GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU İLE BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI VE MERSİN MİLLETVEKİLİ ALİ RIZA ÖZTÜRK'ÜN; AVUKATLIK KANUNU İLE HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TEKLİFİ, SİVAS MİLLETVEKİLİ HİLMİ BİLGİN VE ÇANKIRI MİLLETVEKİLİ İDRİS ŞAHİN İLE 8 MİLLETVEKİLİNİN; 1136 SAYILI AVUKATLIK KANUNU, HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU VE 3568 SAYILI SERBEST MUHASEBECİ MALİ MÜŞAVİRLİK VE YEMİNLİ MALİ MÜŞAVİRLİK KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TEKLİFİ, ERZURUM MİLLETVEKİLİ OKTAY ÖZTÜRK'ÜN; HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU İLE AVUKATLIK KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TEKLİFİ
Yasama Yılı:3
Birleşim:92
Tarih:16.04.2013

CHP GRUBU ADINA DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 444 sıra sayılı Kanun Tasarısı hakkında konuşmak üzere Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum.

Şimdi, burada boş sıralara konuşmak hiç güzel bir şey olmuyor. En azından, oylanacak tasarıyı arkadaşlarımızın dinlemesi çok daha uygun olurdu diye düşünüyorum ama ne kadar rica etsek de yarına bırakılmadı bu tasarı. Yani pek çok konu var belki bilmemiz gereken ve konuşmamız gereken ama boş sıralara konuşuyoruz. Tarihe not düşüyoruz her zamanki gibi, o nedenle de, bunun da Meclisin onuru açısından çok doğru olmadığını düşünüyorum.

Evet, sevgili arkadaşlar, bugün iki dava vardı, iki önemli dava vardı İzmir'de. Birisi "askerî casusluk davası" adı altında çok itibar kırıcı ve gerçekten çok onur kırıcı bir davaydı. Çoğunlukla askerlerimizin yargılandığı bir davaydı bu. 16 Nisan'da İzmir'de bu dava görüldü. Bugün pek çok İzmirli ve İzmir'in civarındaki illerden ve Türkiye'nin pek çok yerinden bu davanın da uydurma bir dava olduğunu anlatmak üzere, kamuoyuna duyurmak üzere pek çok vatandaşımız İzmir'e gittiler. Bizim milletvekili arkadaşlarımız da oraya gitti.

Biraz sonra Özgür Özel orada yaşadıklarını anlatacak ama ben size o davayla ilgili, yine aynen Balyoz davasında olduğu gibi, Ergenekon davasında olduğu gibi, Oda TV davasında olduğu gibi uydurma dijital verilerle, uydurma ihbarlarla bir davanın yürütüldüğünü anlatmak istiyorum. Özellikle de AKP sırasındaki arkadaşlarımın bunu bilmesini istiyorum.

Ben her konuşmamda bu davalardan bir tanesini anlatarak vicdanlarınıza seslenmek istiyorum arkadaşlar. Ne oluyor orada, bu davalarda, özel yetkili mahkemelerde ne oluyor? Bu iddianamenin analizini eski İzmir Baro Başkanımız, geçen hafta kaybettiğimiz Noyan Özkan hazırlamıştı, kendisini de buradan saygıyla anıyorum. Onun bazı tespitleri var, oradan yararlanarak sizleri de bilgilendirmek istiyorum.

Bu davanın ilk başlangıcı 10/8/2010 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri'nden atılan bir e-mail'le, ihbarla başlamış arkadaşlar. Koskoca, 327 kişinin, çoğunun, 310'unun asker olduğu bir dava böyle başlıyor. Hiç aklınız, fikriniz bunu alıyor mu, böyle başlayabilir mi bir casusluk, fuhuş -ne derseniz deyin- itibarsızlaştırma davası?

