| Konu: | HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU İLE BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI VE MERSİN MİLLETVEKİLİ ALİ RIZA ÖZTÜRK'ÜN; AVUKATLIK KANUNU İLE HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TEKLİFİ, SİVAS MİLLETVEKİLİ HİLMİ BİLGİN VE ÇANKIRI MİLLETVEKİLİ İDRİS ŞAHİN İLE 8 MİLLETVEKİLİNİN; 1136 SAYILI AVUKATLIK KANUNU, HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU VE 3568 SAYILI SERBEST MUHASEBECİ MALİ MÜŞAVİRLİK VE YEMİNLİ MALİ MÜŞAVİRLİK KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TEKLİFİ, ERZURUM MİLLETVEKİLİ OKTAY ÖZTÜRK'ÜN; HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU İLE AVUKATLIK KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TEKLİFİ |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 92 |
| Tarih: | 16.04.2013 |
MHP GRUBU ADINA HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) - Sayın Başkan, Türk milletinin saygıdeğer milletvekilleri; 444 sıra sayılı Tasarı'nın geneli üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Yargı paketlerinin bir parçası olan bu tasarı yargı sistemimize yeni düzenlemeler getirmektedir. Tasarının, davaların Yargıtaydaki temyiz aşamasını yeniden düzenleyen 1'inci maddesi ile yasa dışı eğitim kurumu kurucu ve çalışanlarının cezadan müstesna tutulmasını düzenleyen 10'uncu maddelerinin arızalı olduğunu, tasarıdan çıkarılması gerektiğini sözlerimin başında ifade etmek istiyorum.
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; sağır sultan da biliyor ki yargı paketlerinin getirilme sebebi PKK'nın talebidir. Vatandaşımızın yargı paketleri tarafında yer almasını sağlamak için de bazı faydalı düzenlemelerin paketlere Hükûmet tarafından dâhil edilmesi stratejisi artık ayan beyan ortadadır. Bu paketler aracılığı ile PKK'ya verilen hiçbir taviz terörü geriye çekememiştir. Daha dün televizyonda, ekranlarda boy gösterip PKK'nın çekilme takvimini anlatanlar nerelerdedir? "Şu güne kadar sınır dışına çıkacak. İşte, şu tarihte silahlarını teslim edecek, bu tarihte başka ülkelere gidecek. Kalanları Türkiye'ye dönüp topluma entegre olacak." diye bas bas bağırıp gözümüzün içine baka baka yalanları sıralayanlar ortalarda görünmemektedirler. "Silahsız çıkış yok. Meclis karar almazsa olmaz." denilerek daha ilk adımda, sözde süreç tıkanıvermiştir. Siz karşınızdakileri herhâlde namuslu, sözüne itimat edilen Türk vatandaşları zannediyorsunuz. Hükûmetin uyanması, müzakere ettiği, pazarlık yaptığı şahsiyetlerin bebekleri bile ayırmadan binlerce insanımızı katletmiş caniler olduğunu artık anlaması gerekmektedir. Şeytanla masaya oturursan ütülmek, katille yatağa girersen üzülmek mukadderdir.
Bugün de aynı film tekrar izleniyor. İmralı istiyor, "Savcılar hukuku askıya alsa ne olur?" diyen Adalet Bakanı hazırlıyor, Başbakan önümüze koyuyor, sizler ise önünü arkasını hesaplamadan savunma yapıyorsunuz. Ekran karşısına geçtiğinizde, basına demeçler verdiğinizde, kahvede, sokakta, yaptıklarınızı izahta yanlışlarınızı mazeretler arasına gizlemeye muktedir olabilirsiniz. Ancak, inanıyorum ki birçoğunuz akşam yastığa başınızı koyduğunuzda, kendinizi Yüce Rabb'imizle yalnız başınıza hissedip vicdanınızla baş başa kaldığınızda "Ben ne yapıyorum; kime, ne için hizmet ediyorum?" diye kendinizi sorgulamak durumunda kalıyorsunuz, kalmalısınız da. Eğer gerçek müminler iseniz Rahman'a mı, tağuta mı hizmet ettiğinizi sorgulamalısınız. Bin yıldır ilâyikelimetullah için kendisini Allah yoluna adamış, bunun için can vermiş, can almış bir milletin torunlarına, evladıfatihâna neyi reva görüyoruz? Bu aziz milleti nerelere, hangi kaos ve parçalanma girdaplarına sürüklüyoruz?
