GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 7'nci Tur Görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:36
Tarih:16.12.2024

İYİ PARTİ GRUBU ADINA LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hazine ve Maliye Bakanlığı ile Ticaret Bakanlığı bütçeleri hakkında söz almış bulunmaktayım.

Bugün Hazine ve Maliye Bakanlığı bütçesini değerlendirirken o sizin anlattığınız masallardan değil ama ülkenin gerçeklerinden bahsetmek istiyorum size. Hazine ve Maliye Bakanlığı bütçesi sadece bir dizi gelir ve gider kaleminden ibaret değil; halkın refahını, ülkenin selametini hatta ülkenin millî güvenliğini ilgilendiren çok önemli bir bütçe ancak önümüzdeki tablo geleceğimizin ciddi anlamda tehdit altında olduğunu gösteriyor. Bütçemizde toplam gideri 14 trilyon lira olarak öngörmüşsünüz, gelir beklentisi ise 12 trilyon lira. Daha başından 2 trilyon lira açık verileceğini şimdiden öngörmüşsünüz. Geçmiş yıllarla kıyaslandığında açıklanan hedeflerin genellikle tutmadığını görüyoruz ancak bu da yetmez, 2025 yılında gerçekleşmesini beklediğiniz açık 2 trilyonun çok çok üzerinde olacak.

Peki, bu açıklar nasıl kapatılıyor? Borçlanmayla. 2024 yılında sadece iç borç faizi için bu bütçeden 1,5 trilyonun üzerinde harcama yaptınız. Bu faiz yükü bütçenin büyük bir kısmını yutmaya da devam ediyor. Faiz ödemelerinin bütçedeki payı büyümeye devam ederken yatırım ve kalkınmaya ayrılan kaynaklar o kadar azaldı ki artık ülkede yatırım yapmaya para kalmadı.

2018 yılında sizin "Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi" dediğiniz ama bütün dünyanın da bildiği tek adam sistemine geçtiğimizden beri, Türkiye, uluslararası camiada güven duyulmayan, çok istikrarsız bir ülke hâline geldi. Sayın Bakan, bu ülkenin her şeye çok ihtiyacı var ama en çok demokrasiye ihtiyacı var. Hatırlayın, 28 Şubatta bir deyim vardı: "Genelkurmay böyle istiyor." Şimdi ne var? "Beştepe böyle istiyor." O 28 Şubatın "Genelkurmay böyle istiyor." lafı ile şimdi "Beştepe böyle istiyor." lafı arasında ne fark var söyler misiniz? (İYİ Parti sıralarından alkışlar) O 28 Şubat kafası devam ediyor, o çok kızdığınız 28 Şubat kafasını devam ettiriyorsunuz. Para güvenli limanları sever. Bunu benden çok daha iyi siz biliyorsunuz Sayın Bakan. Bir gece yarısı kararnamesiyle, o "Yaptım oldu." anlayışıyla yönetilen ülkeye kimse kolay kolay borç para vermez. Niye? Parasını geri alamamaktan endişe eder haklı olarak, bir kararnameyle o paraya da çökülebilir endişesi taşır insan da. Peki, kim riske giriyor? O Galata tefecilerini mumla aratan uluslararası tefeciler var ya, işte anca onlardan para bulabiliyorsunuz. Şu an dış borç stoku 511 milyar dolara ulaşmış, Türkiye'nin son altı yılda ödediği faiz yaklaşık 110 milyar dolar civarında -110 milyar dolardan bahsediyorum- bugünkü kurla 4 trilyon liraya yakın para. Bu ne biliyor musunuz? Son altı yılda SGK'nin bütçesi kadar, 2025 yılı bütçesi kadar bir para ödemişiz biz faize. Yani zaman zaman diyorsunuz ya: "EYT yüzünden biz emekli maaşlarını artıramıyoruz." Doğrusu şu: Küresel tefecilere ödediğiniz paralar yüzünden emeklilere para ödeyemiyoruz, EYT'yle hiç alakası yok. Sığınmayın depremin arkasına sığındığınız gibi EYT'ye.

