Konu: | Cumhurbaşkanlığının, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin UNIFIL’in görev süresinin uzatılması yönündeki 2749 (2024) sayılı Kararı uyarınca, hudut, şümul ve miktarı Cumhurbaşkanınca belirlenecek Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının, 1701 (2006) sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı ve 880 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı’yla tespit edilen ilkeler kapsamında, 31/10/2024 tarihinden itibaren bir yıl daha UNIFIL’e iştirak etmesi ve bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Cumhurbaşkanınca yapılması için Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca izin verilmesine dair tezkeresi (3/930) münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 3 |
Birleşim: | 11 |
Tarih: | 23.10.2024 |
SAADET PARTİSİ GRUBU ADINA CEMALETTİN KANİ TORUN (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan tezkere üzerinde Saadet-Gelecek Grubu adına söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. Yugoslavya’nın parçalandığı dönemde Sırplar, Hırvatlar ve Boşnaklar arasında yaşanan silahlı çatışmalar bölgedeki sivilleri etkilemekteydi. Özellikle Bosna Hersek’te Sırp çetelerin saldırıları etnik temizlik girişimine dönüştüğünde uluslararası müdahaleye ihtiyaç kritik bir boyut kazanmıştı. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 1992 Şubatında bu coğrafyada şiddetin yayılmasını önlemek ve insani krizleri engellemek için UNPROFOR’u (Birleşmiş Milletler Koruma Gücü) kurmuştu. UNPROFOR kuşatma altındaki bölgelerde sivilleri koruma ve insani yardımları ulaştırma misyonunu üstlenmişti ancak Birleşmiş Milletler Genel Kurulundaki çıkar çatışmaları hızlı ve kararlı adımların atılmasını engelledi ve güvenli bölge ilan edilen yerleşimler korunamadı. Bu başarısızlıklar Srebrenitsa’da büyük bir insanlık trajedisine yol açarak binlerce sivilin katledildiği bir soykırımla sonuçlandı. Şimdi, gözlerimizin önünde bir başka soykırım yaşanıyor ve tarihin bize yüklediği ağır bir sorumluluk var. İsrail'in soykırımının durdurulamamasının yegâne sebebi elbette ki sadece Birleşmiş Milletler yapısındaki bu sorunlar değildir. Genel Sekreter Antonio Guterres İsrail’i defalarca uyarmış, kınamış ve uluslararası toplumu İsrail’i durduracak önlemler almaya çağırmıştır. Bunun karşılığında İsrail, Guterres’i istenmeyen kişi ilan etmiştir. Birleşmiş Milletler raportörleri İsrail’in işlediği birçok savaş suçuna dikkat çekmişken İsrail bu raportörleri bölgeye sokmamaya gayret etmektedir. Bölgeye insani yardım taşıyan Birleşmiş Milletler ajansının görevlilerini katletmiştir. Daha geçen hafta, Cibaliye Mülteci Kampı’na, bir hastanenin bahçesindeki çadırlara sığınan Filistinlilerin İsrail’in saldırısıyla o çadırlarda yanarak can verdiği görüntüler tüm dünyaya servis edilmişken İsrail’in savaş suçlarına, yürüttüğü soykırıma dair tekrar tekrar sayılar vermeye, kanıtlar göstermeye gerek görmüyorum. İsrail’in yağmur gibi yağdırdığı bombaların, kurşunların tükenmemesini sağlayan ABD, İngiltere ve Almanya’nın uluslararası toplumu engellediği de malum. Yine de bu ülkelerin de askerî ve finansal katkı verdiği ve Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun en son ağustos ayında oy birliğiyle görev süresi uzatılan karara dayanarak hareket eden UNIFIL’in merkezine