GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Dahiliye Memurları Kanunu ve Bazı Kanunlar ile 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:20
Tarih:19.11.2024

DEM PARTİ GRUBU ADINA KAMURAN TANHAN (Mardin) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Ben de Genel Kurulu ve ekranları başında bizi izleyen tüm yurttaşlarımızı saygıyla selamlıyorum.

Evet -yine bir AKP klasiği- iktidar blokunun geçen hafta İçişleri Komisyonuna getirdiği ve apar topar geçirmeye çalıştığı bir kanun teklifiyle karşı karşıyayız. Benden önceki arkadaşım değindi, evet, torba kanun yasaları milattan önce 90'lı yıllarda Roma hukukunda Roma mantığıyla yapılmıştır. Torba yasalar Roma hukukunda siyasi birer rüşvet olarak görülüyordu. Dolayısıyla AKP'nin aslında bugün yaşamış olduğu yer milattan önce 90'lı yıllar yani iki bin yüz yıl geriden gelmektedir.

Yine, süreklileşmiş bir güvenlik inovasyonu ihtiyacı olduğunu ileri sürerek bu kanunlardan muradına ermeye çalışıyorlar, güvenlikçi düzenlemeler getirilmeye çalışılıyor. Türkiye'de iktidar bloku anayasal hak ve özgürlüklerin genişletilmesi yerine güvenlik politikaları nedeniyle özgürlükleri daraltan düzenlemeler getirmektedir. Bu kanun teklifiyle 48 maddelik bir düzenleme getirilmeye çalışılıyor. Bekçilerden başlanarak özel güvenlik görevlilerine, kişisel verilerin araç kiralama şirketlerinde saklanmasına kadar birçok güvenlik başlığını içermektedir. Aslında bu, bizi kaygılandırması gereken bir durum değildir çünkü ülkede yaşayan herkesin kimlik bilgilerinin tamamı yurt dışına, belirli şirketlere satılmış durumda. Dolayısıyla AKP bu yasayla, bu kanuni düzenlemeyle var olan bir durumu hukuki bir zemine çekmeye çalışmaktadır.

Sayın vekiller, Türkiye'de güvenlik politikalarının şekillenmesinde başat rol oynayan İçişleri Bakanlığı toplumsal denetim, kontrol ve müdahale süreçlerinin merkezindedir. Güvenlik söylemi iktidar için bir yönetim stratejisine dönüşmüş, tehditlerin gerçekliğinden çok, tehditlerin inşası önem kazanmaktadır. Bu söylem, toplumu sürekli tehdit altında hissettirerek devletin müdahale yetkisini artırmakta, bireyleri izlenebilir ve potansiyel tehdit olarak damgalanabilir hâle getirmektedir. Çatışma ve şiddet zemini nedeniyle zorla yerinden edilen insanların sayısı küresel ölçekte rekor düzeye ulaşırken Türkiye de iç ve dış politikaları sonucunda dünyanın en fazla sayıda mülteciye ev sahipliği yapan ülkelerin başında olmayı sürdürmektedir. Türkiye de 2011 yılında başlayan Suriye iç savaşının ardından bölgede yürüttüğü yayılmacı ve güvenlikçi politikalar nedeniyle çatışmalara dâhil olmuştur. Suriye'deki savaş, milyonlarca insanı yerinden yurdundan etmiş, göç etmek zorunda kalmışlardır. Türkiye'de yaşayan göçmen ve mülteciler bir taraftan iktidarın dayattığı koşulları en ağır biçimde yaşamaya devam ederken, öte yandan özellikle sığınmacı düşmanlığı üzerinden yapılan siyaset ve nefret söylemleri toplumsal kutuplaşmayı derinleştirmektedir. Bir yandan bu kutuplaşmanın bir sonucu olarak sığınmacılara yönelik insanlık dışı saldırılar da meydana gelmektedir ve bu saldırılara zemin hazırlamaktadır.