İddia aslında -iddianamedeki iddialar- gizli bilgi belge temini ve bundan çıkar ve nüfuz sağlamak üzerine kurulmasına karşın, soruşturma sırasında basına yapılan servisle kamuoyunda casusluk ve fuhuş algısını ve kanaatini uyandıran bir psikolojik propaganda yapılmıştır. Bu konuda böylesi bir propagandayı yapan savcıların, bu soruşturmayı yürüten savcıların aslında kesinlikle Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından soruşturulması yapılmalıdır. İddianame açıklandıktan sonra ise tek bir sanık hakkında bile casusluk ve fuhuş maddelerinin isnat edilmediği anlaşılmıştır. Ancak, kamuoyuna servis yapılan yanıltıcı ve kasıtlı kirli bilgi bombardımanı ile sanıklar önceden lekelenmiş ve yargısız infaza uğramışlardır.

İddiaların temel dayanağı, Pandora veri tabanındaki pek çok subayın, astsubayın ve sivil memurların listelerini içeren tüm klasör ve belgeler imzasız ve dijitaldir. Şüphelilerin bilgisayarlarından çıkmamıştır. Örgüt yöneticisi ve koordinatörlükle suçlananlar ile şüphelilerin büyük çoğunluğu arasında bilgi, belge temini, şantaj ve menfaat temini hakkında hiçbir irtibat ve delil yoktur arkadaşlar. Yani, sadece, Amerika Birleşik Devletleri'nden gelen bir e-mail var, sadece Bilgin Özkaynak diye bir CHP'li iş adamının bilgisayarından çıkartıldığı iddia edilen ne olduğu belirsiz dijital veriler var, bu veriler üzerine kurulan bir dava var.

Bu davadaki, aynen Balyoz davasındaki, Oda TV ve Ergenekon davasındaki gibi bir çelişkiyi size anlatmak istiyorum arkadaşlar. Yargılama sürecinde bu çelişkiler daha da artacaktır, çok açıktır. Askerî casusluk davası iddianamesine kaynak teşkil eden ve iddianamede birinci sanık olarak yer alan Bilgin Özkaynak'tan ele geçirildiği iddia edilen harddiskte, 10 Temmuz 1999'da, saat 18.57'de oluşturulan bilgide Kara Kuvvetleri Komutanı olarak Işık Koşaner yer almaktadır. Oysaki, Işık Koşaner 2008'de Kara Kuvvetleri Komutanı olmuştur. 1999'da hazırlanan böylesine bir dijital veride, 2008'de Kara Kuvvetleri Komutanı olan bir kişinin ismi geçebilir mi arkadaşlar? İşte, bu davalar, böylesine uydurma dijital verilerle, yurt dışından ya da buradan düzenlenip yurt dışından gönderilen asılsız ihbarlarla yürümektedir arkadaşlar. Birazcık vicdanınız varsa, bizlerle beraber, isterseniz birkaç taneniz gelin ve orada nasıl bir yargılamama olduğunu hep beraber görelim arkadaşlar.

Bunun yanında, bugün ikinci bir dava vardı İzmir'de: Rennan Pekünlü davası. Ege Üniversitesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümü öğretim üyesi Profesör Doktor Rennan Pekünlü hakkında öğrencileri şikâyetçi oldular "Öğrenim özgürlüğünü engelledi." diye. Nasıl engellemişti arkadaşlar biliyor musunuz? Rennan Bey hakkında açılan, bu, ikinci dava. Birinci dava da aynen şu: Dersine türbanlı girmek isteyen öğrenci hakkında tutanak tutuyor. Dersine girmesini engellemiyor ama tutanak tutuyor ve bunu ilgili birimlere gönderiyor. Bu nedenle Rennan Bey cezalandırıldı arkadaşlar, iki yıl bir ay ceza aldı. Ertelemeden ya da infazın ertelenmesinden yararlanamaması için, 231'den, bu arkadaşımız iki yıl bir ay ceza aldı. Yani, Yargıtayda şu anda bu davası, onaylandığı takdirde, ilk defa, bir tutanak tuttuğu için Rennan Pekünlü cezaevinde yatacak. İkinci dava açıldı. İkinci davanın da duruşması bugündü sevgili arkadaşlar. Yine, birkaç öğrenci şikâyet etmiş ve bu nedenle şu anda da yani bugün de Rennan Pekünlü hakkında "Sen tutanak tuttun türbanla derslere girmek isteyen öğrenciler aleyhinde." diye, yeniden bir dava açıldı. Şimdi, TCK 112'nci maddeden, dört ila on iki yıl arasında ceza istemiyle Rennan Pekünlü yargılanıyor.

