GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 8'inci Tur Görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:37
Tarih:17.12.2024

SAADET PARTİSİ GRUBU ADINA SELÇUK ÖZDAĞ (Muğla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhurbaşkanlığı ve bağlı kurumlarına ait 2025 yılı bütçeleri hakkında Gelecek-Saadet Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, dünya sanki büyük bir kazan, birileri de bu kazanın altına odunu, kömürü doldurup ateşe vermiş ve karşısına geçip seyrediyor; seyrederken yiyip içip eğlenmeyi de ihmal etmiyor. Birileri de barış ve huzuru temin söylemleriyle ve ne hikmetse bu ateşe odun taşıyor. Hâlbuki kazanın içinde bir kurbağa gibi pişenin çoğu zaman kendileri olduğunu bir türlü anlamak istemiyorlar; anlatmak için kendisini paralayan insanlara da takmadıkları kulp, etmedikleri iftira kalmıyor. Birileri, durduk yere düşman kazanmayı, lider ülke siyaseti olarak görmekte; ardından yaşanılan devasa sorun ve geri viteslerin faturasını da millete ödetmektedir. Sorumluluk almayan teflon siyasetinin en nadide örneklerini yaşatan bu iktidarın tüm yanlışlarının faturasını da maalesef ülkemiz ve milletimiz ödemektedir.

Ülkenin birinde kralın da gözdesi olan efsane bir şövalye varmış. Şövalye bir gün kan revan içerisinde kralın huzuruna gelmiş ve girer girmez söylemiş: "Haşmetmeabım, sizin kuzeydeki düşmanlarınızla büyük bir mücadele verdik ve düşmanlarınızı yendik." Kral şöyle cevap vermiş: "Ama benim kuzeyde düşmanlarım yoktu ki." "Bundan sonra oldu." diye cevap verir. İşte, AK PARTİ iktidarının dış politikasının absürtlüğü bundan daha iyi anlatılamazdı.

Değerli milletvekilleri, bugünlerde, birilerinin zafer sarhoşluğuyla, birilerinin de karalar bağlayarak ajite ettiği Suriye'deki gelişmeler de tam olarak böyle bir politikanın ürünüdür. Birilerine efelenip tenhada bin bir özür ve teville iş çevirmeyi "Politik başarı ve destan yazdık." diyerek anlatanların "terörist" "diktatör" "zalim" dedikleriyle bir anda kardeş olmaları da yine bu politik git-gellerin bir yansımasıdır. Tıpkı iç politik atraksiyonlar gibi dış politik manevralar da Türkiye'nin çıkarı için değil, "şahsım siyaseti" için ortaya konulan uygulamalardır.

Kavga ediyorsunuz, ceremesini bu millet çekiyor; güya barışıyorsunuz yine ülkemiz kan kaybediyor. Bir gazeteciyi ülkemizde katleden Suudi Arabistan'a meydan okuyup ilişkileri kesiyorsunuz, ardından dava ve delil dosyasını katil olduğunu söylediğiniz Suudi Arabistan'a verip barışıyorsunuz. Darbeye destek verdiğini söylediğiniz Birleşik Arap Emirlikleri, zalim Sisi'nin Mısır'ı, teröristlere silah yardımı yaptığını söylediğiniz ve "Al papazı, ver papazı." dediğiniz Amerika Birleşik Devletleri, "NATO'ya girmesine asla müsaade etmeyeceğiz." dediğiniz İsveç, portakallarını bıçakladığınız Hollanda, bir gece ansızın gitmeyi düşündüğünüz Yunanistan, karatları yetmeyen Irak Başkanı ve arada irili ufaklı bir sürü devlet ve yönetimle ne ara barışıp hangi ara düşman olduğunuzu anlayan beri gelsin diyorum.

Değerli milletvekilleri, on üç yıldır devam eden bir iç savaşın ardından nihayet Suriye'deki diktatör, tek adam Esad ve Baas rejimi devrilip gitti; tüm tek parti diktatörlerinin şaşmaz akıbetini o da yaşadı. Yüz binlerce insan hayatını kaybetti, milyonlarcası Suriye'yi terk etti, yine milyonlarcası ülkemize sığınmacı olarak geldiler. Esad düştükten sonra zaten bildiğimiz bir gerçekle tekrar karşılaştık; kendi halkına savaş, zulüm ve yoksulluktan başka hiçbir şey vermeyen bu figürlerin sadece kendilerini, ailelerini ve yakınlarını öncelediğini gördük. Vatandaşlarını "makbul" ve "makbul olmayan" diye tasnif eden bu figürler, ülkelerini savaş sonu kaybettiklerini zannediyorlar ama yanılıyorlar; aslında bu insanlar yani bu diktatörler, halkını ötekileştirdiklerinde, ayrıştırdıklarında ve aidiyet duygularını yok ettiklerinde zaten ülkelerini kaybetmişlerdi.