Bu aziz ve mübarek millet, İslam'dan gayrı bir millet değildir. Allah'a ve onun dinine hizmet etmek isteyenler bu millete hizmet etmelidir çünkü bu millet Allah'ın ilahi övgüsüne mazhar olmuş bir millettir. Bu millete hizmet etmek isteyenler de Allah'a ve onun dinine hizmet etmiş sayılırlar çünkü bu millet Allah'ın birliğini ve onun makbul saydığı din-i İslam'ı yeryüzüne hâkim kılan bir millettir. Hiç kimse Türk'süz bir İslam, İslam'sız bir Türk milleti tasavvur edemez. Bu yüzden Türk milletini sevmek ve ona övgüde bulunup saygıyı ifade eden millî duyguları, milliyetçiliği ayakları altına almak Başbakan da olsa hiç kimsenin haddi değildir.
Bu milleti ve koruduğu değerleri Malazgirt'te Ortodoks Bizans ordularıyla; Filistin'de, Suriye'de Haçlı seferleriyle; Avrupa'da Katolik Vatikan ittifaklarıyla; Çanakkale'de, Sakarya'da, Dumlupınar'da Batı'nın işgal ordularıyla bin yıldır, mütemadiyen, bıkmadan, usanmadan ayakları altına almaya çalışanlar olmuştur. Ancak, Allah'ın takdis ettiği bu millet Malazgirt Ovası'nda Gazi Alparslanlar; Kudüs'te Salâhaddin Eyyubîler; İstanbul'da Hazreti Fatihler; Çanakkale'de, Sakarya'da, Dumlupınar'da Mustafa Kemaller bu zihniyete tarih önünde hadlerini bildirmiştir. Bugün de bu aziz millet Batılı Haçlı zihniyetine ve onların içerideki sureti haktan görünen iş birlikçi uzantılarının haddini bildirmeye ve hesabını görmeye Allah'ın izniyle daima muktedir olacaktır.
Şimdi herkesin yeniden düşünme zamanıdır. AKP'yi yönetenler şapkalarını önlerine koyup, Tayyip Erdoğan'ın uvertür diye gördüğü ama benim için her biri birbirinden kıymetli vatansever AKP'li vekil arkadaşlarımın da ellerini vicdanlarına koyarak bir daha, ama bu defa Allah rızası ve bu ilahi övgüye mazhar olmuş aziz milletin bekası için bir daha düşünmesi gerekir. Bu zillete neden katlanıyoruz? Bunları neden ve kimin için yapıyoruz? Güzel ülkemizde otuz yıldır baş gösteren bu Allah tanımaz fitneye neden bugün olabildiğince cömert ve tavizkâr davranır hâle geldik? 76 milyonluk Türkiye neden 3-5 bin PKK'lı caniye teslim oluyor? Neden İmralı'daki bebek katilinin isteklerine ve talimatlarına Allah emriymiş gibi iman ve itaat ediliyor? Neden Söğütözü, Kandil ve İmralı'nın kuşatmasına rıza gösteriyor? Hiç kimse, gerçek olarak yaşanan bu durumu, feraseti yüksek aziz Türk milleti karşısında inkâr da edemez, tevil de edemez. Olan biten, bütün açıklığı ve aleniyetiyle ortadadır. Demokratik özerklik isteniyor, hoop Büyükşehir Belediye Kanunu hemen geliyor. "PKK'lılar Kürtçe savunma yapabilsin" diyor. "Başüstüne." deyip bir yargı paketi hazırlanıyor. "KCK tutukluları serbest kalacak." deniyor, hoop hemen bir yargı paketi daha geliyor. Az önce de söyledim, aynı filmi tekrar tekrar izliyoruz. Başbakan sekiz yıldır Türk kamuoyuna "Akan kan duracak, silahlar susacak, analar ağlamayacak, barış gelecek." diye sürekli