GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Öğretmenlik Mesleği Kanunu Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:100
Tarih:09.07.2024

DEM PARTİ GRUBU ADINA KEZBAN KONUKÇU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir kanun teklifiyle karşı karşıyayız, bu kanun teklifini anlayabilmemiz için şu an AKP-MHP iktidarının eğitim politikalarına bakmamız gerekiyor çünkü buna bakmadan bu kanun teklifinin amacını ve içeriğini anlayabilmemiz mümkün değil gerçekten. Eğitim politikaları deyince, en başta, AKP -her zaman, böyle başına bir şey geldiği zaman "Allah'ın lütfu." diyor ya- Allah'ın bir lütfu gibi, bu ülkede uzun zamandır çeşitli nedenlerle uygulanamayan özelleştirme politikalarını hızla uygulama lütfuna sahip olmuş iktidar olarak karşımıza çıkıyor. Eğitim politikalarına baktığımızda da eğitimde hızla özelleştirmelerin hayata geçirildiğini görüyoruz ve gün geçtikçe özel okullarının sayısının arttığını görüyoruz, piyasacı bir anlayışla eğitimin yeniden şekillendirildiğini görüyoruz. Eğitimi sadece piyasacı bir anlayışla şekillendirmiyor, aynı zamanda bir toplum mühendisliği yaparcasına toplumu yeniden şekillendirme adına, kendi istediği gibi ve kolayca yönetebilmek için bu anlamda eğitimin çok önemli olduğunu biliyoruz, yaklaşımlarını görüyoruz. Burada, bizim karşımıza en somut olarak, en başta çıkmış hâli, 2012 yılında uygulanmaya başlanan, "4+4+4" olarak ifade edilen bir eğitim sistemiyle birlikte eğitimde tekçi anlayışın dinî açıdan da kendini çok somut bir şekilde ortaya koyduğudur. Örneğin, on iki yıllık temel eğitim sisteminin dokuz yılında okutulan ve toplam 1.086 sayfadan oluşan ders kitaplarında Alevilik ve Bektaşilik toplam 16 sayfa yer bulabilmiş. Ve buradan anladığımız gibi, Millî Eğitim müfredatında çok açık bir şekilde tek bir dinin, tek bir mezhebin üzerinden bir şekillendirmeyi görüyoruz. Cumhurbaşkanı şöyle bir ifade kullanmıştı: "Pek çok konuda başarılı olduk ama eğitimde, kültürde olamadık." Hay Allah, niye olunamadı acaba! Çünkü toplum böyle elinizde hamur değil istediğiniz gibi yoğurabilesiniz; bunu yapmaya çalışıyorsunuz ama bunu başarmanız mümkün değil. İşte, bu kanun teklifi de bu toplumu yeniden şekillendirme anlayışının bir parçası olarak karşımıza çıkıyor. Bu yeniden şekillendirme anlayışını biz, yakın süreçte örneğin ÇEDES ve MESEM'lerle gördük. Güzel güzel isimler de konuluyor "Çevreme Duyarlıyım" falan diye ve bir bakıyoruz, bu projeyi uygulayabilmek için "manevi danışman" adı altında din görevlileri görevlendiriliyor hatta bir kadroya alınıyor, atanıyor, görevlendiriliyor. Yani çok istedikleri itaatkâr bir nesil yetiştirme; kindar, dindar, itaatkâr bir nesil yetiştirme projesini hayata geçirebilmek için ÇEDES'leri hayata geçirdiler.

Bir bakıyoruz ki ardından hemen yanı sıra MESEM'ler uygulanmaya başlandı. Güzel güzel anlatılıyor MESEM'ler de ancak MESEM'lerde çocuklar ölüyor sayın vekiller; 10 yaşında, 12 yaşında çocuklar bu MESEM projelerinde, denetimsiz bir şekilde uygulanan projelerde hayatını kaybediyorlar. Yani ÇEDES projeleriyle itaatkar olsun, sorgulamasın. Niye? Çünkü ucuz iş gücü olarak çalıştığında da sesini çıkaramayan bir toplum inşası projesiyle karşı karşıyayız.

Sonra, hemen arkasından ne geldi? "Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli" dedikleri bir müfredat geldi çünkü bütün bunları uygulayabilmek için müfredatı değiştirmeleri gerekiyordu. Bu müfredata baktığımızda da örneğin, din eğitimine 572 sayfa ayrılırken felsefeye sadece 67 sayfa ayrıldığını görüyoruz ve tarikatların okullarla ilişiğinin oluşturulabilmesi için bu müfredatta çok açık maddelerin, yaklaşımların olduğunu görüyoruz. Bu müfredat da kesinlikle pedagojik olmayan, çok ideolojik bir müfredat olarak karşımıza çıkıyor.

