| Konu: | Anayasa Mahkemesinin Şerafettin Can Atalay'ın milletvekilliğinin düşmesi işlemiyle ilgili vermiş olduğu kararı doğrultusunda TBMM'nin tutum ve davranışının belirlenmesi, yaşanan bu durumun sebeplerinin tespit edilmesi ve benzer durumların önlenmesi konusunda bir genel görüşme açılmasına ilişkin önergenin (8/43) ön görüşmesi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 114 |
| Tarih: | 16.08.2024 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (İzmir) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; hepinizi en içten duygularımla, saygılarımla selamlıyorum.
Adalet, var olanın ait olduğu yerde bulunmasıdır. Adalet, doğruluk temelinde bir düzenin kurulmasıdır; kurulan düzenin sürdürülmesi, hakkın gözetilmesi ve ona saygılı olunmasıdır. Adalet, komşusu açken tok yatmamaktır. Adalet, devletin dini, ekonominin besmelesidir. Adalet, geçinebilen emekli, umutları olan gençler, alnının terinin karşılığını alan emekçi, siftahına şükreden esnaf, yer ve yetki teminatı olan kamu görevlisi, ayrılmış erklerin birbirini denetleyebilmesidir. Adalet, yüce dinimizin en önemli emridir. Adalet, üç bin yıllık devlet geleneğimizin temelidir. Türk'e göre adalet göğün direğidir; adaleti var eden yasal düzen şayet bozulursa gök yıkılır. Töre, adalettir, kanundur ama törenin bir anlamı daha vardır; o da usuldür. Görevini yerine getirirken usul, erkân bilmek gerekir; bilmeyene teslim edilen görev ve makam, gücü değil, beraberinde utancı getirir.
Bugün de burada bir utancın anatomisini görüşmek üzere toplanmış bulunuyoruz. Bugün cebelleştiğimiz sorunların ilk sebebi adalet yoksunluğudur. Adalet yoksunluğunun sebebi ise iktidarın adalet duygusundan yoksun olmasıdır. Sonucu ise memleketin yoksunluğu ve yoksulluğudur. Yasaklarla, yolsuzluklarla, yoksullukla mücadele taahhüdünden her üçünün de faili olmaya evrilen iktidar yolculuğunun en kritik duraklarından biri de bugün görüştüğümüz ve üzerinde tartışmaya devam edeceğimiz Can Atalay vakasıdır. Mart 2014'te Gezi olaylarıyla ilgili hakkında örgüt kurmak ve yönetmekten iddianame düzenlendi, 2015 yılında beraat etti. Yine, beş yıl sonra yani 2019 yılında Gezi olaylarına ilişkin yeni bir iddianame tanzim edildi, tanzim eden de hâlen firari FETÖ savcısı Muammer Aktaş. Şubat 2020'de Can Atalay bu davadan da beraat etti. İstinaf dosyayı bozdu, 2 defa beraat eden Can Atalay hakkında bu sefer devreye giren eller, kulaklara fısıldanan talimatlar, havada uçuşan "Unutmayınız." kartları marifetiyle on sekiz yıl hapis cezası verildi. Keyfi yerine gelen istinaf bu cezayı hemen onadı. 2023 Genel Seçimleri'nde Can Atalay aday oldu. Yüksek Seçim Kurulu adaylığını kabul etti ve Can Atalay milletvekili seçildi. Son on beş aydır yaşananlar ise usul, erkân bilmemenin, hukuk tanımazlığın, adaletsizliğin, devlet aklı ve ahlakından yoksunluğun, siyasetin yargıyı teslim almasının, yargıç değil, personel istihdamının Türk hukuk tarihinin ve yakın siyasi tarihimizin en büyük kepazeliği olarak hafızalarda silinmemek üzere yer etti. Anayasa 83'üncü madde "Milletvekillerinin dokunulmazlığı var, milletvekili tutulamaz, gözaltına alınamaz, sorgulanamaz, tutuklanamaz, yargılanamaz." diyor. Kaldırma usulünü de istisnai durumlarda düzenliyor. Bu kurala dayanarak Sayın Can Atalay bir başvuru yaptı, dosya Yargıtayda olduğu için Yargıtay "Bu durum istisnai hâllerdendir dolayısıyla bahse konu kişi dokunulmazlıktan faydalanamaz." dedi. Bu kurala dayanarak yapılan müracaatın Yargıtay tarafından reddedilmesi bir hukuki yorumdur, doğrudur ama yanlıştır, netice itibarıyla bir hukuki durumdur. Neticede, Anayasa Mahkemesine yapılan başvuru sonucunda "Tutukluluğun devamı Anayasa'nın 83'üncü maddesiyle bağdaşmıyor." denilerek hak ihlali kararı verildi. Şimdi, böyle bir durumda ne beklersiniz? Yerel mahkeme kararı uygulayacak, Can Atalay tahliye edilecek, Türkiye Büyük Millet Meclisine gelip yeminini edecek, milletvekilliği sona erince de yargılama