pembe tablolar çizip boş beklentiler yaratmaktadır. Bugüne gelinceye kadar Başbakan "Kürtçe konuşma ve yayın yasağı kaldırılırsa terör bitecek." dedi, yasaklar kaldırıldı ama terör yine devam etti. "Kürtçe öğrenim yasağı kaldırılırsa terör bitecek." dedi, Kürtçe öğrenimine izin verildi ancak terör bitmedi. Kürtçe televizyon yayını serbest bırakılırsa terör bitecek." Dedi; Önce TRT GAP'ta Kürtçe yayın başladı, sonra TRT Şeş kuruldu ve yerel televizyonlara da yayın serbestliği getirildi ama terör yine bitmedi. "Terörle mücadele eden komutanlar yargılanırsa, sözde terör örgütünü yöneten Ergenekon çökertilirse terör bitecek." dedi; terörle mücadele etmiş bütün komutanlar içeri tıkıldı, Genelkurmay başkanlarına terörist damgası yapıştırıldı, sözde Ergenekon çökertildi ama PKK dışarıda ve ayakta kaldı. "Taş atan çocuklar yasası çıkarsa, operasyonlar durdurulursa, İmralı devlet tarafından muhatap alınırsa terör biter." dedi Sayın Başbakan; yasalar çıkarıldı, operasyonlar durduruldu, terör örgütünün elebaşısı Hükûmet ve devlet tarafından meşrulaştırılarak muhatap alındı, pazarlık masasına oturuldu ama yine terör bitmedi.
Şimdi, "KCK tutuklularını bırakırsak terör bitecek." deniliyor. Hep inandık ve her defasında aldatıldık. Şimdi buna nasıl inanacağız? Terör örgütü Başbakanın yumuşak karnını, zaaflarını tespit etmiştir. Bu nedenle sadece seçim dönemlerinde Tayyip Erdoğan'ın iktidarda kalmasına zarar vermemek için terör eylemlerine ara vermiş ancak bunun karşılığında da önemli tavizler koparmıştır. PKK, her pazarlıkta biraz daha siyasallaşmış, bölücü propaganda hukuk karşısında meşrulaşmış, bölücü talepler birer birer yerine getirilmiştir.
Vicdan sahibi herkes şunu iyi anlamalıdır: Bölücü terör bir demokrasi ve hak yoksunluğundan dolayı ortaya çıkmadığı gibi sırf bu nedenle de devam etmemektedir. PKK terör örgütünün hedefi hiçbir zaman hak elde etmek ve ülkemize demokrasi getirmek olmamıştır. Kaldı ki şeytandan bir melek çıkarılamayacağı gibi, teröristten demokrat, terör örgütünden de demokrasi projesi üretilemeyeceği herkes tarafından iyi bilinmektedir.
PKK, Marksist -Leninist, devrimci şiddet stratejisinin gereği olarak bugüne kadar "kadın", "yaşlı", "çocuk" demeden, asker- sivil ayrımı gözetmeden birçok vatandaşımızın kanını dökmüştür. Üstelik, canına kastettiği vatandaşlarımızın birçoğu sözde hakkını savunduğu Kürt kökenli kardeşlerimiz olmuştur. Bağımsız, sosyalist bir Kürdistan hayalleriyle devlete karşı silahlı kalkışma başlatan böyle bir terör örgütünü demokratik açılım projeleriyle, beşeri hürriyetler ve kültürel haklarla tatmin ederek sorunu çözeceğini düşünmek siyasal iktidar için büyük bir zafiyettir. Verilen her taviz bir sonraki adımın dayatılması, yeni tavizlerin gündeme alınması için terörün daha da şiddetlenmesine, daha fazla canın yanmasına ve gözyaşına neden olmaktadır.