yani Lübnan’daki Birleşmiş Milletler Barış Gücü Merkezine tanklarıyla girme cüretini gösterebilmesi İsrail’in nasıl bir histeri içinde olduğunu gösteriyor. UNIFIL (Lübnan’daki Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü) çok daha önce, 1978’de İsrail’in Lübnan’dan geri çekilmesi ve Lübnan Hükûmetinin topraklarında otoritesinin tesisiyle bölgesel barış ve güvenliğinin sağlanması için kuruldu. Bu görev gücünün kuruluşunun 50’nci yılına yaklaştığımız şu günlerde İsrail’in Lübnan’da yeniden işgale giriştiğine ve bölgede kaos yarattığına şahit oluyoruz. 48 ülkenin desteğiyle 10 binden fazla personele sahip UNIFIL, sivillerin korunması, mültecilere destek olunması ve insani yardımların güvenliğinin sağlanması hedefleriyle yetkilendirilmiştir, Lübnan sınırından 120 kilometrelik “Mavi Hat” denilen alandan İsrail'in geri çekilmesini temin etmeye çalışmaktadır. Geçtiğimiz hafta İsrail, bu hattı aşarak UNIFIL merkezine saldırmıştır, ateş açarak 2 askeri yaralamıştır. Bu durum İtalya, İspanya, İrlanda ve Birleşmiş Milletler Barış Gücüne asker sağlayan ülkelerde öfkeyle karşılandı. Avrupa Birliği saldırılar konusunda ciddi endişe duyduklarını ve açıklama beklediklerini duyurdu. Son olarak İtalya, İngiltere, Fransa ve Almanya ortak çağrı yaparak uluslararası hukuk ihlaline dikkat çekti, saldırının hemen sona erdirilmesi için uyarıda bulundu. Gazze'de soykırımın başladığı günden beri toplumlarından yükselen bütün seslere kulağını tıkayan bu 4 ülke hükûmeti ilk defa olarak İsrail'e tepki gösterdi. Türkiye'nin de bir kınama açıklaması yaptığını biliyoruz ancak üste askeri bulunan bir ülke olarak bu ortak çağrıya katılabilir, daha güçlü bir tepki gösterilebilirdi. Cumhurbaşkanımızın bu konudaki ifadelerine katılıyoruz, bir “küstahlık” olarak değerlendirilmesinin hafif bile kaldığını şu durumda görüyoruz. Evet, Netanyahu, İsrail'in UNIFIL güçlerinden defalarca geri çekilmesini istediğini ve artık hemen bunu yapması gerektiğini söyledi. UNIFIL’e katkılarımızı sürdürmemiz gerektiğine hemfikiriz ve onaylayacağımızı beyan ediyoruz. Tarihî ve kültürel bağlarımız olan Lübnan halkının emniyet ve refahı için elimizden gelen her türlü desteği sağlamaya devam etmeliyiz. Değerli arkadaşlar, 2006'da İsrail Lübnan’a girdiğinde barış için ara buluculuk yapan günün Başbakan Başdanışmanı Sayın Ahmet Davutoğlu’ydu, ateşkes sonrası ilk inen uçak Türkiye Dışişleri Bakanlığının uçağıydı ve Türkiye zamanın Lübnan Cumhurbaşkanı Michel Suleiman’ın seçilmesini sağlayan ülkeydi hatta onun yemin törenine zamanın Başbakanı Sayın Cumhurbaşkanımız da katılmıştı. Şimdi, İsrail tekrar işgale başladığında oraya İran ve Fransa Dışişleri Bakanları gitti, İtalya Başbakanı gitti; Türkiye'den tık yok. Türkiye, Lübnan halkının yanında olduğunu göstermeli ve bölgesel konularda daha aktif rol almalıdır, eski sömürgecilere meydanı bırakmamalıdır. İsrail'in bölge için oluşturduğu tehdide karşı daha net tedbirler almamız gerekiyor. Türkiye'nin tek başına hareket ederek İsrail’i durduramayacağını bizler de biliyoruz, ne var ki yapabileceği şeyleri dahi yapmadığı zaman ortada bir samimiyet kalmıyor. Kıymetli milletvekilleri, Genel Başkanımız Sayın Davutoğlu, Türkiye'nin yapabileceği şeyleri sıralamış ve ilgili her platformda da dile getirmişti. Şimdi, ben, size yapılması