Görünen o ki güneyimizde yeni bir oluşum planlanıyor. Bu arada, İsrail Suriye'yi bombalamaya devam ediyor, Golan Tepeleri'nin Suriye tarafını işgal ediyor, Suriye'nin toprak bütünlüğünü hiçe sayıp topraklarında askerî garnizonlar ve yerleşim yerleri kurup bayrak dikiyor; üstelik bu duruma, sadece iktidar değil mesela, güya Suriye'nin yönetimini devralan HTŞ de ses çıkarmıyor. İsrail Gazze'yi ve Filistinlilerin sığındıkları kampları, hastane ve okullarını bombalamaya; insanları, çocukları, kadınları katletmeye devam ediyor. Mevcut iktidarın İsrail'in bu saldırılarını desteklemediklerini elbette biliyoruz ama saydığım bu gelişmeler hakkında İsrail'e yönelik neden sadra şifa bir açıklama yapılmamıştır yoksa "Düşmanımın düşmanı dostum olur." diye mi düşünülüyor? Ben "o doğru, bu yanlış" noktasında değilim, sadece ne olduğunu bilmek istiyoruz; beraber misiniz değil misiniz?

Son olarak Suriye'nin toprak bütünlüğünün sağlanmasını gerçekten istiyor musunuz? Bunun için hamaset yapmak ve parti ikbal siyasetine fayda sağlamak dışında somut olarak mesela ne yapmayı düşünüyorsunuz? Mesela, MİT Başkanının Emevi Camisi'nde HTŞ lideriyle namaz kılması bu planının bir parçası mıdır ya da birçok basın-yayın organlarının HTŞ güzellemeleri ve Türkiye'nin, iktidarın tüm bu işlerin arkasında olduğunu ima eden yayınlarına ses çıkarmamak bu planının devamı mı? Tüm bunlar ortadayken AK PARTİ Sözcüsü Ömer Çelik'in Suriye'deki son gelişmelere ilişkin "Türkiye'nin HTŞ'yi desteklediği söylemi yanlıştır. Tüm çabamız Suriye'de akan kanın durmasına yöneliktir. HTŞ Suriye'nin iç dinamiğidir." demesi mi? ABD'nin ocak ayında göreve başlayacak Başkanı Trump "Türkiye Suriye'de büyük bir güç; Erdoğan çok iyi anlaştığım biri, güçlü ve etkili bir ordu kurdu. Erdoğan çok akıllı bir adam ve çok güçlü; Türkiye'nin askerî gücü bizi silip süpürür -Suriye'deki ABD güçlerini kastediyor- şu anda Suriye'de çok fazla belirsizlik var, kimse ne olacağını bilmiyor ama bence Suriye'nin anahtarı Türkiye'nin elinde olacak. Bunu söyleyen kimseyi duymamışsınızdır, binlerce yıllık planı başardı." dedi. Ben bu övgüleri görünce buradan sormak istiyorum... Kimlere mi soruyorum? "Fitne zamanı düşman okunu takip ediniz, o sizi Hak ehline götürür." sözünü söyleyenlere soruyorum: Amerika bizi övüyorsa bu işte bir bit yeniği aramak gerekmiyor mu? Amerika bizi sürekli olarak övüyor, kimse de bir şey demiyor buna. Maşallah, gözlerinin önündeki mertek hariç bütün büyük resimleri görenlerin gözlerine iktidar perdesi inmiş; bir şey görmek, duymak istemiyorlar ama konunun, gönülleri okşayan bu övgüden çok daha planlı olduğu o kadar net ki Türkiye'yi yani iktidarı bu işin sahibi ve planlayıcısı gibi göstermek isteyenlerin -ki alakası yok- ileride yaşanacak tüm karmaşanın faturasını şimdiden kendilerine ihale ettiğini bir türlü anlamak istemiyorlar. Ancak hakkını teslim edeyim, Ömer Çelik'in yukarıdaki açıklaması buna bir ön alma gibi görünüyor ama yalancı çoban durumuna düştüklerini de hatırlatırım.

Değerli milletvekilleri, iktidarın bu ipe sapa gelmez çelişkileri ve "ortaya karışık açık büfe siyaset" anlayışı Türkiye'nin başına maalesef çok büyük dert ve sıkıntılar açacak. Ülke yerine "şahsım devleti"ni önceleyen bu anlayışı bir an önce terk ederek dünyaya ve bölgemize Ankara merkezli bakmaya başlayın yoksa yeniden mukadder olan "bade harabül Basra" demekten azade kalamayacağız maalesef.

Değerli milletvekilleri, bu faslı çok uzatmak istemiyorum ama Orta Doğu'da işlerin nasıl yürüdüğünü bir örnekle anlatıp bitirmek istiyorum: Adamın biri bir meclise girer ve o mecliste şöyle sloganlar atıldığını görür: "Ebu Hüseyin çok yaşa!" Biraz sonra polisler içeri girerler ve bu şahsı alıp götürürler. Bir süre sonra hapishaneye bir kişi daha gelir, "Sen niye geldin hemşehrim?" diye sorarlar, "Ben de 'Kahrol Ebu Hüseyin!' diye slogan attım." der. Ve bir süre sonra birisi daha girer, "Sen niye geldin?" diye sorarlar, o da şöyle seslenir: "Ebu Hüseyin benim." İşte, Orta Doğu'daki politikalar genellikle böyle tecelli eder.