Bir de enflasyon hedeflerini sürekli revize ediyorsunuz Sayın Bakan. Bu kadar revize doğru mu sizce? Bu tavrınız ekonomi politikalarınızdaki istikrarsızlığı gösteriyor. Enflasyonu istediğiniz kadar TÜİK hesabıyla düşük gösterin; çarşıda, pazarda, markette hissedilen enflasyon çok farklı. Sayın Bakanım, üzülerek söyleyeceğim, ne yaparsanız yapın şu enflasyonu bir türlü düşüremediniz hatta arttı. Şam düştü, enflasyon düşmedi bizim; geldiğiniz noktadan çok daha ileriye götürdünüz hatta. Yani haddim değil ama size bir şey tavsiye edeceğim: Beceremediniz bu işi. Diyanet İşleri Başkanından bir ricada bulunun, yağmur duasına çıkar gibi bir cuma günü hepimizi bir enflasyon duasına çıkarsın, belki o zaman tutar. Başka da çaresi kalmadı bu işin. Yapamadınız.

Bir de tüyü bitmemiş yetimin hakkını çalan, diğer arkadaşların da bahsettiği kur korumalı mevduat garabeti vardı. Bu garabetin yükünü taşıyan Merkez Bankası bu yıl 833 milyar lira görev zararı yazdı. Milletimizin o helal vergileriyle bir avuç azınlığın servetine servet kattınız. Nereden biliyorum? Kur korumalı mevduat büyüklüğünde benim vilayetim Kocaeli en zirvede. Bu hesapların sahiplerini Kocaeli halkı da biliyor, ben de biliyorum; burada söylemekten imtina ediyorum ama Kocaeli halkı bu hesapların sahibini iyi biliyor. Onlar parasına para katarken milletin payına sadece yokluk, fukaralık ve sefalet düştü. Sağ olsun, Sayın Bakan 2024 yılında geldi, bu deli saçması uygulamaya son verdi. Son verdi de ne oldu peki? Yerine başka bir sihirbazlık geldi. Kur korumalı mevduat gitti, yerine "carry trade" getirdiler, millet anlamasın diye de adına "yabancı yatırımcı" dediler. Doğru, yatırım var ama sadece para yatırıyorlar, doğrudan yatırım hiç yok.

Şimdi ben "carry trade"i millete biraz anlatmak istiyorum. Böyle, süslediniz ya... Yabancı yatırımcı bir sene önce bugün Türkiye'ye gelirken -16 Aralık 2023'te- 100 bin dolar parayı getiriyor, o gün dolar kuru 30 lira. 3 milyon lira parayı alıyor, yüzde 53 faizle bankaya yatırıyor, bir yıl sonra yani bugün 4 milyon 600 bin lira olarak o parayı geri alıyor; onu da götürüyor, bugünkü döviz kuruyla 35 liradan dövize çeviriyor, yüzde 32 faiz almış oluyor. 132 bin dolar etti kazandığı para, 100 bin dolarken 132 bin dolar oldu. "Almanya bizi kıskanıyor..." Elhak doğrudur; Almanya bu paraya yüzde 2 faiz veriyor, biz yüzde 32 faiz veriyoruz; Almanya kıskanmasın da ne yapsın, tabii ki bizi kıskanacak! Bu şekilde, Türkiye'ye milyarlarca dolar para girdi, milyarlarca dolar da çıktı; sadece kasım ayında 2,6 milyar dolar para çıktı. Sihirbazlık da burada başlıyor. Niye biliyor musunuz? Çünkü bu paralar gelince Merkez Bankası rezervleri artıyor gibi gözüküyor; bu yabancı kredi değerlendirme kuruluşları var ya, onlar da Türkiye'nin notunu ha bire yükseltiyorlar. Bakın, iktidar da çarşı pazarı görmezlikten gelip millete "Ekonomi iyi gidiyor, görmüyor musunuz değerlendirme kuruluşlarını?" diye masal anlatmaya devam ediyor. Bakın, kredi değerlendirme kuruluşları bir ülkede "İşler iyiye gidiyor." diyorsa; bir, işler gerçekten iyiye gidiyordur; iki, yabancılar o ülkeden iyi para kazandığı için övgüler düzüyorlardır. Bizde ikincisi oldu, yabancılar bizden çok iyi para kazanıyorlar. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) O yüzden bu övgüleri sizlere yapıyorlar, siz de millete "Görmüyor musunuz? Bakın, bizim yabancı değerlendirme şirketlerindeki, kuruluşlarındaki notumuz artıyor." diyorsunuz. Bu maskenin bir tek kaybedeni var, o da Türk milleti çünkü yüksek faiz için bir sebep lazımdı, o da yüksek enflasyon; bu enflasyonu da devam ettiriyorsunuz.

