya, bin dosya, neyse. Bir heyet sadece bir dosyaya bakıyor. Bir dosyaya bakmakla görevli özel heyet Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetleri döneminde kurulmuştur ve bu özel heyet sadece bu davada karar versin diye görevlendirilmiş heyet. Önce Fetullahçılar aleyhine açtıkları davalarda kullandılar, daha sonra Kobani gibi birkaç davada daha Adalet ve Kalkınma Partisi özel yetkili heyet kurdu. Bu özel yetkili heyetlerin özel olduğunu biz zaman içerisinde gördük; mesela, Kobani kumpas davasında. O heyetin başındaki zat bir çete lideri çıktı "Ata Dedeler" diye bir tane çete varmış ve bu çetenin liderlerinden birisiymiş özel yetkili heyetin başındaki mahkeme başkanı. Ama bunun yaptığı hiçbir işlemle ilgili daha sonra olumsuz bir karar verilmedi. Yani bu mahkeme heyetinin, bu başkanın yaptığı bütün işlemlere hukuksal değer atfedildi ama onun çete lideri olduğu daha sonra ortaya çıktı, çete liderlerinden birisi olduğu ortaya çıktı, ev hapsi verildi ve daha sonra emekliye ayrılmak zorunda kaldı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Tiryaki, lütfen tamamlayın.

MEHMET RÜŞTÜ TİRYAKİ (Devamla) - Bitiyorum Sayın Başkan.

Özel yetkili savcı görevlendirildi Kobani davası için. Bakın, bir savcı görevlendirildi normal seyrinde yürüyen bir soruşturmada. Bu savcının tayini çıktı İzmir'e -Ankara'da görevli olan savcı- bir yıl boyunca gitmedi, odasını boşaltmadı ve bir yılın sonunda, neredeyse bir yıl sonra o atama kararı iptal edildi. Özel yetkili savcıydı çünkü bunun için görevlendirilmiş bir savcıydı. Bütün Kobani olayları yüzünden denildi ya "Bu kadar kişi öldü, şu kadar mal mülk yakıldı." falan filan, bir sürü propagandası yapıldı âlâyıvalalarla. Tek bir ceza verilemedi bu dosyada, biliyor musunuz Kobani dosyasında? Arkadaşlarımız sonunda neyle suçlandılar? Kobani olaylarının hiçbiriyle suçlanmadılar, sadece ve sadece onlara "Siz bölücüsünüz." denildi; vatanın bölünmez bütünlüğü aleyhine faaliyette bulunmuş arkadaşlarımız. Ne oldu Kobani olayları? Nerede olaylar? Nerede onlar için açılan dava? Koca bir boş, koca bir boş sayfa; sıfır. Onunla ilgili hiçbir karar veremedi mahkeme. Neden? Ellerinde hiçbir delil yoktu.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)