Konu: | (10/696, 1831, 1832, 1833, 1834, 1835) Esas Numaralı Kadınların Her Türlü Şiddet ve Ayrımcılığa Maruz Kalmalarının Önlenerek Bu Alandaki Mevcut Düzenlemelerin Gözden Geçirilmesi ve Alınması Gereken Ek Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Bir Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergelerin ön görüşmeleri münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 3 |
Birleşim: | 6 |
Tarih: | 10.10.2024 |
DEM PARTİ GRUBU ADINA SEVİLAY ÇELENK (Diyarbakır) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime öncelikle böyle bir komisyonun her şeye rağmen bugün kurulabilmiş olmasından duyduğum memnuniyeti belirterek başlamak istiyorum. Bu, gerçekten hiçbir zaman geç değil; ne zaman olursa olsun pozitif bakmamız ve bütün pozitif varlığımızla orada olmamız gereken bir komisyon ve Meclis çatısı altındaki bütün partilerin bu ortak önergeyi verebilmiş olmasını da bu anlamda çok değerli bulduğumu söylemek istiyorum. Artık, gerçekten de buna böyle kadın cinayetleri politiktir diyoruz. Elbette her parti, her perspektif kendi siyaseti içinden kadın katlini anlamlandırmaya çalışıyor, onunla mücadele yollarını örgütlemeye çalışıyor ama burada siyasetüstü bir yerden ele alınması gereken bir noktaya geldik çünkü gerçekten belki de bu çatı altında söylenmeyen hiçbir söz kalmadı fakat şunu biraz daha net ifade etmemiz gerekiyor: Kadın katli vakaları çok yakınımıza geldi, gerçekten çok yakınımıza geldi, bir el uzatımı mesafede, bir kurşun atımı mesafede, çok yakınımızda. Bunlara örnek gerekmiyor aslında ama ben yine de vermek istiyorum. Yaz başları, sanırım temmuz ayıydı, burada biz hayvan hakları yasasını görüşürken -temmuzun ortalarıydı- bir gece yarısı çıktım, evime gittim ve site girişinde bir apartman sakinini böyle dehşet içinde, geç saatte beklerken gördüm. “Araç bekliyorum.” dedi fakat bir aksilik olduğunu hissettim. “Nedir mesele?” dedim. Kadın olan yeğeni boşanma arifesindeymiş ve bu olayı Ankara'da hepiniz biliyorsunuzdur. Temmuz ayındaydı, inşaat mühendisi, eğitimli, hâli vakti yerinde bir baba önce eşini eve çağırıyor, gelmeyince çocuklarını, kendi öz çocuklarını rehin alınıyor; 11-14 yaşlarındaki iki çocuğunu öldürüp intihar ediyor. Çünkü böyle dizginlenmeyen bir şiddet var, derinleşiyor ve giderek gerçekten neresinden yaklaşacağımızı bilmediğimiz bir hâl alıyor. “Yakınımıza geldi.” derken gerçekten böyle bazen farkında olmadan yakınımıza geliyor. Biz, mesela 14 Eylül günü DEM PARTİ olarak Necatibey’de konferansımızı yaparken aynı saatlerde Sıhhiye metrosunda sadece o anda tartıştıkları için bir erkek tabancasını çıkarıp Sıhhiye metrosunun merdivenlerinde 44 yaşındaki eşini katletti; bize sadece 400-500 metre mesafedeydi, çok yakında. Yani belki zaten her birimizin kendi hayatlarında cinsel şiddet, aile içi şiddet neticesi kaybedilenler var. Sıhhiye metrosunda karısını katleden, kendisini yakalayıp polise teslim etmeye çalışan yurttaşlara dedi ki: “O benim karım.” Bu böyle, bu sözün arkasına bütün kötülükler gizleniyor çünkü kadınla ilişkisini bir mülk gibi görüyor; sözünden çıktığında, terk etmeye kalktığında, her türlü gerekçeyle öldürebileceği, yok edebileceği