Değerli milletvekilleri, aslında bugünlerde artarak devam eden ekonomik ve siyasi krizlerin, üstelik kahvede, pazarda dahi konuşulmaya başlanılan beka kaygılarının kaynağında 2017 yılında yapılan Anayasa değişikliğiyle tanıştığımız Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi vardır. Birçok konuşmamda ifade etmiştim, ülkemiz siyasi tarihinin ve esasen yakın tarihimizin en marazlı yanı, parlamenter demokratik sistemin askerî veya sivil görünümlü vesayet odakları tarafından kesintiye uğratılması, ardından yaşanılan ve yaşatılan antidemokratik süreçlerin ülkemiz ve milletimiz hafızasına bıraktığı siyasi, ekonomik ve toplumsal travmalardır. Türkiye siyasi tarihi, bir yönüyle darbeler ve müdahaleler tarihidir: 1960 darbesi, 71 muhtırası, 12 Eylül, 28 Şubat, 27 Nisan e-muhtırası ve esasen bugün yaşadığımız hukuk ve kanun tanımaz uygulamaların bir nevi gerekçesi hâline getirilen 15 Temmuz darbe teşebbüsü. Aziz milletimiz bu darbe teşebbüsüne karşı koymuş ve sahiplerinin bir Gülenizm kurmasına müsaade etmemiştir, Gülenizm devleti inşa ettirilmedi ama ardından yaşanan hukuk dışı uygulamalarla âdeta bir Erdoğanizm inşa edilmek istendi. Bu tanımlamaya itiraz edeceklere iktidar elitlerinin kamuoyuna deklare ettiği şekliyle "Şimdi, biz yeni bir devlet kuruyoruz; beğenin, beğenmeyin bu devletin kurucusu da Sayın Erdoğan'dır." beyanatını hatırlatmak isterim. 15 Temmuz darbe kalkışmasının ardından tatbik edilen olağanüstü hâl yönetimiyle maalesef milletimiz susturuldu, korkutuldu ve ötekileştirildi; terörist ve hain ilan edilme yaftası yememek için vatandaşlarımız haklarını aramaktan imtina etti. İktidar, darbe teşebbüsünü bir fırsat olarak gördü ve bunu Allah'ın bir lütfu olarak değerlendirdi. Sonrasında, askerî vesayetin yerini tek adam ve parti vesayeti aldı, görece idare eden ekonomi tepetaklak oldu, dış siyasette "ülkem" yerine "şahsım" politikaları devreye sokuldu, kamuoyu önünde "Ey!" çekilen ülke ve yöneticilere tavizkâr politikalarla masa altından boyun eğildi.

Peki, bu başkanlık sistemiyle milletimize ne vadedilmişti? Şimdi, size ne vadedildiğini söyleyeceğim ve neler yapılmadığını da anlatmaya gayret sarf edeceğim.

Değerli milletvekilleri;

1) Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı sürdürülecekti. Öyle bir bağımsız, tarafsız, objektif bir yargı oluşturuldu ki vallahi göz yaşartıyor bu yargı(!)

2) Makul sürede yargılama hakkı güçlendirilecek diye tarih bile verilmişti. Yahu, suçsuz yere insanları tutukladığınız yetmiyormuş gibi aylar sonrasını, hatta bazen yılları bulan duruşma günü verilir oldu. Mağdur odaklı bir anlayış benimsenecek, tutuklama gibi tedbirler istisna olacaktı; bırakın tutuklamanın istisna olmasını, resmen peşin bir cezalandırma aparatına dönüştürüldü.

3) İfade ve protesto hakkının önündeki engeller ortadan kaldırılacaktı. Evet, görüyoruz, protesto hakkının alanı genişletildi; doğru, mesela artık Cumhurbaşkanının konuştuğu esnada bile protesto yapılabiliyor ama sonrası tufan elbette; yaka paça gözaltı ve tacizler, dayak ve küfürler eşliğinde cezaevi yolları.

4) Güçlü ve etkili bir ülke olarak Avrupa Birliğine katılım hedefi sürdürülecekti. Doğru, vizesiz gidebileceğimiz ülke sayısından belli oluyor Avrupa Birliğine girme hedeflerimiz. Hemen hemen Avrupa Birliği ülkelerinin hiçbirine vize almadan gidemiyorsunuz ve vize de vermiyorlar. Eskiden pasaportu olan yurt dışına gidebilirken şimdi dünyanın en pahalı pasaportuna vize randevusu bile alamayan bir ülke hâline getirildik.

5) Ekonomik büyüme ivme kazanacaktı. Evet, son yirmi iki yılda ortalama büyüme hızı yüzde 5,4. Peki, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine övgü dizmek için kötülenen parlamenter sistemde ve koalisyonlar döneminde bile yaklaşık yüzde 5,5 idi. Üstelik AK PARTİ öncesi büyüme, şimdiki gibi inşaata ve borca dayalı obez bir büyüme de değildi; ülkenin öz kaynaklarıyla fabrikalar, santraller, yollar, hastaneler ve üretim tesislerinin yapıldığı gerçek bir büyümeydi.

Yandaşlara peşkeş çekilen ülke ve kamu kaynaklarıyla belli kesimlere sermaye transferi yapılan bir ülke de değildi. Bu işleri kimden öğrendiniz? Akıl hocalarınız kim, bilmiyorum ama şeytana külahı ters giydiren bir kurnazlıkla resmen ülkemizi uçurumun kenarına getirdiniz.

