| Konu: | 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 1'inci Tur Görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 30 |
| Tarih: | 10.12.2024 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA METİN ERGUN (Muğla) - Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri; Dışişleri Bakanlığının 2025 yılı bütçesi üzerinde İYİ Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.
Muhterem milletvekilleri, Dışişleri Bakanlığı, devletimizin en önemli ve stratejik kurumlarından biridir. Ülkemizin menfaatlerinin savunulması açısından kritik öneme sahip olan bu kurumun bütçesinin bu hassasiyetle ele alınması gerekmektedir ancak bütçe teklifi incelendiğinde ne yazık ki bu kuruma gereken önemin verilmediği açıkça görülmektedir. Zira, 2025 yılı için teklif edilen rakam yaklaşık 39 milyar 35 milyon liradır. Özellikle son dönemde, küresel ve bölgesel dinamiklerle yeniden şekillenen sarsıcı jeopolitik gerçekler karşısında bu rakamların yeterliliği şüphelidir. Dolayısıyla İYİ Parti olarak biz, bölgemizde ve dünyada yakıcı olayların yaşandığı bir dönemde Dışişleri Bakanlığımız için bu bütçenin yeterli olmadığı kanaatindeyiz. Zira, Türkiye, Orta Doğu, Doğu Akdeniz ve Karadeniz gibi dünyanın en hareketli ve çatışmalı bölgelerinin kesişim noktasında yer almaktadır. Bu durum da dış politikamızın etkinliğinin ve kriz yönetimi kapasitesinin güçlendirilmesini zorunlu kılmaktadır ancak mevcut bütçe teklifinin bu hassasiyetle hazırlanmadığı görülmektedir. Bu sebeple, bütçe teklifinin uluslararası ilişkilerdeki yeni dinamikler ve ülkemizin stratejik hedefleri doğrultusunda yeniden değerlendirilmesinde fayda telakki ediyoruz.
Muhterem milletvekilleri, biraz önce de ifade ettiğim gibi, Dışişleri Bakanlığı, Türkiye'nin en stratejik kurumlarının başında gelmektedir ancak bugün karşımızda bu önemli kurumu tarihsel misyonundan uzaklaştıran ciddi sorunlarla karşı karşıyayız. Bu sorunların ise en önemlilerinden biri Bakanlıkta yaşanan kurumsal sorunlardır ve bu durum dış politikamızın etkinliğini zayıflatmaktadır. Özellikle partili Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin yürürlüğe girmesinden sonra iktidarın keyfî uygulamalarının artmasıyla kamu kurumlarında yaşanan sıkıntılar giderek derinleşmiştir. Genel olarak kamu yönetiminin maruz kaldığı kurumsuzluk ve kuralsızlık ortamından Dışişleri Bakanlığı da nasibini almış ve bu kurumda liyakat yerine sadakatin esas alındığı bir anlayış egemen hâle gelmiştir. Bu anlayışa örnek verecek olur isek Dışişlerinde ehliyetli, liyakatli ve tecrübeli kurum personelleri pasifize edilerek partizanlığa ve ideolojik kayırmacılığa dayanan bir personel rejimi uygulamasına geçilmiştir. Usta-çırak ilişkisine dayanan bir kariyer yolculuğuyla tecrübe kazanan Dışişleri mensupları yerine siyasi saiklerle dışarıdan atanan ve genelde ideolojik yaklaşımlara sahip olan kadrolar ön plana çıkarılmıştır. Bu durum da Dışişleri Bakanlığının kurumsal birikimini, kurumsal kültürünü ve dış politikaların sürekliliğini zaafa uğratmaktadır. Dışişleri Bakanlığının kurumsal yapısına ve Türk dış politikasına büyük zararlar veren bu uygulamaların derhâl terk edilmesi gerekmektedir. Unutulmamalıdır ki sadakatten liyakat doğmaz.
Sonuç olarak, etkili bir dış politikanın oluşturulması ve uygulanması Bakanlığa ehliyet ve liyakatle giren ve buna göre kurum içinde terfi ettirilen kadrolarla ancak mümkün olur.