bir eşya gibi görüyor. Aslında belki de eşyalarına, arabalarına vesaire -bunu söylemek çok acı ama- bu kadar katı yaklaşmıyorlar. “Aile içi şiddet çok yakınımıza geldi.” dedik, ailenin içine girdi. Narin olayında bunu gördük. Bir su damlası masumiyetindeki yüzüyle Narin günlerce uykularımızı kaçırdı. Narin kendi evinde, kendi aile üyelerinin tamamı oradayken katledildi; o su damlası, berrak gülüşüyle karanlıklara karıştı. İkbal, İkbal olayını biliyoruz; bunları tekrar tekrar anlatmayalım ama İkbal’in suçu neydi? Sadece lisede aynı sıraları paylaştığı, ondan farklı olmayan, başka bir ortamdan gelmeyen, ondan yaşlı, ondan nüfuzlu vesaire olmayan, kendisi gibi, kendi ortamından gelen bir gençle arkadaş olduğu, sevgili olduğu için başına bunlar geldi ama olmasaydı da gelirdi; öyle takıntılı bir ilgi kadınlara, kız çocuklarına musallat olabiliyor ve buna her türlü rastlayabiliyoruz. Bu kadın katli vakalarının birçoğu böyle işte bir yakınlar eliyle geliyor. Ve İstanbul Sözleşmesi kapsamında özellikle aile içi şiddet sadece hane içinde olanı değil hane dışındaki bu ısrarlı takip vesaireyi de aile içi şiddet kapsamına alan çok değerli bir sözleşmeydi ve onlar da elimizden gitti. Burada bu konu konuşulurken, bugün bu şekilde konuşulurken aslında ne kimseyi suçlamak istiyorum ne de başka bir şey söylemek istiyorum çünkü artık amacımız şu olmadı, bu olmadı değil, bundan sonra ne olacak olmalı fakat bunları söylemeden de devam edemiyoruz. Mesela iktidar partisi üyelerini yerlerimizden çok öfkeli sözlerle susturuyoruz, aslında bu bizim istediğimiz bir şey değil ama buraya çıktıklarında bir kez şunu duymak istiyoruz; “Ben çok üzgünüm, kendi adıma bu olanlardan çok üzgünüm, elimizden ne gelirdi de yapmadık diye düşünmekten kendimi alamıyorum.” demesini beklerdik, yirmi iki yıllık bir iktidardan söz ediyoruz burada. Buraya gelip “Yasaysa yasa, Anayasa’ysa Anayasa.” “Sıfır tolerans” diyorsunuz, Narin’den bugüne 27 kadın ve çocuk daha öldürüldü. Anıt Sayaç işliyor. Bir Anıt Sayaç var, ben geçenlerde bir kez daha söz ettim, internette “Anıt Sayaç” diye açın, bakın, inanılır gibi değil, Narin’den sonra her gün bakıyorum ve her gün sayı artıyor; 27 kişi daha katledildi. Anıt Sayaç beynimizde zonkluyor. Burada artık konuşmak zorundasınız. Siz burada konuşmuyorsunuz, nutuk atıyorsunuz. Konuşma bir açıklık içerir, bir diyaloğa açıklık içerir. O diyaloğa açıklık olmadığını nereden mi biliyoruz? Boş sıralardan biliyoruz. Evet, belki diğer vekillerin de sayısı az ama siz iktidar partisisiniz, nadiren ortak bir mücadeleye imza attığınızda burada konuşmak zorundasınız, nutuk atmak değil. Böyle duygusuz, bir robot gibi konuşarak bunlar ele alınamıyor gerçekten. Kadın katli vakalarının birçok boyutu var. Bugün, şu anda cezaevlerinde çok sayıda politik tutsak var ve bu mesele de bu kadın katli vakalarından ayrı bir mesele değil, infaz düzenlemeleriyle birlikte düşünülmesi gereken meseleler. Bugün, Gökçer Tahincioğlu, gazeteci, yine bu konuda çok yazanlardan birisidir çünkü bu acıyı o evinin içinde hissetti. Kız kardeşi, ablası, daha üç aylık bebek sahibiyken yatağında, bebeği kollarında eve giren hırsızlarca feci