"Faizler, enflasyon ve cari açık düşecek." de dediniz ama bu faslı girmiyorum bile, zaten ne durumda olduğumuzu herkes biliyor. Dünyanın en yüksek faiz oranları... Yüzde 50 nerede var banka faizi; hani, OECD ülkelerinde var mı, Avrupa Birliği ülkelerinde var mı? Nerede var yüzde 60 enflasyon ortalaması? Bunu ENAG'a, İTO'ya göre ve de TÜİK'e göre söylüyorum, ortalamasını alıyorum. TÜİK'e inanmıyorum ya, birileri söylüyor; o enflasyon sepetini getirip mahkemeye bile sunmayacak kadar pervasız ve layüsel olduğunu hissediyor kendisi.

Türkiye'nin yatırım cazibesi daha da yükselecekti. Bırakın yabancılar için cazip yatırım ülkesi hâline gelmeyi, ülkenin yerli sanayicisi, tekstil üreticisi ve birçok sektör yurt dışına gitmeye başladı. Mesela, Mısır'a, Tunus'a, Balkan ülkelerine giden tekstil üreticileri sayısını sorun da öğrenin. Biz Ticaret Bakanına sorduk, o da ticaretimizin geldiği güzel durumları anlatan bir propaganda metni gönderdi bana. Ben kaç vatandaşımız yurt dışına gitti ve oralarda iş yeri kurdu diyorum; o bana yapmış olduğu faaliyetleri anlatıyor, sorduğumuz sorulara cevap bile vermiyor ve buna da "demokrasi" diyorlar; bu demokrasiyi de açıklık, şeffaflık rejimi olarak takdim ediyorlar bizlere.

Enflasyon ve döviz kurları stabil hâle gelecekti. Evet, geldi, sene başına kadar roketi hızıyla artan döviz ne hikmetse son on aydır yerinde sayıyor. Büyük başarı değil mi? Yok efendim, başarıdan değil verilen sözlerden. Nasıl mı? Kurtarıcı Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, ülke ekonomisini güya canlandırmak için "carry trade" denilen bir uygulamayı hayata sokarak... Daha önce bu ülkede, malumunuz, kur korumalı mevduatla orta alt kesimlere ait maddi kaynaklar zengin üst sınıflara aktarılmıştı; faizler bilinçli bir şekilde düşük tutularak yoksul daha yoksul, zengin de daha zengin yapılmıştı. Uluslararası fon yöneticisi Sayın Mehmet Şimşek'in uluslararası fon sahiplerine bir güvence verdiğini tahmin ediyoruz. Onlara, getirecekleri dövizi bozdurup faize yatırmaları, paralarına da neredeyse dünyadaki en yüksek faizi verecekleri, bozdurdukları dövizi de geri alıncaya kadar kur oranlarının baskılanacağı sözü verildi gibi geliyor. Bu baskılamanın on-on iki ay devam edip sona ereceği, ondan sonra faizlerin düşürüleceği ve o saatten sonra, bozdurdukları dövizi artmamış orandan alıp, kazandıkları yüksek faizle birlikte ceplerine koyup isterlerse gidebilecekleri söylendiği söyleniyor. Bu yabancılar -ki çoğunun bıyıklı yabancı yani yerli olduğunu dünya âlem biliyor- paralarını ve yüksek kazançlarını alarak çekip gittikten sonra da döviz kurları serbest bırakılacak, sonrası da tufan olacak; böyle bir ticaret çok az görülür değerli milletvekilleri. Önemli olan, yabancıların talebi ve mutlu edilmesi değil mi? Onlar mutlu edilecek ki... Mesela yakın zamanda güya Türkiye gri listeden de çıkarılmış, kredi notu da aşama aşama yükseltilmişti. Teşbih hata götürür ama besiye çekilen kurbanlık koyun misali gibiyiz.

Vergi kanunlarında kapsamlı reforma gidilecekti. Evet, kanuna aykırı olan motorlu taşıtlar vergisinin 2 kere alınması, fahiş vergi artışları, adına "vergi" denilmeyen vergilerle uçana kaçana, hava alana vergi getirmeleri ve daha neler neler.

Gelelim en önemli vaatlerinden olan kuvvetler ayrılığına. Daha itibarlı Meclis, daha güçlü Hükûmet; daha etkin, bağımsız ve güçlü yargı; derli toplu ve etkili yürütme fonksiyonlarıyla kuvvetler ayrılığının tam ve kâmil manada uygulanması sağlanacaktı. İdarenin, yargının ve tüm kurumların Anayasa Mahkemesi kararlarına uyma zorunluluğu olmasına rağmen Anayasa Mahkemesini tanımayan, Anayasa Mahkemesinin kararına uymayan bir Hükûmetle, bir iktidarla karşı karşıyayız.

Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle bürokratik engeller kalkacak, kararlar hızlı ve etkili bir şekilde alınacaktı, Türkiye dünyaya örnek olacaktı. Evet, itiraf etmeliyim ki örnek olduğu doğru hatta eski Başbakan Binali Yıldırım'ın dediği gibi parmakla gösterilen bir ülke olduk. Nasıl mı? Hayat pahalılığından enflasyona, uyuşturucu ve mafya örgütlerinin cirit atmasından kiminle olduğu belli olmayan kara para sahiplerine; konutla birlikte vatandaşlık satılmasından umutsuzluktan yurt dışına gitmek zorunda olan ve daha acısı yoksulluktan intihar eden gençlerimize; yolsuzluk, hukuksuzluk, basına uygulanan sansürden yargıdaki şaibelere kadar hakikaten parmakla gösterilen bir ülke hâline getirildik.