Türkiye'de mülteci ve göçmenlerin hakları sıkça ihlal edilmektedir. Mültecilerin yaşadığı ekonomik zorluklar, güvensiz işler, barınma sorunları ve ayrımcılık gibi sorunlar her geçen gün artmaktadır. Geri gönderme merkezlerinde mülteciler insanlık dışı koşullarda tutulmakta, hak ihlalleri yaygın hâle gelmektedir ve buralarda bazıları katledilmekte, yaşamlarını yitirmektedir. Bu sorunun çözülmesi için göçmenlerin temel haklarına saygı gösteren bir politika izlenmeli, uluslararası sözleşmelere ve insan haklarına uygun bir göç yönetimi yapılmalıdır.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'de hâkim yerel yönetim anlayışı, halkın kendi yaşam alanlarını yönetmesi olarak değil, egemen sınıfın çıkarları ve devletin bekası için merkezin yerele nüfuz etmesi olarak kabul edilmektedir. Bunun en bariz örneği Kürt coğrafyasında görülür. Sadece cumhuriyet döneminde değil Osmanlı'da 19'uncu yüzyılın başlarından itibaren başlatılan bir süreçtir bu aslında. Son kayyum darbeleri bu yönetim biçiminin sürdürüldüğünün en somut örneğidir. Özellikle Kürt nüfusunun yoğun olduğu bölgelerde kayyumlar, halkın seçtiği yerel yöneticilerin yerine atanmakta ve bu uygulama, yerel demokrasiye büyük bir darbe vurmaktadır. Kayyum rejimi, yalnızca hukuksuz bir uygulama olmakla kalmayıp aynı zamanda ekonomik rantları ve siyasi çıkarları besleyen bir mekanizma hâline gelmiştir. Kayyumlar belediyelerin kaynaklarını kişisel çıkarlar için kullanmakta ve halkın ihtiyaç duyduğu kamu hizmetini engellemektedir. Belediye hizmetlerinin yetersizliği halkın yaşam koşullarını her geçen gün daha fazla zorlaştırmaktadır. 15 Temmuzun ardından ilan edilen OHAL'le başlatılan kayyum uygulamaları bugün yeni bir aşamaya ulaşmış durumdadır. Görünüşte OHAL 2018'de sona ermiş olsa da AKP iktidarı olağanüstü hâlin olağanlaşmasını sağlayarak sürekli bir baskı rejimi kurmuştur aslında. Bu uygulamalar Kürt halkının seçme ve seçilme hakkını, yerel demokrasi ve eşit yurttaşlık haklarını ihlal etmektedir, hukuku hiçe saymaktadır, iktidarı sürdürme dışında herhangi bir amacı bulunmamaktadır.

Yine bu durum, umumi müfettişliklerin bugünkü hâli olan kayyum siyasetidir. AKP ve saray iktidarı 31 Mart seçimlerinde Kürt halkının iradesine ipotek koymak için başka bir yol denedi. DEM PARTİ'nin kazanacağı belli olan birçok il ve ilçelerde taşıma seçmenlerle AKP'nin seçimi almasını sağlamaya çalışmıştır. Bedeli son derece ağır olsa da Kürt halkı kendi yönetme iradesini zorbalıkla, sahtekârlıkla kırma çabalarına yüzyıllardır direnmektedir ve direnmeye devam edecektir. Bu direnç, Kürt kentlerinde ve Kürtlerin göç etmek zorunda bırakıldıkları Anadolu kentlerinde de sermayenin çıkarları ve siyasi iktidarın bekası için oynanan oyunları boşa çıkarmıştır.

Kayyumlar talandır, kayyumlar talan talimatıdır, yıkım talimatıdır. Bakın, Mardin Büyükşehir Belediyesi kayyum yönetiminden kalan borç 3 milyar 502 milyon TL. 2023 Sayıştay raporuna göre kayyum yönetiminde Mardin Büyükşehir bütçesinden Kırklareli'ne 4 milyon TL para harcanmış, yol yapılmış. Yine, kendi memleketine 2023 yılında 15 milyon ödenek ayrılmış ve yol yapılmıştı. Aslında belediye mevzuatına baktığımız zaman, 5393 sayılı Yasa'nın 18'inci maddesine baktığımız zaman, evet, kardeş belediyecilik durumu var ama bu ancak iş, kültür, sanat ve spor gibi alanlarda olabilir. Bir yol yapmanın neresi iş olur, neresi kültür olur, neresi spor olur, neresi sanat olur? Demek ki kayyumların bundan anladığı nokta, kardeş belediyecilikten anladığı nokta yol yapmakmış.