Peki, Rennan Pekünlü neye dayanarak bu tutanakları tutmuştu? Hepimiz de biliyoruz ki Anayasa Mahkemesi, türbanla ilgili verdiği kararında, türbanın bir siyasal simge olduğunu, bu nedenle de üniversiteye bu şekilde girilemeyeceğini belirtmişti. Aynı zamanda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de türban yasağının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne aykırı olmadığına karar vermişti. Rennan Bey de bu davalara ve bu Anayasa Mahkemesi kararına dayanarak bu tutanakları tuttu ama sadece bundan dolayı bu arkadaşımız iki yıl bir ay ceza aldı, şimdi dört yılla on iki yıl arasında yargılanmakta arkadaşımız.

Bu yargılanma neden oluyor arkadaşlar? Şimdi, türbanın bütün her yerde serbest olması için ve kamuda serbest olması için olağanüstü bir kampanya yürütülüyor. Hiçbir şekilde, hiçbir görevli, Millî Eğitim Bakanı da dâhil olmak üzere hiçbir bakanlık bu konuda gereken şeyi yapmıyor ama bunun yanında sendikalar tutanaklar tutuyorlar ve şikâyetler yapılıyor. İşte, Rennan Bey'in davası böyle simge bir dava. Deniyor ki: "Eğer tutanak tutarsanız, eğer siz bu ülkenin laiklik ilkesinin temel noktalarından bir tanesi olan türban? Siyasal malzeme olarak kullanılan türbanın kamuda olmaması gerektiğini söylerseniz eğer, Rennan Bey gibi yargılanırsınız ve cezalandırılırsınız." Onun için bu dava simge bir davadır, Rennan Bey'e karşı yapılan bu saldırıyı asla ne Türk halkı kabul edecek, ne bizler kabul edeceğiz; asla böyle bir korkutmayı ve yıldırmayı hiçbirimize kabul ettiremeyeceksiniz arkadaşlar.

Bunun yanında, yasayla ilgili söyleyeceklerimize gelirsek Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; burada da, bu tasarının en önemli maddelerinden bir tanesinde Türk Ceza Kanunu madde 263'le getirilmiş olan kanuna aykırı eğitim kurumu açmak ve işletmenin suç olmaktan çıkartılması söz konusudur. Bu tasarının en önemli maddelerinden bir tanesi budur.Bu düzenleme, açıkça, Anayasa'nın madde 2, madde 3, 24, 42 ve 174'üncü maddelerine aykırıdır. Aslında, bu maddede yapılan değişiklikleri izlediğimizde, AKP iktidarının laik eğitim sistemini nasıl yok etmeye çalıştığını ve şimdi Türk Ceza Kanunu'ndan, ardından da Anayasa'dan laiklik ilkesinin çıkartılacağını ya da tamamen içinin boşaltılacağını, farklı dillerde eğitimin yolunun açılacağını çok açık bir şekilde görüyoruz. Bu madde, 765 sayılı Ceza Kanunu'nun 261'inci maddesinde düzenleniyordu önceden. Bu maddeye baktığımızda, "Kanun ve nizamlara aykırı olarak mektep veya dershane açanlar, açılan mektep veya dershane kapatılmakla beraber, altı aydan iki seneye kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. Ruhsatsız öğretmenlik edenlerle bunlara istihdam eyleyenlere de aynı ceza verilir. Mükerrerler hakkında verilecek ceza bir sene hapisten aşağı olamaz." deniyordu 261'inci maddede. Bu madde 5237 sayılı Yasa'yla 2004 yılında yani AKP İktidarının var olduğu dönemde, AKP tarafından aynen şu şekle dönüştürüldü arkadaşlar: "Kanuna aykırı eğitim kurumu açanlara, bunları çalıştıranlara ve bu kurumlarda kanuna aykırı olarak açıldığını bildiği hâlde öğretmenlik yapanlara altı aydan üç yıla kadar ceza verilir." Yani üst sınırını artırdınız.