2017 yılında yüzde 11,92 olan tüketici enflasyonu, 2024 Kasım dönemi için yüzde 50'lerde ki bu TÜİK'in makyajlı rakamları; herkes biliyor ki halkımızın yaşadığı gerçek enflasyon yüzde 100'lerin üzerindedir. 2017 yılı sonunda 3,77 lira olan dolar kuru, şimdilerde 35 TL ki onu da niçin baskıladıklarını biraz önce açıklamıştım. Ülkemizde et, süt, yağ gibi en temel gıdalar lüks tüketim hâline geldi. İktidar mensupları "Eskiden kuyruklar vardı, karneyle yağ dağıtıyorlardı; tüp gaz kuyrukları vardı. Şimdi pahalı ama bu tür ürünler raflarda mevcut." diyorlar. Ne muhteşem bir savunma(!) Yahu, eskiden mal bulunamıyordu, şimdi ise vatandaşın parası yok! Ne değişti? Dar gelirliyi geçtik, Merkez Bankasının kurtarıcı Başkanı bile kiralık dairede oturduğunu ve pahalı olduğunu itiraf etmedi mi? Ardından da bu hanımefendiyi görevden çok alelacele almadınız mı?

Güya daha da güçleneceği, Hükûmeti daha iyi denetleyeceği ve saygınlığını daha da artıracağı söylenen Meclisimizin düçar bırakıldığı hâl tam olarak devasa bir çaresizliktir. Bakınız, birçok değerli hatip söyledi, bu bütçeyle ilgili Komisyonda ve Genel Kurulda, muhalefeti boş verin iktidar milletvekillerinin bile talep ettiği en küçük değişiklik olmamıştır. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin bu 7'nci bütçesi, bundan önce Türkiye Büyük Millet Meclisinin uhdesinde olan bütçe hakkı Külliye'deki danışmanlara verilmiş durumdadır. Bu bütçenin sahibi de belli değil, kime hesap soracağımız dahi belirsiz çünkü seçimle işbaşına gelmiş kimseyi karşımızda göremiyoruz, sözlerimiz havada yankılanıyor ama muhatabına bir türlü ulaşmıyor, resmen boşluğa konuşuyor gibiyiz.

Aslında bütçenin bir sahibi var ama o da lütfedip gelmiyor; sanırım, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminde hesap veren değil sadece hesap soran bir makamda olduğunu ve bu nedenle biz fânilere hesap vermek gibi bir sorumluluğunun olmadığını bize hatırlatıyor; öyle tahmin ediyorum. O böyle düşündüğü için de maalesef, bu bütçe de öksüz ve yetim olarak birtakım memurların, bürokratların elinde, suni solunumla ayakta tutulmaya çalışılıyor. Elbette ki memurlara, bürokratlara bir sözümüz yok, neticede onlar da emir kulu ama biz de burada milletin vekilleri olarak milletimizin hakkına ve hukukuna sahip çıkmakla yükümlüyüz; kimse alınganlık göstermesin ama sahibi olmayan bütçeye bizim onay vermemiz de mümkün değildir.

Yani özetle, zaten zar zor ayakta duran demokrasimiz Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle felç edilmiştir, muhatapsızlık bir yönetim tarzı olmuştur. Özetle, bu, bir zam bütçesidir, vergi bütçesidir, faiz bütçesidir; zengine selam, yoksula ölüm bütçesidir; adı sana, tadı bana saray bütçesidir bu bütçe.

Değerli milletvekilleri, önergelerimize ve sorularımıza cevap verilmiyor. İktidar milletvekillerine buradan soruyorum: Grubumuzun ve de muhalefetin verdiği yüzlerce araştırma önergesinden ilaç niyetine tek bir soru önergemize bile niye "evet" demediniz siz? Ya, bu ülkede bir devleti denetleme mekanizması olmayacak mı, bu iktidar bu devleti yönetirken kendisinde hiçbir sorumluluk duygusu hissetmeyecek mi? Yani ne demek istiyorum; universiteleri, belediyeleri, bakanlıkları kim denetleyecek? Burada Sayıştay denetleyecek değil mi? Sayıştaya şöyle söylüyorsunuz: "Sayıştay, Sayıştay, ince eleyip sık dokuma." diyorsunuz. Bir de şöyle bir durum söz konusu; eskiden denetçiler, başdenetçiler şöyle yapıyorlardı: Bilgisayar üzerinden üstteki bir komisyona gönderiyorlardı raporlarını, o komisyon daha sonra kuşa çeviriyordu, tekrar yeniden o denetçiye geliyordu, o denetçi tekrar yeniden bilgisayar üzerinden oraya gönderiyordu. Şimdi, şöyle yapıyorlarmış: "Efendim, siz bilgisayar üzerinden göndermeyeceksiniz." Çünkü denetçinin gönderdiği orada duruyor, o durduğu sürece "Keser döner sap döner, gün gelir hesap döner." diyerek endişe ediyorlar ki bunları kesinlikle bilgisayar üzerinden göndermiyorlar. Daha sonra kuşa çeviriyorlar, kâğıt üzerinden kendilerinde bulunduruyorlar ve buna da "şeffaflık" diyorlar, "hesap verme" diyorlar.