biçimde katledildi; bunu 1 kez yazabilmişti Gökçer. Bugün bu İkbal olayını anlatıyor, hani o surlarda vahşi biçimde katledilen. Katil böyle bir Kırmızı Pazartesi gibi her şeyi söylemiş, defalarca şikâyet edilmiş, defalarca video çekmiş; İkbal’i nasıl korkunç bir şekilde öldüreceğinin, ne yapacağının videosunu çekmiş. Aile defalarca suç duyurusunda bulunmuş. Hangi sıfır tolerans? Gökçer -kabaca sürem bittiği için onun yaptığı hesabı tekrar etmiyorum ama- diyor ki: “Semih Çelik -yani İkbal’i öldüren- yaşamış olsaydı şartlı salıvermeler, işte, diğer indirimler vesaireyle on iki yıl ya yatacaktı ya yatmayacaktı.” Çünkü kendi durumundan biliyor, bütün o pandemi koşullarını, onların yıllarca verdikleri mücadelenin nasıl sadece birkaç yıllık bir hapis cezasıyla sona erdiğini biliyor ama bunlar başımıza gelmeden de biliyoruz. Bunu aslında birileri diğerlerinden daha vicdanlı olduğu için bilmiyor, akılla bilmek gerekiyor. Bunların hepsi sizlerin çok yakını olabilir; bir kez daha söylüyorum, çok yakınımız olduğu için değil ama olabilir diye de düşünmek gerekiyor artık. Yeterince somut düşünmüyorsak İstanbul Sözleşmesi’nden bu kadar büyük bir hiç uğruna, 3-5; 0,5 puanlık bir oy uğruna aile içi şiddetle en kapsamlı mücadeleye dair övünç kaynağı bir sözleşmeden bu kadar kolay vazgeçilmişken burada gelip “Anayasaysa anayasa, yasaysa yasa” deyip geçemeyiz. Lütfen, kendi sorumluluklarımızla yüzleşelim, bu artık tahammül edeceğimiz bir şey gerçekten değil. Bu İnfaz Yasası kapsamında düşündüğümüzde -tekrar oraya döneceğim- cezaevleri sadece Cumhurbaşkanına hakaret ettiği için, sadece muhalefet ettiği için, sadece Kürtçe şarkı söylediği için, sadece halay çektiği için, evleri basılıp cezaevlerine tıkılan insanlarla dolu ve katillere yer olmadığını yetkililer söylüyor bize. Şu anda, belki şu dakikalarda bizi de izliyordur, Özge Özbek var, öğrenciyken yargılandığı ama ne işe girmesine engel olmuş, ne de adli sicilinde hiçbir biçimde karşısına çıkmamış bir suç yüzünden bugün cezaevinde olan gencecik bir kadın. Burada kadınları öyle yüceltip ölümü hak etmediklerini falan söylemeyelim, bunları hatırlayalım. Özge Özbek beyin tümörüyle mücadele ediyor. Çok genç ve… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Tamamlayın Sayın Çelenk. SEVİLAY ÇELENK (Devamla) – Sanırım bu önemli konuda biraz sözlerimizi uzatabiliriz. Özge, umarım beni duyuyorsun ve umarım bir an önce tahliye edilirsin. Özge Özbek’in beyninde büyüyen bir tümör var. Bu da bir kadın katlidir, bu da bir şiddettir, ağır bir şiddettir. Bütün bunlarla birlikte bunları düşünmek zorundayız. Yirmi iki yıllık iktidar mütemadiyen terör diye, farazi savaş diye, farazi tehdit diye bütün imkânlarını -aslında bana kalırsa, bana kalırsa değil, bizlerin birçoğuna kalırsa- kendi bekasına harcarken en ağır terör ve savaş bilançosu kadınlar safında veriliyor. Rakamlar korkunç. Az önce arkadaşlarımız, söz alanların her biri söyledi, tekrar etmeyeceğim; daha 2024'ün bitmesine üç ay varken 300 oluyor, 296 kadın katledildi. Bundan daha büyük terör, bundan daha büyük bir savaş yok. Lütfen birlikte mücadele edelim. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)