Kayyum uygulamaları yalnızca bir idari düzenleme değil AKP'nin Kürt halkına yönelik ideolojik saldırılarının en belirgin araçlarından biridir. Bu uygulamalar Kürt halkının demokratik iradesini gasbetmekle kalmamakta, aynı zamanda yerel demokrasiyi yok ederek halkın kimlik ve kültürlerine en ağır darbeleri vurmaktadır. AKP'nin yerel yönetimlerde halkın iradesine tahammülsüzlüğü, Kürt halkının özgürlük ve eşitlik taleplerine karşı geliştirdiği baskıcı politikaların bir parçasıdır. Bu süreçte kadın dayanışma merkezlerinden gençlik projelerine, kültürel etkinliklerden dil çalışmalarına kadar birçok alan kapatılmış, Kürt halkının toplumsal direniş noktaları hedef alınmıştır. Kayyum rejimi devletin Kürtleri siyaset dışı bırakma çabasının güncel tezahürüdür. Umumi müfettişliklerden OHAL'e, oradan kayyumlara kadar uzanan bu tahakküm politikası, Kürt halkının demokratik ve siyasal taleplerine duyulan tahammülsüzlüğün devam ettiğinin göstergesidir. Bu tahakküm yalnızca bir siyasi mesele değil aynı zamanda Kürt halkının tarihsel, toplumsal ve kültürel varlığına yönelik bir saldırıdır. Mardin için ele alacak olursak, Dargeçit'te Orhan Doğan Parkı'na saldırıyor, Kızıltepe'de Uğur Kaymaz'ın heykeline saldırıyor, Nusaybin'de Musa Anter Parkı'na saldırıyor, Derik'te Kürt şair Kadri Can Caddesi'ne saldırıyor. İşte, bu yüzden Kürt kültürüne ve değerine saldırıdır kayyumlar. Halkın Emek Partisinden bugüne kadar gelen otuz dört yıllık Kürt siyasi mücadelesi her daim devletin baskı ve saldırılarıyla karşı karşıya kalmıştır. HEP'le başlayan DEP'le ve HDP'yle devam eden Kürt siyasi hareketi emekçilerin, ezilenlerin ve tüm halkların özgürlük talebini esas almış, bu yönüyle iktidarın tekçi ve milliyetçi politikalarının hedefi hâline gelmiştir. Özellikle, 7 Hazirandan sonra HDP'nin barajı aşarak büyük bir başarı elde etmesi AKP iktidarının hesaplarını altüst etmiş ve bu tarihten itibaren şiddet ve baskı politikaları yoğunlaşmıştır. AKP, HDP'yi siyaset sahnesinden silmek için türlü hukuksuzluk yöntemlerine başvurmuştur; kayyumlar atamış, Kürtçe tabelalar kaldırılmış, binlerce siyasetçi, aktivist ve yurttaş gözaltına alınıp tutuklanmıştır. Baskılara rağmen HDP ve Kürt halkı demokratik mücadeleden geri adım atmamış, halkla bir arada olarak mücadelesini büyütmüştür ve büyütmeye de devam ediyordur. Bugün, DEM PARTİ'ye yönelik baskılar geçmişte olduğu gibi sonuçsuz kalacaktır ve sonuçsuz kalmaya mahkûmdur. Kayyum rejimi ve baskı politikaları halkın iradesini ve demokrasi talebini yok edemeyecektir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun, tamamlayın lütfen.

KAMURAN TANHAN (Devamla) - Yine, bu kanunla, yurt dışında kurulan derneklere "mali, idari, teknik destek sağlanması" adı altında teknik ve mali destek sağlama oldukça muğlak ve belirsiz bir ifadedir. Destek türünün ne olduğu belli değil, destek süresinin ne kadar olacağı belli değil; dolayısıyla hukuk devletinin temel unsurlarından biri olan belirlilik ilkesine aykırı bir yasal düzenlemedir bu yasa.

Sonuç olarak, son söz olarak, Kürt halkı geçmişten bugüne mücadeleyle ördüğü direnişlerini kararlılıkla sürdürmekte ve haklılığın gururunu taşımaktadır. Bu mücadelenin sonunda kazanan, halklar olacaktır; kazanan, özgürlük ve eşitlik talebi olacaktır.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)