BÜLENT TURAN (İstanbul) - Öyle değil ya.

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla) - "Yukarıdaki fıkrada gösterilen yerlerin kapatılmasına da karar verilir." dendi. O dönemde, demek ki insanları yanıltmaya ya da aldatmaya ihtiyaç duyuyordunuz, bu maddeyi üst sınırını artırarak devam ettirdiniz. Ancak, bir yıla varmadan 5377 sayılı Yasa'yla bu maddede bir değişiklik daha yapıldı sevgili arkadaşlar. Burada aynen şöyle yapıldı -bugün uygulanmakta olduğu gibi- "Kanuna aykırı olarak eğitim kurumu açan veya işleten kişi üç aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasıyla cezalandırılır." Artık yavaş yavaş geriye çekme zamanınız gelmişti, kendinizi güvencede hissediyordunuz demek ki, bu nedenle bunun cezasını azaltmaya çalıştınız.

BÜLENT TURAN (İstanbul) - Komisyonda kabul etmiştiniz Dilek Hanım,. Komisyonda ikna olmuştunuz ama.

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla) - Bu şekilde, kanuna aykırı eğitim kurumlarının cezasının çok hafifletilmesi, kapatılmasının artık ortadan kaldırılması, öğretmenlere ceza verilmemesiyle o hâle getirdiniz. O tarihte yapılan bu değişiklik Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından bir daha görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine iade edildi. İade gerekçesinde, yasaya aykırı eğitim kurumu açmak ve işletmek suçunun cezasının bu kadar hafifletilmesinin ayrılıkçı terör örgütlerinin, misyonerlerin ve din devleti yanlısı tarikatların yasa dışı bir şekilde açacakları eğitim kurumlarının önünü açacağı belirtilerek, bu türden kurumların kontrolünün sadece idarecilerin yetkisine bırakılmasının yasaya aykırılığa süreklilik kazandırılacağına işaret edilmiştir. Yapılmak istenen değişikliğin Anayasa madde 42'de belirtilen eğitim ve öğretimin Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, devletin denetim ve gözetimi altında olması ilkesine aykırı olduğu; Anayasa madde 2, laiklik ilkesine aykırı olduğu; Anayasa madde 3, Türkiye devletinin ülkesi ve ulusuyla bölünmez bir bütün olduğu ilkesine aykırı olduğu; Anayasa madde 24, din ve ahlak eğitim ve öğretiminin devletin gözetimi ve denetimi altında yapılması ilkesine aykırı olduğu, Anayasa madde 174, koruma altına alınan devrim kanunlarına ve öğretim birliği yasasına aykırı olduğu belirtilerek Türkiye Büyük Millet Meclisine Cumhurbaşkanı tarafından iade edilmiş, ancak bir virgülü bile değiştirilmeksizin bu madde aynı şekilde AKP iktidarı tarafından yine çıkartılmıştır.

Mart 2013, yine AKP iktidarda, bu sefer tasarının 13'üncü maddesiyle 263'üncü madde tamamen ortadan kaldırılıyor, kanuna aykırı eğitim kurumu açmak ve işletmek artık suç olmaktan çıkartılıyor.

RECEP ÖZEL (Isparta) - Ne kadar özgürlükçü bir yaklaşım.

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla) - Bu durumda yasaya aykırı eğitim kurumlarının açılıp işletilmesi özendirilmekte ve çalışmalarını sürdürmelerinin yolu tamamen açılmaktadır. Oysaki kanuna aykırı eğitim kurumlarının açılmasının suç olarak konmasının nedeni, eğitim kurumlarını devletin gözetimi ve denetimi altında tutarak, eğitim ve öğretim hakkının kötüye kullanılmasını engellemek, çağdaş bilim ve eğitimin esaslarına aykırı eğitim ve öğretim yerlerinin açılmasını önlemektir.