gerekenleri sırayla söylemek istiyorum: Bir, İsrail’le ilişkilerin tamamen kesilmesini söyledik, bugün hâlâ bu yapılmamıştır. İsmail Haniye için ülkemizde ilan edilen yas gereği Tel Aviv Büyükelçiliğinde yarıya indirilen bayrağımız İsrail Dışişlerinin hedefi olmuş, Büyükelçiliğimizin sert biçimde kınanması söz konusu olmuştur; böyle tepkilere ülkemizi muhatap etmeye devam etmek doğru değildir. İsrail'e uçuşları durdurun, İsrail'den havalanan ya da İsrail'e varacak olan uçuşlara hava sahamızı kapatın. İsrail, uçuşlarına ara verdiğini duyurdu ancak İsrail için hava sahamız kapatılmadı. Ticareti kesin. Önce, ticaretin olduğunu reddettiniz, sonra “Özel sektöre karışamayız.” dediniz, sonra belli ürünleri yasakladınız, en son tüm ticareti kestiniz. Ne var ki yasağın etrafından dolaştığınız gün gibi ortada. Filistin'e bir anda artan demir çelik ihracatının yanında, farklı ülkeler üzerinden İsrail'e yönlendirilen ürünler Gazze aç ve açıkta iken, hastalıktan kırılıyorken İsraillileri besliyor ve donatıyor. Türkiye üzerinden akan petrolü durdurun, bunun İsrail'e silah transfer etmekten bir farkı olmadığını çok iyi biliyorsunuz. İslam İşbirliği Teşkilatını toplayıp birlikte tedbirler almaya önayak olun. Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin, Rusya’nın, Çin’in, Güney Afrika Cumhuriyeti’nin davet edildiği kapsamlı bir uluslararası toplantıyla net mesajlar verin. İslam İşbirliği Teşkilatının toplandığını ve etkin bir hareket alanı oluşturamadığını gördük; sadece Gazze için özel bir uluslararası toplantı girişiminde bulunun, ortak yaptırımlar, kolektif tedbirler için kararlı adımlar atın. İnsani yardımların Gazze'ye ulaştırılması için İslam ülkeleriyle birlikte üst düzeyde ziyaretlerle Refah ve Kerem Şalom Kapılarını zorlayın. Türkiye bu tür yaptırımlarla bölgedeki öncü rolünü güçlendirecek ve barışı tesis etme çabalarının merkezinde yer alabilecek bir tavrı ortaya koymuş olacaktır. Sayın milletvekilleri, UNIFIL’e yönelik saldırıları ve bu saldırılara karşı gösterilen tepkileri bahane ederek bu güçlerin bölgeden çekilmesini savunmak, İsrail'in uluslararası topluma meydan okumasının ve ortak değerleri, normları, kuralları açıkça hiçe saydığının bir kanıtıdır. Bu tavır yalnızca sözlü kınamalarla değil, etkili yaptırımlar ve ortak kararlarla karşılık bulmalıdır ve bulacağına da inanıyoruz. İsrail'in kendini savunma hakkı söylemi, özellikle Lübnan’dan sonra Şam’a yönelttiği saldırılar göz önüne alındığında artık ABD dâhil hiçbir devletin kabul edemeyeceği utanç verici bir mazeretten ibarettir. Uluslararası toplumun kolektif bir tavır alarak bu ihlallerin sorumlularını yargılaması ve en ağır cezaların uygulanmasını sağlaması bir zorunluluktur. Bu bağlamda, bölgesel barış ve istikrarın sağlanmasında Türkiye'nin liderlik etmesi elzemdir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun, tamamlayın. CEMALETTİN KANİ TORUN (Devamla) – Gazze, Beyrut ve Şam gibi şehirler tarihî ve kültürel bağlarımızın birer yansıması olarak sadece birer mesele değil bizim aynı zamanda sorumluluğumuzdur. Sadece söylemle değil eylemle de sahada yer almak tarihî misyonumuzun bir gereğidir. Bu bağlamda, Gelecek Partisi olarak tezkereyi desteklediğimizi beyan ediyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Saadet Partisi sıralarından alkışlar)