Bu bağlamda baktığımızda, ÇEDES'ler, MESEM'ler, Maarif Modeli... Aa, bir şey eksik kaldı. Ne eksik kaldı? Öğretmenler. Öğretmenleri de bu proje kapsamında görevlendirebilmemiz, şekillendirebilmemiz, en başta da eleyebilmemiz gerekiyor diye düşünmüşler anladığımız kadarıyla çünkü "Öğretmenlik Mesleği Kanunu Teklifi" diye bize sundukları bu teklifte ağırlıklı olarak karşımıza çıkan bir akademi görüyoruz. Bakın, "Millî Eğitim Akademisi" dedikleri şey şöyle bir şey: İşte, gençler eğitim fakültelerini bitirecekler, oradan mezun olacaklar, KPSS'ye girecekler, başarılı olacaklar, mülakata girecekler, oradan da başarılı olacaklar, hop, nereye gelecekler? Akademiye. Akademiye geldiklerinde iş bitmeyecek. Akademideyken çalıştıkları okullarda 14 bin lirayla çalışacaklar, asgari ücretin altında -"Bunu denkleştireceğiz." falan dediler Komisyonda ama ben önümdeki teklif üzerinden konuşuyorum- sadece sağlık sigortaları yapılacak, başka hiçbir şeyleri yapılmayacak yani prim gününe sayılmayacak o çalıştıkları günler ve 3 dönem ila 4 dönem arasında bir eğitime tabi tutulacaklar bu Akademide. Bitmedi, Akademinin sonunda tekrar yazılı sınav, tekrar mülakat... Zaten mülakatın ne anlama geldiğini biz çok iyi biliyoruz. Mülakat demek "Benim istediğim gibi misin yani benim ideolojime uygun musun, değil misin?" yaklaşımıdır. Ve engelli koşu gibi, sayın vekiller, KPSS-mülakat, Akademi-mülakat; ya, bu engelli koşuyu kim, nasıl tamamlayacak, gerçekten ben çok merak ediyorum. Yani bu, aslında pek çok alanda karşımıza çıkan kamuda güvencesiz çalıştırma meselesinin çok açık bir şekilde uygulama formülünü görüyoruz biz bu kanun teklifinde. Güvencesiz çalıştırma; elenecek, elenecek ve gene kalacak. Şimdi, bize Komisyonda dendi ki: "E, ne yapalım yani?" Şimdi, çok açık, yapılacak şeyler gerçekten çok açık. Sürem yetmez ya, gerçekten onlardan bahsetmek istiyorum. "Ne yapılacak?" dendiğinde "Bu kadar öğretmen var, e, hepsini atayamıyoruz." E, o zaman gideceksiniz, eğitim fakültelerine bakacaksınız, "Kontenjanı kaç?" diyeceksiniz; Sonra bakacaksınız "Toplumun ihtiyacı kaç?" diyeceksiniz? Bunu denkleştirmek için bir plan yapacaksınız; üç yıl sürer, beş yıl sürer, on yıl sürer bu denkleştirme meselesi, yeter ki bu istensin, böyle bir istek yok ki. Genç işsizliği örtsün diye üniversitelere yığılan gençler, ondan sonra "Atayamadım, tüh, tüh... Niye atayamadım? Bütçe yok." Niye bütçe yok? Bütçe yaratılabilir, zenginden daha çok vergi alın, lüksünüzden tasarruf edin, ondan sonra otoyollara, şuraya buraya teşvik; onlardan tasarruf edin, sonra, vergilerini affediyorsunuz 5'li çetenin, affetmeiverin. Buralardan bütçe yaratın ki mezun olan öğretmenler kadrolu bir şekilde, güvenceli bir şekilde çalışabilsinler. Güvenceli çalışmanın önüne geçmek için karşımıza çıkan bu akademinin kesinlikle ne anlama geldiğini biz çok iyi anlıyoruz.

Şimdi, bakın, bu kanun teklifinin hiçbir tarafını biz kabul edemeyiz, kesinlikle kabul etmiyoruz, topyekûn karşı çıkıyoruz çünkü burada bir mantık var, biz bu mantığın karşısındayız; kamuda özelleştirmenin karşısındayız, biz ideolojik olarak yeniden toplumun şekillendirilmesi projesinin karşısındayız. Bu anlamda bunu tekrar ifade etmek isterim.