Alt komisyon görüşmeleri sırasında biz bu konuda tepkilerimizi ileri sürdüğümüzde arkadaşlarımız dediler ki: "Bunu yaptırımsız bırakmıyoruz, İl İdaresi Kanunu'nda valilere ve kaymakamlara bu konuda yetkiler tanınıyor." İl İdaresi Kanunu'na baktığımızda, bu konuda hiçbir şekilde açık bir yetkinin tanınmadığını görüyoruz, biliyoruz.

Sadece 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu'nda valiliklere izin ve kapatma konusunda yetkili oldukları şeklinde bazı yetkiler veriliyor, ancak AKP iktidarı tarafından yaratılan bugünkü koşullarda, hangi vali "Yasa dışı bir eğitim kurumu vardır." diyerek bir tarikat okuluna ya da ayrılıkçı terör örgütünün etkisi altında olan bir okula kapatma cezası verebilecektir? Kapatma, Kabahatler Kanunu'na göre de 100 lira para cezası. Çok büyük bir ceza var ve artık bu maddenin uygulanamaz olduğu, yasa dışı eğitim kurumlarının yolunun açılmak istendiği çok açık seçik bir şekilde sizler tarafından deklare edilmektedir arkadaşlar.

Sonuç olarak, kanuna aykırı eğitim kurumu açma suçu yaptırımsız hâle getirilmekte, tarikatların, misyonerlerin ve ayrılıkçı terör örgütünün hâkim olduğu kanuna aykırı eğitim kurumlarının açılması tam anlamıyla teşvik edilmektedir. Yani, bundan sonra terör örgütü PKK Kürtçe eğitim yapan eğitim kurumu açabilecek, tarikatlar ise kendi anlayışlarına uygun medrese eğitimi yapan okullar açabilecekler ve hiçbir yaptırımla karşılaşmayacaklardır.

Son günlerde yaşanan olaylara baktığımızda, serbest kıyafet adı altında, okullarda çocukların diz üstü etek giymesi yasak, kolsuz bluz giymeleri yasak ama bu okullarda türban serbest, hatta, arkadaşlar, bu fotoğrafta da gördüğünüz gibi çarşaf da serbest. Var mı böyle bir şey arkadaşlar? Millî Eğitim Bakanına bunu soruyorum: Yani, artık okullara çarşafla da mı girilebilecek? Bunu da mı meşrulaştırıyorsunuz? Bunu mu istiyorsunuz? Arkadaşlar, bunun yapılmasını mı istiyorsunuz?

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Hangi okuldaymış o?

RECEP ÖZEL (Isparta) - O resim nerede çekilmiş?

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla) - Burası, gördüğünüz gibi, Mehmet Akif Ersoy Lisesi, İstanbul'da.

RECEP ÖZEL (Isparta) - Bu resim orada kopya gibi duruyor, bu resim kopya şeyi.

BÜLENT TURAN (İstanbul) - Montaj, montaj.

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla) - Hayır arkadaşlar, hiçbir şekilde montaj falan değil, gayet de doğru bir resim.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) - Veli toplantısıdır o Dilek Hanım.

RECEP ÖZEL (Isparta) - Öğrenci değil o.

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla) - Veli toplantısı değil arkadaşlar.

RECEP ÖZEL (Isparta) - Öğrenci değil ama o.

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla) - Kendinizi aldatmayın, tamamen öğrenci sınıfında?

RECEP ÖZEL (Isparta) - Öğrencinin adı ne?

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla) - Beni sabote etmeye çalışmayın. İzleyin orayı arkadaşlar, gidin bakın.

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) - O da biliyor, o da biliyor da bilmezlikten geliyor.

BÜLENT TURAN (İstanbul) - Kadın neredeyse 50 yaşında, siz ilkokul diyorsunuz.

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) - O arkadaş iyi biliyor.