Sayın Bakan, üzülerek ifade etmek istiyorum: Millet daha önce televizyonda seyrettiği selefinizin o ışıltılı gözlerini bile arar hâle geldi, haberiniz olsun. Burada Sayın Bakan, evet. Umarım, bu anlattıklarımdan sonra milletimiz, günden güne niye daha çok fakirleştiğini, porsiyonların neden daha çok küçüldüğünü; çarşıya, pazara, markete gittiğinde o fileyi, o poşetleri neden dolduramadığını çok daha iyi anlamıştır çünkü paralar yabancılara gitti, Türkiye'ye değil.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İngiliz Kralı John, ülkesinde hangi türden olursa olsun vergi konulmasını halkın rızası şartına bağladığında sene 1215'ti yani Osmanlı Devleti'nin kuruluşundan çok önce. O yıl, 1215 yılında bütün anayasaların atası sayılan Magna Carta ilan edilmişti ve o günden beri vergi koymak, vergiyi kaldırmak, vergiyle toplanan paraların nerede, nasıl harcanacağına karar vermek monarşiler ve totaliter, despot rejimler hariç, halka, dolayısıyla parlamentolara verilen bir yetki olarak günümüze kadar geldi. Aradan sekiz yüz yıl geçmiş; 1215 yılı Orta Çağ Avrupasında vergi koyarken halka soruyorlardı, 2025 yılı Türkiyesinde siz vergi koyarken bırakın halkı, halkın temsilcilerinden oluşan Meclise sorma zahmetine bile gerek duymuyorsunuz. "Kapıyı açtın, kapıyı kapattın." vergisi bile koysanız bunun önüne geçebilecek herhangi bir mekanizma yok bu ülkede. O yüzden siz de kafanıza göre her sabah kalktığınızda yeni bir vergi koyuyorsunuz yani 1215 yılının bile gerisinde bir anlayışla ülkenin hazinesini yönetmeye çalışıyoruz. Bütçeyi hazırlayanlar, bütçeyi tartışıp oylayacak olan Meclise saygı bile göstermiyorlar. Komisyona getirdiğiniz bütçenin tek bir kalemi değişti mi; o kadar tartışıldı, o kadar konuşuldu, tek bir kalem değişti mi? Hayır. Ya, bu yüce Gazi Meclis, sarayın noter makamı mı; biz noter miyiz? Bu kadar insan, noterlik yapsın diye mi maaş alıyor? Bu kadar insan, noterlik yapsın diye mi bu mesaiyi harcıyor? (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Şimdi bütçe görüşülüyor, banka soyguncusu gibi oylama sırasında Meclise geliyorsunuz: "Eller yukarı, isteseniz de istemeseniz de bu bütçeyi geçireceksiniz." Vallahi, banka soyguncusu durumuna düştünüz: "Kaldırın elleri yukarı, bütçeyi geçireceksiniz, başka çareniz yok." (İYİ Parti sıralarından alkışlar)

Demokrasi, hukuk ve adalet yeniden kılınmalı; bu, olmadan olmuyor. Anayasa'ya uymak zorundasınız. Bunlar olmadan ekonomiyi düzeltme hayalleriniz, sadece hayalden bir adım öteye gitmez.

Sadece, itibardan tasarruf edilmemeli, itibar da dâhil her şeyden tasarruf etmek lazım. Türkiye'nin başına bela olan o 5'li çeteye de memleketi peşkeş çekmekten vazgeçin artık, yeter yahu! (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Memlekette her şeyin sahibi bu 5'li çete, onlara da sorduğumuz zaman "Biz yalnız mıyız zannediyorsunuz? Bizim de ortaklarımız var." diyorlar, bir de onlar öyle bir cevap veriyorlar ama ortaklarını bir türlü açıklamıyorlar. Eğer bunları yapmazsanız siz ne 2025'te ne 2026'da ne de sonraki yılların hiçbirinde bütçe hedefi falan da tutturamazsınız. Kısaca, o yapısal sorunları çözmeden önünüze getirilen 2025 yılı bütçesine ait bu görüşmeler iktidarın yazıp yönettiği bir tiyatro oyunundan öteye geçmez ve son perdede kaybeden maalesef yine milletimiz olur.

