Konu: | Noterlik Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 3 |
Birleşim: | 19 |
Tarih: | 14.11.2024 |
DEM PARTİ GRUBU ADINA SEVİLAY ÇELENK (Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, sevgili yurttaşlar; Noterlik Kanunu Teklifi'nin ikinci bölümünde, aslında, pek çok açıdan bu kanunu layıkıyla tartışmamızı bir ölçüde engelleyen 2 önemli madde vardı, hatta 2'den fazla; bir iki tanesi kadınları, kadın mücadelesini çok yakından ilgilendiren konulardı, bir tanesi de bu etki ajanı meselesiydi. Etki ajanıyla ilgili maddenin geri çekilmesi gerçekten hepimiz için büyük memnuniyet verici bir gelişme. Bu, elbette ki bu konunun çok güçlü bir toplumsal muhalefetle karşılaşması, buna güçlü bir itirazın gündeme gelmesi, muhalefet partilerinin hep birlikte bunu sahiplenmeleriyle ilişkili. Böyle bir noktada da bu anlamda, bu geri çekme meselesinden sonra belki de bu konuyu çok da konuşma ihtiyacı yok gibi gelebilir ama görüyoruz ki dünden beri sanki hiç çekilmemiş gibi bu konu üzerinde konuşulmaya devam ediliyor çünkü bu konuda bir güven yok. Bu kanun maddeleri, işte, bu torba yasalara doldurulan, önümüze gelen, geri çekilen, birazcık değiştirilen maddelerle ilgili öyle bir güven erozyonu yaşanmış ki biz sanki hiçbir değişiklik yokmuş gibi konuşmaya devam ediyoruz. Aslında ben bunu çok doğru bulmuyorum, böyle devam ettikçe bunu bu şekilde getirmek de kolaylaşıyor ama daha geniş bir bağlamda "Bu konu geri çekildi." diye de terk etmememiz ve tartışmamız gereken yönleri var fakat yine de diğer bütün hatiplerin üzerinde durduğu konular da çok önemli.
Noterlik Kanunu'nda değişiklik öneren bir teklif her gün gelmiyor bu Meclisin önüne. Muhtemel ki işte burada tartışılan kısmıyla, görebildiğimiz kadarıyla noterlerin, stajyer avukatların, avukatların çok ciddi sorunları da bu kanun teklifi kapsamında karşımıza gelmiş ama böyle içine yerleştirilen bu sürpriz maddelerle biz aslında iki yönlü bir şeye maruz bırakılıyoruz. Bir yandan bir kanun teklifini layıkıyla konuşamıyoruz, öte yandan da bu önümüze gelen, geri çekilen tekliflerle ilişkili olarak sürekli bir alarm hâlinde, burada tutarlı, insicamlı bir tablo sunmamızı imkânsızlaştıran bir durumla karşı karşıya kalıyoruz; ben önce bunu ifade etmek isterim.
Benim esas niyetim, burada bu etki ajanıyla ilişkili konuyu konuşmaktı ama şimdi bunu daha geniş bir ifade özgürlüğü meselesi bağlamında tartışmak istiyorum çünkü aslında konunun hukuki boyutu, işte Anayasa'ya aykırılığı, hukuk devletinin altını oyan bir yapıya sahip olması, hukukilik ilkesini karşılamaması, işte suçun ve cezanın belirsizliği gibi nitelikleri, bütün bunlar çok boyutlu olarak tartışıldı ama "etki ajanı" ya da işte "yabancı ajan" gibi terimlerle karşımıza gelen bu konunun bir de ifade özgürlüğü, haber alma hakkı ve kamunun bilgilenme hakkıyla ilişkili boyutları var. Bunlar sadece hukuka uygunlukla tüketilemeyen boyutlar. Bu boyutu biz aslında nasıl bir tablo içinde konuşuyoruz? 2022'deki dezenformasyon yasasıyla, ondan çok önce, 2020'de karşımıza gelen ve işte, bu "İnternet Yasası" olarak bilinen yasada değişiklik getiren maddeyle, sosyal medya yasası ve oradaki "sosyal ağ sağlayıcı" terimiyle ilk kez karşılaşmamız; buradan hareket ettiğimiz zaman sık sık karşımıza medya alanında artık konvansiyonel medyayla işini bitirmiş, defterini dürmüş ve bir köşeye koymuş bir iktidarla karşılaşıyoruz. Bu iktidar, bu konvansiyonel medyayı, ana akım medyayı tümüyle uhdesine geçirip partizanlaştırdıktan sonra kaçınılmaz olarak, bir yandan medya çalışanları ve gazeteciler, öte yandan sivil toplum aktivistleri, hak savunucuları, öte yandan zaten ağır darbe alan üniversitelerden iç ve dış sürgüne maruz kalmış akademisyenler tabii ki en fazla sosyal medya imkânlarıyla kendilerini yeniden konumlayabildiler, mücadelelerini sürdürmek için âdeta sosyal medyaya göç ettiler. Dolayısıyla da mütemadiyen karşımıza bu yasalar geldi; işte, sosyal medya yasası, sansür yasası gibi yasalar.