Bu gerçeğe rağmen hâlâ Hükûmet, tavizleri nerede ve nasıl durduracağını, milletimizin sabrını hangi noktaya kadar zorlayacağını tayin edememiştir. Hükûmetin kararsızlığı, hazırlıksızlığı ve bunlara bağlı olarakyaşadığı siyasi panikatakları, milletimiz bünyesinde büyük bir karamsarlığa, umutsuzluğa ve endişeye yol açmaktadır. Dün Başbakanın şiddetle eleştirip reddettiği talepler, bugün büyük bir şevkle yerine getirilmektedir. Bugün reddedilenlerin ise yarın kabul edilmeyeceğine dair hiçbir güvenilir siyasal teminat sunulamamaktadır.
Hükûmet, bölücü rüzgâr karşısında oradan oraya savrulup durmaktadır. Elinde bütünlüklü, her durumu göz önünde tutarak seçenekleri olan bir proje mevcut değildir. Bunun farkında olan PKK'nın her fırsatta terörü ve silahı dayatmaya devam edeceği ve bağımsız Kürdistan hedefini elde edinceye kadar tatmin edilemeyeceği, bugünden görülmesi gerekli bir gerçekliktir.
Tavizler üzerinden yürüyen terörle mücadele anlayışı pazarlığın her tıkanışında yeni şehadetleri, yeni bağrı yanık ağlayan anaları ve daha fazla dökülen kanları önümüze çıkaracaktır. Bu yüzden, milletimizin, bölücü terörle mücadele konusunda Hükûmete güveni kalmamıştır. Milletimizle AKP iktidarı arasında bir güven bunalımı doğmuştur. Hükûmet kendisini de, milleti de pembe tablolarla aldatmaktan vazgeçmelidir. Milletin kaderini ilgilendiren gerçekler, milletin kendisiyle mutlaka paylaşılmalıdır.
Sayın milletvekilleri, yargı paketleri bir hak, hürriyet ve adalet paketi değildir; teröriste taviz paketidir. Çünkü Başbakanın dümeninde olduğu iktidar gemisi, uzun zamandır yelkenlerini demokrasi ve özgürlük rüzgârlarıyla değil; zorbalığın ve despotluğun, kendisi gibi düşünmeyenleri baskılama ve yok etme arzusunun karşı konulmaz fırtınalarıyla şişirmektedir. AKP İstanbul İl Başkanının tabiriyle, artık bir kısım ittifaklar sona ermiştir.
AKP, özellikle kendisini "liberal ve özgürlükçü" diye tanımlayan "yetmez ama evetçi" kesimleri dahi kendi sınırsız iktidarı için ayak bağı olarak görmeye başlamıştır. Demokratik sistemi ve birey özgürlüklerini kendi siyasi ikballeri ve kişisel hesaplarını gerçekleştirmek için basit bir payanda olarak gören bir zihniyetin, aziz milletimizi huzurlu ve güvenli limanlara ulaştırması tabii ki beklenemez.
AKP artık dibine kadar despotizme batmıştır. Geçer akçesi de ya asimilasyon ya eliminasyon siyasetidir. Kırk katır mı, kırk satır mı? Milletimizin önüne konulan tek seçenek, ya Tayyip Erdoğan'ın istediği bireylere dönüşerek yaşayabilmek ya da sindirilip yok edilmektedir. Başbakan kendisi gibi düşünmeyen, kendisi gibi inanmayan, kendisi gibi yaşamayan hiç kimsenin varlığına tahammül edememektedir. Buna AKP milletvekilleri de, hatta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül bile dâhildir. Kendisine muhalif tüm sesleri susturmakta, farklı düşünen herkesi ipe sapa gelmez çeşitli gerekçelerle itham ederek yargı önüne atmakta, yargılamaları keyfî bir cezalandırma yöntemi olarak kullanmaktadır.
Hükûmet politikalarını eleştiren gazeteciler, bilim adamları, sivil toplum mensupları ve bürokratlar ifade ettikleri düşünceleri, yazdıkları yazıları ve yayınlayamadıkları kitapları nedeniyle suçlanıp gözaltına alınmakta, hayalî suçlar isnat edilerek kendilerini aklamaları istenmektedir. Hükûmet ve onun kuşatması altındaki yargı kurumu eliyle masumiyet karinesi ters yüz edilerek birer suçluluk karinesi hâline dönüştürülmüştür.