Bakın, çok fazla referans veriliyor, 2021 yılında yapılmış olan 20'nci Eğitim Şûrası'na. Şimdi, bu kanun teklifinde de referans veriliyor. Ben o şûranın bazı kararlarını burada okumak istiyorum, gerçekten çok mânidar. Şûra kararları: "Okullarda ücretsiz öğle yemeği ve beslenme desteği sağlansın. Sözleşmeli öğretmenlik kaldırılsın, öğretmen alımlarında kadrolu istihdam esas alınsın ve mülakat uygulaması kaldırılsın. Özel eğitim kurumlarında görev yapan öğretmenlerin devlet okullarında görev yapan öğretmenlerle asgari düzeyde özlük haklarına sahip olmaları yönünde düzenleme yapılsın." Ne kadar güzel tavsiyeler değil mi arkadaşlar? Ama bunların hiçbiri uygulanmıyor. Neden uygulanmıyor? Çünkü işlerine gelmiyor, zaten 2021'den bu tarafa şûra da toplanmıyor. Hemen şunu da ifade etmek isterim hazır yeri gelmişken: Özel sektörde çalışan öğretmenlerin talepleri çok açık ve net; biz bunu Komisyonda da tartıştırdık, "Bir yol alacağız." dendi ama henüz bizim önümüze bir kanun maddesi olarak gelmedi. Bu arkadaşlarımız taban maaş haklarını istiyorlar. Ne demek bu? Kamuda çalışan öğretmenlerle en azından brütte aynı ücreti almak istiyorlar. Bu arkadaşlarımız belirli süreli sözleşmeyle çalışıyorlar, bilmeyenler için söyleyeyim: On ay çalışıyorlar, on ayın sonunda işlerine son veriliyor, bir sonraki sene ne yapacaklarını bilemiyorlar ve aynı zamanda onuncu iş kolunda... Yani bu insanlar öğretmen ama onuncu iş kolunda çalışıyorlar, sosyal iş kolunda çalışıyorlar ve iş kolu düzenlenmediği için sendikalaşma, toplu iş sözleşmesi yapma, yetki alma konusunda ciddi sıkıntılar yaşıyorlar; bunun da bir an önce çözülmesi için elimizden geleni yapmamız gerektiğini düşünüyoruz.

Şimdi, özellikle şunun altını çizerek bitirmek istiyorum sayın milletvekilleri: Statü yaratma yani statü farkları yaratarak... Bu, işçiler arasında çok yapılıyor taşeron sistemiyle; işte, aynı iş yerine gidiyorsun, kadrolu işçi var, taşeron işçi var -belediyelerde var- "Kaldırılacak." dendi, kaldırılmadı. "Kaldırılacak." denilen her şey kaldırılmadığı gibi, bakın, bu Akademide tanımlanan, bu kanunda tanımlanan başöğretmen, uzman öğretmen... Aynı derse giriliyor -ben yirmi yıl öğretmenlik yaptım- aynı sınıfa giriyoruz, aynı dersi veriyoruz, hiçbir fark yok aramızda ama ne oluyor? İşte "Sen şusun, sen busun." Niye? O statü farkları, çalışanlar arasındaki, meslek sektörü arasındaki bu ayrımlar aslında kolay yönetme taktiğidir. Biz kesinlikle bunların karşısında da duruyoruz ve bu statü farklarının yaratılmasına karşı da ses çıkaracağımızı ifade etmek istiyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

KEZBAN KONUKÇU (Devamla) - Tamamlıyorum Başkan.

BAŞKAN - Buyurun.

KEZBAN KONUKÇU (Devamla) - Şunu da çok kısaca söyleyip bitirmek isterim: Bir KHK'ler rejimiyle -hani o yine "Allah'ın lütfu" diye gördüğünüz 15 Temmuz darbe girişiminden sonra- toplumu yeniden şekillendirme yoluna girdiniz, bunu en başta özelleştirmelere hız vererek yaptınız. Bakın, o zamandan bu zamana hiçbir öğretmen kadroya alınmadı, hepsi sözleşmeli olarak çalışıyor, bunu toplumun çoğu bilmiyor. Şimdi onu yasallaştırmak istiyorsunuz yani kadroya geçmesin, 657'yi çöpe atalım istiyorsunuz yani tekrar güvencesiz çalışmayı dayatmak istiyorsunuz bütün eğitim emekçilerine, kamuda çalışan bütün insanlara. Kesinlikle güvenceli çalışmadan yana olduğumuzu bir kere daha ifade etmek istiyorum.

Teşekkür ediyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)