Etki ajanı yasasıyla birlikte, artık bu çok uzun sürmüş davanın son halkasıyla, son bir saldırganlıkla karşı karşıya kaldık, bu yüzden de bu infial yarattı. Gerçekten de burada, artık bu sivil toplum alanının aktörlerinin, işte, üniversiteden iç ve dış sürgüne gidenlerin -iç ve dış derken kendi üniversitelerinden kopmuş, dayanışma akademileri kurmak zorunda kalmış ve buralarda faaliyetini sürdüren ya da yurt dışına gidenler- bütün bunların yapıp ettiklerine de tahammül edemeyen bir iktidarla karşı karşıyayız. Artık, bu son mücadele alanlarını da bu sefer "espiyonaj", "casusluk", "ajan", "terörist", "bölücü" gibi yaftalarla etiketlemek ve gerçekten de bu son sığınaklara son darbe vurulmak isteniyor; bunu aklımızdan çıkarmamamız gerekiyor, buna izin vermememiz gerekiyor. Böyle baktığımız zaman diyoruz ki: Ne kadar çok ajana, casusa, bölücüye nasıl müthiş bir ihtiyacınız var; gerçekten var.
Bu, bana -daha evvel de bir yazıda değinmiştim- izlediğim bir amatör tiyatro oyununu hatırlatıyor sık sık. Polonyalı bir oyun yazarının "Kuşlar" adlı eserini Ankaralı bir amatör grup sahnelemişti. "Kuşlar" adlı oyun, işte, bir polis devletinde geçiyor ve son terörist de pişmanlığını dile getirip cezaevinden salıverildiğinde bu polis devleti, bu rejim öyle büyük bir açmaza savruluyor ki ne yapacaklarını bilemiyorlar. Yani, artık, ellerinde kendilerini yeniden var edecek, yeni bir dil kuracak, dönüştürecek hiçbir malzemeleri kalmıyor; o bir tek teröriste nasıl muhtaç olduğunu görüyoruz.
Açıkçası, ben sık sık bu Meclis çatısı altında bunu düşünüyorum, ne kadar çok buna ihtiyacınız var ama kusura bakmayın, siz "terörist" diyorsunuz diye, siz "ajan" diyorsunuz diye bu memleketin onurlu akademisyenleri, onurlu gazetecileri, medya çalışanları, aktivistleri hiçbir şekilde ne casus oluyorlar ne terörist oluyorlar; sadece sizin şimdilik bunları söyleme yetkiniz var, kudretiniz var, bu yüzden böyle yerinizden konuşuyorsunuz ve aslında hiç kendinızden de sıkılmıyorsunuz bu anlamda.