Peki, Sayıştay denetleyemiyor, kim denetliyor? Kurumların teftiş kurulları mı? Ya, onları zaten siz atıyorsunuz. Peki, kim denetleyecek daha sonra? Parlamentodaki milletvekilleri denetleyecek ve "Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminde bu Parlamento çok güçlü olacak; çok değerli milletvekilleri, değerli hâle gelecek, milletvekillerinin kanun teklifleriyle yönetilecek." diyordunuz, Allah aşkına, hangi muhalefet partisinin bir kanun teklifine bu Parlamento "evet" verdi, hangisine veyahut da iktidar partisinin milletvekillerinin hangisinin hazırlamış olduğu bir kanun teklifine burada "hayır" verildi, verilmedi ki. Soru önergelerimize niye cevap vermiyorsunuz? Anayasa diyor ki: Milletvekillerine on beş gün içinde cevap verilir.

Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcım, bu Bakanlar layüsel mi Allah aşkına ya! Niye Anayasa'ya uymuyorsunuz? Bir de kendinizle tezat hâle düşmüşsünüz, diyorsunuz ki: "Efendim, biz yeni bir Anayasa yapacağız." Gelin, önce mevcut Anayasa'ya uyun, soru önergelerimize cevap verin, onlarca soru önergesi verdik.

CEMAL ENGİNYURT (İstanbul) - Bravo!

SELÇUK ÖZDAĞ (Devamla) - Niye vermiyorsunuz bu soru önergelerine cevabı? Yoksa oturduğunuz koltuklarda bir şeyler mi var; arkanızda hukuksuzluk mu var, keyfîlik mi var; niye vermiyorsunuz? Diyorsunuz ki: "Efendim, geldik, burada söyledik." Bütün yaptıklarınızın güzellemelerini anlatıyorsunuz; tamam, peki onları yaptınız, ben de bunları denetleyeyim. Mesela neyi denetleyeyim? Ben burada diyeyim ki Varlık Fonunu denetlemek istiyorum, niye denetimden azade? Ve biz burada Sayıştay üzerinden Savunma Sanayii Fonu'nu denetlemek istiyoruz, niye Sayıştaydan azade kılıyorsunuz? Elbette ki savunma sanayisinin güçlü olmasını isteriz. Yani 5'inci nesil uçakların yapılmasını istemez miyiz, kıtalar arası füzelerin yapılmasını istemez miyiz biz; İHA'ların, SİHA'ların yapılmasını istemez miyiz? Bu toprakları aziz biliyoruz biz, başka devletimiz yok ki bizim; son sığınağımız, son limanımız, son vatanımız bizim burası. Elbette ki bunları yapacaksınız. Peki, bu beyin göçünü niye durduramadınız? Şimdi "Kapılarımız açık." diyorsunuz. Hangi kapılar açık, kime açık Allah aşkına? Niye gelsin Amerika'dan, niye gelsin Kanada'dan, niye gelsin Avustralya'dan? Avrupa Birliği ülkelerinden, Benelüks ülkelerinden, İskandinav ülkelerinden niye gelsin buraya? Enflasyonun yüzde 65-70 olduğu bir ülkeye mi gelecek? Parasının kıymetsiz olduğu, Bosna Hersek'in parasından bile 2 misli daha düşük olan bir yere mi gelecek bu insanlar?

Değerli milletvekilleri, biz buraya, Savunma Sanayii Fonu'nun bir 750 lirasına takıldık. Geldi bu Savunma Sanayii Fonu, burada dediniz ki: "İsrail ülkemize tehdit, Savunma Sanayii Fonu'na biz bir vergi toplamak istiyoruz." Vatandaşı harekete geçirmek istediniz; geçirin, 100 milyar değil 300 milyar toplayalım, 500 milyar toplayalım, 1 trilyon toplayalım, 1 trilyon dolar toplayalım; yapar bu millet, bu borcu da öder bu millet. Ama biz diyoruz ki Sayıştay denetiminden kaçırmayın. Ben nereden bileceğim orada bir İHA'ya, SİHA'ya veya yapmış olduğunuz bir tanka 1 liralık malı 10 liraya vermediğinizi? Kime veriyorsunuz, açık artırmayla mı veriyorsunuz, davetiyeyle mi veriyorsunuz, pazarlık usulü mü veriyorsunuz? Bu millet bunu görmek istiyor ve öğrenmek istiyor. Öğrenmek hakkımız değil mi? Gelin, bunları yapın. Yirmi iki yıldır iktidardasınız, bir on yıl daha iktidarda kalın, hiç önemli değil ama yapın bunları. Demokrasiyi işletin, açık bir rejim olun, ondan sonra evet diyelim, biz sizi alkışlayalım.

Değerli milletvekilleri, bizim soru önergelerimize cevap vermiyorsunuz, Anayasa'yı ihlal ediyorsunuz ve bunun karşılığı müebbet hapistir. Eğer Türkiye'de bir Anayasa Mahkemesi özgür çalışmış olsaydı, bu Parlamentoda özgür bir şey olmuş olsaydı, bu bakanlardan soru önergelerimize on beş gün içinde cevap vermeyenlerin, hepsinin akıbeti müebbet hapis olurdu ve vermemeleri de aynı şekilde Anayasa'yı ihlaldir, Anayasa'yı ihlal edenler yeni anayasa yapamazlar ve bize de bu Anayasa'yı dayatamazlar.