devam edecek -hukuk bunu gerektiriyor- ya da bu arada bir fezleke düzenlenecek, Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderilip görüşülüp oylanacak, dokunulmazlık kaldırılacak, ancak bu süreçlerden sonra da yeniden yargılama yapılacak. Bizim hem ceza hukukumuz hem Anayasa'mız hem de kanunlarımız bunların yapılmasını emreder nitelikte hükümler içeriyor ama bunların hiçbiri olmadı. Usul, erkân bilmeyenler, talimatla hukuku eğip bükenler, adalet duygusundan, millete karşı olan sorumluluktan yoksunlar göğün yıkılmasına sebebiyet verdiler; kul hakkına girdiler, millî iradeyi, hukuku ve adaleti yok saydılar. Önce Anayasa Mahkemesinin kararını uygulaması gereken yerel mahkeme "Dosya Yargıtayda, kararı o versin." dedi. Anayasa'nın amir hükmü olan "Anayasa Mahkemesi kararları herkesi bağlar." maddesi ağırlarına gitmiş olacak ki Yargıtay 3. Ceza Dairesi "Ben, herkes miyim!" diyerek dünya da eşi benzeri görülmemiş bir karara imza attı, Anayasa Mahkemesi kararlarına uyulmamasına, hatta kararı veren Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında da suç duyurusunda bulunulmasına hükmetti. Başka ülkelerde olsa bunlar film olur saygıdeğer milletvekilleri. Atalay, bu durumda senaryoya itiraz etti ve yeniden Anayasa Mahkemesine başvurdu. Anayasa Mahkemesi bu sefer de ilk kararı uygulamayarak "Bireysel başvuru hakkını da ihlal ettiniz." dedi. Aynı döngü bir kez daha yaşandı, bu sefer Yargıtay 3. Ceza Dairesi Anayasa Mahkemesi kararının hukuki değerinin olmadığını söyleyip karara uymama kararı verdi. Yetmedi, bir de milletin iradesinin tecessüm ettiği ve duvarında "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" yazan Gazi Meclisimize sopa gösterdi, anayasal zorunluluk gereği takdir ve ifası için yeniden Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına gönderilmesine karar verdi, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına gönderildi. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın Numan Kurtulmuş, bu kararı -kendisi beni bağışlasın ama- emir telakki etmiş olsa gerektir ki yurt dışında olduğu bir oturumda gündeme aldırıp okuttu. Can Atalay yeniden Anayasa Mahkemesine başvurdu, Anayasa Mahkemesi bu sefer de "Türkiye Büyük Millet Meclisinde okuduğunuz karar mahkûmiyet kararı değil, Yargıtay ilgili dairesinin Anayasa Mahkemesi kararına ilişkin değerlendirmesidir." yorumunda bulundu, devamında "Anayasa Mahkemesi olarak biz hak ihlali kararı verdikten sonra kesinleşmiş bir hükmün varlığından söz etmek mümkün değildir, kararlarımız tavsiye değildir, bağlayıcıdır, gereğinin yapılması konusunda ilgili otoritelere takdir hakkı ve yetkisi bırakmayan kararlardır." ifadesinde bulundu. "İhlale yol açan karar, hak ihlali kararımla ortadan kalkmıştır, yasama organı yönünden de bu bağlayıcıdır. Yargıtayın, Anayasa Mahkemesi kararına uyulmaması kararı da hukuki bir değere sahip değildir, dolayısıyla kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı falan yoktur." dedi yani mealen "Türk hukukunda Anayasa Mahkemesinin hak ihlali kararına uyulmaması gibi bir uygulama yoktur." tespitinde bulundu. Yani buna göre yine, verilmesi mümkün olmayan ve hukuki dayanaktan yoksun bir karara yaslanarak "Yargıtay ilgili dairesinin yazısının Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda okutulması suretiyle Atalay'ın milletvekilliğinin düşürülmesi esasen ve hukuken yok hükmündedir." ifadesine yer verildi. İşte, bu kararın ışığında bizler buradayız. üç bin yıllık devletimizin, asırlık cumhuriyetimizin tarihinde yapılmış en karanlık tablolardan biri, bugün önümüzde ve karşımızdadır. Bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi bu utanç tablosunu ya paramparça edip yok edecek ya da bu tablonun tarihte yer etmesinin mimarı olarak sorumluluğu üstlenecektir. Yok hükmünde olan bir karar ya kötü bir anı olarak hatırlanacak ya da hukukun artık bu ülkeyi terk ettiği cümle âleme ilan edilmiş olacaktır. Goethe "İsimler