Konu: | 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 3'üncü Tur Görüşmeleri münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 3 |
Birleşim: | 32 |
Tarih: | 12.12.2024 |
SAADET PARTİSİ GRUBU ADINA MEHMET ATMACA (Bursa) - Sayın Başkan, kıymetli milletvekilleri; yüce Meclisi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Ben de sözlerime başlarken Hasan Bitmez Başkanımızı rahmetle anıyorum. Tabii, dava edindiği konunun hâlâ sürmekte olduğunu ve maalesef Gazze'de her türlü zulmün ve katliamların devam ettiğini biliyoruz, Suriye meselesi biraz gölgelemiş olsa da orada zulüm hâlâ devam ediyor.
Suriye'yle ilgili birkaç kelime ifade etmek isterim: Özellikle zalim rejimin devrilmesi konusunda herkesle hemfikiriz. Elbette ki o zulüm rejiminin devrilmesi sevindirici bir olay ancak İsrail ve Amerika'yı sevindirecek bir sonuca sevinmekten imtina ediyorum ve bu anlamda bu sonuca sevinenleri de anlamakta zorluk çekiyorum. Bu endişemizi haklı çıkartan, işte, Şam'ın düşmesinden sonraki İsrail'in hâl ve hareketleri. İsrail maalesef o günden bugüne Suriye'de 500'e yakın noktayı bombaladı ve hâlen devam ediyor. Golan Tepeleri'ni işgal etti ve maalesef büyük Orta Doğu Projesi'ni adım adım uygulamaya devam ediyor. Yani bir olaya sevinmeye çalışırken onun arkasında örtülmeye çalışılan gerçekleri de göz ardı etmememiz lazım.
Kıymetli milletvekilleri, konumuz çevre ve şehircilik. Tabii, "şehircilik" kelimesi çok önemli bir kelime ve maalesef bu Bakanlık döneminde veya bu iktidar döneminde bizzat kendi ifadeleriyle birçok şehre ihanet ettiklerini kendileri bile kabul ediyor. Üzülerek ifade ediyorum, çağdaş şehircilik anlayışından uzak bir sürü uygulamalar oldu ve olmaya devam ediyor. Şehir tasarımı çok farklı bir konudur. Oradaki sosyal yapıyı, sosyal dokuyu, kültürü ve coğrafyayı içinde barındıran, huzurlu yaşam mekânları oluşturulması gereken bir yaklaşım olması gerekirken, maalesef birçok konuda olduğu gibi bu konuda da rant öncelenerek bir kısım şehircilik çalışmaları yapıldı. Dikey mimariden hep bahsediliyor ve buna karşı olunduğu hep ifade ediliyor ama maalesef en çok dikey mimarinin yapıldığı dönemi yaşıyoruz ki sadece dikey mimari sorun değil, esas sorun yoğunluk. Yani birim alanda yaşatılmak zorunda kalınan insanların sayısı. Bu da hiçbir şekilde dikkate alınmadan, bu nüfusun oluşturacağı sosyal ve kentsel ihtiyaçları karşılamayı düşünmeden bir kısım imar planları yapıldı ve yapılıyor. Daha evvel uzun bir zamandır Cumhurbaşkanlığı kararıyla plan yapma yetkisini eline alan Bakanlık, yakın zamanda bir kanunla bunu da kanunlaştırmış oldu. Artık istediği kentte, istediği şehirde, istediği gibi planlar yapabilme yetkisine sahip. Bunun bugüne kadar yapmış olduğu uygulamalardan bizim de gördüğümüz şudur: Yerel yönetimler ile rant oluşturamayan bir kısım müteahhitlerin Bakanlık vasıtasıyla bu rantı temin edeceği, bizim bu kanun değişikliğinden anladığımız budur.
Tabii, 1/100.000'lik planlar var büyükşehirlerde. AK PARTİ'li belediyeler döneminde... 1/100.000'lik planlar aslında bir kentin anayasasıdır ve değiştirilmemesi gereken planlar olmasına rağmen, örneğin Bursa'da AK PARTİ belediyeleri döneminde 100.000'lik planlar 240 küsur kere değiştirilmiştir ve bunların bütününün gerekçesi de ranttır ve maddiyattır. Maalesef ucube sistemler ortaya çıktı. Ne gibi? Eskiden bir uyum olurdu mahallelerdeki kat sayısı, yoğunlukla ilgili, şimdi 3-5 katlı bir mahallenin ortasında 20 katlı, 30 katlı binalar görmek mümkün oldu.