"Enflasyonu düşürüyoruz, bütçeye disiplin getiriyoruz, sıkı para politikalarına devam." diyorsunuz ama bu söylediklerinizin aksine, 2025 yılında Türk milletine, vergi yüküyle ezilen, daha da fakirleşen, alım gücü yerlerde sürünen sefil bir hayat vadediyorsunuz. Sayın Bakan, bugün şu soruyu sormak zorundayız: Hazine ve Maliye Bakanlığının izlediği ekonomi politikaları halkımızın sorunlarını çözüyor mu veya ne kadarını çözdü yoksa bu sorunları daha da derinleştirdi mi? Bugüne kadar izlediğiniz tüm mali politikalar o dar gelirli vatandaşlarımızı yerle yeksan etti, alım gücünü de yok etti. Son bir yılda TÜİK'e göre yüzde 62 ama aslında daha da yüksek olan o enflasyon milletin anasını ağlattı ya, evden çıkamaz hâle getirdi milleti. Merhum Süleyman Demirel'in dediği gibi, yüksek enflasyon ahlakı da yok etti. O TikTok videolarına bir bakın lütfen, Anadolu'nun irfanını kaybettiğini göreceksiniz. Esas mesele burada, biliyor musunuz; ekonomiyi bu hâle getirenler bunun sebebi.

Geçtiğimiz yıl asgari ücretli maaşıyla bir aylık temel ihtiyaç maddelerini sağlıyordu, bu yıl aynı ücretle yeme içme yani en zorunlu ihtiyaçlarını bile karşılayamaz o asgari ücretli. İnsanlar beslenemiyor, sadece karnını doyurmaya çalışıyor. Dün Sayın Turhan Çömez söyledi: "Bu ülkede her 4 çocuktan 1'i gece yatağa aç giriyor." Ya, ne ekonomisi, ne bütçesi, siz neyi yönetiyorsunuz; çocukların aç yattığı bir ülkede hangi bütçeden bahsediyorsunuz siz?

Ekonomideki o adaletsizlik sadece mutfakta değil barınma sorununda da öyle. Bakın, asgari ücretli olan bir vatandaş buradan çıksın, aldığı o asgari ücreti versin, Ayrancı Mahallesi'nde bir ev tutamaz, hemen şurada, Meclisin yanında bir ev tutma, kiralama şansı yok. Hele fakir fukara sokaklara atılıyor kirasını ödeyemediği için. Evli insanlar babaları sağ ise babalarının evine taşınıyor, 2 kardeş aynı evde oturmaya başladı; barınma problemi de yeme içme probleminden daha az değil.

2 trilyon lira bütçe açığı koymuşsunuz. Peki, hedefi nasıl tutturacaksınız? Dolaylı ya da dolaysız vergilerden başka bir enstrümanınız var mı Sayın Bakan? Akaryakıttan alınan ÖTV'yi durmadan katlayarak artırıyorsunuz; elektrik, doğal gaz gibi o temel ihtiyaçlarda vergiler milletin yaşamını çok zorluyor. Bu dolaylı vergiler dar gelirlileri daha fazla etkiliyor zaten, o var olan gelir dağılımındaki adaletsizliği de derinleştirdikçe derinleştiriyor.