Değerli milletvekilleri, Cumhurbaşkanı, Hükûmetin yani yürütmenin başıydı değil mi? Peki, kendisine niye hakem rolü biçiyor? Bakınız, Cumhurbaşkanı hakem olamaz sadece taraf olabilir hem "Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle kuvvetler ayrılığı daha da güçlendirilecek." diyerek bunu vadetmemiş miydiniz? "Niye böyle oldu?" diye sormayalım mı? Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminde, bu iktidar, ülkemiz için kritik önemi haiz savunma sanayisi konusunu da bunu da bir tabu hâline getirmiştir, nedeni ise çok açıktır; bu sektördeki yanlış uygulama ve suistimallerin tartışılmasını istememektedir.

Mesela -zamanında çok sorduğum- ALTAY tankı ihalesini niçin yüzde 49,9 oranında yabancı olan bir şirkete verdiğinizi bir türlü izah edemediniz ve bu şirket ihaleyi aldıktan sonra, 2018'de Cumhurbaşkanlığı kararıyla 1,4 milyar TL'yi bulan muazzam teşviklerin niçin verildiği de muammadır. Peki, tüm bunların sonucunda "ALTAY tankı nerede, kaç adet ALTAY tankı Türk Silahlı Kuvvetleri envanterine teslim edildi?" diye sorduğumuzda da bir cevap verilmemiştir ama biz, o cevabı zaten biliyoruz: Sıfır yani "zero".

Peki, tıpkı savaş uçağımız gibi, son yirmi iki yılda, iktidarınız süresince kaç tane yerli ve millî savaş uçağı üretilmiştir mesela? Öyle bir propaganda yapılıyor ki milletimiz iktidar sayesinde 5'inci nesil savaş uçağı üretiyoruz zannediyor çünkü. Ben tekrar sorayım o zaman: Modifiye edilen eski uçaklardan, İHA ve SİHA unsurlarından bağımsız olarak son yıllarda Türk Silahlı Kuvvetleri envanterine giren yerli uçağın ve tankın sayısı ne kadardır? Hatta yerlisinden geçtim, herhangi bir ülkeden de ithal edilmiş olan kaç adet yeni nesil savaş uçağı envantere teslim edilmiştir, bana söyleyebilir misiniz.

Bu iktidar, geçen ay savunma sanayisine destek adında fonlar topladı, biraz önce söyledim onu. Bu fona karşı değiliz, bu fonun Sayıştay denetimi dışına çıkmasına karşıyız. Aynı şekilde, Varlık Fonunun Sayıştay denetiminden çıkmasına karşıyız. Bazı ajanslar kurdunuz burada. Bu ajansların, Sayıştay denetimi dışına çıkararak bakanlıkların -herhangi- teftiş kurulları tarafından denetlenmesini oluşturmak istediniz. Bunlarla ilgili olarak itirazlarımızı yaptığımız zaman da sizler diyorsunuz ki: "Bu da bir hak, bu da kanunun, Anayasa’nın bize vermiş olduğu hak." Hesap sorulmasın diye kurduğunuz Savunma Sanayi Fonu, Varlık Fonu, benzeri ajansları, vakıfları, Sayıştayın yani devletin denetiminden çıkaran bir yönetimle muhatap olmaktan yorulduk, bittik artık. Yandaşa verildikten sonra Millî Piyango gibi kurumlardan Savunma Sanayi Fonu'na aktarılan paranın oranını düşüren bu iktidara niye güvensin ki zaten? Askere çağrıldı, koşarak gitti bu millet; deprem, sel, afet oldu, "yardım" denildi, varını yoğunu serdi bu millet, yollara revan oldu; "vergi" denildi, itiraz etmedi; "ek motorlu taşıtlar vergisi" denildi, "ek bütçe" denildi, IBAN'lar verildi, o IBAN'lara yine gönderdi; canını feda etmesi istendi, tereddüt etmedi; şimdi de sizler bu milletin vatan savunması için 750 liradan kaçtığını düşünüyorsunuz değil mi? Hayır; bu millet sizin yani iktidar elitlerinin yüzsüzlüğünü, adaletsizliğini, yandaş seviciliğinizi, yoksul nefretinizi ve yörük sırtından kurban kesme aşkınızı yüzlerinize vuruyor.

Bu arada, vatan savunması için alınan; 2,5 milyar dolar ödenen S-400'lere ne oldu mesela? Bu S-400'ler nerede?

NİLGÜN ÖK (Denizli) - Duruyor.