Tabii, bu imar rantı o kadar kârlı hâle geldi ki deprem de buna maalesef kurban edildi. Kentsel Dönüşüm Kanunu diye bir kanun çıktı. İlk çıktığı 2012 yılından beri biz hep dile getirmeye çalıştık. Milletimizin deprem korkusu maalesef istismar edildi. Az evvel bir AK PARTİ'li milletvekilinin ifadesine göre -ki bu rakamlar doğrudur- 36 milyon toplam yapı stokumuzun 2 milyon adedi riskli deniliyor. Bu toplam yapı stokumuzun yüzde 5,5'i riskli demektir ama kentsel dönüşümü uygularken kullanmış olduğunuz yönetmelik gereği mevcut yapı stokumuzun değil yüzde 5,5'u, yüzde 90'ı riskli çıkar. Bu, şöyle bir uygulamaya fırsat oluşturuyor: Bir müteahhit rant gördüğü bir alanda, oradaki yapıların depremde yıkılma ihtimali olmasa bile o yönetmeliği gerekçe göstererek bunu riskli yapı sınıfına sokup orayı ranta dönüştürebiliyor ve yapılan bütün uygulamalar maalesef buna çok benzerdir. Yine, burada bazı rakamlar ifade edildi, son üç beş senedir deprem güvenliği açısından dönüştürülen bina sayısı ifade edildi. Acaba bu deprem korkusuyla dönüştürülen yapıların kaçı depremde yıkılacak binaydı, doğrusu bunu tahmin etmek mümkün değil. Esas riskli yapılar maalesef daha çok fakir insanların ikamet ettiği yapılardır ve fakir insanlarımız kendi yapılarının riskli olduğunu bile bile orada oturmaya devam ediyorlar çünkü onu dönüştürme ya da oradan çıkıp başka bir yerde ikamet etme imkânları olmadığı için. Esasen devletin onları tespit edip onları dönüştürmesi esastır. Üzülerek ifade etmek istiyorum ki aynı mantık ve aynı anlayış giderse ve benzer büyüklüklerde depremler olursa aynı sonuçlarla karşı karşıya geleceğiz ve bunun vebali bu Bakanlığın sırtında olacak. Ben diyorum ki mutlaka ve mutlaka riskli yapıların tespitini Bakanlık resen yapmak zorunda ve bu riskli yapıların dönüşümüne öncelik vermek zorundadır. Bugün "rezerv alan" ve "kentsel dönüşüm alanı" diye alanlar ilan ediliyor ve milletin mülkiyet hakkına tecavüz ediliyor. Bu alanlarda yeni yapılan yapılar maalesef satılarak rant temin ediliyor. Bu yapılara riskli alanlarda oturan insanlar taşınmıyor. Yani mevcut İmar Kanunu'yla imara açılamayacak alanları "rezerv alan" ve "kentsel gelişim alanı" diye imara açıp oradan gene rant maalesef temin ediliyor.
Tabii, çevre ve şehircilikle ilgili -bir de isminde "çevre" var- çevreyle ilgili de maalesef gerekli önlemlerin alınmadığını gördük ve görmeye devam ediyoruz. Özellikle Bursa'mızda bir Nilüfer Çayı'mız var, maalesef her gün ayrı bir renkte akıyor. İmtiyazlı bir kısım firmaların atıklarını bu dereye akıtmalarına yirmi iki yıldır engel olunamamıştır.
Yine, Bursa'mızın özellikle merkez ilçelerinde artık sınırları aşan bir hava kirliliğiyle de karşı karşıyayız. Kömür yakılmadığı hâlde, sanayi bacalarından ötürü maalesef bu hava kirliliği aşırı derecede artmış durumdadır.
Yine, bu, kentlerimizin büyümesiyle kent alanı içerisine giren eski köylerimizin mera alanları vardı. Bu mera alanlarının da Büyükşehir Yasası'yla birlikte, ortak kamu yararına kullanılmak yerine, yine imara açılarak bir kısım müteahhitlere peşkeş çekildiğini görmek bizi üzüyor yani.
Büyükşehir Yasası'ndan kaynaklı olarak da kırsal köyler mağduriyet yaşamaktadır çünkü onlar da mahalle statüsüne girdikleri için, plansız yapı yapma imkânı verilmediği için ve maalesef şehirler de bu alanlara plan yapamadıkları için o tür köylerde yaşayan insanların ihtiyaçları olan konutları yapma fırsatı kalmamıştır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun, devam edin lütfen.
MEHMET ATMACA (Devamla) - Yine, bizim Kıyı Kanunu gereği deniz kenarındaki eski birçok köyümüzde -eski Osmanlı köylerinde bile- ihtiyaca binaen evini yenileyemeyen insanlarımız var; bu mağduriyetlerin de giderilmesi gerekir.
Ben, özellikle mesleğim de gereği şu son uyarıyı yaparak bitirmek istiyorum: Bakın, bugün Çanakkale'de 4 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi. Ülkemiz yirmi yılda birçok büyük deprem geçiren bir ülkedir. Bu gerçekliğin dikkate alınarak gerekli önlemlerin alınmasını talep ediyorum ve saygılar sunuyorum. (Saadet Partisi ve İYİ Parti sıralarından alkışlar)