Gelir dağılımı adaletsizliğinden bahsederken bir de vergi adaletinden bahsetmek istiyorum, o da farklı değil, o da yerlerde sürünüyor. Vergiyi toplarken de parayı dağıtırken de hiçbir yanlış yapmıyorsunuz kesinlikle; toplarken de adaletsizsiniz, dağıtırken de adaletsizsiniz, hiç yanlışınız yok. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Türkiye'deki servet dağılımı son derece eşitsiz bir yapıya sahip, en zengin yüzde 1'lik kesim toplam servetin yüzde 40'ına sahip. Zaten kalan o yüzde 99'luk kesim var ya, onlar da hiç sesini çıkarmıyor; millet susuyor ya, fukaralığa razı gelmiş gibi. Bu konuda ben biraz kendimizi de suçluyorum, bizleri suçluyorum, muhalefet partilerini suçluyorum. Biz de bu milletin yirmi iki yıldır nasıl soyulduğunu doğru dürüst anlatamamışız, millet o yüzden farkına varmıyor. Cumhuriyetin 100'üncü yılı için 25 bin dolar millî gelir vadetmiştiniz, yüz yıl bitti, 101'inci yıl oldu, daha bunun yarısında bile değiliz. Şimdi, 5 kişilik bir aile düşünün, hangi ailede yıllık 12.800 dolar gelir var? Yani 5 kişilik bir aile düşünün, 64 bin dolar geliri var yani 2,5 milyon lira. Tepecik'te bizim Çoban Ali ağabeye, Ali ağabey, senin bu sene 12.800 dolar paran varmış, Sayın Maliye Bakanı, onlar öyle söylüyor desem, o Tepecik köyündeki Ali ağabeyim hemen bana şunu sorar: "Paramı kim çaldı ya? Benim paramı getirsinler." Çoban Ali sizin o ne vadettiğiniz parayı bekliyor Sayın Bakanım. 12.800 dolar nerede? Birisine verdiyseniz ondan alın, Çoban Ali'ye o parasını verin mutlaka; verdiğiniz kişiyi de siz bulun. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Para, o milletin vergileriyle finanse ettiğiniz o yüzde 1'lik azınlığın cebinde Sayın Bakan, biz onu biliyoruz. Sosyal bir hukuk devletinde böyle bir tabloyu izah edemezsiniz.

Gelir vergisi dilimleri bile adil değil. Burada çalışan bürokrat arkadaşlar var, sene başında 50 bin lira maaş alıyor, sene sonunda aldığı maaşın yükselmesi bir yana, vergi dilimi yüzünden bu arkadaşlar sene sonunda 43 bin lira para almaya başlıyorlar; paraları, aldıkları para eksiliyor, o bir senede artan enflasyon da cabası. Bunları maaşlarını alırken bile fukaralaştırıyorsunuz ama bir taraftan da son on yılda Cengiz İnşaata 30 defa, Kolin İnşaata 36 defa, Makyol İnşaata 24 defa, Kalyon İnşaata -beni de bu yüzden mahkemeye vermiş ve 50 bin lira tazminat kazanmış, bunu söyledim diye ya- 19 defa vergi istisnası getirdiniz. Sizin vergideki adalet anlayışınız bu mu Sayın Bakan ya? Bunu bir köşeye koyduk.

Bir de milyarlarca lira vergi kaçıran, kaçırdığı vergi geliriyle avukat yerine hâkim tutarak serbest kalan vergi yüzsüzleri var. Onlar bu milletin arasında dolaşıyorlar. Bu vergi yüzsüzleri milletin arasında dolaşırken Mecliste olması gereken Can Atalay yok, Osman Kavala içeride, Tayfun Kahraman içeride ama o vergi yüzsüzleri dalga geçerek bizim aramızda dolaşıyorlar. (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar) Niye? Kendileri ifade ediyorlar, "Bizim avukatımız yok, biz hâkim tuttuk." diyorlar; böyle bir ülkede yaşıyoruz.

Şimdi, yeri gelmişken şunu da söyleyeyim: Önceki gün Artvin Karadeniz Sahil Yolu'nda 4 gencimiz heyelanda toprak altında kaldı ve vefat etti, Allah'tan rahmet diliyorum onlara. O 4 genç, 4'ü bir arabada, daha düne kadar sefillikle, yoksullukla boğuşan Gürcistan'a daha ucuz olduğu için cep telefonu almaya gidiyorlar, toprak altında kaldılar cep telefonu almaya giderken. Sayın Bakan, gençler artık bırakın arabayı, bırakın evi, bırakın evlenmeyi, yahu telefon bile almak için yurt dışına çıkmaya çalışıyorlar. Böyle bir ülkenin Hazine Bakanı olduğunuzu unutmayın. Bu ÖTV'yi katlaya katlaya millete yaşamı yaşanmaz hâle getirmeyin, başka kaynaklar bulun.