Sıkılma dediğimde de yine hep aklıma, modern Kürt edebiyatının önemli ismi rahmetli Mehmet Uzun gelir. Onun bir röportajında şöyle bir söz hatırlarım, der ki: "Kürt dilini entelektüel alanda var etmek için yirmi yıl ağır işçi gibi çalıştım." Şimdi, bu cümle size ne ifade ediyor, bilmiyorum. Bir dili entelektüel alanda var etmek -sadece Kürtçe bundan yoksun olduğu için değil, bu Türkçede de böyledir- entelektüel alanda bir dili güçlendirmek, var etmek ağır işçilik gerektirir. Mehmet Uzun bütün bu çaba içinde, uzun yıllarını o da İsveç'te geçirmiştir biliyorsunuz, der ki: "Bazen İsveçli olmaktan çok sıkılıyorum, Türkiyeli olmaktan çok sıkılıyorum, Kürt olmaktan da çok sıkılıyorum."
Şimdi, burada o kadar derin bir anlam var ki. Böyle kendini bir kimliğe hapsetmeye çalışan her şeyden sıkılmakla ancak bir şeyleri dönüştürebiliriz. Hiçbir şeyden sıkılmıyoruz. Elli sene sonra burada olsam -ki olmayacağım kesin, ömrüm vefa etmez- herhâlde bu cümleleri yine duyacağım. Burada bir hatip gelip "Kürt meselesi diye bir şey yoktur. Bu ülkenin sorunları vardır, bu ülkenin ekonomisi vardır." diyor. Evet, vardır; bu sorunlar hepimizin çok yakıcı sorunu. Bunlar nasıl sorunumuz olmasın? Sabah eğitim bütçesi görüşülürken de dedim, bir çocuk "Kendimi geliştirmeye çalışıyorum. Açlığımı kendimi geliştirerek bastırmaya çalışıyorum, su içiyorum." diyorsa elbette ki bu herkesin sorunudur ama bu, bir Kürt sorunu olmadığı anlamına gelmiyor.
Ben, geçen ay, Bulgaristan seçimleri için Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisinin heyetinde gözlemci olarak yer aldım ve Bulgaristan'daydım. Orada Türkiyeli, Türk kökenli yurttaşlarla okullarda karşılaştım. Onların sorunlarını konuştuk; işte, adlarını kullanamamalarını, çocuklarına isim verme meselelerini, eski acılarını, köylerinin adının değiştirilmesini. Kürt coğrafyasında çok bildiğimiz bir mevzuyu anlatıyorlardı. Onları dinledim, onlarla sohbet ettim. Onlara şunu demek hiç aklıma gelmedi: "Bakın, kendi ülkenizde siz son üç yılda 7'nci kez, altı ayda bir seçime gidiyorsunuz. Bulgaristan'ın çok büyük sorunları var. Bir tek sizin sorununuz yok, Bulgaristan'ın sorunudur bunlar." demedim. Onlar aslında Bulgar yurttaşı. Siz mesela niye hiç dışarı çıkıp buradan bakmıyorsunuz?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayın Sayın Çelenk.
SEVİLAY ÇELENK (Devamla) - "Bulgaristan vatandaşı olan Türk kökenli soydaşlarımızın dertleriyle dertleniriz." diyorsunuz, onları yükseltiyorsunuz, onların sesi oluyorsunuz ki bu da çok haklı bir mücadeledir ama buraya gelip diyorsunuz ki: "Nasıl olur da biz böyle bir mesele varmış gibi konuşuruz." Ya, elli yıldır... Gerçekten biraz kendimizden sıkılalım.
Şimdi, bu kayyım rejimi içinde bunların hepsi daha katmerli sorunlar olarak önümüze geliyor. Artık yurttaşların seçme, seçilme hakları ellerinden gidiyor. Siz kime, nasıl diyorsunuz ki "Önce bir şu diğer sorunları çözelim!" diye? Böyle bir öncelik-sonralık ilişkisi içinde olmak zorunda değil bu meseleler; bu meseleleri bütün -tırnak içinde- "medeni ülkeler" gibi ele alabiliriz. Demokrasi güvenliğin tek teminatıdır, barış içinde yaşamak güvenliğin tek teminatıdır; bizim mücadelemiz de budur.
Teşekkür ederim. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)