SELÇUK ÖZDAĞ (Devamla) - Bu S-400'ler kullanılmayacak mı? Nerede kullanılacak bunlar? Bu paralar nerede? Hatta birilerine vermeyi de düşündünüz, Amerika Birleşik Devletleri oradan itiraz etti hemen, "Veremezsiniz, mümkün değil, vermenizi istemiyorum." dedi. Bir şey söyleyebildiniz mi? Bataryaları mı bitti? Hani hava savunma sistemimiz tamdı, hiçbir şeye ihtiyacımız yoktu. "Hava savunma sistemimiz tam." diyorsunuz, ardından da "çelik kubbe" mi diyorsunuz, "demir kubbe" mi? Yine bunun için de para toplamak istiyorsunuz. 2,5 milyar dolar ne kadar yapıyor biliyor musunuz? 90 milyar TL yapıyor yani milletimize dayattığınız yeni vergilerden toplayacağınız ve güya yeni hava savunma sistemini inşa edeceğinizi söylediğiniz 40-50 milyarın 2 katı olduğunu hatırlatırım. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle esasen bir paket programın devamı olan dezenformasyon yasası, RTÜK ve nihayet etki ajanlığı yasasıyla iktidar aleyhine konuşanlar için mahkemeler bir yol, cezaevleri ise bir mekân hâline gelmiştir. Yargıyı arkabahçesi yapmak isteyen iktidar, siyasi rakiplerini ve elbette muhalif vatandaşları yargı sopasıyla hizaya sokmak istiyor; elma şekeri içindeki zehir düzenlemesi aynen 29'uncu madde gibi. Hem zulmediyorlar hem de dalga geçiyorlar. Tüm bu paket programın adı "postmodern Takrir-i Sükûn" düzenlemesidir. Kendisine ayrılan devasa bütçeyi, halkı kin ve nefrete sevk edenlere kaynak yapmış gibiler. Milletin vergileriyle millete sopa gösteren, tepesinde boza pişiren bir kuruma değil para vermek, sorumluları hakkında savcıların soruşturma açması gerekir diye düşünüyorum.

Şimdi Diyanete geleyim. Birileri "Gençler dine, diyanete ilgi göstermiyor." "Halk dinden soğuyor." "Bu kadar cami yaptık ama içinde cemaat yok." diyor. Peki, kendinden menkul bazı dinî figürler ne yapıyor? Yanmaz kefen ve terlik pazarlaması yapıyor; depremleri erteliyor veya başka bölgelere gönderiyor; beddua ederek uzay mekiğinin vidalarını gevşetiyor, insanların ölümüne sebep oluyor. Ya kardeşim, uzay mekiğinin vidalarıyla ne alıp veremediğin var senin? İnsanın aklıyla alay eden saçmalıklarına dinî kılıf geçiriyorlar. Madem böyle güçleriniz var; açlığa, yoksulluğa, depremlere, savaşlara son versenize; tüm dünyayı geçtim, hiç değilse acı içindeki mazlum Müslümanlar için, mesela Filistin için bir şey yapsanıza. Sonra da "Gençler niye dinden soğuyor, niye deist oluyor?" lafları. Peki, tüm bu zırvalara "Dur!" deyip halkı doğru bilgilendirecek olan Diyanet ve başındaki kişi ne yapıyor? "Bana bir Audi A8'i bile çok gördüler." diyerek âcizleniyor.

CEMAL ENGİNYURT (İstanbul) - Bravo!

SELÇUK ÖZDAĞ (Devamla) - Aynı saatlerde, eski olduğu için sık sık kaza kırıma uğradığı bilinen bir askerî helikopter düşüyor, 6 askerimiz şehit oluyor. Binlerce defa yurt dışı gezileriyle kendilerine ayrılan o dev bütçeyi har vurup harman savurup yılın ortası ortası gelmeden bir o kadar daha bütçe istiyorlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

SELÇUK ÖZDAĞ (Devamla) - Veyl olsun, hakkım, sıcak bir çorbanın hayaliyle yaşamak zorunda kalan yetimlerin hakkını çalanlara haram, zehir olsun benim hakkım inşallah.

Sayın Diyanet İşleri Başkanına bu millet Audi A8 de alır, uçak da alır, hiç merak buyurmasın ama kendisine bir çağrım var: "Bu millet eskiden çok güvendiği imam ve hocalara artık niye güvenmiyor?" diyerek sormasını istiyorum.

Sonra, arada bir şey de söyleyeyim: Bu Kur'an kursu öğreticileri var, fahri Kur'an kursu öğreticileri; bunlar KPSS'yle işe alınıyorlar, aynı zamanda, Diyanet İşleri Başkanlığının kriterleriyle alınıyorlar ve bu insanlar köle gibi çalıştırılıyorlar. Otuz gün çalışıyorlar, sekiz dokuz gün kadar bunlara siz sigorta primi yatırıyorsunuz. Peygamber'imiz ne diyordu, Hazreti Muhammed: "Çalışanın alın teri kurumadan hakkını verin." diyordu. Siz bunlara hakkını bile vermiyorsunuz.

Ramazan ayına yetişmediği için davetiyeli ihaleler yapıyorsunuz, davetiyeli kitap basım, takvim ihaleleri yapıyorsunuz; eşeledikçe nelerin çıkacağını bilmediğimiz bir büyük kara delik, korunaklı ve korumalı fil dişi kulelerinden...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SELÇUK ÖZDAĞ (Devamla) - ...çıkarken Audi A8 arzulayan bir din insanı, bilmesi gereken şeyleri bilmeyen, yapması gereken şeyleri yapmayan, olması gereken kişiler olmayan ilginç figürler; mütevazılık nerede, Hak getire.

İyileri tenzih ediyorum -son cümle- iyileri tenzih ederek söylüyorum: "Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,/Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!" diyor, saygılar sunuyorum. (Saadet Partisi sıralarından alkışlar)