Aslında kaynaklarımız var, ne olduğunu anlatacağım size. Türkiye'de yıllık akaryakıt harcaması 1 trilyon lirayı buluyor. Bakanlık, akaryakıt üzerinden vergi kaçakçılığını önleyemediği için araçlara takip cihazı koyma zorunluluğu getirdi. Siz bu kaçakçılığın, bu petrol kaçakçılığının kimler tarafından yapıldığını benden iyi biliyorsunuz Sayın Bakan, esas onu önleyin -önleyin ki göreyim bakayım- bu milletin aldığı akaryakıta vergi koyarak değil o kaçakçıları önleyin, o zaman bu vergilere ihtiyaç kalmayacaktır. "Milletten daha çok nasıl vergi alırız?" diye yapmadığınız zulüm kalmadı. Vergi çoğaltmayı bir tarafa bırakın, devleti bu kadar maliyetli yönetmekten vazgeçin; saraylardan, şatafattan, uçaklardan vazgeçin. Bu fukara halk, Sayın Bakan, emin olun, size beddua ediyor, hem vallahi beddua ediyor hem billahi beddua ediyor, kendi fukaralığını görüp sizdeki bu şatafatlı yaşamı görünce beddua ediyor.

Şimdi size tarihin akışını değiştiren bir olaydan örnek vermek istiyorum. Tarih bize gelecek adına çok şey öğretir. Ben bunu daha önce de dinlemiştim Sayın Meclis Başkan Vekilimizden. Fransa'da bir döneme damgasını vuran "gebelle" var, bunun en çarpıcı örneklerinden biri. Fransa'da kral tarafından halka bir vergi getiriliyor, "gabelle" bu verginin ismi. Ne vergisiydi bu biliyor musunuz? Tuz vergisi. Gıdaların bozulmaması ve salgın hastalıkların yayılmaması için insanlar tuza muhtaç o çağlarda. Halkın gelirinin neredeyse yüzde 15'i bu tuz vergisine gidiyor, maliyetinin 20 kat fazlasına satıyorlar tuzu. İşte, halk tuz alamaz hâle geliyor, mecburen bir de tuz kaçakçılığı başlıyor. O 1788'de, Fransız Devrimi'nden bir yıl önce tuz kaçakçılığından kaç kişi idam edilmiş biliyor musunuz; tarih yazıyor, 3 bin kişi, tuz kaçakçılığından. O 3 bin kişinin asıldığını belirten tarihçiler sonra da şunu ilave ediyorlar, "Bu, bir milattır." diyorlar; 1789 Fransız Devrimi için bir milattır diyorlar çünkü sizin şimdi vergisini sildiğiniz firmalar gibi, o zaman da soylular ve din adamları bu vergiden istisna. O arşa çıkan yolsuzluklar halkın canına tak ediyor ve sonunda isyanlar çıkmaya başlıyor. O "gabelle" vergisi artık yalnızca ekonomik bir yük değil aynı zamanda adaletsizliğin ve eşitsizliğin de bir sembolü hâline geliyor. Fransız Devrimi'nin ilk kıvılcımlarından biri olan bu hadiseyi, bu milletin dayanma gücünü göstermesi açısından çok iyi hatırlanması gereken bir olay olarak görüyorum. Adaletsizlik karşısında milletin cesareti hakkında hepimize ders veriyor bu hadise. Bu örnek tarih kitaplarında dipnot olarak kalmamalı. Bu, millete sırtını dönen her iktidarın sonunun nasıl gelebileceğini gösteren çok ibretlik bir hikâyedir. Vergiler bir toplumun adalet terazisini gösterir. Eğer o terazi bozulur, yük bir kesimin omuzlarına binerse, diğer kesimlere de ayrıcalık tanınırsa istikrar da bozulur, birlik de bozulur, beraberlik de bozulur. Benim tavsiyem; gelin, siz de tarihten ders alın, o şatafatlı, müsrif yaşantınızı sağlamak için, şuursuzca harcama yaparak pahalı yönetmek için milletimizi ezen bu vergi yükünden vazgeçin artık çünkü adalet, güçlü devletlerin temel taşıdır. Milletin sırtındaki o ağır yükü hafifletmeden milletimizin gelecekten umutlu olması, ekonominin düzeleceğine inanması asla mümkün değildir. Türkiye'nin kaynakları yeterli, yeter ki bu kaynakları doğru yönetin, bu kaynakların önceliği de milletimiz olsun. İstikrarlı, sağlam bir ekonomi için demokrasiden, hukuktan ve adaletten sapmayın. Güçlü ekonomi, güçlü ülke demektir. Güçlü ekonomi, Trump'ın mektuplarına direnebilen bir ülke demektir. Eğer ekonominiz güçlü ise Trump'ın mektuplarına direnirsiniz, değilse kulağınızın üstüne yatar, başınızı eğriltip beklersiniz.