birer kuru gürültüden ibarettir." diyor. Mevzu, Can Atalay ya da onun milletvekilliğinin devamı asla değildir; mevzu, hukukun emrettiğine uymak için gereğini ifa etmektir; mevzu, hukuk devletinin hem maddi hem de biçimsel özelliklerini savunmaktır. Nasyonal sosyalistler Almanya'da işbaşına geldiklerinde evvela hukukun biçimsel güvencelerini tahrip etmişlerdi, sonrasında hukuk devletinin maddi özünü ortadan kaldırmak onlar için çok kolay bir işe dönüşmüştü. Hukuk devletinin maddi özünde insan vardır, insanın onuru vardır, insanın hakları vardır. Biçimsel ilkeler ise bu özü korumak için getirilmiştir. Bunu tahrip etmeye başladığınız andan itibaren özü de ortadan kaldırmanın yolunu açmış olursunuz. İtiraz ettiğimiz, karşı durduğumuz, bu ülkeyi her geçen gün daha kötüye götüren tek adam rejiminin, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin bugün bizi getirdiği hâldir. Bu devletin gelenekleri vardı; o gelenekleri yok ettiniz. Bu devletin bir aklı vardı; o akla ihanet ettiniz. Bu devletin bir ahlakı vardı; ahlak yoksunluğunu tıpkı bir kanser hücresi gibi devlete metastaz ettirdiniz. (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar) Geldiğimiz yer, işte tam burasıdır. Kurduğunuzu zannettiğiniz düzen, aslında düzen değil, düzenektir; hukuktan, adaletten arındırılmış, ahlaktan yoksun, akıldan uzaklaşmış kurnaz bir düzenektir. Toylardan, kurultaylardan bugüne gelen bir geleneği ve bir tecrübesi var bu Meclisin; yüz yıldır süregelen teamülleri var.
Beyefendiye hürmetsizlik etmekten korkan, buna karşı hukuku hiçe saymayı umursamayan bir Meclis yönetimi olunca ne o teamüller ne de tecrübe ve birikim hiçbir işe yaramadı, yaramıyor; böyle devam ederseniz de yaramayacak. (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar)
Küçük siyasi hesaplar ve kendi partisindeki ikbal uğruna bu Gazi Meclis zor durumda bırakılmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisinde yanlış bir kararın okutulduğu konusunda hemen tüm hukukçular hemfikirdirler. Kendisi yurt dışındayken bu kararı Başkan Vekilline okutturan Sayın Meclis Başkanına sesleniyorum: Sayın Başkan, siz bu kararı kendiniz mi okumak istemediniz de başkasına okutturdunuz? Baskı altında mıydınız? Bu çetrefilli durumun oluşmasını sağlayarak kendinize farklı bir parantez mi açmaktı niyetiniz? "Bakın, ben iyiyim ama ne yapayım, sonuçta emir kuluyum, okumamız lazımdı." mı demek istediniz? (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar) Yöneticilik sorumluluktan kaçmak değil, onu layıkıyla üstlenmekten geçer; aksi, maalesef ve maatteessüf ucuz siyasettir ve işgal edilen koltuğa asla ve kata yakışmaz. (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar) Yanlışların iç içe geçtiği sürecin sonucunda şimdi buradayız ama bu yanlışlıklar sürecinin en önemli halkası Mecliste yanlış kararın okunması olmuştur. Yanlış karar okunduktan sonra diğer tartışmaların da hiçbir önemi kalmamıştır. Böylesi bir hatanın Meclis tarihinde hiç olmamış olduğu da dikkate alındığında, Meclis Başkanının niyeti ve yeterliliği konuşulması gereken en önemli mesele olarak şimdi önümüzdedir.
Meclisi olağanüstü toplantıya çağırdık. Soruyorum şimdi, ne yapacağız? Bir oylama mı yapacağız? Hayır. Bir karar mı alacağız? Hayır. Konuşacağız, tartışacağız. Değerli arkadaşlar, ne yapacağız? Bu kez yerel mahkemenin kararını mı okuyacaksınız? O da yok hükmünde. Öyleyse ne yapacaksınız? Anayasa Mahkemesine göre "Yüksek mahkeme hak ihlali kararı verdikten ve bu ihlalin düzeltilmesi için hüküm kurduktan sonra artık o karara dayanarak işlem tesis edilemez." diyor yani karar yok hükmünde. "Bu yok hükmündeki karar hukuk âleminde hiç var olmadı." deniliyor. Yani aslında bu karar "Sayın Can Atalay'ın milletvekilliği hiç düşmedi." diyor. (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar)
YUNUS EMRE (İstanbul) - Sayın Başkan yanıt verecek misiniz? Çok önemli sorular sordu şahsınıza, tamamlayınca yanıt verin lütfen.
DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (Devamla) - Bugün yapılması gereken Anayasa Mahkemesi kararının gereğini yerine getirmek, Can Atalay'ın milletvekilliğine dayalı her türlü sonucun gerçekleştirilmesini de temin etmektir. Daha önce Meclis toplanana kadar adalet müessesesi Türkiye'yi karşı karşıya bıraktığı bu sorunu çözmek yolunda doğru bir adım atmaya muvaffak olur inşallah temennisinde bulunmuştum, kimse kılını kıpırdatmadı. Yargıda yüksek mahkemeler arasındaki güç tartışması, ne yazık ki Türkiye Büyük Millet Meclisinin iradesine onulmaz bir zarar verilmesine sebep oldu. Bunun sorumluları bu sakil durumu düzeltmek için gereğini yapmak mecburiyetindedirler. (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar) Can Atalay Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden yemin etmeli ve milletvekili olarak çalışmasına başlamalıdır. Can Atalay'ın hukuki bir problemi varsa şayet işte o zaman hukuk da işletilmelidir. Bunun yolu, yöntemi, usulü, erkanı bellidir ama biliyoruz ki siz bunu yapmayacaksınız ve yapamayacaksınız çünkü dün Adalet Bakanınız, bugün de Değerli Grup Başkanınız "Meclisin yapabileceği bir şey söz konusu değil." mealinde açıklamalar yaptılar. Ben hatırlatayım: 18'inci yüzyılın ünlü hukukçularından Blackstone der ki: "Parlamento, tabiat bakımından imkânsız olmayan her şeyi yapabilir." (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar) Yani bu aziz Meclis Anayasa'ya uygun olmak kaydıyla her türlü kararı alabilir ve her türlü adımı da atabilir. Korkmayın, bunun için önünüz açık. Bu Gazi Meclis aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın da en başta korunduğu ve kollandığı bir çatı olarak inşa edilmiştir. Türkiye'de de Meclise rakip bir yasama organı yoktur, olamaz, olmayacaktır; bunun da herkes tarafından bilindiğine şahidim. (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar)
Az evvel söyledim, Meclisin bir karar almasına gerek olmadığı açıktır çünkü yapılan her neyse zaten yok hükmündedir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (Devamla) - Müsaadenizle Başkanım.
BAŞKAN - Buyurun.
DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (Devamla) - Anayasa Mahkemesi kararlarını eleştirebilirsiniz, beğenmeyebilirsiniz ama bu kararlara uymamak, hele hele bu kararları yok saymak gibi bir lüksünüz olamaz. Beğenin, beğenmeyin Anayasa Mahkemesi "Ben ihlal kararı verdiğime göre kesin hüküm kalkmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisinde de zaten yanlış karar okutulduğu için milletvekilliğinin düşmesi eylemi yok hükmündedir." diyorsa Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının yapacağı tek şey Anayasa Mahkemesi kararını okutmak, milletvekilinin milletvekilliğinin hiçbir zaman sona ermediğini belirterek buna göre işlem gerçekleştirilmesidir. Demokrasilerde çare tükenmez ama dikkat edin "demokrasilerde" diyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Son bir dakika...
Buyurun.
DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (Devamla) - Mimarı olduğunuz ve yana yakıla savunduğunuz bu ucube sistemde hukuku işletmekten imtina ettiğiniz her durumda Türk demokrasisini daha fazla tartışılır hâle getiriyorsunuz. Dikkat ediniz, hep yanlışla imtihan ediliyor, sonuçta hep kaybediyorsunuz. Bağlılığı devlete değil saraya olanları, itaati devlete değil efendiye olanları el üstünde tutuyor sonra da liyakatsizliğin ve iş bilmezliğin bedelini ödüyorsunuz. Bakanlık koridorlarında hazırlanan ve kamuoyuna sunulan ama daha üstünden üç dört ay geçmeden yenisini hazırlamak mecburiyetinde kaldığınız yargı paketlerinin içinde her geçen gün biraz daha hukuksuzluğa ve adaletsizliğe doğru dibe vuruyorsunuz. Yediğiniz vurgunun farkında değilsiniz, derinlik sarhoşluğuyla ne hayal gördüğünüzü bilemem ama Türkiye Cumhuriyeti devleti bir hukuk devletidir, bunu aklınızın bir tarafına kazıyın.
Hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (İYİ Parti sıralarından ayakta alkışlar, CHP sıralarından alkışlar)