Muhterem milletvekilleri, öngörülebilirlik ve güven bir ülkenin uluslararası ilişkilerinde en büyük sermayesidir ancak üzülerek ifade etmek zorundayız ki iktidar bu iki temel unsuru izlediği dış politikada dikkate almamıştır. Şahsi ve ideolojik yaklaşımlar devletin geleneksel diplomasi çizgisini geri plana itmiş, Türkiye'yi bir belirsizlik kaynağına dönüştürmüş durumdadır. Yani politikalar kurumsal tecrübe ve öngörüye göre ya da tarihî verilerin ışığında gelecek perspektifi oluşturarak değil kişinin şahsi tavır ve tutumuna göre belirlenir olmuştur. Kısacası, kurumsal olmaktan çıkmış, kişiselleşmiştir. Bu yüzden aynı kişi hem dost hem de katil olabilmektedir. Uzun vadeli stratejik bir vizyonla hazırlanması ve bu doğrultuda uygulanması gereken Türk dış politikası ne yazık ki gündelik iç politikanın aracı hâline getirilmiştir. Ulusal çıkarlar yerine şahsi ilişkiler ve ideolojik saiklerle hareket edilmesi Türk dış politikasını ideolojik bir körlüğe mahkûm etmiştir. Bu yaklaşımın neticesinde ortaya çıkan olumsuz sonuçlar sadece müttefiklerimizle değil komşularımızla olan ilişkilerimizi de zedelemiştir. Hâl böyle olunca Türkiye dış politikada krizlerin ve güvensizliklerin eksik olmadığı uzun bir dönemi yaşamak durumunda kalmıştır. Bu ve buna benzer sebeplerle Türkiye'nin uluslararası arenada yalnızlaşması iktidarın kuralsız ve plansız politikalarının bir sonucudur diyebiliriz. Bununla beraber, dış politikada sergilenen öngörülemezlik sadece itibar kaybına değil aynı zamanda güvenlik risklerine ve ekonomik kayıplara da yol açmıştır. Dolayısıyla Türkiye'nin yaşadığı ekonomik krizin yapısal sebeplerinden biri de dış politikadaki yanlış uygulamalar neticesinde ortaya çıkan öngörülemez ve güvenilmez imajdır.
Muhterem milletvekilleri, geleneksel Türk dış politikasının temeli olan dengeci yaklaşımdan ideolojik temelli müdahaleci bir aktivizme evrilen anlayışın ülkemize en çok zarar verdiği alan ne yazık ki Suriye politikasıdır. 2011 yılından itibaren Suriye'nin iç işlerine müdahale olarak ortaya çıkan yanlış adımlar hem sınır güvenliğimize yönelik endişeleri artırmış hem de milyonlarca Suriyeli sığınmacının ülkemize gelmesine neden olmuştur. Geldiğimiz aşama itibarıyla Türkiye'nin güney sınırından terör örgütlerine komşu hâle gelmesi ihtimali maalesef bu yanlış politikaların doğrudan bir sonucudur. Bu neticenin ortaya çıkmasına sebep olanlar bugüne kadar hiçbir bedel ödememişlerdir. Ancak, milletimiz bu hataların bedelini ekonomik sıkıntılar, güvenlik tehditleri ve uluslararası arenada kaybedilen itibarla çok ağır şekilde ödemiştir ve hâlen de ödemeye devam etmektedir.
Muhterem milletvekilleri, insanlık dışı uygulamalarıyla Suriye'de yıllardır hüküm süren Esad diktatörlüğünün yıkılmasının başta Suriye halkı olmak üzere ülkemiz ve bölgemiz açısından hayırlı sonuçlar doğurmasını temenni ederiz. Bu yeni durum bizim açımızdan memnuniyet vericidir lakin Esad sonrasında Suriye'nin girdiği yeni yolun da aydınlık olduğunu söyleyebilmek pek mümkün değildir. Bu yeni dönem hem Suriye'nin barış ve istikrarı bakımından hem de Türkiye'ye yönelik risk ve tehditler açısından endişe vericidir. Bu sebeple zalim ve kanlı Esad rejiminin devrilmesinin yaratacağı jeopolitik risk ve tehditler konusunda ciddi bir analiz yapmak Türkiye açısından bir mecburiyettir. Dolayısıyla bu yeni durumun etraflı bir analizinin yapılması ve bu doğrultuda ulusal çıkarlarımızın gerektirdiği politikaların uygulanması temel öncelik olmalıdır. Önümüzdeki dönemde Suriye'de çağdaş bir anayasa oluşturma, yeniden idari yapılanma ve demokrasiye geçiş süreçleri konusunda son derece dikkatli olunmalıdır. Bu kapsamda, Anayasa’nın etnik ve mezhepsel temele göre değil bireysel hak ve özgürlüklere dayalı bir bakış açısıyla hazırlanması ve laik bir düzenin tesisi Türkiye için öncelikli bir politika olmalıdır diye düşünüyoruz. Suriye'nin toprak bütünlüğünün ve birliğinin korunması Türkiye'nin Suriye politikasının ana hedefi hâline getirilmelidir kanaatindeyiz. Bununla beraber, vatanlarına dönüşleri konusunda artık hiçbir engel kalmayan Suriyeli sığınmacıların geri dönüş süreci de hızlı ve güvenli bir şekilde işletilmelidir. Sığınmacıların briket evlere veya herhangi bir yere değil Fırat'ın doğusundaki demografik manipülasyonu da sona erdirecek şekilde geldikleri ata, dede yurtlarına dönmeleri gerekmektedir. Kısacası hem Suriyelilerin hem de bu meseleden dolayı vatandaşlarımızın yaşadığı sıkıntılar ivedilikle sonlandırılmalıdır. Ayrıca, Suriye'nin yeni döneminde Suriye'deki Türkmen varlığının hak ve menfaatleri konusundaki gelişmeler dikkatli bir şekilde izlenmeli ve soydaşlarımız Irak'ta olduğu gibi sahipsiz bırakılmamalıdır. Türkmenlerin yeni Suriye'nin kurucu unsuru olmaları ve anayasal bir statüye kavuşturulmaları sağlanmalıdır.