Evet, Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; -Trump demişken- dünya ticaret düzeninin yeniden şekilleneceği bir döneme giriyoruz artık. Şüphe yok ki tüm dünyada ticaretin dinamikleri hızla değişiyor. Bunun için de hiç vakit kaybetmeden dünyada ticaretin önünü açabilecek reformları da hayata geçirmek lazım. Nedir onlar? Dijitalleşme ve yeşil dönüşüm Sayın Ticaret Bakanım. Komisyonda dijitalleşme ve yeşil dönüşümü öncelikli hedef olarak belirtmişti. Ancak bu konuda kâğıt üzerinde kalan projelerden başka öteye gidilmediğini biz hepimiz biliyoruz. KOBİ'lerimize yeterli destek sağlanmadı. Dijital altyapı çalışmaları ise zaten yetersiz kaldı. Avrupa Birliğinin o Yeşil Mutabakat kapsamında belirlediği kriterlere uymak için üreticilerimize gerçek anlamda bir rehberlik ya da mali destek bugüne kadar sağlanmadı. Dış ticaretimize karbon ayak izini azaltma hedefi vurgulanıyor ancak şu ana kadar somut hiçbir ilerleme kaydedilmiş değil. Dünya ticaretinde Türkiye'nin o coğrafi konumunun rekabetçi avantajını, bu gereken dönüşümü gerçekleştiremediğimiz için de kaybetmek üzereyiz Sayın Bakan. O yüzden sizin için "Gitti gidiyor, bırakıyor." diyorlar. Siz onlara aldanmayın, lütfen bu reformları bir an önce yapın. Onu da biz çıkarmıyoruz, haberiniz olsun, sizinkiler çıkarıyor: "Bakan gitti gidiyor, yarın gidecek." Ben gitmeyeceğinizi biliyorum. Onlara en iyi cevabı bu reformları yaparak verin lütfen.

2025 yılı bütçesinde Ticaret Bakanlığının yeterli parası var mı? Ya, mesela, ben size bir şey söyleyeyim: 2025 yılı Diyanet İşleri bütçesi 127 milyar. Ticaret Bakanlığının bütçesi ne kadar? 56 milyar lira. Böyle bir şey olur mu ya?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) - Sayın Başkan, toparlıyorum.

BAŞKAN - Buyurun, tamamlayın lütfen.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) - Kaldı ki bu Bakanlık bu bütçenin 43 milyar lirasını ticaretin güçlendirilmesine harcayacağını söylüyor. Peki, Sayın Bakan, nasıl güçlendireceksiniz, ne yapacaksınız; bize izah eder misiniz sonra? Çünkü bütçenin hemen hemen yüzde 80'ini ticaretin güçlendirilmesine harcayacağınızı söylemişsiniz. Bu bütçeyle bana göre hiçbir dönüşüm falan da yapamazsınız Sayın Bakan. Gerçekten iyi niyetli olduğunuza inanıyorum ama ona rağmen yapamazsınız. Sadece yandaş şirketlere birtakım kaynak yaratmış olursunuz, onları alıp fuar fuar gezdirirsiniz.

Yüce Meclisi, Sayın Divanı ve Başkanı saygıyla selamlıyorum. (İYİ Parti, CHP ve Saadet Partisi sıralarından alkışlar)