Bir yandan düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti yok edilip düşünceler kafaların içerisine hapsedilmeye çalışılırken, diğer yandan bireysel özgürlükler birer birer kemirilip içleri boşaltılmaktadır. Suç ve suçluyla mücadele perdesi arkasında, her vatandaş potansiyel bir tehdit olarak algılanıp, devlet kurumları tarafından gözlenmekte, haberleşmeler dinlenmekte, herkes takip ve tarassut altında tutulmaktadır. Devlet kurumlarına kamunun huzur ve emniyetini sağlamaları için tahsis edilen kamu kaynakları ve teknolojik imkânlar, vatandaşlarımızın gizli kalması gereken özel hayatlarını dahi kamuya açık hâle getirmek ve itibarsızlaştırmak maksadıyla kullanılmaktadır.
En temel hak ve hürriyetlerin içlerinin boşaltılıp kullanılamaz hâle getirildiği, yargılama ve adalet düzeninin sarsıldığı bir Türkiye'de infaz koşullarıyla uğraşmak, en temel hak olan yaşama hürriyetini ortadan kaldırmaya yönelik faaliyetleri Türk mahkemelerince mahkûm edilmiş olan eli kanlı terör örgütünün siyasi uzantılarını dışarıda tutabilmek için paketler hazırlamak hedef şaşırtma ve abesle iştigaldir.
Yargı bağımsızlığını ortadan kaldırdığını tescil edercesine yargıya talimat veren, Silivri'de eylem yapanlar için "Dokunulmazlıklarını kaldıracağım." diyen bir Başbakanın yargılamayı etkilemekten şikâyet etmesi ise trajikomiktir. Sen daha dün BDP'lilerin de teröristle kucaklaştı diye "Dokunulmazlıklarını kaldıracağım." diyordun, biz de sana destek vereceğimizi söylemiştik. Ne oldu? Şimdi Hükûmetin DTP'ye gücü yetmedi de CHP'yi mi gözüne kestirdi?
Başbakan Türkiye'de ilk defa mahkeme salonunda yargıya müdahale edildiğini söylemekte. Sayın Başbakan meselenin vahametini bir an evvel kavramalıdır. Kendisi yargıya bu derece müdahale etmeye, yargıyı sindirmeye ve kuşatmaya devam ederse, bırakın mahkeme salonlarını, korkarım yargıçlar sokaklarda, kahvede, camide, hatta evlerinde bile hem aileleri hem çocuklarıyla tacize uğrayabileceklerdir. Başbakan acilen yargıya müdahale ve yönlendirme gayretlerinden vazgeçmeli, artık yargının içinden elini çekmeli ve yargıyı kendi işleyişine, hâkimlerin yüksek vicdanları ve adalet anlayışlarına terk etmelidir. Çünkü adil yargı düzeni bu Meclisin yaptığı yasalarla değil; hukuk vizyonu, adalet anlayışı, vicdan ve Allah korkusuyla mümkün olabilir.
Saygıdeğer milletvekilleri, bir hususa daha değinmeden geçemeyeceğim. Başbakan son günlerde Sayın Genel Başkanımız Devlet Bahçeli ile yatıp yine onun adıyla kalkmaktadır; sürekli ona laf yetiştirmeye çalışmaktadır. Acze düşmüş olmalı ki mahkemeye vermekten, dokunulmazlığını kaldırmaktan bahsetmektedir. Herhâlde Sayın Genel Başkanımızın Bursa mitingi ve grupta verdiği ayar çok dokunmuş, biraz kalın kaçmış olmalı ki şimdi kalkmış akıl, izan ve vicdan sahibi herkesin edebinden, ahlakından ve devlet adamlığı duruşundan emin olduğu Sayın Genel Başkanımıza edep ve ahlak dersi vermeye çalışmaktadır.