Muhterem milletvekilleri, şimdi de Türk dünyasının bir parçası olan fakat zulümle, işkenceyle millî varlıkları tehdit altında olan soydaşlarımızın yaşadığı sıkıntılardan bahsetmek istiyorum. Malumunuz olduğu üzere Doğu Türkistan'daki soydaşlarımız olan Uygurlar uzun yıllardır sistematik bir şekilde soykırım boyutlarına varan baskı ve zulüm politikalarına maruz kalmaktadır. Uygur Türklerinin maruz kaldığı bu zulüm politikalarının temel sebebi onların sadece ve sadece Türk ve Müslüman olmalarıdır. Türkiye'nin, Uygurlara yönelik baskı ve zulüm uygulamalarına karşı daha aktif bir politika izlemesi, uluslararası kamuoyunda Doğu Türkistan davasının sahiplenilmesi ve bu doğrultuda çalışmalar yürütmesi gerekmektedir. Ne yazık ki Doğu Türkistan konusunda iktidarın böyle bir politikası yoktur. Diğer taraftan, Irak'ta 1987'den bu yana ilk kez geçtiğimiz kasım ayında nüfus sayımı gerçekleştirilmiştir. Bu konuda özellikle Kerkük'te ciddi usulsüzlükler yapıldığı ortaya çıkmıştır. Tarihî Türkmen şehri Kerkük'ün demografik kimliğini değiştirmeyi ve Kerkük'ün siyasi geleceğinde Türkmen soydaşlarımızı etkisiz hâle getirmeyi hedefleyen bu usulsüzlüklerle ilgili olarak Dışişleri Bakanlığı nezdinde ne yazık ki son derece cılız bir tepki gösterilmiştir. Türkmeneli'nde yaşayan bütün soydaşlarımızın hak ve menfaatlerini korumak ve Kerkük'ün siyasi kimliğini değiştirmeyi ve Türkmenleri yok saymayı amaçlayan her türlü girişime engel olmak için gerekenler yapılmalı ve soydaşlarımıza sahip çıkılmalıdır.
Muhterem milletvekilleri, bir ülkenin uluslararası alandaki itibar göstergelerinden biri de pasaportunun gücü ve itibarıdır. Son yıllarda iktidarın uyguladığı kontrolsüz göç politikalarının sonucu olarak vatandaşlarımızın Avrupa Birliği ülkelerine seyahatlerinde yaşadığı vize problemi gün geçtikçe artmaktadır. Avrupa Birliği ülkelerindeki üniversitelere kayıt yaptırdığı hâlde vize alamayan çok sayıda öğrencimiz vardır. Vize problemleri konusunda hızlı ve etkin adımların atılması ve vatandaşlarımızın yaşadığı bu problemlerin ortadan kaldırılması elzem hâle gelmiştir.
Son olarak, son dönemlerde Heybeliada Ruhban Okulunun açılmasıyla ilgili bazı beyanatlar kamuoyuna yansımaktadır. Yunanistan Lozan Anlaşması'ndan doğan yükümlülüklerine uymayıp soydaşlarımızın temel haklarını ihlal ederken Ruhban Okulunun ön şartsız şekilde açılması gerektiğine yönelik beyanatları hoş görmek mümkün değildir. Bu noktada, öncelikle Yunanistan'ın uluslararası anlaşmalardan doğan yükümlülüklerini yerine getirmesi ve soydaşlarımızın haklarına saygı duyması konusundaki politikalara ağırlık verilmelidir.
Bu duygu ve düşüncelerle konuşmama son verirken 2025 yılı bütçesinin hayırlı olmasını temenni ediyor, hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (İYİ Parti ve Saadet Partisi sıralarından alkışlar)