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla) - Terör örgütü PKK, kendisine sağlanan hareket alanı ve meşruiyetten yararlanarak, her türlü propagandasını yapabileceği, Anayasa'nın "resmî dil Türkçe" ilkesine aykırı olarak istediği dilde eğitim yaptırabileceği, yasa dışı ancak hiçbir yaptırıma tabi olmayan okullar açabilecektir artık arkadaşlar.

Ana dil yasağı, BDP'li arkadaşlarımızın tüm söylemlerine rağmen, bu ülkede 1991 yılında kaldırılmıştır arkadaşlar. SHP-DYP döneminde, SHP'nin verdiği yasa teklifiyle beraber ana dilde konuşma yasağı SHP tarafından kaldırılmıştır, ana dil yasağı bu ülkede yoktur.

İBRAHİM KORKMAZ (Düzce) - Siz hâkimsiniz ya, siz ne derseniz o olacak!

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla) - 2001 yılında Anayasa madde 26 değiştirilmiş, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetindeki dil yasağı kaldırılmıştır, 2002 yılında TRT Yasası'nda değişiklik yapılarak Türkçe dışında yayın yapma yasağı kaldırılmıştır, 2010 yılında seçimlerde Kürtçe propaganda serbestisi sağlanmıştır, son olarak 4+4+4 yasasıyla Kürtçe ve diğer ana dillerin seçmeli ders olarak okutulmasının yolu açılmıştır.

Evet arkadaşlar, ana dil yasağı? BDP'li arkadaşlarımız gitmişler, onlara gösteremiyoruz ama basın görsün. Kürtçe eğitim yapıldığına dair yani seçmeli derslerde Kürtçe eğitim yapıldığına dair ve ana dil yasağının ülkemizde olmadığına dair bu resmi bütün herkesin görmesi açısından buraya getirdim, size de göstereyim arkadaşlar.

RECEP ÖZEL (Isparta) - Tarih ne? Ne zaman?

İBRAHİM KORKMAZ (Düzce) - Sen kendi devrinden konuş. Her dilde eğitim olacak!

BÜLENT TURAN (İstanbul) - Dilek Hanım, anlamadık onu, bir daha söyler misiniz.

RECEP ÖZEL (Isparta) - Onu anlamadık ki!

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) - Anlamadık, gerçekten.

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla) - Evet, devam ediyorum arkadaşlar.

Ana dil yasağını ilk olarak biz kaldırdık, siz de seçimlik ders olarak koydunuz. Bu ülkede ana dil yasağı yoktur arkadaşlar. Söylenen sözlerin bütünü doğru değildir.

BÜLENT TURAN (İstanbul) - Sezgin Tanrıkulu geliyor şimdi!

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla) - Ancak, şimdi söylemek istediğim şey, ana dilde eğitim yani BDP ve PKK'nın dayattığı bölgesel resmî diller uygulamaya konulursa eğer, anaokulundan üniversiteye kadar eğitimin Türkçe dışında yapılması söz konusu olacaktır.

Bunu çok iyi dinleyin arkadaşlar: Eğer bölge meclislerini? "Başkanlığı sen bize ver, biz de bölge meclislerini tanıyalım." derseniz, bölgesel resmî dilleri eğer meşrulaştırırsanız?

BÜLENT TURAN (İstanbul) - Sezgin Tanrıkulu geliyor, geliyor!

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla) -  ?işte o zaman gerçek anlamda bu ülkede duygusal parçalanma olacaktır, işte o zaman birbirinin dilinden anlamayan, duygu birlikteliği olmayan nesiller yetişmiş olacaktır. Asıl tehlike o zaman başlamaktadır arkadaşlar.

İBRAHİM KORKMAZ (Düzce) - Bu ne zekâ!

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla) - "Dördüncü yargı paketi" olarak adlandırılan bu düzenlemenin sonuçlarının ne olacağını, tarikatların ve Türkçe dışında eğitim yapan okulların açılmaya başlayacağını görmek için kâhin olmaya gerek yoktur arkadaşlar.

Yeri gelmişken "barış, barış" diye neyin dayatıldığını sizlere göstermek istiyorum. PKK'nın elinde, dağda bin civarında çocuk olduğu belirtiliyor. O çocuklar da bunlar sevgili arkadaşlar, 13-14 yaşlarında.