Sayın Başbakanımızın her yerinden maşallah edep ve ahlak fışkırmaktadır. Bu edep örneklerinin birkaçını takdirlerinize sunmak istiyorum:
Sanki, "Millî görüş gömleğini çıkardım." deyip rahmetli Erbakan'ı sırtından bıçaklayan Tayyip Erdoğan değil de Sayın Devlet Bahçeli'ydi.
İstanbul Büyükşehir Belediyesindeki yolsuzluk iddialarından yargılanan sanki Tayyip Erdoğan değil Sayın Devlet Bahçeli'ydi.
Oğluna aldığı gemiciği, oturduğu villacığı dillere düşen sanki Tayyip Erdoğan değil Sayın Devlet Bahçeli'ydi.
Eşi hanımefendiye Rusya'da hediye edilen takılar için eleştirenlerin dünyasını başına yıkan sanki Tayyip Erdoğan değil Sayın Devlet Bahçeli'ydi.
"Benim eşimi de Gülhane Askeri Hastanesine almadılar." deyip eşinin baş örtüsünü ve mağduriyetini bile siyasi istismar malzemesi hâline getiren sanki Tayyip Erdoğan değil Sayın Devlet Bahçeli'ydi.
12 Eylülde idam edilen Türk milliyetçilerinin mektuplarının bir kısmını okuyup yalandan ağlayıp ancak arkasından milliyetçiliği ayaklarının altına aldığını söyleyen sanki Tayyip Erdoğan değil Sayın Devlet Bahçeli'ydi.
İkide bir bir siyasi partinin genel başkanının soyundan sopundan ve mezhebinden bahsederek onu aşağılamaya çalışan, daha sonra da "Alevi açılımı yapıyorum." diye ortalıkta dolaşan sanki Tayyip Erdoğan değil Sayın Devlet Bahçeli'ydi.
Millete "Ananı da al git." diyen, "Senin oyun sende kalsın." diyen, milleti azarlayan sanki Tayyip Erdoğan değil Sayın Devlet Bahçeli'ydi.
Esad'la ballı börekli kanka olan, daha sonra da "Diktatörmüş." diyerek düşman yapan sanki Tayyip Erdoğan değil Sayın Devlet Bahçeli'ydi.
Avrupa Birliğine "Hristiyan kulübü" deyip, daha sonra sırf müzakere tarihi alabilmek için her türlü cambazlığı yapan, adaylık anlaşmasını Haçlı seferlerinin mimarı Papa'nın heykeli altında onurla imzalayan sanki Tayyip Erdoğan değil Sayın Devlet Bahçeli'ydi.
" Zina suç olarak Türk Ceza Kanunu'nda kalacak." deyip, Brüksel'e gidince fikrini değiştirip zinayı suç olmaktan çıkaran sanki Tayyip Erdoğan değil Devlet Bahçeli'ydi.
"İmralı'yla görüşen şerefsizdir." diye bağırıp, arkasından "Devlet görüşüyor." diye sıyrılmaya çalışan, daha sonra da "İmralı ile de, Kandil'le de görüşürüz." diyen sanki Tayyip Erdoğan değil Sayın Devlet Bahçeli'ydi.
Meclis grubunda "bahtsız bedevi" diye ahlaksız fıkralara gönderme yapıp darbımeseller getiren sanki Tayyip Erdoğan değil Sayın Devlet Bahçeli'ydi.
Hangi birini söyleyeyim? Daha Oferler, Ogerler sırada duruyor. Başbakanın edepli şecaatleri saymakla biter mi? Sayabilecek olan beri gelsin.
Bu yüzden, Sayın Başbakana tavsiyemiz: Boyunu aşan sularda yüzmesin. Eleştireceği konu ve kişiyi doğru seçsin.
Başbakanın sevdiği tabirle konuşmamı bitireyim. Edep söz konusu olunca Bahçeli nire, Tayyip Erdoğan nire!
Tasarının hayırlı olmasını diler, Türk milletinin milletvekillerini saygıyla selamlarım. (MHP sıralarından alkışlar)