RECEP ÖZEL (Isparta) - O çocukları kurtaracağız işte. O çocuklar dağa çıkmasın işte.

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla) - "Barış, barış" diyorsunuz. Ben özellikle BDP'li arkadaşlara da bunu anlatmak istiyordum. Bakın "barış" adı altında bu çocukları, bin civarında olan çocukları Suriye'ye -Sayın Başbakanın bilgisi, onayı da var- Özgür Suriye Ordusuna savaşmaya gönderiyorlar. Analar ağlamayacaktı!

BÜLENT TURAN (İstanbul) - Çözüm süreci bundan var, terör bitsin diye var.

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla) - Analar ağlamayacaktı ama bu gencecik çocukların anaları ağlıyor arkadaşlar. Nerede barış, hani, nerede barış?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BÜLENT TURAN (İstanbul) - Çözüm süreci bundan var, bundan.

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla) - Çocuk haklarından bahseden AKP'li ve BDP'liler çocukların savaşmaya gönderilmesine ne diyorlar? Buna bir cevap verin arkadaşlar.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) - Süre bitti, süre!

BÜLENT TURAN (İstanbul) - Çocuklar kalem tutsun diyoruz, silah değil.

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla) - Çünkü bundan Tayyip Erdoğan'ın da, Sayın Başbakanın da bilgisi var.

BÜLENT TURAN (İstanbul) - Sezgin Tanrıkulu geliyor.

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla) - Bunu onaylıyorsa, o zaman nerede barış? Buna bir cevap verin arkadaşlar.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) - Süre bitti.

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla) - "Barış, barış" deniyor.

BÜLENT TURAN (İstanbul) - Benim süremi kullanabilirsiniz Dilek Hanım.

BAŞKAN - Sayın Yılmaz?

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla) - Şunu da göstermek istiyorum sevgili arkadaşlar. Şimdi, "Barış süreci var." diyorsunuz ama en son şunu göstereyim.

BÜLENT TURAN (İstanbul) - Ama şu çarşaflıyı bir daha görelim, o 50 yaşında.

BAŞKAN - Lütfen, lütfen?

RECEP ÖZEL (Isparta) - Hani, bakayım, onda ne var?

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla) - Yani en son bunu göstereyim. Bakın, burada da PKK tarafından yapılan şiddet eylemleri son dönemlerde?

BÜLENT TURAN (İstanbul) - Sayın Başkan, kamuoyu aldatılıyor. Kadın 50 yaşında, "ilkokul çağında" diyorlar.

BAŞKAN - Lütfen dinleyelim, cevap verirsiniz.

RECEP ÖZEL (Isparta) - Ne zaman?

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla) - Son dönemlerde?

BAŞKAN - Sayın Yılmaz, süreniz tamam efendim.

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla) - Evet efendim, tamam, bitireceğim.

?özellikle içinde yolcu olan otobüslerin yakılması söz konusu.

RECEP ÖZEL (Isparta) - Nerede olmuş bu? Tarih ne, tarih, tarih?

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla) - Nerede, bakın arkadaşlar, İstanbul'da oluyor.

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) - Dün, dün, dün!

ALİ İHSAN KÖKTÜRK (Zonguldak) - Recep Bey, televizyon seyretmiyor musunuz, gazete okumuyor musunuz?.

RECEP ÖZEL (Isparta) - Tarih söyle. Tarih söylesin, tarih.

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) - Daha dün İstanbul'da yaşandı. Sen bu memlekette yaşamıyorsun galiba!

ALİ İHSAN KÖKTÜRK (Zonguldak) - Sana günlük gazeteleri bundan sonra düzenli olarak göndereceğim Recep Bey.

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) - Türkiye'de ne yaşanıyor fark etmiyorsan Sayın Vekilim, günaydın demek lazım.

DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla) - Bunlar sizin hoşunuza gitmeyen şeyler ama bunların hepsi gerçek.

Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)